Babası.................... : Orhan Gâzi
Annesi.................... : Nilüfer Hâtûn
Doğumu.................. : 1326
Vefâtı...................... : 1389
Tahta Geçişi............ : 1360
Saltanat Müddeti..... : 29 sene
Osmanlı pâdişâhlarının üçüncüsü, velî ve ahî şeyhi. Orhan Gâzî’nin oğlu olup, Osman Gâzi’nin vefât ettiği ve Bursa’nın fethedildiği sene olan 1326’da Nîlûfer Hâtun’dan doğdu. Şehzâde Murâd, küçük yaştan îtibâren devrin âlimleri tarafından sağlam bir îtikâda, mükemmel bir bilgiye sâhib olması için tam bir ihtimâmla yetiştirildi. Bir müddet sonra Lala Şahin Paşa’nın yanına verilip idare ve harp bilgileri öğretildi. Bursa çevresinde sancak beyliğine tâyin edilip, tecrübe kazandırıldı. Ağabeyi Rumeli fâtihi velîahd şehzâde Süleymân Paşa’nın 1359 senesinde vefâtı üzerine velîahd tâyin edildi. Rumeli’deki ordunun kumandası kendisine verildi. Kısa bir müddet sonra da babasının vefâtı üzerine Bursa’ya davet edilip, Osmanlı tahtına geçti (1360).
Murâd Han ilk önce şehzâdeler mes’elesini hâlledip, Bizans’ın Karadeniz kıyısındaki son kalelerinden biri olan Ereğli’yi, sonrada Ankara’yı fethetti. Ayrıca Sultanönü denilen; Eskişehir, İnönü, Seyitgâzi, Karacahisar ve havalisinden mürekkep geniş mıntıkayı zaptedip Bursa’ya döndü. Lala Şahin Paşa’yı Rumeli beylerbeyi tâyin etti. Devletin iç işlerini düzene koyduktan sonra Rumeli’ye yöneldi.
Süleymân Paşa gibi cevval bir kumandanın ve hemen arkasından Orhan Gâzî gibi azim ve kudretli irâde sahibi bir hükümdarın vefât etmesi, Rumeli fütûhatının gelişmeye başladığı bir zamana rastlamıştı. Orhan Gâzi’nin yerine geçen Murâd Han’ın ilk elde Anadolu’da harekâta girişmesinden ümitlenen Bizanslılar; Burgaz, Çorlu ve Malkara’ya saldırıp geri aldıkları gibi, sahil şehirlerini de elde etmeye çalışıyorlardı. Ancak Rumeli’de Osmanlı kuvvetlerine kumanda etmekte olan Lala Şahin Paşa, Hacı ilbeyi ve Evrenos Bey telâş göstermeyerek, yeni Sultan’ın Anadolu vaziyetini düzeltip avdetine kadar, müdâfaayı ellerindeki az sayıda askerle, soğukkanlılıkla idare etmeleri, vukuu muhtemel bir paniğin önüne geçti. Anadolu’daki işleri yoluna koyan Murâd Han, Rumeli’ye geçer geçmez faaliyete başladı. İlk olarak Rumeli fütûhatı sırasında askerî ehemmiyetini takdir ettiği Edirne’yi fethe karar verdi. Bundan dolayı Edirne’nin gerisini emniyet altında bulundurmak ve İstanbul tarafından gelecek bir Bizans taarruzuna mâni olmak için Çorlu, Keşan, Dimetoka, Pınarhisar, Babaeski ve Lüleburgaz’ı fethederek, Anadolu’dan Türk göçmenler getirip bölgeye yerleştirdi. Murâd Han’ın bütün kumandanları davetiyle, Lüleburgaz’da toplanan bir harb meclisinde alınan karar üzerine Lala Şahin Paşa mühim bir kuvvetle Edirne’ye gönderildi. Bulgarların Rumlara yardım etmeleri ihtimâline karşı sağ koldan Karadeniz sahiline doğru ilerleyen bir kısım kuvvetler, Kırklareli’ni ele geçirip o kısmı tuttular. Diğer taraftan Serez ve Drama taraflarında bulunan Sırpların da müdâhaleleri düşünülerek, sol kola me’mur edilen Evrenos Bey kuvvetleri de Dımetoka’nın batısına doğru sevkedilerek müdâfaa tertibatı aldılar. Nihayet Babaeski ve Pınarhisar arasında Sazlıdere mevkiine gelmiş olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapılan kat’i bir meydan muhârebesinde düşman bozuldu ve Edirne zaptedildi (1363).
Sultan Murâd, Edirne’nin idarî işlerini yoluna koyduktan sonra, Dimetoka’ya giderek, bir müddet için burayı kendisine karargâh yaptı. Lala Şahin Paşa’yı kuzeyde Filibe ve Zağra taraflarına sevk ettiği gibi, Evrenos Beyi de Batı Trakya’ya Gümülcine’nin zaptına me’mur etti. Edirne’nin fethinden sonra, kısa sürede pirinç zirâatiyle meşhur olan Filibe ve Gümülcine ile o havalideki bâzı yerlerin Osmanlıların eline geçmesi; Bizans, Bulgar ve Makedonya’daki Sırpların birbirleriyle irtibatlarını kestiği gibi, bu memleketleri de tehdîd edıyorou. Bundan dolayı Filibe ve Edirne’nin geri alınmasını zarurî gören Balkan devletleri, buna hazırlanmaya başladılar.
Düşmanın er geç toplu olarak üzerine geleceğini tahmin eden Murâd Han, fethedilen yerlere mütemadiyen Anadolu’dan göçmen naklederek bölgede müslüman nüfûsun artmasını sağladı. Osmanlının âdil idaresinden memnun olan hıristiyan ahâliden beklediği yardımı göremeyen Bizans, bir sene sonra Osmanlı Devleti’yle anlaşıp fütûhatını tanıdı. Ayrıca bu bölgeleri geri almak için herhangi bir harekâta girişmeyeceğini, Osmanlıların Anadolu’da yapacakları herhangi bir harekâtta onlara yardım etmeyi de taahhüd ediyordu.
