9 Aralık 2016 Cuma

KÖPRÜLÜLER



On yedinci asrın ortalarında iktidara geçtikten sonra, Osmanlı Devleti’nin gerilemesini uzun müddet durdurmaya, hattâ yeni fütûhata muvaffak olan bir vezir ailesi. Bu aile, bir çok âzası ile on yedinci asrın sonuna kadar sadrâzam, serdâr, sadâret kaymakamı ve kapdân-ı derya gibi, belli başlı devlet vazifelerinde bulunmuş, sonraki asırlarda yine güzide devlet adamları yetiştirmiştir.
On yedinci yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı Devleti’nde idâri, mâlî, askerî bakımlardan çöküntü başlamıştı. Uzun yıllar süren savaşlar sonunda, önceki dönemlerde olduğu gibi başarılar kazanılamamış ve bunun sonucu olarak da mâlî sıkıntılar baş göstermişti. Anadolu’da çıkan celâli isyânları, önce Kuyucu Murâd Paşa ve sonra da dördüncü Murâd Han tarafından şiddetli darbelerle önlenmiş ise de, bu değerli pâdişâhın genç yaşta vefât etmesiyle celâiîler yine hareketlenmeye başlamışlardı.
Bu arada sipâhî ve yeniçerilerin karışıklıklar çıkarmaları ve sık sık sadrâzam değiştirilmesi sebebiyle, kuvvetti bir otorite boşluğu meydana gelmişti. Sultan İbrâhim Han’ın başlattığı Girid seferinde, ilk zamanlarda zaferler kazanılıp kuvvetti kaleler fethedildiyse de, sonradan Venedik donanmasının Çanakkale boğazını ablukaya alması sebebiyle, Girid’deki askere yeterli asker ve mühimmat yardımı yapılamamış, yapılan bütün müdâhalelere rağmen bu abluka kaldırılamadığı gibi, Bozcaada, Semendirek ve Limni adaları Venedikliler tarafından işgal edilmişti.
Göreve getirilen bütün vezirler bu işlerin üstesinden gelememişler ve dördüncü Mehmed Han’ın pâdişâhlığının ilk sekiz yılı büyük sıkıntılar ve isyânlarla geçmişti.
Küçük yaşta tahta geçtiğinden, başlangıçta pek etkili olamayan dördüncü Mehmed Han, on beş yaşına geldiğinde karışıklıkların üstüne gitmeye başladı. İstanbul’da zorbalıklar yapıp, karışıklıklara sebep olan sipah ağalarını ve yandaşlarını yakalayıp, katlettirdi. Büyük ümitlerle göreve getirilen, fakat başarılı olamayan Boynueğri Mehmed Paşa’nın yerine dirayetli bir vezir aramaya başladı. Vâlide kethüdası Mimar Kâsım Ağa’nın tavsiyesiyle; güngörmüş, tecrübeli vezir Köprülü Mehmed Paşa saraya çağrıldı. Köprülü Mehmed Paşa, bu görüşmede devletin içinde bulunduğu güçlükleri îzâh ettikten sonra, bu güçlüklerin altından ancak, olağan üstü yetkilerle donatılmış olma hâlinde kalkılabileceğini, aksi takdirde başarılı olmanın mümkün olmadığını arzetti. Bunun üzerine dördüncü Mehmed Han, yaptığı işlere müdâhale edilmeyeceği, aleyhindeki şikâyetleri, kendi görüşünü almadan değerlendirmeyeceği, devlet me’mûriyetlerinde yapacağı tâyin ve azillere karışılmayacağı gibi büyük yetkilerle Köprülü Mehmed Paşa’ya sadrâzamlık mührünü verdi.

