1838’de İngiltere, daha sonra diğer Avrupa devletleri ile Balta limanında yapılan ticâret andlaşmaları.
Osmanlı Devleti’nde ekonomik faaliyet geniş ölçüde devletin kontrolü altında cereyan etmekteydi. Yaygın bir iktisadî faaliyet olan tarım, devlete ait toprakların işletilmesi esâsına dayanıyordu. Buna bağlı olarak kurulan tımar sistemi, Osmanlı zirâat ekonomisinin temelini teşkil etmekteydi. Sanayi üretimi ise devlet kontrolündeki ahîlik müessesesi içinde yürütülüyordu. Kapalı bir iktisat sistemi olan ahîlik, üyelerine çalışma zevki, meslek disiplini, dürüstlük, kanaatkârlık gibi sağlam ahlâk kurallarını aşılıyor, meslek îtibârını koruduğu gibi, standartları ayakta tutarak, haksız rekabetleri önlüyordu. Hükümetin müdâhalesi ahîliğin iç işlerine kadar gitmez, yalnızca ahîliğe bağlı şubelerin îmâl ettikleri malların kalite, mikdâr ve fiyatlarında olurdu. Böylece ahîlik sistemi, ham maddelerin arz ve talebini tanzim eden bir mekanizma olarak işlerdi. 17. ve 18. yüzyıllarda pamuk, ipek, kereste ve demir gibi maddeler ulaşım güçlükleri ve üretimdeki yetersizlikler dolayısıyla piyasaya her zaman yeterli mikdârda yâni bütün talebi karşılayacak ölçüde sevk edilemezdi. Bu bakımdan ham maddelerin, ahîliğe mensûb ustaların eline normal fiyatlar üzerinden ve onlardan hiç birini işsiz bırakmıyacak şekilde dağıtılması büyük bir ehemmiyet arz ederdi. Bâzı maddelere sık sık konan ihraç yasakları veya bu maddelerin stokçular tarafından satın alınmasını önleyen tedbirler bu cümledendi.
Bu arada 1820’lerin başında İngiltere, sanayi inkılâbını tamamlamış ve Napolyon savaşları sonunda da Fransa’yı yenerek rakipsiz duruma gelmişti. Dünyâ pazarlarında İngiltere sanayii ile rekabet edebilecek bir ülke yoktu. Sanayi inkılâbını henüz tamamlamamış olan diğer Avrupa ülkeleri korumacı tedbirlerle İngiltere’nin kendi pazarlarına girmelerini önlüyorlardı. Bu durumda İngiltere ticâret ve sanayi sermâyesi için yapılacak tek şey kalıyordu. O da, Avrupa dışındaki ülkelerin pazarlarını ve ham maddelerini ticârete açmak. Nitekim onlar bu gaye ile 1820’lerden 1840’lara kadar Latin Amerika’dan Çin’e kadar pek çok bölgede, ya anlaşmak suretiyle veyahut silâh zoruyla, pek çok ticâret andlaşması imzaladılar.
Avrupa’da sanayi inkılâbının neticesi olarak daha fazla ham maddeye ihtiyâç duyulmaya başlanması üzerine, Osmanlı hükümeti de 1826’dan îtibaren, ham maddesini dışarıya çıkararak esnafın işsiz kalmasını önlemek maksâdıyle bir nevi himaye sistemi olan yed-i vâhid (tekel) usûlünü uygulamaya koydu. Sistemin ayrıca yeni kurulmuş olan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ordusuna kaynak bulmak ve üreticinin mahsûlünü ucuza satarak aldanmasını önlemek gibi gayeleri de bulunuyordu. Yed-i vâhid uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Nitekim İngiliz sefiri Ponsenby, yed-i vâhid usûlü ile ticâret serbestisine konmuş engellere şiddetle çatmakta; “Türkiye’de mahsûl yetiştirenler, bunların fiyatlarını tesbit etmekte yegâne hâkim olan imtiyazlı kimselere satmak mecburiyetinde kaldıkça, Türk sanâyiinin geriliğe mahkûm kalacağını iddia etmekte idi. Kısaca yed-i vâhid usûlü, İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ni gönlünce sömürmesini engellemekteydi.
Bu sebeple İngilizler, Osmanlı ticâretinde kendilerine ters düşen hükümlerin kaldırılması için 1833’den itibaren ünlü hâriciye nâzırları Polmerston aracılığıyla uğraşmaya başladılar. 1836’daki müzâkerelerde Osmanlı hey’etine başkanlık eden gümrük emîni Tâhir Efendi, eski düzenden mümkün olduğunca az tâviz vermeye çalışmış ve İngiliz isteklerine boyun eğmemişti. Bu durumda İngiliz diplomasisi Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı. Nitekim bu fırsat iki yönlü olarak İngilizlerin karşısına çıktı. 1837’de Londra büyükelçiliğinden hâriciye nâzırlığına getirilen Mustafa Reşîd Paşa, İngilizlere yakın bir müzakereci idi. Londra büyükelçiliğinde iken mason locasına kayıtlı olan Reşîd Paşa, Osmanlı Devleti’ni iktisadî bakımdan çökertecek bir andlaşmaya yanaşmakta hiç tereddüt göstermedi. Bu sırada Mehmed Ali Paşa Mısır’da Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike arz ediyordu. Reşîd Paşa, Mısır mes’elesinde İngilizlerin yardımlarını te’min bahanesiyle Balta Limanı’ndaki yalısında dört gün süren ve çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838’de Osmanlı-İngiliz ticâret andlaşmasını imzaladılar. Andlaşma, 8 Ekim 1838’de kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmûd tarafından tasdik olundu. Esas ve zeyl olmak üzere iki kısım hâlinde tanzîm edilen andlaşmanın birinci kısmı (esas) iç ticârete âit maddeleri; zeyli meydana getiren ikinci kısım ise İngiltere’den ithâl edilecek mallarla, transit eşyaların gümrüklendirilme şekillerini ihtiva ediyordu.