Bugünlerde elde edilen yerlerin, Osmanlı Devleti’nin ilerde yapacağı büyük fütûhatlara temel teşkil edeceğini bilen Murâd Han, teşkilâtlanma çalışmalarına hız verdi. Fütûhatın genişlemesi sebebiyle askerî sınıfların şer’î işlerine bakmak ve hükümdarla seferlerde bulunmak ve aynı zamanda ilmiye sınıfının en yüksek derecesi olmak üzere, kazaskerlik me’mûriyetini ihdas etti. İlk kazasker olarak da Bursa kâdısı Çandarlı Kara Halîl Efendi tâyin olundu. Fütûhatın sür’atle gelişmesi sebebiyle asker ihtiyâcı arttığından, Orhan Gâzi zamanındaki yaya ve müsellem teşkilâtını vücûda getiren Çandarlı Kara Halil’in tavsiyesiyle, muhârebelerde esir edilen hıristiyan gençlerden istifâde edilmek üzere, yeni bir asker ocağı kuruldu. Bu suretle, on sekizinci asra kadar devam etmiş olan yeniçeri ocağı ile bu ocağa alınacak çocukları terbiye edip yetiştiren acemi ocağının temeli atıldı (Bkz. Kapıkulu Ocakları, Yeniçeri Ocağı). Vezîr Sinâneddîn Yûsuf Paşa’nın yerine, sultan Murâd Han’ın hocası ve kazaskeri Çandarlı Kara Halîl, Hayreddîn Paşa ünvânıyle vezîr tâyin edildi. Karamanlı Molla Rüstem’in teklifi ve sultan Murâd Han’ın müsâdesiyle vezîr Hayreddîn Paşa tarafından mâlî teşkilâtta düzenlemelere gidilip, gelirler arttırıldı. İslâm hukukuna göre muhârebelerde ele geçen ganimetlerin beşte biri devletin hakkı olduğundan, pençik kânunu çıkarıldı. Zaptedilen yerlerde Osmanlı devlet teşkilâtı te’sis edildi. Fethedilen yerlerin tahrici yapıldı. Kimse aç ve açıkta bırakılmayıp, fakir-zengin, müslim-gayr-i müslim herkes huzura kavuşturuldu. Sultan Murâd Han teşkilât işleriyle uğraşırken, Filibe’nin fethi sırasında kaçan Rum komutan, Sırp kralı beşinci Uroş’a sığınıp, Osmanlıların faaliyetleri hakkında geniş bilgi verdi. Osmanlı ilerleyişinin, durdurulmadığı takdirde, Avrupa devletleri ve hıristiyanlık âleminin aleyhine çok büyük hâdiselerin meydana geleceğini bildirdi. Balkan milletlerinin korkularını değerlendiren papa beşinci Urban’ın da teşvikiyle; Macar kralı Layoş, Sırp kralı Uroş, Bosna kralı Tıvartko, Eflaklılar ve Bulgarlar birleşerek bir haçlı ordusu topladılar. Sultan Murâd Han’ın Bursa’da bulunmasından istifâde eden müttefik haçlı kuvvetleri sür’atle Edirne üzerine yürüdüler. Edirne’de bulunan Rumeli beylerbeyi Lala Şahin Paşa bu tehlikeli hâli Pâdişâh’a bildirdi. Ayrıca, Hacı İlbeyi komutasındaki on bin kişilik bir keşif kuvvetini düşmana karşı göndererek müttefiklerin vaziyetini öğrenmek istedi. Müttefikler, Meriç nehrini geçmelerine rağmen, hiç bir mukavemetle karşılaşmamanın verdiği sevinçle zafer şenlikleri yapıyorlardı. Düşmanı uzaktan tâkib eden Hacı İlbeyi, yiyip-içip sarhoş olduktan sonra uyumaya başlayan düşmanın gafletinden istifâde ederek, gece yarısı üç koldan âni bir baskın yaptı. 10.000 kişilik Osmanlı askerinin hücumu ile neye uğradıklarını şaşıran ve paniğe kapılan müttefik haçlı askerleri, büyük bir bozguna uğradılar. Düşmanın büyük kısmı Meriç sularında boğuldu. Macar kralı Layoş’la beraber kurtulabilen çok az bir kısmı da kaçtı (Bkz. Sırp Sındığı Zaferi).
Murâd Han, müttefiklerin Edirne üzerine geldiklerini haber alınca, kuvvetlerini toplayıp, icâbında Rumeli’den dönerken korsan gemileriyle kendilerini tehdîd edebilecek olan ve Katalanların elinde bulunan Biga’yı kendisi karadan, Gelibolu’dan getirttiği donanma ile de denizden kuşattığı sırada, düşman ordusunun hezimet haberini aldı. Muhasaraya devam ederek Biga’yı aldıktan sonra Bursa’ya döndü (1365).
Sırp Sındığı zaferinden sonra, Osmanlı Devleti’nin başşehri Bursa’dan Edirne’ye nakledilerek, şehirde; câmiler, mescidler, medreseler, saray dâhil kültürel ve sosyal müesseselerin te’sisine başlandı. İslâm ilim ve san’at eserleriyle süslenen Edirne, İstanbul’un fethine kadar Osmanlı başşehri olarak kaldı. Osmanlı iskân siyâseti tatbik edilip, Anadolu’dan bölgeye göçürülen müslüman Türklerle, Balkanlar şenlendirildi. Osmanlının herkese hak ve adalet dağıtan âdil idaresi ve hayır müesseseleri te’sis edildi.
1366’da Gelibolu, Bizans kayserinin dayısı Savua kontu Amadee tarafından işgal edildiyse de bir yıl sonra tekrar zaptedildi. 1367’de sultan Murâd Han’ın başlattığı Balkan fütûhâtıyla Tîmûrtaş Paşa, Bulgarlardan güneyde Kızılağaç’ı ve kuzeyde Yanbolu’yu, Lala Şahin Paşa da İhtiman ile Sofya’nın güneyindeki Samakov’ı fethettiler. 1368’de bizzat sultan Murâd, Balkan dağlarının güneyinde Burgaz yakınındaki, Bulgarlara âid Aydos’dan başlayarak Karirâbâd, Sözepof (Işepol) ve daha sonra Bizanslıların idaresindeki Hayrabolu’yu ve 1369’da Pınarhisar ile Vize’yi aldı. Evvelce zaptedilip sonradan elden çıkmış olan Kırkkilise’yi (Kırklareli) de tekrar fethettikten sonra, Doğu Trakya fütûhatını tamamladı. Bizans imparatoru Vize’yi geri almak için harekete geçtiyse de muvaffak olamadı.
Osmanlılar bölgeye gelinceye kadar, Tuna nehrinden Rodob Balkanlarına dek, Orta ve Güney Bulgaristan’a ve Trakya’ya sâhib olan Bulgar kralı Yuvan Şişman, Türklerle başa çıkamayacağını anladığından, sulh yaparak kızkardeşi prenses Marya’yı sultan Murâd’a verdi; Buna rağmen, Bizans İmparatoru beşinci Yoannis Paleolog’un teşvikiyle Sırp kralı Uğliyaşa ile de görüşüp Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak ettiler. Nitekim 1372’de Samaku mevkiinde Sırp kralının ordusuyla birleşerek Lala Şahin Paşa’nın kuvvetleriyle muhârebeye tutuştu. Müttefik ordusunu Samaku’da büyük bir bozguna uğratan Lala Şahin Paşa, Köstendil kalesini zaptetti. Her iki devletin kralının da maktul düştüğü bu savaşla, Balkanlardaki mukavemet kırılarak Osmanlı Devleti’ne Makedonya kapıları açılmış oldu.