Köprülü Mehmed Paşa

Köprülüler ailesine adını veren paşa. Köprülü lakabını, zevcesinin memleketi ve kendisinin de yerleşme ve işden ayrı kaldığı zamanlarını geçirme yeri olup, o zaman Amasya sancağına bağlı bulunan ve bugün Vezirköprü adıyla anılan Köprü kasabasından aldı. Aslen Arnavud’dur. 1571 yılında Belgrad’ın Rudnik kasabasında doğmuş, devşirilerek İstanbul’a getirilip saraya alınmıştı. On yedinci yüzyıl başlarında girdiği sarayda önce 1613’de Matbah-ı âmirede, daha sonra Hazînede ve silâhdâr Hüsrev Paşa’nın yanında çalıştı. Çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle tanındı. Hazîneden sipahilikle taşraya çıkarıldı. Bir müddet sonra tımar alarak Köprü’ye gitti. Sancak beyinin kızıyla evlendi. Sarayda yanında hizmet gördüğü Boşnak Hüsrev Paşa yeniçeri ağası olunca, o da yeniçerilere katıldı. Hüsrev Paşa’nın sadrâzam olmasıyla da hazinedarlığa getirildi.
1632 yılında Amasya sancakbeyi olan Köprülü, burada gösterdîği başarıdan dolayı İstanbul ihtisâb ağalığına getirildi. Sonra sırasıyla tophâne nâzırlığı, sipâhî birlikleri ağalığı yaptı. Bağdâd kuşatmasına Çorum sancakbeyi olarak katıldı. Kemankeş Mustafa Paşa’nın sadrâzamlığı sırasında önce saray kapı ağalığına, sonra da ıstabl-ı âmire ağalığına getirildi. Sadrâzam sultanzâde Mehmed Paşa zamanında siyâsette gösterdiği başarılar sebebiyle iki tuğlu vezir yapılarak Trabzon beylerbeyliğine gönderildi.
1647 yılında sultan İbrâhim’in hanımına has olarak verilen Şam’a, vergi tahsildarı oldu. Daha sonra Sivas’da celâli Vardar Ali’yi te’dîb ve uzaklaştırmakla görevlendirdiyse de yapılan çarpışmada tutsak düştü. Fakat İbşir Paşa tarafından kurtarılarak yine celâlîler üzerine gönderildi. Ertesi sene, Katırcıoğlu isyânını bastırmakla görevli iken, halka zulmettiğinden dolayı yakalanması için hakkında hatt-ı hümâyûn çıkan Boynueğri Mehmed Paşa üzerine gönderildi. Aldığı tedbirlerle bu işi de kısa sürede hâlletti. Bundan sonra İstanbul’a dönerek dördüncü Mehmed Han’ın saltanatının ilk yıllarında kubbe veziri oldu. Bir süre sonra sadrâzam Gürcü Mehmed Paşa tarafından azledilerek Köstendil’e sürüldü. Bilâhare bir müddet Köprü’de kaldı. Boynueğri Mehmed Paşa’nın sadâreti esnasında iç ve dış buhranın had safhaya ulaştığı sırada, reîsülküttâb Mehmed Efendi ve mimarbaşı Kâsım Ağa’nın teklifleriyle sadrâzamlığa getirildi.
Köprülü Mehmed Paşa, yıllarca süren devlet hizmeti sırasında dürüst ve kabiliyetli bir yönetici olarak ün yaptı ve çok tecrübeler kazandı. Sadrâzamlık teklif edildiği zaman pâdişâhla görüştü; kendisinden önceki sadrâzamların ne kadar kabiliyetli olurlarsa olsunlar asker ve saray müdâhaleleri sebebiyle iş yapamaz duruma geldiklerini, geniş yetkiler verilmediği takdirde kendisinin de başarılı olamayacağını arzetti. Bunun üzerine dördüncü Mehmed Han, Paşa’ya o güne kadar görülmemiş yetkiler vererek, sadrâzamlık makamına getirdi ve çok duâlar etti (14 Eylül 1656). Paşa bu sırada seksen yaşındaydı.
Köprülü Mehmed Paşa, sadrâzam olduktan sonra saray mensupları, ihtiyar paşanın bir iş yapacağını tahmin etmeyerek, kendisine ehemmiyet vermeden âdetleri üzere hükümet işlerine karışmaya devam etmek istediler. Bunun üzerine Mehmed Paşa, Pâdişâh’a te’sir edip işlerine engel olmak isteyen hasodabaşı Halîl Ağa’yı tekaüde ayırıp, yerine Safer Ağa’yı getirdi. Bozcaada’nın düşman eline geçmesine sebeb olan Abaza Ahmed Paşa’yı İstanbul’a getirterek derhâl îdâm ettirdi. Bunun üzerine sipahilerin ayaklanma çıkarmak istediklerini öğrenince, yeniçerileri kendi tarafına çekip, bütün sipahi elebaşlarını öldürttü. Kilit mevkilere; güvenilir, dürüstlüğüyle tanınan kişileri getirdi.
Devletin içte ve dışla büyük buhranlar geçirdiği bir sırada, içerdeki bâzı gayr-i müslim unsurlar da büyük ümide düşmüşlerdi. Hattâ bu arada ortodoks kilisesinin mevcudiyetini Fâtih Sultan Mehmed’in himaye ve müsamahasına bağlı olduğunu unutan Rum patriği üçüncü Partenios’un, devletin bu karışık vaziyetinden istifâde ile Ortodoks kilisesine bağlı olan Eflâk ve Boğdan voyvodalarını isyâna teşvik ettiği, ele geçen mektubundan anlaşıldı. Ayrıca rumların yeniçeri kıyafetine girip isyân edeceklerine dâir haberler alan Köprülü Mehmed Paşa, derhâl patrikhâneyi bastırdı. Nitekim içeride bu iddiaları doğrulayıcı mâhiyette kırk-elli kat dolama, fes ve yeniçeri üsküfü elde edildi. Bundan sönra rum patriği Partenios’u huzuruna çağıran sadrâzam, devlete karşı giriştiği bu hareketlerin karşılığı olarak, verdiği bir emirle onu Parmakkapı’da îdâm ettirdi (24 Mart 1657).
Fâtih Sultan Mehmed’in tâyin ettiği patrikten itibaren bu üçüncü Partenios’a kadar bütün rum patrikleri, milleti tarafından seçildikten sonra bizzat pâdişâhlar tarafından kabul olunurlarken, bundan sonra kendilerine karşı yapılan bu imtiyazlı muamele kaldırılarak, vezîriâzamlar tarafından kabul edilmeleri kânun olmuş ve bu tarz, tanzîmâta kadar devam etmiştir.
Eski sadrâzamlardan Siyâvuş Paşa, Köprülü’nün kendisini Şam beylerbeyliğinden alma emrine karşı gelerek isyân çıkartınca, Köprülü kendisinin idamını istedi. Siyâvuş Paşa’nın saraydaki yakınları buna mâni olmak için müdâhale ettiklerinde, Köprülü derhâl istifa etmek için huzura çıktı. Fakat dördüncü Mehmed Han kendisine güvendiğini, hizmetlerine devam etmesini emrederek, Siyâvuş Paşa’nın idamı için hatt-ı hümâyûn verdi. Bundan sonra saraydaki ağaların hepsini görevden alan Köprülü Mehmed Paşa, yerlerine emîn devlet adamlarını yerleştirdi (23 Haziran 1657).
İstanbul’da kudret ve iktidarını gösteren Köprülü Mehmed Paşa, Venedik’le olan uzun ve yıpratıcı savaşı sona erdirmeye, Çanakkale ablukasını kaldırmaya ve Girid’in fethini tamamlamaya karar vererek, sefer hazırlıklarına girişip yeni bir donanma hazırlattı. Fakat bütün bu çalışmalara rağmen kapdân-ı derya Topal Mehmed Paşa, Çanakkale boğazındaki ablukayı kaldıramayınca cezalandırıldı. Bir süre sonra Venedik amirali Moçeniko bizzat kendi amiral gemisi başta olduğu hâlde, Osmanlı baştardesini zaptetmek üzere Kumkalesi önünden geçerek taarruz etti. Venedik amiral gemisi tam Osmanlı baştardesini almak üzere iken Kumburnu’ndaki metrislerden Kara Mehmed adındaki bir topçu tarafından atılan bir gülle, Venedik amirali baştardesinin barut mahzenine isabet ederek baştardeyi havaya uçurdu. Bu muvaffakiyetli isabet, bozulmuş olan kuvve-i mâneviyenin düzelmesini sağladı ve Osmanlıların galebesini te’min etti. Akdeniz’de Kuzey Afrika kıyılarındaki Osmanlı gemilerinden meydana getirilen yeni bir filoyla, Bozcaada ve Limni de Venediklilerden alınınca, bundan sonra boğazın Venediklilerce ablukası imkânsız hâle geldi. Yıllardır devleti uğraştıran bu mes’elenin hallolması, Köprülü Mehmed Paşa’nın siyâsî kudretini arttırdı.
Bundan sonra Köprülü ilk olarak Girid’in fethini düşünmekte idi. Ancak Erdel ve Anadolu’da isyânların çıkması bu hayırlı teşebbüse mâni oldu.
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu karışıklıklardan ve Venediklilerle meşgul olmasından dolayı isyân eden Erdel prensi Gyürgy Rakoczy, katoliklere karşı protestan direnişinin lideri olduğunu îlân ederek İsveç kralı yanında Eflak ve Boğdan prensleriyle de anlaşarak Macaristan ve Lehistan’ı fethetme hayâllerine kapıldı. Durumun vehâmetini sezen Köprülü Mehmed Paşa, dördüncü Mehmed Han’a durumu arzedip, bölgeye Kırım tatarlarının gönderilmesi gerektiğini bildirdi. Gönderilen hatt-ı hümâyûnla harekete geçen Kırım tatarları, büyük bir ordu ile gelerek Erdel’i itaat altına aldılar. Rokoczy, Varşova’dan çekilmek zorunda kaldı. 1657 yazı sonunda Vistül nehri yakınlarında yapılan savaşta da yenildi.
Buna rağmen Rakoczy, Pâdişâh’a bağlılığını tekrarlamaktan kaçınınca, Köprülü Mehmed Paşa büyük bir orduyla üzerine yürüdü (23 Haziran 1658). Kırım tatarları da harekete geçerek akın hareketlerinde bulundular. Eylül 1658’de krallığın merkezi olan Erdel Belgrad’ı zaptedilince, Rakoczy, Habsburg topraklarına kaçtı. Erdel prensliğine Acos Barccai getirildi. Osmanlı birlikleri Yanova, Şebeş ve Lagos kalelerine yerleşerek Erdel’in tekrar ayaklanmasını önlediler. Rakoczy 1660’da ölünce taraftarları, onun generallerinden biri olan Kemeny Janos’un çevresinde toplandılar. Habsburg’luların desteğini de alan Janos, kral îlân edildi. Sonra Barccai’yi öldürüp, ülkenin büyük bir bölümünü ele geçiren Janos, Osmanlı kuvvetlerine yenilip Habsburg topraklarına kaçtı. Bir süre sonra Habsburglulardan sağladığı birliklerle tekrar döndüyse de yakalanıp öldürüldü. Erdel prensliğine Apafi Mihâil’i getiren Köprülü Mehmed Paşa, Anadolu’da çıkan iç isyânları bastırmak için acele ile İstanbul’a döndü.
Nitekim Köprülü Mehmed Paşa’nın ve ordunun Avrupa’da olmasından istifâde eden Abaza Hasan Paşa, çıkardığı büyük bir isyân hareketiyle İstanbul üzerine yürümüştü. Bu tehlikeli durum üzerine Erdel isyânını bastıran Köprülü, hızla İstanbul’a gelerek orduyu Üsküdar’a geçirdi. Askerin kendisine bağlılığını sağlamlaştırmak için altı aylık maaşlarını peşin verdi. İsyanın elebaşılarına gizlice adamlar yollayarak aralarını açmaya çalıştı. Baskıyı hisseden Abaza Hasan Paşa, Eskişehir’e çekilirken, adamlarının çoğunu hem para almak, hem de sadrâzamı öldürmek için Osmanlı ordusuna katılmak üzere gönderdi. Köprülü Mehmed Paşa ise, sayısı 6.000’i bulan bu sahte askerleri tesbit edip hepsini öldürttü. Sonra harekete geçerek Abaza’nın üzerine yürüdü. Bu arada durmadan gerileyen Abaza Hasan Paşa, her geçen gün kuvvet kaybediyordu. Bu yüzden bir süre sonra barış çağrısında bulundu. Köprülü Mehmed Paşa ise bu barış çağrısına uymuş görünerek, tertiplediği bir ziyafette Abaza Hasan Paşa dâhil bütün isyâncı elebaşlarını ele geçirerek cezalarını verdi. Böylece bir darbe ile bütün isyâncıları zararsız hâle getiren Paşa, bundan sonra geniş bir araştırmaya girerek Anadolu’daki isyânlara karışmış, destek olmuş kişileri tespit edip cezalandırdı.
Anadolu’da huzuru sağladıktan sonra İstanbul’a dönen Köprülü Mehmed Paşa, Fransızların Girid’de Venediklilere yardım ettiklerini öğrenince, İstanbul’daki Fransız uyrukluları hapsedip Fransa’yla münâsebetleri kesti. Sonra da çok yorulduğunu bildirip, oğlu Şam beylerbeyi Fâzıl Ahmed Paşa’yı yerine teklif ederek istifa etti. Bu teklif üzerine sadrâzamlığa getirilen Fâzıl Ahmed Paşa, yola çıkıp İstanbul’a geldi aynı gün Köprülü Mehmed Paşa Edirne’de vefât etti (30 Ekim 1661). Cenazesi İstanbul’a getirilip Dîvânyolu’nda yaptırmış olduğu külliyedeki türbesine defnedildi.
Devletin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için gece-gündüz demeden çalışan Mehmed Paşa, Anadolu ve Rumeli’de bir çok hayır eserleri vücûda getirdi. Bozcaada’da câmi, mescid, mektep, hamam, dükkanlar, yel değirmenleri, Yanova’da câmi, mektep, dükkanlar, Rudnik’de câmi, mektep, Turhal’da han, Vezirköprü’de çeşme ve namazgah, Lefke’de Karaoğlanbeli denilen yerde câmi, mektep, han, Şam eyâletinde köprü, Şugur’da câmi, mescid, mektep, han, Gümüşhacıköy’de câmi, mektep ve han, Bolu sancağında Taraklı kasabasında câmi ve mektep yaptırmıştır. Bunların giderlerinin karşılanması için de; Limni, Yanova, Köprü, Osmancık, Merzifon, Akhisar, Bilecik ve daha bâzı yerlerde mülk köylerini bütün resimleri ve hâsılatı ile vakfetmişti. Ayrıca Erdel’de Arad kasabasında su yolu, Hendek ile Sapanca arasında uzun bir köprü yaptırmıştı. Hekimhanı ve Antalya’da da vakıfları vardı. Vefâtından önce, oğluna Anadolu’daki vakıflarını unutmamasını, Rumeli’deki yarım kalmış hayratı ile Çenberlitaşdaki te’sisleri tamamlamasını vasiyet etmişti.

Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa

Köprülü Mehmed Paşa’nın büyük oğlu, vezîriâzam. 1635 senesinde Köprü’de doğdu. Yedi yaşındayken babası tarafından İstanbul’a getirilip, tahsile başlatıldı. Devrin tanınmış ilim adamlarından evvelâ Osman Efendi’den sonra da Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’den ders aldı. Babası Köprülü Mehmed Paşa, devlet yönetiminde büyük başarılar göstermesine rağmen zaman zaman kuvvetli bir tahsîl görememesinin sıkıntısını çektiğinden, oğlunun tahsiline ehemmiyet verdi. Henüz on altı yaşındayken önce hâriç, sonra dâhil müderrisi tâyin edilen Fâzıl Ahmed, 1657 yılında yirmi iki yaşında iken sahn-ı semân müderrisliğine yükseldi. Fakat bir müddet sonra müderrisliği bırakarak idâri göreve geçti ve vezâretle Erzurum daha sonra Şam eyâleti vâliliğine tâyin olundu.
Şam’da iken halktan alınan iki ayrı vergiyi kaldırdığı için halk tarafından çok sevildi. Dürziler üzerine yürüyüp, Şihâboğulları ile Maanoğullarını itaate zorladı ve bunların isyân hareketlerini önledi. Bu zamana kadar voyvodalık ile idare edilen Sayda, Beyrut, Safed havalisi ile Maan ve Şihâboğullarının bulundukları bölgeyi bir beylerbeyilik hâline getirdi. Bu başarıları üzerine Halep beylerbeyiliğine tâyin edildi. Ancak babasının hastalığı ve vasiyeti üzerine Edirne’ye hareket etti. Aynı zamanda babasının vefâtı da vuku bulunduğundan, gelir gelmez sadârete tâyin edildi.
Köprülü Mehmed Paşa zamanında, Erdel isyânları bastırılıp Erdel prensliğine Apafi Mihâil getirilmiş, fakat Anadolu’da isyânlar çıktığı için bölgeye tam bir istikrar kazandırılamadan ordu geri dönmüştü. Avusturya Habsburg hânedânı bölgede devamlı karışıklıklar çıkarmış, serdâr Köse Ali Paşa’ya yenilmelerine rağmen tecâvüzkâr hareketlerinden vaz geçmemişti. Bütün bu mes’eleleri halletmek için İstanbul’da yapılan toplantıda Erdel’e sefer açılmasına karar verildi. Hazırlıklar yapılıp ordu Fâzıl Ahmed Paşa komutasında Belgrad’a geldiği zaman, Avusturya elçileri anlaşma için geldiler. Fâzıl Ahmed Paşa ise eski vaziyetin iadesini ve Kânûni Sultan Süleymân Han devrindeki gibi 30.000 altın verginin ödenmesini istedi.
Şartlarının Avusturya tarafından kabul edilmemesi üzerine Uyvar üzerine yürüyen sadrâzam ve serdâr-ı ekrem Fâzıl Ahmed Paşa, yolda karşısına çıkan bir Avusturya ordusunu mağlûb edip, 17 Ağustos’da Uyvar’ı kuşattı. Bu arada kaleye yardıma gelen 30.000 kişilik bir Avusturya ordusu daha mağlûb edilip, sekiz gün süren bir kuşatmadan sonra kale aman ile teslim oldu. Uyvar müdafileri mal ve canlarına en ufak bir zarar gelmeden kaleyi terkettiler.
Uyvar’ın fethiyle kalenin emniyeti gündeme geldi. Bunun sağlanması için civardaki bir takım kale ve palangaların fethi gerekiyordu. Bunların en önemlisi olan Novigrad yirmi yedi günlük bir muhasaradan sonra ve bilâhare diğerleri de fethedildi. Kırım atlıları ise, Moravya ve Silezya ile Macaristan’ın Avusturya işgalindeki arazisine bir akın düzenlediler.
Kış mevsimi yaklaştığından ordugâhı Belgrad kışlağına taşıyan Fâzıl Ahmed Paşa, baharda yeni bir sefer açmayı plânlıyordu. Fakat kış mevsimi başlar başlamaz Avusturya ordusu harekete geçerek Zigetvar üzerine yürüdü. Bunu haber alan Fâzıl Ahmed Paşa, Halep beylerbeyi Gürcü Mehmed Paşa’yı önden düşman üzerine gönderip, kendisi de büyük bir kuvvetle yola çıktı. Fakat düşman Zigetvar kuşatmasını kaldırıp geri çekildi. Baharda Avusturya kuvvetleri tarafından muhasara edilen Kanije kalesini kurtaran Fâzıl Ahmed Paşa, civardaki birkaç kaleyi de fethetti. Uyvar’ın fethinden sonra peş peşe gelen başarılar, Avrupa’da heyecanın artmasına sebeb oldu. Zîrâ Avusturya’ya doğru önemli bir engel kalmamıştı. Başta Papalık olmak üzere, İspanyollar, Saksonya ve Brondenburg, Avusturya’ya asker ve para yardımında bulundular. Fransa kralı on dördüncü Louis de 5.000 Fransız gönüllüsü gönderdi. Bu kuvvetlerle birleşen Avusturya ordusu, başkumandan Montecuculi emrine verildi. Bu sırada Kanije’ye yakın Komer ve Egerseg kaleleri de Türk kuvvetleri tarafından zaptedildi.
Fâzıl Ahmed Paşa ise, ordusunun başında Saint Gatthard (Sen Gotar) mevkiine geldiğinde, mareşal Montecuculi kumandasındaki; Alman, Fransız, İspanyol ve diğer müttefiklerin kuvvetleriyle karşılaştı. İki taraf arasında yalnızca Raab nehri vardı. Alman kumandanı köprü teşkîlâtı noksan olan Osmanlı kuvvetlerinin nehri geçmelerini bekledi ve Türk topçusunun bombardımanı karşısında nehir kenarındaki kuvvetlerini gerideki ormana çekti. Köprülüzâde de müsait bir yerinden nehri geçip düşmanı bastıktan ve Raab yahut Yanıkkale’yi aldıktan sonra Viyarça’ya doğru gitmek plânını tatbik etmek istiyordu. Ancak ilk plânda köprünün yapımının gevşek tutulması, asker geçirilirken yıkılmasına sebeb oldu. Ayrıca altı bin kadar askerle sür’atle karşıya geçirilen Bosnalı İsmâil Paşa, düşman kuvvetlerini ormana kadar sürdü.
Sabahtan ikindiye kadar devam eden bu harbin ilk safhası Osmanlıların galibiyeti ile bitti. Fakat düşman tâkib edilerek veya gerekli tedbirler alınarak elde edilen muvaffakiyet değerlendirilemedi. Bu sırada yağan şiddetli yağmur, Osmanlı kuvvetinin bulunduğu yerdeki hareket kabiliyetini yok etti. Bu fırsattan istifâde eden Montecuculi, şiddetli bir taarruzla dört bin kadar Osmanlı askerini şehîd etti. Ancak kendi ordusunun da askerce zayiatı az değildi.
Fâzıl Ahmed Paşa’nın bu muvaffakiyetsizliği muahedeye te’sir etmedi. Bir şans eseri olarak kazanılan Sen Gotar muhârebesinden sonra düşman kuvvetleri bir adım ileri gidemedi. Osmanlı ordusu da Vasvar’a döndü. Burada Avusturya murahhasları ile yapılan görüşmeler sonunda Vasvar’da barış imzalandı.
Buna göre Avusturyalılar Erdel’de işgal ettikleri topraklardan çekilecekler, Erdel prensi Apafi yerinde kalacak ve prenslik Osmanlı himayesinde bulunacaktı. Yıkılan kaleler tekrar yapılmayacak, karşılıklı elçiler ve hediyeler gönderilecek, iki devlet arasında bundan önce imzalanan andlaşmalar da yürürlükte kalacaktı.
Fâzıl Ahmed Paşa bu andlaşmadan sonra bölgeden ayrılmayıp, Viyana’dan gelecek olan tasdikli muahede metnini bekledi. Tasdikli metin geldikten sonra, Belgrad’a döndü. Muahede hükümlerinin tatbikatına nezâret etmek üzere kışı Belgrad’da geçirip sonra Edirne’ye döndü (15 Temmuz 1665).
Sultan İbrâhim devrinde başlayan Girid’in fethi, iç karışıklıklar, Avrupa seferleri sebebiyle zamanında yardım gönderilememesi ve deniz yolunun Venedik donanmasının nakliye gemilerine taarruzu yüzünden uzamıştı. Ayrıca henüz fethedilmeyen kalelerin Avrupadan sürekli destek görmesi ve tahkim edilmesi mücâdeleyi Osmanlı aleyhine etkiliyordu. Avusturya cephesindeki savaşı bir andlaşmayla sona erdiren Fâzıl Ahmed Paşa, artık bu mes’eleyle ilgilenebilirdi.
Bu arada Girid serdârı Ankebut Ahmed Paşa’nın imdat mektubu göndermesi üzerine, hemen bir meclis toplanıp bu işin halledilmesi gerektiği karârı alındı. Mühimmat ve donanma tedârikine başlanıldı. Tehlikeyi sezen Venedik, elçi gönderip barış teklifinde bulunduysa da huzura kabul edilmedi. Dördüncü Mehmed Han Girid serdârlığına bizzat sadrâzam Fâzıl Ahmed Paşa’yı getirdi. Fâzıl Ahmed Paşa hazırlıkların tamamlanması üzerine 15 Mayıs 1666’da Edirne’den hareket etti. Gümülcine, Serez, Selanik ve Yenişehir yolu üzerinden Tesalya’ya gelerek Asker toplanması için bir kaç ay burada bekledi. Bu arada Eğriboz adasıyla Benefşe ve Selanik iskelelerinden, donanma muhafazasında Girid’e asker, mühimmat ve cephane nakledildi. Fâzıl Ahmed Paşa da 3 Kasım’da Benefşe’den yola çıkıp 6 Kasım’da Girid’e çıktı. Kışı Hanya’da geçirip, 25 Mayıs 1667’de Kandiye muhasarasını başlattı. Kandiye, yirmi altı ay süren uzun ve şiddetli çarpışmalar sonunda, 5 Eylül 1669’da vire ile teslim oldu ve Girid’in fethi tamamlandı (Bkz. Girid ve Seferleri).
1669-1670 kışını Girid’de geçiren ve meydana gelen hasarların büyük bir bölümünün onarılmasına bizzat nezâret eden Fâzıl Ahmed Paşa, üç buçuk yıl kaldığı adanın yönetimini vezir Ankebut Ahmed Paşa’ya bırakarak 1670 Mayıs’ının ilk günlerinde Girid’den ayrıldı.
1669 yılı Haziran’ında Pâdişâh Yenişehir yaylasında bulunduğu sırada bir elçi gönderip Leh kralı ve Tatar hanından şikâyetle himaye edilmesini ve Avrupa tarafına olan seferde Osmanlı ordusunda hizmetinin kabulünü istirham eden Ukrayna Kazakları Hatman’ı Doreşenko’nun isteği kabul edilmiş ve kendisine bayrak, tuğ ve mehterhâne gönderilmişti. Ancak Lehistan, Doreşenko üzerine saldırılarını yoğunlaştırarak bir kaç palangasını zaptetti. Bunun üzerine Lehistan’a karşı harekete geçmeye karar veren dördüncü Mehmed Han, Fâzıl Ahmed Paşa’yı da yanına alarak Edirne’den yola çıktı. Birinci Lehistan seferi denilen bu sefer sırasında Podolya’nın merkezi ve Lehistan’ın en müstahkem kalelerinden biri olan Kamaniçe, dokuz gün süren kuşatmadan sonra alındı (27 Ağustos 1672). Düşmanda bu kalenin kaybedilmesi şoku sürerken, Halep vâlisi Kaplan Paşa’yla Kırım hanı Selîm Giray ve Doreşenko’nun komutasındaki birlikler, Lehistan’ın ünlü başkomutanı Jan Sobieski’nin savunma hatlarını yarıp, Polonya içlerine girdiler ve irili ufaklı bir çok kaleyi ele geçirdiler. Bunun üzerine Lehistan çok ağır şartlar altında andlaşma imzalamak zorunda kaldı. 18 Ekim 1672’de Bucaş’da imzalanan bu andlaşmayla, Podolya, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyâlet hâline getirildi. Ukrayna, Osmanlı Devleti’ne bağlı Kazak Hatmanı Doreşenko’ya bırakıldı ve Lehistan’ın Osmanlı Devleti’ne her yıl 220 bin duka altın ödemesi kararlaştırıldı. Podolya, eyâlet olarak Osmanlı Devleti’ne bağlandığı için henüz fethedilmemiş kale ve palangalar Lehistan tarafından terkedildi. Ancak muahede, başta başkomutan Jan Sobieski olmak üzere Lehlilere çok ağır geldi ve Lehistan diyet meclisi bu andlaşmayı tesdîk etmediği gibi, haracı göndermeyip, bâzı kaleleri de teslim etmediler. Bunun üzerine 1673’de ikinci Lehistan seferine çıkıldı. Lehistan ise, savaş hazırlıkları yapıyor ve Avusturya’dan yardım alıyordu. Diğer taraftan Eflâk ve Boğdan voyvodaları Ghika ile Stefan, Osmanlı Devleti’ne ihanet edip, Lehistan safına geçtiler. Jan Sobieski kumandasında bir ordunun Hotin’i muhasara ettiği haberi ordugâha gelince, dördüncü M’ehmed Han, Fâzıl Ahmed Paşa’yı serdâr tâyin ederek o tarafa gönderdi. Kendisi Babadağı kışlağına döndü. Bu arada kale ve Turla köprüsü muhafazasına 30.000 kişilik bir kuvvet ayırıp, Sarı Hüseyin Paşa komutasına verildi. Kaplan Mustafa Paşa da 12.000 kişilik bir kuvvetle Yaş’a gönderildiğinden, Türk ordusu bir kaç parçaya bölünmüş oluyordu.
Turla nehrinin karşı yakasında Hotin’i korumakla görevli Sarı Hüseyin Paşa, Jan Sobieski kumandasındaki 80.000 kişilik düşman ordusunun taarruzuna uğrayınca, kuvvetleri dağıldığından kale, Lehliler tarafından zaptedildi (Kasım 1673). Bunun üzerine Kırım kuvvetleri de yanında olduğu hâlde Hotin önüne gelen Fâzıl Ahmed Paşa, kaleyi kolayca ele geçirdi.
Rusların Doreşenko’nun bâzı kalelerini aldıkları haber alınması üzerine, Leh seferinden vazgeçilerek, Kazak hatmanına yardım edilmek üzere, Osmanlı ordusu Ukrayna’ya girdi. Bâzı kale ve palangalar alındı. Leh elçisi gelip Podolya ve Ukrayna’nın iadesi şartıyla anlaşma istediyse de kabul edilmedi. Bu arada Fâzıl Ahmed Paşa’nın hastalanması üzerine, 1675’de Lehistan serdârlığına İbrâhim Paşa tâyin edildi. Şişman İbrâhim Paşa, kısasürede kırk sekiz kale ve palangayı fethedince, Lehistan tekrar andlaşma istedi. 27 Ekim 1676’da Zorawno’da imzalanan andlaşma ile Podolya ve Ukrayna Osmanlı hâkimiyetinde kaldı.
Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa ise, 1676 Ekim ayında Pâdişâhla beraber Edirne’ye dönerken yolda hastalığı daha da arttı. Kemerburgaz’daki Karabiber çiftliğinde bir süre dinlenmesi uygun görüldü. Ancak 2 Kasım’ı 3 Kasım’a bağlayan gece burada vefât etti. Cenazesi İstanbul’a getirilerek babasının Dîvânyolu’ndaki türbesine defnedildi.
Zekî, bilgili, alçak gönüllü ve hayırsever bir sadrâzam olan Fâzıl Ahmed Paşa, 15 yıl 4 ay süren vazifesi boyunca; ilme ve ilim adamlarına kıymet verdi. Babasının Dîvânyolu’ndaki türbe ve medresesinin yakınına bir kütüphâne kurarak kendi kitaplarını buraya devretti. Kendisi çok zengin olmadığından, hayratı babasınınkiyle kıyaslanamayacak kadar azdır. Uyvar, Kamaniçe ve Kandiye’de birer câmisi ve İzmir’de inşâatı, sonradan tamamlanan kargir bir hanı vardır.

Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa

Köprülü Mehmed Paşa’nın küçük oğlu, Fâzıl Ahmed Paşa’nın kardeşi. 1637’de Vezirköprü’de doğdu. Ağabeyi Fâzıl Ahmed Paşa gibi iyi bir medrese tahsili görüp, ilmiye sınıfına girdi. Yetişme çağında genellikle ağabeyi Fâzıl Ahmed Paşa’nın yanında bulunup bir takım savaşları gördü, tecrübe edindi. Yönetici olarak yetiştirildi. 1680’de eniştesi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın tavsiyesi üzerine yedinci vezir oldu.
1676’da altıncı vezirlik, ikinci Viyana kuşatması sırasında Edirne’de sadâret kaymakamlığı, sonra Silistre beylerbeyliği ve serdârlığı yaptı. 1684’de kubbe veziri olarak İstanbul’a geldi. Bir kaç ay sonra üçüncü vezirlik, sonra Çanakkale ve Sakız muhafızlığı yaptı. Abaza Siyâvuş Paşa’nın sadrâzamlığında sadâret kaymakamlığına tâyin edildi. Sultan İkinci Süleymân tahta geçince; Çanakkale, Hanya, Kandiye ve Sakız muhafızlıklarında bulundu.
Viyana bozgununu tâkib eden sıkıntılı günlerde, ikinci Süleymân Han, bu durumun altından kalkabilecek tek komutanın Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa olduğunu düşünerek, Sakız adası muhafızlığından geniş yetkilerle sadârete getirdi.
Fâzıl Mustafa Paşa ilk iş olarak bir adâletnâme neşretti ve bâzı vergileri kaldırdı ve âlimlerle müşavere ederek bâzı evkafa ilhak edilmiş olan gelirleri yeni bir hukukî nizâma soktu. Yeniçeri ocağını ele alıp ulufeye müstehak olmayanların isimlerini sildirdi, emekdârların da ilerlemelerini ve haklarını gözden geçirdi. Yolsuz kazançlarla elde edilmiş servetleri hazîneye alarak ordu ve devlet teşkilâtında mühim değişiklikler yaptı.
Böylece hazîneyi güçlendirdi ve gerekli hazırlıkları yaparak, 13 Temmuz 1690’da sefere çıktı. Fâzıl Mustafa Paşa, 28 Eylül’de Niş’i, 9 Kasım’da da, sekiz günlük bir muhasaradan sonra, Semendire’yi düşman elinden kurtardı. Belgrad muhasarasında şehîd olan Rumeli beylerbeyi Arnavud Mustafa Paşa’nın cenaze namazını kıldırıp, kalenin tamir ve tahkim edilmesine nezâret etti. Sonra yeni Palanga, Böğürdelen ve Tuna üzerindeki adanın fetihlerini gerçekleştirdi. Bu sırada Kırım kuvvetleri Rusya içlerini altüst ederken, Türk orduları da Vardar’dan Drava’ya kadar 60.000 kilometre kareden geniş araziyi Avusturyalılardan geri aldı.
Kış aylarını ordunun eksiklerinin tamamlanması için İstanbul’da geçiren Fâzıl Mustafa Paşa, Erdel’i geri almak için Haziran 1691’de Edirne’den ayrıldı. Filibe’de ikinci Süleymân Han’ın vefât edip yerine ikinci Ahmed Han’ın geçtiğini ve sadâretinin devam ettiğini bildiren fermanı aldı. Yoluna devamla 28 Haziran’da Sofya’ya gelen Fâzıl Mustafa Paşa’ya burada Anadolu beylerbeyi Bekir Paşa’yla Macar kralı Tökeli İmre de kuvvetleriyle katıldılar. Belgrad’a gelen Fâzıl Mustafa Paşa, Kırım kuvvetlerini beklemeden yoluna devam ederek, orduyu Sava’nın karşı kıyısına geçirdi. Tuna’nın sağ kıyısında bir köy olan Slankarnen’de Baden prensi Ludwig Wilhelm’in komuta ettiği Avusturya kuvvetleriyle yapılan savaşta askeri harekete geçirmek için kahramanca ileri atılıp düşmana saldırınca, alnından vurularak şehîd düştü. Bütün aramalara rağmen nâşı bulunamadı. Sadrâzamın şehîd olması üzerine o âna kadar düşmana büyük kayıplar verdirilmesine rağmen, savaş yenilgiyle sonuçlandı ve ordu Belgrad’a çekildi.
Fâzıl Mustafa Paşa, sadârette iki yıl kalmasına rağmen önemli işler başarmış, âlim, dindar, kâmil, âlicenâb vakur ve âdil bir devlet adamı olarak kendini kabul ettirmişti. Hadîs ve lügat ilminde söz sahibiydi.
Köprülü sülâlesinden Fâzıl Mustafa Paşa’nın oğulları Nûmân, Abdullah ve Es’ad paşalar da çeşitli eyâletlerde vâliliklerde bulunup, savaşlarda yararlıklar gösterdiler. Nûman Paşa’nın iki aylık sadrâzamlığı da vardır.
Osmanlı Devleti’nin bir devresine damgasını vuran Köprülüler’in ilki olan Mehmed Paşa, sessiz ve gösterişsiz bir şekilde göreve gelip idaredeki boşluğu doldurmuş, aldığı sert tedbirlerle devleti içine düştüğü kötü durumdan kurtarmış, Anadolu’daki eşkıyalık ve haydutluk ruhunu yok ederek celâlî isyânına son vermiştir. Dördüncü Murâd Han’ın vefâtından sonra her bakımdan bozulan idareyi derleyip toparlamış iç ve dış düşmanları sindirmiş, devlet otoritesini ve itibârını yeniden te’sis etmiştir. Kendinden önce sadâret makamına gelen bir çok meşhur askerin yapamadığını yapan Köprülü Mehmed Paşa, devleti eski ihtişamlı vaziyetine getirmiştir.
Bundan sonra vasiyeti üzerine sadârete getirilen Fâzıl Ahmed Paşa ise, etrafına güven veren, vakar sahibi bir devlet adamı idi. Babasından sonra on beş yıl sadârette kalarak, Osmanlı Devleti’ne Kânûnî Sultan Süleymân devrindeki gibi huzurlu bir devre yaşattı. Fâzıl Mustafa Paşa’nın Slankamen meydan muhârebesinde şehîd düşmesi ile devletin bu ihtişamlı dönemi sona erdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Kâmûs-ul-a lâm; cild-5, sh. 3907
 2) Köprülüler Ailesi (A. Refik)
 3) Rehber Ansiklopedisi; cild-10, sh. 285
 4) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-4, sh. 2067
 5) Hadîkat-ül-vüzerâ; sh. 104, 116
 6) Osmanlı Târihi; cild-3/1, 3/2
 7) Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye; cild-1, sh. 286
 8) Nâimâ Târihi; cild-6, sh. 3 v.d.