Andlaşmanın zeyl kısmının ikinci maddesine göre zirâi mahsûller ile sâir eşya üzerine konan yed-i vâhid yâni tekel usûlü tamamen kaldırılıyordu. Bu madde ile emperyalizmin önündeki engeller kaldırılarak iktisadî sistemimiz felce uğramış oluyordu. Ayrıca iç ticâretin Osmanlı vatandaşlarına münhasır kalması da kaldırılıp, istisnasız bir şekilde İngiliz tüccarlarına veriliyordu.
Andlaşmanın diğer önemli hükümlerine gelince; dördüncü madde ile, Britanya tebeası, Osmanlı memleketleri mahsûlü olan bütün maddeleri, istisnasız olarak ihrâc etme müsâadesine sâhib olacaklardı. Altıncı madde ile transit resmi kaldırılmaktaydı. Yedinci madde ile, İngiliz gemileriyle gelen İngiliz emtiası için bir defa gümrüğü ödendikten sonra, ithalâtçı veya alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Andlaşmanın bu hükümleri ile, Osmanlı hazînesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum kaldı, önceden yabancı bir emtia bir eyâletten diğer bir eyâlete geçerken ilâve gümrük ödemek zorunda bulunduğundan, fiyatı artarak rekabet gücünü kaybediyordu. Şimdi ise Osmanlı tüccarı bir yerden bir yere bir malı götürüp, satarken yüzde 12 vergi verirken, İngiliz tüccarları ortakları ve adamları yüzde beş vergi ödeyecekti. Böylece İngiliz tüccarları Osmanlı tüccarına karşı korunmuş oluyordu. Bilâhare transit resminin devam etmesine karar verilmiş ise de buna karşılık ithalât resimlerine yüzde ikiye varan bir indirime daha gidildi.
Bu arada andlaşma hükümlerinin Mısır, Afrika eyâletleri dâhil bütün Osmanlı ülkelerinde ve her sınıf halk tarafından tatbik ve riâyet olunacağına dikkat çekildikten sonra, isteyen bütün dost devletlerede istisnasız olarak andlaşmanın teşmil, edileceği taahhüd olunuyordu. Nitekim 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı dış ticâretinde birinci sırayı alan Fransa menfâatlerine halel geleceğini bilerek bu andlaşma hükümlerine şiddetle karşı çıktığı hâlde, çok geçmeden 25 Kasım 1838’de yukarıdaki maddeye istinaden aynı hükümleri ihtiva eden bir andlaşma imzaladı. Bunu, Avrupa’nın diğer devletleri tâkib etmekte gecikmediler. 31 Ocak 1840’da İsveç ve Norveç, 2 Mart 1840’da İspanya, 14 Mart 1840’da Hollanda, 30 Nisan 1840’da Belçika, 1 Mayıs 1841’de Danimarka ve 20 Mart 1843’de Portekiz ile andlaşmalar imzalandı.
Mustafa Reşîd Paşa’nın faaliyetleri sonucu 1838’de önce İngiltere ve sonraki yıllarda diğer Avrupa devletleriyle imzalanan bu ticarî andlaşmalar esnafı ve tüccarlarımızı uşaklığa, devletimizi de borç bataklığına düşürmekten öte bir işe yaramamıştır. Nitekim andlaşmanın imzalanmasından sonra Avusturya başbakanı; “İşte Osmanlı şimdi bitti” derken, Osmanlı’ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, 1858’de andlaşmanın te’sirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise; “Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin bir çok kolları şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başda gelir ki, bunlar tamâmiyle İngiliz sanayii tarafından sağlanmaktadır. Şam’ın çelik bıçakları; Kıbrıs’ın şekeri, İznik’in çini, Teselya’nın iplik boya sanayii hep yok olmuştur. Bütün bu sanayii kollarının bugün Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır” derken, Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir. Bu ticâret andlaşmaları, devlet hazînesini önemli masrafları karşılayamaz hâle getirdi ve Avrupa’dan borç alma yolu açıldı. Böylece dışa bağımlılık devri başlamış oldu.
Gerçekten de sultan Abdülazîz 1861’de tahta çıkarken, 1838 ticarî andlaşmalarının bir netîcesi olarak, dış ticâretin yanında iç ticâret de yabancıların eline geçmiş, büyük çapta mâlî ve iktisadî çöküntü içerisinde bulunan bir devletle karşılaşmış idi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münâsebetleri I, 1580-1838 (Mübahat S. Kütükoğlu, Ankara-1974); sh. 92-125
2) Mustafa Reşîd Paşa ve Tanzîmât (Reşat Kaynar, Ankara-1985); sh. 120, 129
3) Tanzîmât Dönemi Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası (Rıfat Önsoy, Ankara-1988); sh. 14-46)
4) Osmanlı Târihi (Enver Ziya Karal, Ankara-1976); cild-6, sh. 256, 257; cild-7, sh. 259
5) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1113
6) Türkiye’de Geri Kalmışlığın Târihi (İ. Cem, İstanbul-1982); sh. 215
7) Tanzîmât mı Bağımlılaşma mı? (N. Kemâl Zeybek, Milli Eğitim ve Kültür Dergisi; yıl-2, sayı, 6. 1980); sh. 7