Bu zaferden sonra, Çatalca ve havalisindeki bâzı kalelerin fethini tamamlayan sultan Murâd, Evrenos Bey komutasında gönderdiği kuvvetlerle ikinci defa olarak, Gümülcine’yi, Borla, İskeçe ve Marolye kasabalarını; vezir Kara Halîl Hayreddîn Paşa’yı da mühim kuvvetlerle göndererek Kavala, Drama, Zihne ve Makedonya Sırp krallığının mühim şehirlerinden olan Serez ve daha sonra da Karaferye’yi fethettirdi. Serez uç sayılarak, akıncı kumandanı Evrenos Bey’e verildi ve buraya da Anadolu’dan aşiretler getirildi. Mühim bir şehir olan Serez’i geri almak için imparatorun oğlu Selanik despotu Manuel, şehirdeki rumları tahrik ederek bir ayaklanmaya sebeb oldu ise de Hayreddîn Paşa kumandasındaki kuvvetler zamanında gelerek isyânı bastırdı. Bundan sonra Selanik önlerine gelerek şehri kuşatan Hayreddîn Paşa, burayı kısa sürede fethetti.
Bu arada harekât hâlindeki Osmanlı akıncıları Vardar’ı geçip; Sırbistan, Bosna, Arnavutluk ve Dalmaçya’ya kadar uzanarak Adriyatik denizine dayandılar. Tesalya’yı geçerek Yunanistan’ın Atik havalisine kadar inen akıncılar; düşman arazisini tahrib edip maddî gücünü kırmak, ânî baskınlarla düşmanı rahatsız edip moral bozmak, keşif harekâtları yapmak, düşmanın pusu kurmasına engel olmak, ganîmet ve esir almak, yol ve köprüleri emniyet altında bulundurmak, hududlara Osmanlı adaletini tanıtmak gibi mühim vazîfeler icra ettiler.
Osmanlı kuvvetlerinin Makedonya’ya girerek Köstendil’e kadar gelmesi ve akıncıların geniş akın hareketleri, Yukarı Sırbistan despotu Lazar Grebliyanoviç’i sultan Murâd’la anlaşmaya mecbur etti. Lazar da Osmanlı ordusuna yardımcı kuvvet göndermeyi ve yıllık vergi vermeyi kabul etti. Bu suretle kral, prens ve despotların Osmanlı Devleti’nin yüksek hâkimiyetini tanıyarak vergi ve aynı zamanda muhârebelerde yardımcı kuvvet vermeleri geniş ölçüde fütûhat harekâtına girişen Osmanlı Devleti’ne büyük faydalar te’min etti. 1373’de Vize sancak beyi Şirmend Bey’den gelen haberde Bizans imparatorunun, kuvvet sevkiyle Vize etrafını yağmalattığı haberi öğrenilince, hemen Gelibolu’ya geçip kuvvetlerini Malkara’da toplayan Murâd Han, önce İpsala civarındaki Farecik kalesini, sonra da Çatalca taraflarına yürüyerek İnceğiz ve Çatalburgaz Polonya kalelerini aldı. Lala Şahin Paşa da Firecik kalesini aldığından Bizans imparatoru sulhe mecbur oldu ve Murâd Han iç işleri düzeltmek, teşkilâtlandırma çalışmalarına hız vermek için ihtiyâcı olan bir barış devresine kavuştu.
Rumeli ve Anadolu’da fetihler devam ederken bâzı mâlî, idâri, askerî ihtiyâçları karşılamak için kurulan timâr teşkilâtı; Kara Tîmûrtaş Paşa’nın tavsiyesiyle tâdil ve ihtiyâca göre ıslâh edildi. Yaya, müsellem ve yeniçerilere ilâveten kapıkulu askerinden maaşlı süvari (kapıkulu süvarileri) ocağı kuruldu. Seferlerde levazım muhafazası ve süvarilerin hayvanlarına bakmak üzere voynuk sınıfı teşkîl olundu. Fethedilen şehir ve kasabalar dînî, ilmî ve içtimâi müesseselerle süslenerek buralara Türk-İslâm damgası vuruldu.
Yine bu sulh devresinde Murâd Han’ın oğlu velîahd şehzâde Yıldırım Bâyezid ile Germiyan beyi Süleymân Şah’ın kızı Devlet Hâtun’un nişanı, bir müddet sonra da düğünleri yapıldı (1378). Süleymân Şâh kızının çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı, Emed (Eğriöz), Simav gibi yerleşim bölgelerini Osmanlı Devleti’ne terk edip, kendisi Kula’ya yerleşti. Hâmidoğlu Hüseyin Beyden de seksen bin altın karşılığında Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir ve Karaağaç satın alındı. Bu suretle Osmanlı Devleti Karamanoğullarıyla hem kuzey, hem de batıdan sınır komşusu oldu.
İç teşkilâtlandırma ve îmâr faaliyetleri sebebiyle Rumeli’de geçici bir zaman için durdurulan fetih harekâtı 1380’de tekrar başladı. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki durumunu sağlamlaştırması için Sofya, Niş ve Manastır’ı alması lüzumlu idi. Sofya’nın zaptı, Osmanlı hâkimiyetinin Bulgaristan’da tutunmasını emniyet altına almak demek olup, Niş ve Yukarı Sırbistan’ın kapısı idi. Vardar nehri ötesindeki hareketlerin akın harekâtı seviyesinde kalmayıp, fütûhatın Arnavutluk’a doğru genişletilebilmesi için de Manastır’ın alınıp hareket üssü olarak elde bulundurulması gerekiyordu.
Bu durumu değerlendiren Murâd Han, Rumeli’den evveı Makedonya’da harekete geçilmesini emretti. Böylece 1380’de Vardar’ın sol sahilindeki İştip alındı. Daha sonra büyük bir ordu ile Vardar nehrini geçen Tîmûrtaş Paşa, 1382’de Manastır’ı haraca bağladı ve Pirlepe’yi aldı. Bir sene sonra da Arnavutluk ve Bosna taraflarına akınlar yapılarak askerin bölgeyi tanıması sağlandı. Sofya üzerine sevkedilen ince Balaban Bey de uzun süren bir muhasara savaşından sonra şehri zaptetti. Bunun ardından Tîmûrtaş Paşa’nın oğlu Yahşî Bey’in Yukarı Sırbistan tarafına yaptığı harekât sonunda Niş fethedildi. Önceleri akıncılar tarafından alınıp sonra terkedilen, ticâret yolu üzerinde ve Sırbistan’ın kapısı mesabesinde olan Niş’in Osmanlı kuvvetleri tarafından kat’î şekilde alınması üzerine tehlikeli duruma düşen Sırp despotu Lazar, evvelce bir muahede ile Osmanlı ordusuna vermeği taahhüd ettiği asker mikdârını arttırdığı gibi, daha fazla vergi ödemeyi kabul etti. Bu arada Bursa’da Murâd Han’a karşı ayaklanıp saltanatını îlân eden şehzâde Savcı Bey, Kete ovasında yapılan savaşta mağlûb edilip yakalandı ve cezalandırıldı.