8 Aralık 2016 Perşembe

ÜÇÜNCÜ MURAT HAN


Babası.................... : İkinci Selîm Han
Annesi.................... : Nûr-Bânû Sultan
Doğumu.................. : 4 Temmuz 1546
Vefâtı...................... : 15/16 Ocak 1595
Tahta Geçişi............ : 22 Aralık 1574
Saltanat Müddeti..... : 20 sene 15 gün
Halîfelik Sırası.......... : 77
Osmanlı sultanlarının on ikincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş yedincisi. Sultan İkinci Selîm Han’ın oğlu olup, 4 Temmuz 1546’da Nûr-Bânû Sultan’dan Manisa’nın Bozdağ yaylağında doğdu. Babasının şehzâdeliği zamanında Manisa’da değerli hocalar huzurunda tahsîl ve terbiye gördü. 1558 senesinde babasının Manisa sancak beyliğinden Karaman vâliliğine tâyin edilmesi üzerine, dedesi Kânûnî Sultan Süleymân tarafından Alaşehir sancak beyliğine tâyin edildi. Dedesinin vefâtı ve babasının tahta geçmesi üzerine Manisa sancakbeyliğine getirildi. Bu vazifesi sırasında kıymetli hocalardan askerî ve idarî bilgileri öğrendi ve İslâm ilimlerini tahsile devam etti. 15 Aralık 1574’de babası sultan İkinci Selîm Han’ın ölümü üzerine, Manisa’dan İstanbul’a giderek 22 Aralık 1574 gününe denk gelen Ramazân’ın sekizinci günü Osmanlı tahtına oturdu.
Sultan Murâd Han, tahta geçtikten on dört gün sonra, 5 Ocak 1575’de Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesini ziyaret etti ve kılıç kuşandı. Daha sonra dedelerinin ve babasının türbelerini ziyaret ederek saraya döndü.
Sultan’ın cülûsunu tebrik etmek için Venedik, Avusturya ve İran elçileri gelip hediyeler takdim ettiler. Venedik ile sultan İkinci Selîm zamanında yapılan sulh anlaşması yenilendi.
Sultan üçüncü Murâd Han tahta çıktığı sırada, İspanyolların himayesine girmiş olan Fas emiri Mevlâ Abdullah ölünce haleflerinden Abdülmelik, Osmanlı Devleti’ne sığınarak, tâbi olmak şartıyla, Fas tahtını istedi. Bunun üzerine dîvân-ı hümâyûn, Abdülmelik’i Osmanlı donanması ile Cezâyir’e gönderip, beylerbeyi Ramazan Paşa’ya yardım etmesi için ferman yazdı. Ramazan Paşa, Abdülmelik ile beraber on beş bin kişilik kuvvetle Fas üzerine yürüdü. Mevlâ Mehmed Mütevekkil altmış bin kişilik ordusuyla karşısına çıktı ise de önceden Abdülmelik tarafından gizlice elde edilen kumandanlar, askeri ile beraber Osmanlı ordusu tarafına geçince, Fas ordusu mağlûb oldu ve Abdülmelik Fas hükümdarı îlân edildi. Ramazan Paşa, yeni hükümdarın yanına bir mikdâr kuvvet bırakarak Cezâyir’e döndü. Abdülmelik yardımcı kuvvetler ile birlikte Merakeş’e çekildi. Devrik hükümdar Portekiz kralından yardım isteyince, bu teklifi bekleyen genç kral Don Sebestiano, üç yüz altmış top ve yaklaşık seksen bin kişilik bir ordu ile Tanca yakınlarında Afrika sahillerine çıktı. Papalık, Fransa ve İspanya’nın da desteklediği Portekiz ordusunu karşılamak vazîfesi, Dîvân-ı hümâyûn tarafından Ramazan Paşa’ya verildi. İki ordu Vâdi’s-Seyl ovasında karşı karşıya geldi. Ramazan Paşa’nın askerî dehâsı sayesinde Portekiz ordusu mağlûb edildi. Yirmi bin ölü, kırk bin esir bırakarak kaçan Portekizliler, sahilde bekleyen donanmalarına bindiler, ölüler arasında kralları, Portekiz’in en büyük asilzadeleri ve devlet adamları da vardı (4 Ağustos 1578). Diğer taraftan donanma ile kaçmaya çalışanlara da Sinân Reis büyük bir darbe vurdu. Bir çok Portekiz gemisi batırıldı. Vâdi’s-Seyl zaferi ile ele geçen muhteşem Portekiz hazînesinden ve 360 toptan başka, deniz zaferinden de çok ganimet elde edildi. Ramazan Paşa, savaş meydanında heyecandan ölen sultan Abdülmelik’in yerine Mevlâ Ahmed’i Fas sultânı îlân etti. Osmanlı Devleti’ne tâbi olan Mevlâ Ahmed, Osmanlı Devleti’nin tâkib ettiği siyâseti tâkib etti. Osmanlı Devleti, İspanyollara karşı Fas melikine yardım ederken, Tunus beylerbeyliğine bağlı Fizan sancak beyi Mahmûd Bey, bir keşif seferi yaparak Cad gölünün güneyine kadar indi. Güney Sahra’nın güneyinin büyük kısmı, şimdiki Nijer ve Çad devletleri topraklarının önemli birer parçası, Fizan sancağına bağlandığı gibi, daha güneydeki Bornu müslüman devleti de Osmanlı’ya tâbi oldu. Böylece Orta Afrika’daki Osmanlı hâkimiyeti onuncu meridyene kadar indi.
Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika’da Portekiz ile muhârebe ederken, sultan Murâd Han, İran Safevî Devleti’nin, Osmanlı topraklarındaki yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine karşı İran’a savaş açılmasını emretti. Serdâr-ı ekrem tâyin edilen vezir Lala Kara Mustafa Paşa, 5 Nisan 1578’de Üsküdar’daki ordugâha geçerek sefere çıktı. Yaklaşık yedi-sekiz bin yeniçeri ile sefere çıkan serdâra; yolda Diyarbakır, Erzurum, Haleb, Karaman beylerbeyileri kuvvetleriyle katıldılar. Kırım Han’ı ise Kafkasya üzerinden gelerek sefere iştirak edecekti. Ordu Konya’da iken Gürcistan hükümdarlarının, İran tâbiiyyetinden çıkıp, Osmanlı Devleti’ne bağlandıklarına dâir birer mektub geldi. 2 Temmuz’da Erzurum’a gelen serdâr, yirmi gün burada kaldıktan sonra, bir kısım kuvvetlerini Erzurum’un emniyeti için kalede bırakarak, Gürcistan içlerine doğru harekete geçti. Diğer taraftan Van beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa, Emir Han komutasındaki İran ordusunu mağlûb etti. Gürcistan’ın her tarafından Osmanlı hâkimiyetini kabul eden itâatnâmeler geliyordu. Altı Gürcü kalesi kolaylıkla zabtedildi.
Ardahan’dan Gürcistan’a giren Kara Mustafa Paşa, İran serdârı Tokmak Han ile Çıldır sahrasında karşılaştı. Osmanlı ordusu, şiddetle cereyan eden muhârebeden sonra parlak bir zafer kazandı (9 Ağustos 1578). Bunun üzerine Safevîlere tâbi olan Gürcistan kralı Davut, başkent Tiflis’i Osmanlı fethine açık bırakıp, İran’a kaçtı. Gürcü prenslerinden bâzıları, Osmanlı Devleti’ne tâbi oldular. 24 Ağustos’da hiç bir mukavemetle karşılaşmayan Osmanlı ordusu, Tiflis’e girdi. Tiflis, eyâlet merkezi hâline getirilerek derhâl îmâr edildi. Beylerbeyi olarak, Kastamonu sancakbeyi Mehmed Paşa tâyin edildi. Bu sırada Koyun geçidi mevkiinden Kür nehrini geçen Tokmak Han, Çıldır hezimetinin acısını çıkarmak için, bölgeye yayılmış olan hayvanları gasb etti. Serdâr Mustafa Paşa Tokmak Han’ın Türk müfrezeleriyle yaptığı savaşları kazanması üzerine, Özdemiroğlu Osman Paşa komutasında bir orduyu, Koyun geçidine gönderdi. Burada yapılan muhârebede, İranlılar ağır şekilde mağlûb edildi. Kaçanlar Konak nehrini geçerken köprünün yıkılması üzerine düşüp boğuldular (9 Eylül 1578).
Serdâr-ı ekrem, sefere devam ederek Şirvan üzerine yürüdü. Buranın merkezi olan Semahı ele geçirilerek Demirkapı, eyâlet merkezi yapıldı. Şirvan eyâletine, Diyarbakır beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa tâyin edildi ve serdâra ekrem Kara Mustafa Paşa, kışın yaklaşması üzerine geri döndü.
Zayıf kuvvetler ile Şirvan muhafazasında kalan Özdemiroğlu Osman Paşa, Lala Mustafa Paşa’nın ayrılmasını müteâkib, Safevî hükümetinin Şirvan’ı geri almak için hazırlıklarda bulunduğunu öğrenince, beylerbeyi Kaytas Paşa’yı Ereş’te bırakarak kendisi Şemahı’yı tahkim etti. Çok geçmeden eski Şirvan vâlisi Aras Han, Semahı üzerine yürüdüğü gibi Karabağ hâkimi İmam Kulu Han da Ereş’i muhasara etti. Muhârebeyi şehir dışında kabul eden Kaytas Paşa, üstün kuvvetler karşısında bozguna uğradı. Şehir zoptolunarak sünnî halk kılıçtan geçirildi. Ereş’i müteâkib diğer Şirvan kasabalarının yağma ve tahribi başladı.
Özdemiroğlu Osman Paşa ise, 30 bin kişilik bir kuvvetle Semahı’yi kuşatan Aras Han karşısında şehri üç gün üç gece kahramanca müdâfaa etti. Safevî kızılbaş kuvvetleri çekilmek üzere iken Kalgay Adil Giray komutasındaki Kırım kuvvetlerinin baskını, kaleden de Özdemiroğlu’nun taarruzu neticesinde bozguna uğradılar. Aras Han tutulan esirler arasında idi. Âdil Giray bozgundan canını kurtaranların sığındığı ve Aras Han’ın otağının bulunduğu Kür üzerindeki adayı da basarak pek çok esir ve ganimet aldı. Ancak bu sırada İran kuvvetlerinin hezimet haberini alan velîahd Hamza Mirzâ ile vezir Mirza Selman, büyük bir ordu ile yetişerek Âdil Giray’ın kuvvetlerini bozdular ve Kalgay’ı esir ettiler. Bu durum karşısında, az sayıda muhafız ile dayanamıyacağını anlayan Özdemiroğlu, Demirkapı mevkiine çekildi. Şirvan’ı geri alan İran kuvvetleri, Tiflis’i ele geçirmek için harekete geçti ve 30 Mart 1579’da şehri kuşattı. Askerlerinin yarısının kaçmasına rağmen Tiflis muhafızı Mehmed Paşa, yanında kalan askeri ile açlığa, susuzluğu ve mühimmatsızlığa rağmen büyük bir kahramanlıkla kaleyi dört ay müdâfaa etti. 1 Ağustos 1579’da gönderilen yardımcı kuvvetlerin kaleye gelmesi üzerine, İranlılar Tiflis kuşatmasını kaldırdılar.
