Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’la hemen hemen aynı büyüklük ve nüfûsa sahip, Anadolu’ya, Muğla deveboynu burnundan uzaklığı yüz seksen, Mora yarımadasına ise doksan beş kilometre mesafede bir ada.
826 senesinde halîfe Me’mûn tarafından fethedilerek İslâm topraklarına katılan Ada, yaklaşık 135 yıllık bir idareden sonra tekrar Bizans kuvvetlerinin eline geçti. Dördüncü haçlı seferi sırasında Bizans Latinler tarafından istilâ edilince, 1204’de Venedikliler adayı ele geçirdiler. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında Aydınoğlu Umur Bey donanma ile Girid’e çeşitli akınlar düzenledi.
İstanbul’un fethinden sonra ada Venedikliler tarafından iyi tahkim edildi. Fâtih Sultan Mehmed Han zamanında Venediklilerle yapılan savaşlarda (1463-1479) Girid’e akınlar yapıldı. Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinde ise Barbaros Hayreddîn Paşa yönetimindeki Osmanlı donanması Girid’i bir hayli hırpaladı. 1540’da Osmanlı Devleti ile Venedikliler arasında yapılan andlaşma adaya yapılan akınları bir süre durdurdu. İkinci Selim Hân zamanında Kıbrıs’ın fethi sebebiyle Venedikle Osmanlı Devleti tekrar savaş durumuna gelince saldırılar yeniden başladı. 1567 senesinde bir gece baskınında Suda kalesi tahrîb edilirken, öbür tarafta Hanya kalesi Türk denizcilerinden güçlükle kurtulabildi. Cezâyir’den gelen bir donanma ise Resmo bölgesini top ateşine tuttu.
1638 senesinde dördüncü Murâd Han’ın Bağdâd seferi sırasında Doğu Akdeniz’in emniyetini te’min etmekte Cezâyir ve Tunus donanmaları vazifelendirilmişti. Bu arada Tunus donanması kapdanlarından Bicenoğlu Ali Bey 16 parçalık filosuyla Girid’i vurduktan sonra, Avlonya limanına gemileri yağlamak maksadıyla demir atmış ve levendlerini de dağıtmıştı. Venedikliler bunu öğrenince, Marino Capello komutasında 29 parçalık bir donanma sevkederek şehri topa tuttular ve Bicenoğlu’nun mürettebatsız bulunan gemilerini alıp götürdüler.
Venediklilerin, gemileri zaptetmeleri ve şehri topa tutarak bir minareyi yıkmaları üzerine dördüncü Murâd Han derhâl Venedik’e harb açmak için güçlü bir donanma hazırlanmasını emretti. Güçlü ve enerjik Sultan’dan çekinen Venedikliler telâşa kapıldılar. Derhâl İstanbul’a bir elçiyle yüklü bir tazminat göndererek seferi önlemek istediler. Ancak sultan Murâd Han’ın vefâtı sebebiyle bu parayı vermediler. Bunun üzerine vezîriâzam Kara Mustafa Paşa, donanmanın hazırlığa devamını emretti. Cezâyir, Tunus ve Trablus donanmalarının da ilk bahardaki sefere hazırlanmaları bildirildi. Fakat Venedikliler hemen elçileri vasıtasıyla elli bin flori altın göndererek muhârebeyi önlediler.
Sultan İbrâhim tahta geçtikten sonra, 1644 senesinde kızlarağası Sümbül Ağa’yı azlederek Mısır’a sürgün etmişti. Sünbül Ağa deniz yoluyla Mısır’a sevkedileceği sırada, donanma gemileri İstanbul’da bulunmadığından, bütün ağırlığıyla beraber Karadeniz limanlarında yeni yapılıp gelen İbrâhim Reis’in gemisine bindirildi. Bu arada Mekke kâdılığına tâyin edilen Bursalı Mehmed Efendi ve hac yolculuğuna çıkanlar da gemideydi.