1385 senesinde vezir Çandarlı Halîl Hayreddîn Paşa, beraberinde akıncı kumandanı Evrenos Bey olduğu hâlde, Makedonya’dan batıya doğru harekâta başladı. Bir kaç sene evvel Tîmûrtaş Paşa tarafından haraca bağlanıp sonra elden çıkmış olan Manastır’ı zaptettiği gibi, arkasından Ohri’yi aldı. Çandarlı Halîl Hayreddîn Paşa’nın Ohri’yi fethiyle Osmanlı kuvvetleri Arnavutluk hududuna yerleşti. Kuzey Arnavutluk prensi Balsa ile Draç ve Orta Arnavutluk dukası Şarl Topia arasında meydana gelen muhârebede, Draç dukası Hayreddîn Paşa’dan yardım isteyince, Hayreddîn Paşa, Draç prensine yardım ederek Savra’da galibiyetini te’min etti. Bu muhârebede prens Balsa öldürüldü.
Bu zaferden sonra 1386’da Osmanlı kuvvetleri Venediklilerin elinde olan Kroya ve İşkodra’yı zaptetti. Fakat Murâd Han her iki şehri de tekrar Venediklilere bıraktı. Çünkü Philippe de Mezieres bir haçlı seferi hazırlanması için Avrupa’da vâzlar ederken, Akdeniz’de kuvvetli bir donanmaya sâhib olan Venediklilerle mes’ele çıkarmak istemiyordu. Muvaffakiyetin yalnız kılıçla kazanılmayacağını Anadolu beyliklerine karşı kullandığı politika ile isbat etmiş olan Murâd-ı Hüdâvendigâr, Venediklilerin Osmanlı Devlet aleyhine bir mücâdeleye katılmasına sebeb olmamaya dikkat ediyordu.
Sultan Murâd Han’ın Balkanlardaki gazâ ile meşgul olduğu bu yıllarda Karamanoğulları Beyliği’nin başında Alâüddîn Ali Bey bulunuyordu. Bu zât 1381’den önce Murâd Han’ın kızı Melek Hâtun’la (Nefîse Sultan) evlenmiş ve bu suretle Osmanlılarla akraba olmuştu. Fakat Osmanlı Devleti’nin kuzeyden Ankara ve daha sonra Akşehir’i ve batı tarafından Yalvaç, Karaağaç, Beyşehir ve Seydişehir’i alarak Karamanoğullarıyla komşu olmaları ve Rumeli’den başka Anadolu’da da genişlemeleri, Alâeddîn Bey’i korkutmuştu. Bundan dolayı, sultan Murâd’ın Hâmidoğulları Beyliği’nden satın aldığı şehirleri kendisi almak istiyor ve bu maksadını gerçekleştirmek için Osmanlı hükümdarı Sultân-ı Muazzam Murâd Han’ın Rumeli’de meşgul olmasını bekliyordu. Bunun için de Balkanlarda hüküm sürmekte olan prens ve kralları Osmanlılara karşı kırşkırtmaktan geri durmuyordu.
Nitekim Osmanlı ordusunun Rumeli’de bulunmasından istifâde düşüncesiyle harekete geçen Karamanoğlu Alâeddîn Bey, 1386’da taarruza geçerek batı hududunda Hâmidoğullarından satın ahnan ve Osmanlılara âid olan Beyşehir ve havalisini işgal etti. Karamanoğlu’nun Osmanlı topraklarına tecâvüzünü Edirne’de haber alan sultan Murâd’ın, etrafındakilere şöyle dediği rivayet edilir:
“Şu ahmak zâlimin yaptığına bakın hele! Ben din gayretiyle Allah yolunda bir aylık mesafede kâfirler içine girdim, ömrümü gece-gündüz gazâya verdim, çok mihnet ve sıkıntı çektim. Hâlbuki o gelip müslümanları yağmaladı. Söyleyin ey Gâziler!.. Ben cihâdı bırakıp da ehl-i İslâm’a nasıl kılıç çekeyim?”
Fakat kâfirin ekmeğine yağ süren hainliği cezalandırmak ve bir daha bu nevî hareketlere girişilmemesini te’min etmek gerekiyordu.
Hazırlıklarını tamamlayan Murâd Han, Rumeli’de vezir Çandarlı Halîl Hayreddîn Paşa’yı bırakıp, onun oğlu kazasker Ali Çelebi’yi vezir yaparak yanına alıp Anadolu’ya geçti. Yanında Osmanlı kuvvetleri ile birlikte; Bizans imparatoru, Sırp despotu, Kötendil Sırp beyinin ve Saraç Tatarlarının muahede mucibince vermeyi taahhüd ettikleri askerler, Osmanlı himayesinde bulunan Candaroğulları Beyliği kuvvetleri de vardı. Kışı Bursa’da geçirdikten sonra Karamanoğlu’nun üzerine yürüdü. Bu arada sulh isteğiyle gelen bir elçinin Karamanoğlu’ndan; “Barış istersen barışalım, olmazsa benim de senin kadar kuvvetim vardır, cenk ederiz” haberini getirdi. Bunun üzerine Murâd Han; “Var Karamanoğlu’na di. Var kuvvetin bâzûsına getürüp her ne sözi ve hüneri varsa idüp er olsun, erlik gostersün. İşi bir yana idelüm dedi. Bana her yıl gazâya mâni olmaya kasdider. Mâni-i gazâya gazâ, gaza-ı ekberdir. Bu yıl kâfirle gazâdan kaldık, bari onun şerrini defidelüm” sözleriyle elçiyi geri gönderdi.
Karamanoğlu üzerine yürüyen Osmanlı ordusunun mevcudu yetmiş bin civarında idi. Karamanoğlu Alâeddîn Bey de kendi kuvvetinden başka Turgut, Varsak, Bayburd Türkmenleriyle, Tebrek, Samagar, Barımbay, Çaygazan, Sağa ve Tosboğa tatar kuvvetlerini toplamıştı. Bu kuvvetler, Osmanlı kuvvetlerinin sayıca üstündeydi.
Osmanlı ordusu Karaman hududunu aşıp Konya’ya doğru ilerledi. İki ordu arasında bir konak yer kalınca, savaş tertibatı alındı. Sultan Murâd ordunun merkezinde yer alıp, yaya askerini öne ve süvariyi arkaya koydu. Velîahd şehzâde Bâyezîd’i sol kola verip Fîrûz Bey’i ve Kastamonu askeriyle iki bin Sırp askerini onun kumandasına verdi. Küçük şehzâde Yâkûb Bey’i de sağ cenahın başına verip, Anadolu beylerbeyi Sarı Tîmûrtaş Paşa’yı yanına verdi. Bunlardan başka Karasi, Eğridir kuvvetlerini, Saraç Tatarlarıyla Köstendil askerini de bu kolda görevlendirdi. Kara Tîmûrtaş Paşa, Rumeli askeriyle merkezde Pâdişâh’ın yanında yer alırken, diğer bir Tîmûrtaş Bey de ardçı olarak görevlendirilmişti.