Diğer taraftan Dağıstan cephesinde Özdemiroğlu Osman Paşa ile Azak sancak beyi ve Kırım hanının kuvvetleri birleşti. Özdemiroğlu’nun teklifi üzerine Mehmed Bey Hazar denizinde ilk donanmayı kurmakla sadrâzam tarafından görevlendirildi. Böylece Osmanlı Devleti denizyolu ile İran’ın kuzeyini kontrol edecekti. Özdemiroğlu komutasındaki Osmanlı-Kırım kuvvetleri 11 Ekim 1579’da Şirvan üzerine yürüdü. Ordunun bir kolu Bakü şehrini kuşatarak ele geçirdi. Diğer kolu, ise İran Şirvan vâlisi Mehmed Han’ın kuvvetlerini mağlûb ederek, Kür nehrinin güneyine çekilmeye mecbur bıraktı. Özdemiroğlu daha sonra 23 Ekim’de Şemahî’ye girerek Şirvan’ı ikinci defa Osmanlı topraklarına kattı. Daha sonra Kür nehrini geçen Özdemiroğlu; Karabağ, Mugan, Kızılağaç’a kadar bütün kuzey Azerbaycan’ı itaat altına aldı. Ancak bu zaferlerden sonra Kırım Han’ı Mehmed Giray’ın, bütün ısrarlara rağmen Şirvan’da kalmayıp Kırım’a dönmesi ile Özdemiroğlu güç duruma düştü.
İran cephesinde savaş devam ederken, Sokullu Mehmed Paşa’nın ölümü üzerine yerine Arnavud Ahmed Paşa sadârete getirildi. Kafkas harekâtı sırasında Lala Mustafa Paşa’nın tavır ve hareketleri, Özdemiroğlu tarafından İstanbul’a bildirilince, Lala Mustafa Paşa serdârlıktan alınarak yerine Koca Sinân Paşa tâyin edildi. Sinân Paşa, 1580 baharında İran âeferine çıktı. Bu sırada ölen sadrâzamın yerine Lala Mustafa Paşa vekil-i saltanat ünvânı ile sadrâzam oldu. Ancak, üç ay sonra vefât etti (25 Ağustos 1580). Sadârete İran serdârı Koca Sinân Paşa getirildi. Sinân Paşa, Gürcistan’da teftişe benzeyen bir sefer yaptıktan sonra, kışın gelmesi üzerine Erzurum’a çekildi. Ertesi sene İran sulh istedi.
İran’ın sulh isteğine ve bunun için İstanbul’a elçi gönderilmesine aldanan sadrâzam Sinân Paşa, ordusuyla İstanbul’a döndü. Aslında İran’ın bölgedeki harekâtı devam ediyordu. Nitekim Safevî kuvvetleri karşısında Gâzi Giray kuvvetleri mağlûb olmuş, kendisi de esir düşmüştü. Safevîler bu muvaffakiyetle Şabran ve Kuba’ya kadar olan yerleri işgal ettiler. Bu vaziyet karşısında Dağıstanlılar da Osmanlılardan yüz çevirdiler. Çok güç bir durumda kalan Özdemiroğlu Osman Paşa, kuvvetlerini Demirkapı’da topladıktan sonra İstanbul’a adam gönderip vaziyeti anlattı.
Sultan Murâd Han Özdemiroğlunun gönderdiği haberleri dikkatle değerlendirdikten sonra, Sinân Paşa’nın gâfilâne hareket ettiğini ve yanlış bilgiler verdiğini anlayarak derhâl azletti. Yerine sadrâzamlığa getirdiği Ferhad Paşa’yı 60 bin kişilik bir kuvvetin başında İran üzerine sefere me’mur etti. Bu durumu öğrenen Safevî Gence beylerbeyi İmâm Kulu Han, bu kuvvetler gelmeden Özdemiroğlu’nun kuvvetlerini ezmek isteyip, 50.000 kişilik kuvvetiyle Şirvan ile Dağıstan arasındaki Samur ırmağının güney kıyısına gelerek, Bilasa ovasına indi. Burada üç gün üç gece süren savaş sonunda, Özdemiroğlu Osman Paşa büyük bir zafer kazandı. Meş’aleler yakılarak gece savaşıldığı için, bu savaşa Meş’aleler savaşı da denildi. Zafer haberi üzerine, Ferhad Paşa, Revan üzerine yürüyüp şehri feth ettikten sonra, Bakü’yü alıp asker yerleştirdi.
Meş’aleler savaşı Şirvan’daki Osmanlı hâkimiyetini kat’îleştirdi. Semahı kalesi yeniden inşâ ve tahkim edildi. Civardaki Gürcü melikleri hediyeler göndererek serdâra itaatlerini arzettiler. Bu arada üçüncü Murâd Han, İran seferinin başından beri orduya yardım hususunda gevşek davranan Mehmed Giray Han’ı cezalandırmasını Özdemiroğlu’ndan istedi. Yanına yeni Kırım hanı İslâm Giray’ı da alan Özdemiroğlu Osman Paşa, süratle gelerek Kefe üzerine saldıran Mehmed Giray kuvvetlerini bozguna uğrattı. Yakalanan Mehmed Giray îdâm olundu (23 Mayıs 1584). Kırım tahtına İslâm Giray’ı oturttuktan sonra İstanbul’a gelen Özdemiroğlu, ikinci vezir olarak dîvâna girdi ve 20 Receb’de (28 Temmuz 1584) sadrâzam tâyin edildi.
Osman Paşa’nın sadârete gelmesinden kısa bir süre sonra Kırım karıştı, öldürülen Kırım hanının oğulları, babalarının intikamını almak için harekete geçerek, yeni han olan amcaları İslâm Giray’ın üzerine yürüdüler. İslâm Giray yaralanarak kaçtı. Durumu öğrenen Sultan, Kırım’a bir ordu sevketti. Ordu kumandanlığına kendi isteği ile sadrâzam Özdemiroğlu getirildi. Kış olmasına rağmen 2 Kasım günü Osman Paşa karadan hareket etti. Donanmaya Sinop’tan binecekti. Kastamonu’ya geldiği sırada, Kırım mes’elesinin halledildiğini öğrendi ve gitmesine lüzum kalmadığından, orada kaldı. Osman Paşa, bir hatt-ı hümâyûnla doğu serdârlığına tâyin edildi. Bunun üzerine eyâlet vâlilerine Erzurum’da toplanması için tamimler gönderdi. Toplanan eyâlet askerleri ile Kastamonu’dan hareket eden Osman Paşa, 1 Ağustos 1585’de Erzurum’a vardı. 150.000 kişilik ordusuyla 7 Eylül’de Tebriz’i kuşatan Özdemiroğlu, 25 Eylül’de şehri beşinci defa fethetti. Kaleyi muhkem hâle getirip, içine yedi-sekiz bin kişilik bir muhafız kuvveti yerleştirdi. Bir süredir hasta olan Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Şenb-i Gazan’a geldiğinde rahatsızlığı arttı. Bu arada yanlış bir istihbaratla Özdemiroğlu’nun öldüğünü duyan Safevî velîahdı Hamzâ Mirza, 30.000 atlıyla gece baskını yaptıysa da başarılı olamayarak geri çekildi. Bir zafer daha kazanan Özdemiroğlu aynı gece vefât etti (30 Ekim 1585). Sadârete Mesih Paşa, serdârlığa ise Ferhad Paşa getirildi.
Ferhad Paşa hazırlıkları sür’atle tamamladıktan sonra, İran seferine çıktı. Sekiz-on aydan beri İran birlikleri tarafından muhasara edilen Tebriz’e yardım için giden Ferhad Paşa, buraya zahire ve on iki bin kişilik kuvvet bıraktı. Bu sırada İran şahı sulh isteyerek, elçi hey’eti gönderdi. Bu isteğin bir oyalama taktiği olduğunu anlayan Ferhad Paşa, her ihtimâle karşı durumu İstanbul’a bildirdi. İstanbul’dan gelecek cevâbı beklediği sırada, Gürcü beylerinden bâzılarının baş kaldırmaya başlaması üzerine Kars’a gelen Ferhad Paşa, 1588’de sultan üçüncü Murâd’ın kesin emri üzerine Gence’yi fethetti. Şehrin etrafına kale yaptırdı. Valiliğe Hadım Hasan Paşa tâyin edildi. Böylece bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti iyice yerleşmiş oldu.
İran harblerinin devam etmesi Osmanlı hazînesini zor durumda bırakmıştı. Bu yüzden, akçenin değeri düşürüldü. Böylece, askere dağıtılan maaş aynı olduğu hâlde dağıtılan paranın değeri, öncekinin yarısı nisbetinde idi. Bunun üzerine bâzı devlet adamları tarafından kışkırtılan yeniçeri ayaklandı. Düşük akçe basılmasında suçlu olarak baş defterdâr Mahmûd Efendi ile müsâhib Doğancı Mehmed Paşa görüldüğü için başları istendi. Bu, ocağın kuruluşundan beri yeniçerilerin saray basarak ilk defa kelle istemeleri idi. Sultan Murâd Han, sarayda savunma tertibatı alarak istenen kelleyi vermeyi reddetti. Fakat vezirler, Sultan’a istediklerinin âsilere verilmesi hususunda ısrar ettiler. Israrlar üzerine bu işte hiç kabahati olmayan Mehmed Paşa’yı âsîlere teslim etti. Ancak Sultan, âsîleri desteklediğini anladığı devlet erkânından, başta sadrâzam olmak üzere bir çoğunu vazifeden azletti. Bu isyânından sonra yeniçeri ocağı devlet işlerine karışmaya başladı ve muhteşem devletin yıkılmasında önemli roy oynadı.
İran savaşının Irak cephesindeki savaşlar, kuzeydeki kadar olmamakla beraber, Osmanlı üstünlüğü burada da devam etti. 1586’da Dînever, Muhammere, Şüster, Dizful bölgeleriyle Basra körfezinin kıyıları Osmanlı hâkimiyetine geçti. Bağdâd beylerbeyi Elvendzâde Ali Paşa, Dizful meydan muhârebesinde Safevîleri bozunca, Batı İran’da Şafiî mezhebindeki bölgeler, kabîleler, beyler birer birer gelip Osmanlı Devleti’ne itâatlarını bildirdiler. Böylece güneyden kuzeye Hûzistan, Lûristan, Kirmanşah, Ardeşen eyâletleri Osmanlı hâkimiyetine geçti. 30 Ekim 1587’de Irak cephesinde Çağalazâde Sinân Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Hemedan Safevî vâlisi Korkmaz Han emrindeki kuvvetleriyle Câmâsab çayı kenarında yaptığı meydan muhârebesini kazandı. Safevîlere ağır kayıplar verdirerek Korkmaz Han’ı esir etti.