Bir çok mal ve insan taşıyan bir geminin askersiz ve silâhsız olarak yola çıktığını duyan Malta korsanları, Girid’in kuzeydoğusundaki Kerpe adasının bir yerine gizlenerek yolu gözetlemeye başlamışlardı. İbrâhim Reis Rodos’a varınca, Malta korsanlarının beklediğinden haberdâr olmuş, fakat Sünbül Ağa ve hacıların acele etmeleri sebebiyle beklemeden tekrar yola çıkmak mecburiyetinde kalmıştı. Gemi, Kerpe açıklarında seyrederken, Malta korsanları ortaya çıkıp saldırdılar. Topu ve askeri olmamasına rağmen İbrâhim Reis cenge başlamış, gemide bulunan 600 civarındaki yolcudan Sünbül Ağa dâhil 550’si katledilip, Mekke kâdısıyla beraber 50 kadarı da esir alınarak malları yağmalanmış ve gemi korsanlar tarafından zaptedilmişti.
Gemiyi yedeklerine alarak Girid’e giden korsanlar, elde ettikleri ganimetin bir kısmını Girid vâlisine verip kalanını adada sattılar.
Bu fâciâ üzerine derhâl donanma hazırlanması emrolundu ve silâhdârlıktan ikinci vezir olan Yûsuf Paşa, Girid üzerine serdâr tâyin edildi.
Esasen Trablus, Tunus ve Cezâyir deniz yolları üzerinde bulunan Girid adasının, bu ehemmiyetli mevkii sebebiyle Osmanlı Devleti tarafından er-geç zaptedilmesi gerekiyordu. Hattâ denilebilir ki, bu hususta geç bile kalınmıştı. Eğer Girid, Osmanlı Devleti’nin olsaydı, Malta şövalyeleri buralara kadar gelip korsanlık yapamazlardı. Ayrıca adanın Venediklilerin elinde bulunması, Akdeniz’deki Türk hâkimiyetini tehdîd ediyordu. Diğer taraftan bu denizde hâkimiyetin muhafazası için, donanmaya bir üs vazifesi görecek olan Girid, artık Venedik’in elinde bırakılamazdı.
Osmanlı Devleti’nin Girid üzerindeki emellerini anlayan Venedikliler, adada ellerinden geldiği kadar savunma tedbirleri almaktan geri kalmadılar. Düşmanın daha fazla yığınak yapmasını istemeyen Osmanlı sultânı İbrâhim Han, düşmanın hazırlıklarını farkedeceğini anlayarak, ince bir propagandayla seferin Malta üzerine olacağını bütün Avrupa’ya yaydı. Durum İstanbul’daki Venedik balyozuna da (elçisi) resmen bildirildi. Venedik balyozu kendi hükümetine raporunda dikkatli olunmasını yazdıysa da, sultan İbrâhim’in dâhiyane propagandasına kanan Venedik, Girid’e sâdece 23 kadırga ile asker ve mühimmat gönderdi.
30 Nisan 1645’de donanma-yı hümâyun İstanbul’dan hareket etti. Sultan İbrâhim, serdâr Yûsuf Paşa ve diğer ileri gelenlere hil’atler giydirdi. Donanma, Gelibolu’da bir kaç gün kalarak bâzı ikmâl maddeleriyle Rumeli askerlerinin bir kısmını aldı. Bir kısım Anadolu askerini de Çardak iskelesinden aldıktan sonra, Çanakkale boğazından geçerek, Ege denizine açıldı ve 21 Mayıs’da Sakız’a, 28 Mayıs’da Termis’e geldi. 8 Haziran’da Navarin’e geçti. Trablusgarb beylerbeyi Abdurrahmân Paşa, 8 kadırgasıyla gelerek burada donanmaya katıldı. Seferin Malta’ya olduğu duyurulduğu için Girid geçilmişti. Bunu, donanmada bir kaç paşadan başka kimse bilmiyordu. Aynı gün Bekir Paşa 17 kadırgayla Navarin’den Tunus’a açıldı. Son hazırlıklar yapılıp 21 Haziran’da Navarin’den ayrıldıktan sonra Yûsuf Paşa, kapdanları, baştardesine davet etti. Pâdişâh’ın al kadife kese içinde bulunan hatt-ı hümâyûnunu çıkardı. Üç defa öpüp başına koyduktan sonra mührünü açıp okudu. Herkes, seferin Girid üzerine olduğunu öğrendi.