Karamanoğlu Alâüddîn Bey de ordusunun merkezinde durup Samagar, Çaygazan, Barımbay, Tasboğa tatarlarını sol kola, Varsak Türkmenletini de sağ kola koymuştu.
Konya önlerinde meydana gelen şiddetli muhârebede, Karamanoğlu’nun toplama aşiret kuvvetleri Osmanlıların talimli, tecrübeli ve muntazam kuvvetleri karşısında darmadağın oldu. Alâüddîn Bey ordugâhını terk ederek Konya’ya kaçtı. Bu muhârebede büyük gayret gösteren ve her tarafa yetişen velîahd şehzâde Bâyezîd’e, Yıldırım ünvânı verildi. Ordu, yoluna devam ederek Alâüddîn Bey’in sığındığı Konya’yı kuşattı. Kısa zaman sonra mukavemet imkânının kalmadığını anlayan Alâüddîn Bey, sultan Murâd’ın kızı olan zevcesi Melek Hâtun’u şefaatçi gönderip sulh istedi. Bilâhare Osmanlı ordugâhına gelip kayın babasının elini öpünce iş tatlıya bağlandı. Alâüddîn Bey bir daha Osmanlılara saldırmayacağına, seferlerinde asker yardımında bulunacağına dâir söz verdi. Bu şekilde Karamanoğullarının da Osmanlı hâkimiyetini tanıması, batıda olduğu gibi doğuda da sultan Murâd Han’ın itibârını arttırdı. Bir müddet sonra Konya’dan ayrılıp Beyşehir üzerine giden sultan Murâd, bir kaç günde orayı aldıktan sonra, Bursa’ya döndü (1387).
Murâd Han, Anadolu’da Karamanoğlu ile meşgulken, Balkanlarda öteden beri Osmanlılara karşı birleşme çalışmaları meyvelerini vermeye başlamıştı. Yıllarca önce Rumeli’ye geçen Türk kuvvetleri Bizanslılara âid toprakları zaptettikten sonra ileri hareketlerine devam edince, İslav unsuru ile karşılaşmıştı. Balkanlarda kalabalık bir kütle teşkil eden Bulgar, Sırp ve Bosnalı gibi İslav unsurları, aralarındaki geçimsizlikleri bir tarafa bırakarak, Türk fütûhatına karşı koymak için, sıkı bir şekilde birleşememişlerdi. Murâd Han bölgede sürdürdüğü dâhiyane siyâsetle, ayrı parçalar hâlinde kalmalarını te’min ettiği bu ülkelerin fethedilmesi plânlarını aksatmadan sürdürdü. Bulgaristan ve Yukarı Makedonya’nın zaptından sonra bilhassa Sırplar arasında kıpırdanmalar görülmeye başlanmış ve tehlikenin gittikçe büyümesi, Sırpların birleşik: mukavemet hissini kamçılamışsa da Osmanlı kudreti karşısında duyulan korku ve hareketlerin kuru bir niyetten öteye, fiile geçmesini engellemeye yetmişti. O sırada Sırplar kuvvetli bir liderden de mahrumdu ve başlarında bulunan kral Lazar Grebliyanoviç tek başına Balkan ittifakının kurucusu ve lideri olabilecek kabiliyette değildi. Zâten Murâd Han’ın baskılarından yılarak bir süre, önce Osmanlı himayesini kabul etmek zorunda kalmıştı. Ancak başkasının kuracağı bir ittifaka katılmak için fırsat kollamaktan geri kalmazdı. Sırplar bu hâldeyken, 1376’dan îtibâren muhitindeki nüfuzunu arttırıp Dalmaçya kıyılarına kadar hâkimiyetini genişlettikten sonra, Bosna ve Sırbistan kralı ünvânını takınan, Macarlara karşı Venedik tarafından desteklenen Bosna kralı Tvartko’nun yıldızı parlamaya başladı.
Tvartko, Osmanlı tehlikesinin hızla yaklaştığını görüyor, kendi muhitinde kazandığı muvaffakiyetlerden cesaretlenerek Türklere karşı müşterek bir cephe te’sisine çalışıyordu. Balkanlardaki hıristiyanlara ve bilhassa Bosna kralına bu hususta cesaret veren bir olay da Karamanoğullarının Sırpları teşviki ve aralarındaki ittifak idi. Sultan Murâd, Balkanlardaki kıpırdanmaları dikkatle tâkib etmekle beraber, onları Osmanlılara karşı çıkmaya teşvik eden Karamanoğulları mes’elesini daha mühim gördüğünden, önce Karaman seferini yaparak bu çıban başını koparmaya karar vermişti. Nitekim yapılan muhârebede Karamanoğullarını ağır hezimete uğratıp sulh imzalattı. Anadolu cephesinde sulh te’min edilince de Tîmûrtaş Paşa emrine 20.000 kişilik kuvvet vererek Bosna krallığına karşı gönderdi. Fakat Tîmûrtaş Paşa emrindeki akıncılar Bosna arazisine doğru ilerlerken, Bosna kralı Tvartko, Lazar Grebliyanoviç ile birleşti ve o zamana kadar kendisini tanımayan bâzı Sırp sergerdelerini de etrafına toplayarak 30.000 kişilik bir kuvvet meydana getirdi.
Tvartko ve Lazar idaresindeki 30.000 kişilik Sırp ve Bosnalı kuvvetleri, Tuna’nın kollarından Morava nehrine karışan Toplıça çayı vadisinde Ploşnik mevkiinde Tîmûrtaş Paşa idaresindeki kuvvefleri baskınla bozguna uğrattılar. Bu bozgunda, yirmi bin akıncıdan ancak beş bini kurtulabildi.
Türk kuvvetlerinin Ploşnik’te uğradığı acı mağlûbiyet, yıllardan beri seri Türk darbeleri altında şaşkına dönen Balkanlılar arasında umûmî bir sevince sebeb oldu. Yeniden ilk zamanlardaki gibi Osmanlıları Balkanlardan atabileceklerine inanmaya başladılar. Tvartko ve Lazar’ın müşterek muvaffakiyeti, yalnız bunların idaresindeki İslav unsurunun değil; Bulgar, Ulah ve hattâ bir kısım Arnavut prenslerinin Osmanlı aleyhine birleşmelerine sebeb oldu. Ploşnik mağlûbiyetinden önce gizlice hazırlanmakta olan Balkanlı hıristiyanların ittifakı, bu defa öğünülerek açığa vurulmaya başlanıp, hareket bir haçlı seferi hazırlama şekline dönüştü. Bütün Sırp azilzâdeleri bu galibiyet üzerine Lazar’ın etrafında toplanmaya başlamışlardı. Bosna kralı Tvartko ve Bosnalılarla beraber bir kısım Sırp beyleri de kuvvetlerini birleştirmeye muvaffak oldular. Aralarında Jorj Kastriyota da dâhil olmak üzere bâzı Arnavut beyleri de ittifaka katıldılar. Dobruca mıntıkasındaki Bulgar prensi Dobrotiç’in oğlu İvanko ile Şişman, Murâd Han’a sadâkatlerinden dönerek müşterek mücâdele için asker vereceklerini bildirdiler. Eflâk beyi de asker göndereceğine dâir te’mînât verdi. Sultan Murâd’ın Ploşnik mağlûbiyetinin acısını Mora üzerine yürüyerek çıkarmak isteyeceğini düşünen Venedikliler de, Islavlara; ittifaka dâhil olduklarını bildirdiler. Fakat her şeyden evvel kendi çıkarlarını düşünen, zaman ve zemîne göre ihtiyatlı hareket eden Venediklilerin ittifakı, Murâd Han’ın da ustaca siyâsetiyle, fiile dökülmediğinden vâd’den öteye gitmedi. Bu arada Macarların bâzı hudûd kumandanları da kendiliklerinden ittifaka dâhil olup, asker yardımı yapacaklarını bildirdiler.