Bu sırada Horasan’da hüküm süren sünnî Şeybânî hükümdarı Abdullah Han da Meşhed’i muhasara edip fethetti. Hindistan’daki Ekber Şâh’la da arası bozuk olan Şâh Abbâs üç ateş arasında kalınca, sulh istemek zorunda kaldı. Şâh Abbâs, yeğeni Haydar Mirzâ’yı bir elçilik hey’etiyle beraber sulh rehinesi olarak gönderdi. 14 Ekim 1589’da Ferhad Paşa tarafından Hasankale’deki umûmî karargâhda karşılanan Şehzâde, 28 Ocak 1590’da İstanbul’a geldi. Hey’et başkanı Mehdî Kulu Han, üçüncü Murâd Han tarafından kabul edildiğinde, Şâh Abbâs’ın bütün Osmanlı fütûhatını tanıdığını ve her iki devletin elinde bulunan yerlerin kendilerinde kalması şartıyla, sulh istediğini belirtti. Ayrıca Abbâs’ın, Osmanlı pâdişâhlarının, saltanat süren kulları arasında bulunduğunu söyledi. Yapılan sulh müzâkereleri neticesinde 21 Mart 1590’da İstanbul muahedesi imzalandı. Bu andlaşmaya göre İran, sünnî tebeasının mezheb hürriyetine saygı göstermekten başka, sünnî büyüklere dil uzatmamayı da kabul ediyordu.
Sultan üçüncü Murâd Han tahta geçtikten sonra, Avusturya ile eski muahede yenilenmişti. Fakat Bosna ve Macaristan sınırındaki Türklerin, Uskok isimli haydutların taarruzlarına mâruz kalmaları üzerine, Bosna vâlisi Telli Hasan Paşa, Avusturya’nın Hırvatistan topraklarına akınlar yaptı. Hrastoviçe, Gora ve Bihke’yi zapt ederek Petrine bölgesinde bir kale inşâ ettirdi. Bunun üzerine Avusturya imparatoru, İstanbul’a elçi göndererek sulhun Türkler tarafından bozulduğunu iddia etti ve verdiği vergiyi göndermeyeceğini bildirdi. Bu sırada Telli Hasan Paşa da Avusturya’nın savaş hazırlığı yaptığını bildirerek, İstanbul’dan yardım istedi. Bunun üzerine yardım için Rumeli beylerbeyi Kirli Hasan Paşa vazîfelendirildi. Yardım kuvvetlerinin geleceğini öğrenen Telli Hasan Paşa, askerî öneme hâiz Siska’yı kuşattı. Fakat İstanbul’daki sadâret değişikliği ve yeni sadrâzam Koca Sinân Paşa’nth yardımı iptal etmesi, Telli Hasan Paşa’nın mağlûbiyetine yol açtı. Neticede perişan bir şekilde geri çekildi.
Avusturya cephesi sınır hareketleri devam ederken, 26 Ocak 1593’de yeniçerilere özenen sipâhîler, üç ayda bir aldıkları maaşlarının geç verilmesini bahane ederek, isyân ettiler ve sadrâzam Siyâvuş Paşa ile başdefterdâr Emîr Paşa’nın öldürülmesini istediler, istedikleri para derhâl iç hazîneden gönderilerek dağılmaları istendi ise de yeniçerilere özendiklerinden, isteklerinde ısrar ettiler. Bunun üzerine sultan üçüncü Murâd; “Şu edebsizleri sürsünler, inâd ederlerse vursunlar” diye emredince, saray muhâfızlarının silâhlı mukabelesi karşısında, üç yüze yakın ölü veren sipahiler dağıldı. İkinci defa sadârete getirilmiş olan Siyâvuş Paşa, bu isyânın bastırılmasından sonra azledilerek yerine Koca Sinân Paşa getirildi.
İstanbul’da büyük bir üzüntüye sebeb olan Telli Hasan Paşa’nın mağlûbiyeti üzerine Sultan’ın istememesine rağmen, sadrâzam Sinân Paşa’nın ısrârı ile Avusturya’ya karşı on üç sene devam edecek harb ilân edildi. Serdâr-ı ekrem tâyin edilen Sinân Paşa, 29 Temmuz 1593’de sefere çıktı ve 4 Eylül’de Belgrad’a vardı. Sınır tecâvüzlerinde Avusturyalıların üs olarak kullandıkları Pespirim ve Palata kaleleri feth edildi. Sinân Paşa’nın gayesi, kışı Budin’de geçirip, ilkbaharda taarruza geçmekti. Fakat asker bunu istemeyince Belgrad’da kışlamaya mecbur kalındı. Böylece kapıkulu arasında disiplinsizlik başladı. Osmanlı ordusunun kışlamağa çekilmesini fırsat bilen Avusturya kumandanları, ordularını bir araya toplayarak İstolni-Belgrad kalesini muhasara ettiler. Budin beylerbeyi Sokulluzâde Hasan Paşa hemen yardıma koştu. Kanlı bir muhârebe sonunda Hasan Paşa kuvvetleri mağlûb oldu ve yaralı olarak Budin’e çekildi. Kış mevsimi olmasına rağmen durumdan istifâde eden İstirya vâlisi Teuffenbach; Fülek, Kekoc, Hollokoc kalelerini tahrip etti. Bâzı küçük kaleler düşmana teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Bu arada muhasara edilen Hatvan ve Estergon kaleleri iyi müdâfaa edildiği için, düşmana teslim olmadı.
Baharın gelmesi ile Sinân Paşa, 6 Nisan 1594’de harekete geçti. Büyük bir ordunun üzerlerine geldiğini öğrenen Arşidük Mathias ve Teuffenbach telaşlandılar. Sokulluzâde Hasan Paşa ve Sinân Paşazade Mehmed Paşa, Hatvan’ı kurtarmak için bu kale üzerine yürüdüler. İki ateş arasında kalacağını anlayan Teuffenbach muhasarayı kaldırıp, ağırlıklarını bırakarak kaçtı. Osmanlı ordusu tarafından 17 Temmuz’da Tata-Dotais ve 29 Temmuz’da Saint Martin kaleleri feth edildi. Arşidük Mathias, ordusuyla Tata kalesi civarında olduğu hâlde, Osmanlı ordusuyla karşılaşmaya cesaret edemedi. Ordu-yı hümâyûn 7 Ağustos’ta Türklerin Yanık dedikleri Raab kalesi önüne geldi. Viyana’nın anahtarı sayılan bu kale, Kanunî tarafından feth edildi ise de, tekrar düşmanın eline geçmişti. Muhasaranın başladığı sırada Arşidük Mathias, 100 bin kişilik ordusuyla Tuna’nın kuzey kıyısında bulunmasına rağmen, taarruza cesaret edemediği için uzaktan seyrediyordu. Osmanlı ordusu köprü kurarak karşı yakaya geçti ve büyük bir meydan muhârebesi başladı (13 Eylül 1594). Kesin Türk galibiyetiyle biten muhârebe sonunda düşman bozularak kaçtı. Düşmanın bütün ağırlıkları Osmanlı askerinin eline geçti. Bu mağlûbiyet Yanık kalesindeki müdâfîlerin moralini bozdu ise de kale iki hafta daha dayandı. 27 Eylül’de vire ile teslim oldu. Yanıkkale bir eyâlet merkezi yapıldı ve beylerbeyiliğine İşkodra sancakbeyi Osman Paşa tâyin edildi. Papa kalesi, Kırım hanının kuvvetleri tarafından feth edildi. Burası Sinân Paşa tarafından eyâlet merkezi yapıldı ise de, dîvân tarafından kabul edilmeyerek, sancak merkezine çevrildi. Sinân Paşa, 16 Ekim’de Komoron kalesini muhasaraya başladı. Fakat mevsim şartlarının ağırlaşması üzerine sekiz gün sonra muhasarayı kaldırarak, kışı geçirmek için, Belgrad’a çekildi. Bu sırada hıristiyan devletleri arasında Papa’nın manevî himâyesi altında mukaddes ittifak kuruldu (5 Kasım 1594). Papa, Erdel, Eflak ve Boğdan voyvodalarını da ittifaka sokarak, bağlı bulundukları Osmanlı Devleti’ne karşı isyân etmeleri için ikna etmeye çalıştı. Bir süre sonra bu voyvodalar da Sinân Paşa ve sadâret kaymakamı Ferhad Paşa’nın şahsî ihtirasları yüzünden, Osmanlı Devleti’ne karşı mukaddes ittifaka gizlice katıldılar. 13 Kasım 1594’de, Sinân Paşa Belgrad’da kışlarken voyvodalar fiilen isyâna başladılar. Eflak ve Boğdan’daki Türk ve rum azınlığın çoğunluğu kılıçtan geçirildi. Eflak ordusu, 1 Ocak 1595 günü İbrail kalesini muhasaraya başladı. Muhasaraya on altı gün dayanabilen kale komutanı Mehmed Bey, askeriyle çekilip gitmek şartıyla, teslim oldu. Eflak ordusu İbrail’i yakıp yıktı. 6 Ocak’ta Eflak voyvodası Mihail, Silistre’ye taarruz etti ise de sancakbeyi Mustafa Bey’in karşı taarruzu üzerine mağlûb olarak kaçtı.
Batı cephesinde isyânlar devam ederken, sultan üçüncü Murâd Han 15/16 Ocak gecesi vefât etti. Cenaze namazı Topkapı Sarayı’nda Helvahane önünde kılındıktan sonra Ayasofya Câmii yanındaki babası ikinci Selîm Han’ın türbesine defnedildi.
Sultan Murâd devrinde, Lehistan krallığı Osmanlı hâkimiyeti altına girdi. Devletin dış münâsebetleri daha iyi düzenlendi. İngiltere ile ilk defa temasa geçildi. Lübnan’da Derezîler, Yemen’de Zeydîler, Trablusgarb’da Mehdîlik iddiasında bulunanlar ile, Kiğı’da Şâh İsmâil yanlıları, ordunun seferde olmasını fırsat bilerek, isyân ettiler. Ancak isyânların hepsi bastırıldı.
Sultan üçüncü Murâd Han, Arabça ve Farsça’yı çok iyi bildiği gibi, İslâmî ilimlerin tamâmına vâkıf olup, bâzı ilimlerde mütehassısdı. Üçüncü Murâd Han tedbirli hareket eder, ifrattan ve küçük bir haksızlık yapmaktan çok sakınırdı. Şâir bir sultan olup Murâdî mahlasıyla şiirler yazmıştır, ikisinde Türkçe, ikisinde Arabça ve Farsça şiirlerinin toplandığı dört dîvân’ı vardır.Fütûhât-ı Sıyâm isimli tasavvufa dâir bir eser yazdığı rivayet edilir. Türkçe dîvânını Şemseddîn Sivâsî açıklamıştır. Dîvânlarındaki gazeller, şâir ve edipler tarafından açıklanarak yayınlanmıştır. Murâd Han, Halveti yolunun büyüklerinden Şeyh Şucâ’dan feyz almıştır. Ayrıca Nakşîbendîlerden Şeyh Şa’ban ile de sohbet etmiştir.
Devrinde Osmanlı Devleti en geniş sınırlara erişti. Üçüncü Murâd Han Osmanlı topraklarında pek çok bayındırlık eseri ile ilim, kültür ve san’at merkezleri inşâ ettirdi. Bu alanda ilk olarak Mekke’de Kâbe-i şerîf duvarlarını mermerden yaptırdı ve Harem-i Şerifin su yollarını temizletti. Medine’de bir medrese, mektep, zaviye ve büyük bir imâret yaptırdı. Harem-i Şerîf’de tamir ve kubbelerini kagir olarak inşâ ettirdi. Manisa’da ise, şehzâdelik döneminde câmi, medrese, imâret, tabhâneden meydana gelen Muradiye külliyesini, İstanbul’da Toptaşı Tımarhanesini yaptırdı. Topkapı Sarayı’nda da bir takım ilâvelerde bulundu. Sarayın etrafını çeviren duvarlar üzerine köşkler inşâ ettirdi.