Balkanlarda hummalı bir şekilde ittifak çalışmaları sürüp giderken, bu olayları günü gününe tâkib eden Murâd Han da muhtemel bir tehlikeyi önlemek ve Ploşnik felâketini telâfi için faaliyete geçmiş bulunuyordu. İlk önce Balkan ittifakının meydana getireceği kudreti, askerî ve siyâsî yollardan küçültmeye gayret etti. Aldığı siyâsî tedbirlerle Arnavutluk prenslerinden Balşa’nın ittifaka dâhil olmasına mâni oldu. Bir taraftan da Bulgarların diğer müttefiklerle birleşmesini önlemek ve îcâbında Osmanlı himayesinde bulunanların da karşı tarafa katılmalarına fırsat vermemek için, babası Çandarlı Halîl Paşa’nın vefâtı üzerine vezîriâzam olan Çandarlı Ali Paşa’yı 30.000 kişilik kuvvetle Bulgaristan üzerine sevketti. Babası gibi kudretli bir şahsiyet ve iyi bir kumandan olan Çandarlı Ali Paşa, Murâd Han’ın emriyle 1388 baharında Bulgaristan’a hareket ederken, hem Balkan ittifakına girmelerini önlemek, hem de Bulgaristan’ın fethini tamamlamak vazifesini yüklenmiş bulunuyordu.
Çandarlı Ali Paşa, Edirne’den hareketinden sonra Aydos’un kuzeyindeki Nadir geçidinden geçerek Balkanları aştı. Pravadi şehrini bir gece hücumu ile aldıktan sonra Şumnu’yu zaptetti. Bundan sonra doğu istikâmetinde ilerlemeye başlayan Ali Paşa, Karadeniz kıyısındaki Varna’yı zaptetmek istediyse de Cenevizlilerin ricası üzerine, bir de Murâd Han’ın Cenevizlilerle dost geçinme siyâsetini bildiğinden geri döndü. Şumnu’nun güneybatısında bulunan, Bulgarların eski merkezi Tırnova’ya yürüyerek kısa bir muhârebeden sonra şehri zaptetti. Sonra Tırnova’dan kuzeye doğru harekâtına devam etti. Bulgar kralı Şişman ise, Osma suyunu tâkib ederek, Tuna yoluyla erzak ve sâire yardımının yetiştirilmesi kolay ve bu sebeple uzun bir muhasaraya dayanması mümkün olan müstahkem bir mevkideki Niğbolu kalesine kapandı. Ali Paşa’nın haber vermesiyle durumu öğrenen Murâd Han, büyük kuvvetle Niğbolu’ya gelip kaleyi kuşattı. Pâdişâh’ın bu kadar kısa zamanda geleceğini tahmin etmeyen kral Şişman, vaziyetinin ciddiyetini anlayarak mukavemetten ümidini kesip aman diledi. Verdiği yıllık haraca devam etmesi ve Tuna kıyısındaki bir kaleye Osmanlı askerinin yerleştirilmesi karşılığında affedildi. Bulgar kralı Şişman, sultan Murâd’ın Niğbolu önünden güneye doğru inmesini müteâkib son bir defa daha ahde vefâsızlığa yeltenince, vaziriâzam Ali Paşa derhâl bölgeye gönderildi. Kısa zamanda Silistre, Rusçuk ve Niğbolu’yu zapteden Ali Paşa, Şişman’ı da yakalayarak çocukları ile birlikte Murâd Han’ın huzuruna getirdi. Murâd Han Şişman’ı tekrar affedip, kendisini bir Osmanlı vâlisi durumuna getirerek serbest bıraktı. Böylece Bulgaristan tam itaat altına alınarak Balkan ittifakının cephesine büyük bir darbe indirilmiş oldu. Böylece Osmanlı ordusunun gerisi güvenlik altına alındı.
Murâd Han ve Çandarlı Ali Paşa, Bulgaristan taraflarıyla meşgulken, Osmanlı himayesini kabûl etmesi için haber gönderildiğinde red cevâbı veren Kosova tekfurunun üzerine, akıncı kumandanlarından Yaralı Doğan Bey kumandasında bir kaç bin kişilik kuvvet sevkedilmişti. Doğan Bey Kosova tekfurunun idaresindeki toprakları baştan başa vurup çok mikdârda esir alarak düşmanı manevî olarak çökertti. Bu arada Tîmûrtaş Paşazade Yahşî Bey de Sırp memleketlerine bir akın düzenlemek istemişse de, Balkanlı hıristiyanların ittifak hareketini geniş çapta tamamlamaları sebebiyle, Murâd Han bütün Osmanlı kuvvetlerinin kendi kumandası altında birleşmesini emrettiğinden, akın hareketini durdurdu.
Bulgaristan hareketini hâlleden vezîriâzam Ali Paşa, Yanbolu’ya dönerek Murâd Han’ın kuvvetlerine katıldı. Bu arada bir müddet önce hacca giden tecrübeli akıncı kumandanı Evrenos Bey’in dönüp orduya katılması, askerin maneviyâtını yükseltti. Osmanlı kuvvetleri düşman üzerine yürüdü. Bu sırada Sırp elçisi, meydan okuyup muhârebeye hazır olduklarını bildirdi. Elçinin hakîki geliş sebebi Osmanlı ordusunun vaziyetini öğrenmekti. Elçi geri gönderildikten sonra, harb meclisi toplandı. Evrenos Bey’in tavsiyesiyle düşmandan evvel varıp iyi yer tutmak üzere ileriye gidilmesine karar verildi ve Sırp despotu Lazar’ın merkezi olan Priştine’ye doğru yüründü.
Osmanlı ordusu Yanbolu’da Tatarpazarcığı yoluyla Sofya’ya geldi. Güneybatıya sapılarak Köstendil’e gelindi ve bu istikâmette bulunduğu bildirilen büyük haçlı ordusuna doğru yüründü. Önde Gâzi Evrenos Bey ve Paşa Yiğit’in akıncıları gidiyordu. 8 Ağustos 1389’da Priştine’nin güneybatısındaki Kosova sahrasında müttefik haçlı ordusu ile Osmanlı ordusu karşı karşıya geldi. Müttefikler büyük devletler olarak; Macaristan ve Lehistan, ikinci derecede devletler olarak da Sırbistan, Bosna krallığı, Eflak (Romanya), Boğdan (Moldavya), Hırvatistan. Bohemya, Macaristan’a tâbi Arnavutluk prenslikleri kuvvetlerinden meydana gelen 100-150.000 kişilik bir orduya sahipti. Türk ordusu ise; Karaman, Aydın, Menteşe, Saruhan, Hamîd, Teke ve Candaroğulları beyliklerinin yardımcı kuvvetleri de dâhil 60.000 kişi civarında idi.
9 Ağustos 1389 sabahı başlayan ve Osmanlı Devleti’nin ilk defa top kullandığı, sekiz saat süren şiddetli bir meydan savaşından sonra, müttefik ordusu hemen hemen tamamen imha edildi. Müttefiklerin mağrur komutanı Lazar da ölüler arasındaydı (Bkz. Kosova Meydan Muhârebeleri).
Muhârebenin sonuna doğru artık zafer tamamen belli olunca, Murâd Han, zaferin şükrânesi olarak muhârebe sahasını gezdiği şırada, bir şey söylemek isteğiyle yanına sokulan yaralı Sırp azilzâdesi Lazar’ın dâmâdı Miloş Obiliç tarafından hançerle kalbinden vurularak şehîd edildi. Cenazesi Bursa’ya getirilip Çekirge semtinde bulunan Murâd-ı Hüdâvendigâr Câmii karşısındaki türbesine defnedildi. Şehîd edildiği yere Meşhed-i Hüdâvendigâr ismiyle meşhur bir makam yaptırıldı.
Eski târihlerin kayıtlarına göre Murâd Han; orta boylu, yuvarlak yüzlü, irice burunlu, boynu uzun, parmakları iri ve enli, sakalı sık değil, cesur disiplinde babasından daha sert, hiddetli, harekâtında sür’atli bir hükümdardı. Halkı ve askeri tarafından çok sevilip, Sultân-ül-Guzât vel-Mücâhidîn, Melîk-ül-Meşâyih, Gıyâs-üd-Dünyâ ved-Dîn, Şihâbüddîn, Gâzi, Hünkâr, Hüdâvendigâr, Leys-ül-İslâm, Ebü’l-Feth, Giyâs-ül-Müslimîn, Es-Sultân-ül-Adl, Sultân-ı Muazzam gibi lakablar verildi. Yirmi dokuz sene süren hükümdarlığı zamanında zaferden zafere koşmuş ve hepsinde muvaffak olarak mağlûbiyet yüzü görmemişti. Babasından bir beylik olarak devraldığı devleti İmparatorîuk hâline getirmiştir. Gibbons’un da pek güzel tarif ettiği gibi Osman Gâzi etrafına bir ırk toplamış, Orhan Gâzi bir devlet vücûda getirmiş, fakat imparatorluğu Murâd-ı Hüdâvendigâr kurmuştur.
Zamanındaki hâdiseler ve bunlara karşı takındığı tavırlar dikkatle incelendiğinde, azîm, irâde, vakar ve ciddiyet sahibi olan Murâd Han; din farkı gözetmeksizin tebeasına karşı çok şefkatli ve merhametli idi. Samîmi şahsiyeti ile içte ve dışta sevgi ve saygı uyandırmış büyük bir Türk hükümdarı idi. Kendi gayretleri yanında, Çandarlı Halîl Hayreddîn ve onun oğlu Ali paşalar gibi iki şahsın gayret ve faaliyetleri ile hukukî, mâlî, askeri sahalarda esaslı teşkîlât yaparak, devleti aşîret hâlinden kudretli bir devlet hâline getirmişti. En tehlikeli zamanlarda bile itidalini muhafaza eder, ne suretle hareket edeceğini bilir ve vereceği kararı mutlak surette tecrübeli beyleriyle müzâkere ettikten sonra verirdi. Kendi mütâlâasına aykırı mütâlaaların isabetini takdir edince onu kabul eder, îtirâzlara ehemmiyet verir ve dinlerdi. Bu hâli, başarılarında çok etkili olmuştur.
Ağabeyi Süleymân Paşa’nın başlattığı Rumeli fütûhatını büyük bir siyâsî dehâ ile kısa zamanda geliştirdi. Anadolu’daki Türkmen aşiretlerini fethettiği bölgelere yerleştirerek, bölgede Türk nüfûsunun çoğunluğu ele geçirmesini sağladı. Bu göçler sayesindedir ki, Osmanlı Türkleri fütûhatı Viyana önlerine kadar ilerleyerek, Rumeli’de Osmanlı Devleti beş yüz yıl hâkimiyetini devam ettirdi.
Anadolu beylikleriyle de kısmen akrabalık bağları, kısmen de Karamanoğulları örneğinde olduğu gibi, zorla hâkimiyet kurarak, bu beyliklerin potansiyel askerî güçlerini Balkan fütûhatında geniş şekilde kullandı.
Fethedilen yerlerde îmâr faaliyetlerine de önem veren Murâd Han, hükümet merkezini Bursa’dan Edirne’ye taşıyarak, yeni fethetmiş olduğu Edirne’yi, yaptırdığı câmi, medrese, han, hamam, saray gibi eserlerle Türk-islâm beldesi hâline getirdi. Memleketin çeşitti yerlerini hayır eserleri ile donattı.
Sultan-ı Muazzam Murâd Han, 8 Ağustos 1389’da Berât gecesinin gününde Kosova sahrasında düşmanla karşılaştığında, askeri yorgun olduğundan o gün istirahat vermişti. Fakat o sakin yaz gününde akşam olup karanlık basınca, öyle bir fırtına çıktı ki, ortalığı tozu dumana verdi, kimse kimseyi seçemez oldu. Hava böyle giderse sayıca üstün olan kâfirin işine gelecekti. Bu durumda duâ etmekten başka çâre yoktu.