DÜNYÂ OTURMA YERİ DEĞİLDİR!..

Hoş-hısâl ol bakmagıl sen herkesün güftârına
Kalbimi kıl bahr-âsâ gözle kim her kârı ne
Mâ’il-i câ vü haşem olma sebat olmaz ana
Zuhr-ı uhrâ kıl taleb bakma cihân etvârına
Cây-i süknâ olmadı pes bir rıbât-ı köhnedür
Bu cihânun her ki geldi kendi göçdi dârına
Zahir ü bâtında ma’mûr ol budur devlet sana
Ol mücâhid girmeyesin tâ ki dûzah nârına.
Açıklaması; “Güzel huylu ol! Sen herkesin sözlerine kanma. Kalbini deniz gibi geniş tut. Herkesin işinin ne olduğuna bak. Makamına ve maiyyetindeki adamlarına güvenme. Çünkü onlar geçicidir. Âhiret hayâtını iste. Dünyânın işlerine bakma. Dünyâ oturma yeri değildir. Sâdece köhne, geçici bir konaktır. Bu dünyâya her kim geldiyse, kendi yurduna göçtü. Maddî ve manevî ilimleri öğren. Sana büyük rütbe olarak bu yeter. Cehennem ateşine girmemek için çok çalış,”
Mekân senden tolu yâ Rab velîkin bî-mekânsın sen
Vücûdunla zaman memlû velîkin bî-zamânsın sen
Sen ol sultân-ı âlemsin tolar na’mân ile âlem
Cihânı var iden sensin velîkin bî-cihânsın sen
Senündür kuvvet ü satvet senündür izzet u nusret
Ayânsın cümleye şâha velîkin bî-ayânsın sen
Aceb kudret durur bu hâl aceb hikmet durur bu kâr
Beyân eyler seni eşya velîkin bî-beyânsın sen
Murâdî bil bu deryanın kenarın bulmadı kimse
Nazar ederse sana bil ki bahr-ı bî-gerânsın sen.
Açıklaması; Yâ Rabbî! Mekân senden dolu ama, sen mekândan münezzehsin. Zaman senin varlığınla dolu ama, sen zamandan da münezzehsin. Sen ol âlemin sultânısın, âlem senin ihsânınla dolu. Cihânı var eden sensin, fakat sen cihândan münezzehsin. Kuvvet ve güç, izzet ve nusret senindir. Sultânım, sen her ne kadar gizliysen de yine herkese aşikârsın. Bu iş garib bir hikmet, bu durum şaşılacak bir kudrettir ki, her şey seni ortaya çıkarır, fakat sen kelimelerle ifâde edilemezsin. Ey Murâd, bu denizin kenarına kimsenin erişemediğini bil. Sana bakarsa bil ki, sen uçsuz bucaksız bir denizsin.

Sultan Üçüncü Murâd Han Devri Kronolojisi

8 Ağustos 1575 : Osmanlı-Venedik barışının yenilenmesi.
1 Ocak 1577 : Osmanlı-Avusturya muahedesinin yenilenmesi.
30 Temmuz 1577 : Osmanlı-Lehistan muahedesinin imzalanması.
28 Nisan 1578 : Lala Mustafa Paşa’nın Şirvan ve Gürcistan seferine çıkması.
9 Ağustos 1578 : Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Çıldır zaferini kazanması.
24 Ağustos 1578 : Tiflis’in fethedilmesi.
9 Eylül 1578 : Koyungeçidi zaferinin kazanılması.
12 Eylül 1578 : Şirvan’ın fethedilmesi.
11 Kasım 1578 : Özdemiroğlu Osman Paşa’nın birinci Şemahı zaferini kazanması.
27 Kasım 1578 : Özdemiroğlu Osman Paşa’nın ikinci Şemahı zaferini kazanması.
27 Temmuz 1579 : Kars kalesinin temelinin atılması.
12 Ekim 1579 : Sadrâzam Sokullu Mehmed Paşa’nın ölümü.
13 Ekim 1579 : Ahmed Paşa’nın sadârete getirilmesi.
28 Nisan 1580 : Ahmed Paşa’nın vefâtı ile Lala Mustafa Paşa’nın Vekîl-i Saltanat ünvâniyle sadârete getirilmesi.
7 Ağustos 1580 : Lala Mustafa Paşa’nın vefâtı.
25 Ağustos 1580 : Koca Sinân Paşa’nın sadârete getirilmesi.
24 Aralık 1582 : Kanijeli Siyâvuş Paşa’nın sadârete getirilmesi.
29 Mart 1583 : İIk İngiltere sefirinin İstanbul’a gelmesi.
11 Mayıs 1583 : Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Meş’ale savaşını kazanması.
17 Aralık 1583 : Şehzâde Mehmed’in Manisa vâliliğine tâyin edilmesi.
28 Temmuz 1584 : Özdemiroğlu Osman Paşa’nın sadârete getirilmesi.
18 Aralık 1584 : Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Kırım isyânını bastırması.
23 Eylül 1585 : Tebriz’in teslim olması ile Azerbaycan’ın Osmanlı Devleti’ne ilhak edilmesi.
20/30 Ekim 1585 : Özdemiroğlu Osman Paşa’nın vefâtı.
15 Nisan 1586 : Siyavuş Paşa’nın ikinci defa sadârete getirilmesi.
1 Aralık 1586 : Hadım Mesih Paşa’nın sadârete getirilmesi.
8/9 Nisan 1588 : Mîmâr Sinân’ın vefâtı.
2 Nisan 1589 : Sinân Paşa’nın ikinci defa sadârete getirilmesi.
21 Mart 1590 : Osmanlı-İran sulh muahedesinin imzalanması.
1 Ağustos 1591 : Ferhad Paşa’nın sadârete getirilmesi.
4 Nisan 1592 : Siyâvuş Paşa’nın ikinci defa sadârete getirilmesi.
28 Ocak 1593 : Koca Sinân Paşa’nın üçüncü defa sadârete getirilmesi.
29 Temmuz 1593 : Sadrâzamın Avusturya seferine çıkması.
27 Eylül 1593 : Yanık kalesinin fethi.
6 Ocak 1595 : Erdel, Boğdan ve Eflak voyvodalarının isyânı.
15/16 Ocak 1595 : Sultan üçüncü Murâd Han’ın vefâtı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Îzâhlı Osmanlı Kronolojisi (İ. H. Danişmend); cild-3, sh. 1
2) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-4, sh. 342
3) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-6, sh. 4253
4) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman)
5) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-3, sh. 1304
6) Rehber Ansiklopedisi; cild-12, sh. 317
7) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-3, sh. 111
8) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); sh. 372
9) Târih-i Selânikî; sh. 129 v.d.
10) Devleti Osmâniyye Târihi (Hammer); cild-7, sh. 24 v.d.
11) Zafernâme-i Sultan Murâd Han (Harîmî, Üniversite Kütüphânesi, T. Y. No: 2372)
12) Târihi Peçevî; cild-3, sh. 75
13) Künhul-ahbâr; vr. 387’a.
14) Münşeât-üs-selâtîn; cild-3, sh. 249