Sultan Murâd, bu mübarek Berât gecesinde, abdest alıp iki rek’at hacet namazı kıldu Sonra ellerini açıp cenâb-ı Hakk’a göz yaşları içinde şöyle yalvardı: “Ey ilâhî! Seyyidî! Mevlâyî!. Bunca kerre hazretinde duâmı kabul ettin. Beni mahrum etmedin. Gene benim duâmı kabul eyle! Bir yağmur verip, bu zulümâtı ve gubârı (tozu) def edip âlemi nûrânî tul, tâ ki kâfir leşkerini rahat görüp, yüz yüze ceng edelim! Yâ ilâhi! Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben dahî bir âciz kulunum. Benim fikrimi ve esrarımı sen bilirsin. Mülk ve mal benim maksadım değildir. Hemen hâlis ve muhlis senin rızânı isterim. Yâ Râb! Beni bu müslümanlara kurban eyle! Tek bu mü’minleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme! Yâ ilâhî! Bunca nüfûsun katline beni sebep eyleme! Bunları mensur ve muzaffer eyle! Bunlar için ben canımı kurban ederim. Tek sen kabul eyle! Asâkir-i İslâm için teslîm-i ruha razıyım. Tek bu mü’minler ruhuna benim ruhumu feda kıl! Evvel beni gâzi kıldın, âhir şehâdet rûzî (nasîb) kıl! Âmîn!” Çok geçmeden rahmet bulutları peyda oldu. Gelip Kosova sahrası üzerine boşandılar. Rüzgâr dindi. Toz sindi. Göğün yüzü açıldı.
Bundan sonra Osmanlı askerinin, İslâmiyet’i yok etmeye gelmiş haçlıları dağıtmasıyla, Osmanlı kılıcının keskinliğini bir kez daha gören düşman kaçmaya başladı. Bu büyük zafer Üzerine sultan Murâd Han, Rabbine şükrederek gazâ meydanını dolaşırken, sinsi bir saldırı sonucunda ağır bir yara aldı. Duâsının kabul olunduğunu görmenin huzuruyla bir kaç saat sonra şehâdet şerbetini içti.
Devrin Bizans tarihçisi Halkondil (Chalcondyle), Histoire de la decadence de L’Empire grec et l’Etabiissement de celui des Turcs adlı kitâbı yirmi dokuzuncu sayfasında Murâd-ı Hûdavendigâr hakkında şöyle demektedir: “Sultan Murâd, hayâtında bir çok tehlikeler atlatmış, bir çok hayırlı işler görmüş, Rumeli ve Anadolu’da otuz yediden ziyâde büyük müşkil harpleri idare ederek dâima muzaffer olmuştur. Düşmana yerini terk ettiği ve arka çevirdiği asla görülmemiştir. İşlerini güzel tanzim ile münâsip vakitte menfeatlerini elde etmesini bilirdi. Kemâl-i şehâdetle harb eder, şaşırmaz ve asla telaş göstermezdi. Askerini bir müddet istirahat ettirmeyi arzu ettiği zamanlarda vaktini avla geçirir, istirahat nedir bilmezdi. Bu hususta kendinden önceki pâdişâhları geçmiştir. Gençliğinde olduğu gibi, ihtiyarlığında da çalışkanlığını, çeviklik ve cevvâliyeti ile sertliğini kaybetmemiştir. Her şeyden evvel iyice düşünür, maksad ve meramını te’mîn için hiç bir şeyi ihmâl etmez ve unutmazdı. Kemâl-i sükûnetle boyun eğen milletlere ve sarayındaki ecnebi çocuklara yumuşaklık, sükûnet ve şefkatle muamele ederdi. Mükâfatta da sür’atli idi, herkesi adıyla çağırmak âdeti idi. Harbe girileceği zaman askerini münâsib nutukla cesaretlendirir ve yapılan en küçük yanlış hareketleri dahi müsâmahasız bir şiddetle cezalandırırdı. Dediği söze riâyet ve hürmet etmekte başta gelen hükümdarlardandı. Aleyhine çalışanlar elinden kurtulamamıştı. Murâd Han, maiyyetini heybet ve şiddetiyle titretirdi. Bununla beraber onlara hiç bir kumandanın gösteremiyeceği yumuşaklık, şefkat ve muhabbetle muamele ederdi...”
1360........ : Murâd Han’ın tahta’geçmesi, Yıldırım Bâyezîd’in doğumu, Karadeniz Ereğlisi, Ankara ve Sultanönü civarının fethi.
1363........ : Çorlu, Keşan, Dimetoka, Pınarhisar, Babaeski, Lüleburgaz, Edirne, Gümülcine, Eski Zağra ve Yenice’nin fethi, yeniçeri ocağına temel olan pençik kânununun çıkarılması.
1366........ : Sırp Sındığı Zaferi, Biga’nın fethi.
1367........ : Dubrovnik Cumhuriyeti’nin Osmanlı hâkimiyetine girmesi.
1368........ : Kızılağaç Yenicesi, Yanbolu ve İslimye’nin fethi.
1369........ : Karınova, Aydos ve Burgan’ın fethi
1370........ : Vize, Kırkkilise (Kırklareli) ve Süzebolu kalelerinin fethi, Edirne’nin başkent olması.
1373........ : Sultan Murâd’ın Sırp-Bulgar kuvvetlerini bozarak Samaku ve İhtiman kalelerini alması, Köstendil Bulgar prensi Kostantin’in teslim olması ve Çirmen zaferi. Sırp hükümdarı Lazar’ın Osmanlı hâkimiyetini kabulü.
1374........ : Adriyatik denizi ve Yunanistan civarına büyük akın hareketlerinin yapılması. Çatalca, İnceğiz ve Firecik’in fethi.
1376........ : Çandarlı Halil Paşa’nın Selanik zaferi.
1377........ : Niş’in fethi.
1378........ : Bulgaristan’ın Osmanlı hâkimiyetine girmesi. Şehzâde Bâyezîd’in Germiyan beyi Süleymân Şâh’ın kızı Devlet Hâtûn’la evlenmesi dolayısıyla geline çeyiz olarak Kütahya, Simav, Eğriöz ve Tavşanlının Osmanlılara verilmesi; Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir ve Karaağaç’ın Hamîdoğullarından satın alınması.
1382........ : Sofya, Niş ve İştip’in alınması.
1385........ : Ohri’nin fethi, Arnavutluk’ta Savra zaferi.
1386........ : Osmanlı-Karaman savaşı ve Karaman’ın Osmanlı hâkimiyetini kabulü.
1387........ : Çandarlı Halil Paşa’nın vefâtı.
1389........ : Kosova zaferi ve Murâd Han’ın şehîd olması.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı Târihi (İ. Uzunçarşılı); cild-1. sh. 159-260
2) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-1, sh. 98 v.d.
3) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-6, sh. 4250
4) Tâc-üt-tevârih
5) Neşri Târihi
6) Âşıkpaşazâde Târihi
7) Bezm-ü-rezm (İstanbul-1928); sh. 383
8) Ed-Devlet-ül-Osmâniyye (Zeynî Dahlan, İstanbul-1283); sh. 118
9) Münşeât-üs-Selâtîn (Feridun Bey, İstanbul-1283); cild-1, sh. 11
10) Osmanlı İmparatorluğu Târihi; cild-2, sh. 153
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-10, sh. 322
12) Rehber Ansiklopedisi; cild-12, sh. 311
13) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-2, sh. 285 v.d.
14) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 33 v.d.
15) Halkondil (Chalcondyle), Histoire de la decadence de L’Empîre grec et L’Etablissement de celui des Turcs; sh. 29