Trablus, Tunus ve Cezâyir gemileriyle beraber irili ufaklı 300 parçayı bulan donanma, güneydoğuya dümen kırarak Girid’in Hanya burnuna doğru yol almaya başladı. 3 gün içinde Girid’e ulaşan donanma ilk çıkarmayı 24 Haziran 1645 gecesi Hanya’nın üç-dört mil kuzeyindeki Ayatodori adasına ve Hanya yakınlarına yaptı. Ayatodori’deki Turiulu kalesi ele geçirildi. 25 Haziran’da ise buradaki limanı koruyan kale alındı ve Hanya kuşatıldı. Bu arada Cezâyir filosu 20 gemiyle adaya yardımcı kuvvet getirdi. Bu kuvvetler Suda limanının muhafazasına me’mur oldular.
Hanya kalesi pek müstahkemdi. Osmanlı devleti Ege adalarını ele geçirmeye başladığından beri Girid kalelerinin tahkîmâtı zaman zaman elden geçirilip arttırılmıştı. Muhasaranın kırk beşinci ve elli ikinci günleri umûmî hücum yapıldıysa da kale düşürülemedi. Kale kumandanı üçüncü bir umûmî hücuma mâni olamayacağını anlayarak 18 Ağustos 1645 târihinde imzalanan andlaşma ile kaleyi teslim etti. Kale müdafileri kadırgalarına binerek malları ve aileleriyle beraber Kandiye’ye götürüldüler. Hanya muhafazasına Küçük Hasan Paşa tâyin edildi.
Osmanlı donanmasının Girid’e geldiğini duyan Venedikliler, Papalık, Malta ve İspanya’nın da yardımlarıyla büyük bir donanma hazırlayarak Suda limanına geldilerse de, Hanya kalesinin düştüğünü öğrenince karaya asker çıkarmadılar.
Serdâr Yûsuf Paşa, Hanya’ya yeteri mikdarda muhafız kuvvet, cephane ve mühimmat ile yiyecek koyduktan sonra, Kasım ayı sonlarında İstanbul’a döndü. Venedik donanması ise Osmanlı sahillerine taarruz edip şimdiki Patras kasabası iskelesine başarısız saldırılarda bulundu.
Sultan İbrâhim, Hanya muhafızlığını ikinci vezirliğe yükselttiği Deli Hüseyin Paşa’ya verdi. Küçük Hasan Paşa da Rumeli beylerbeyliğine döndü. Devrin büyük askeri olan ve cesaretinden dolayı Deli lakabını alan Bursa Yenişehir’li Hüseyin Paşa, 2 Şubat 1646’da Hanya’ya ayak bastı ve Girid’i tamamen ele geçirmek için savaşa başladı. Hanya’nın çevresini ve Kisamo kalesini fethetti. Venediklilere büyük kayıplar verdirdi.
7 Nisan’da Venedikliler, İstanbul’dan Girid’e yardım gitmesini engellemek için Çanakkale boğazının ağzına kadar ilerleyip, Bozcaada’ya asker çıkardılarsa da bir kaç gün sonra Rumeli beylerbeyi Küçük Hasan Paşa tarafından büyük zâyiât verdirilerek adadan atıldılar.
Bu arada Girid serdârı tâyin edilip, İstanbul’dan yola çıkan Sultanzâde Mehmed Paşa, 12 Temmuz’da adaya gelip, Suda kalesinin muhasarasına başladı. Ancak kısa bir süre sonra vefât edince, yerine Hanya muhafızı Deli Hüseyin Paşa serdâr oldu.
Hüseyin Paşa serdâr olunca, denizden takviye alması önlenmedikçe alınamayacağı anlaşılmış olan Suda kalesini muhasaradan vazgeçerek, 7 Ekim 1646’da Resmo kalesini muhasaraya başladı. Kandiye ve Hanya arasındaki bu kale Girid’in üçüncü büyük müstahkem mevkii idi. 11 Ekim’de Resmo’nun az doğusundaki Milopotamo (Sivrihisar), 20 Ekim’de de Resmo ele geçirildi. Daha sonra Kandiye taraflarına doğru ilerleyerek bâzı kaleleri alıp Kandiye’yi kuşattı.
1656 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyâsî durumu sebebiyle Girid’de büyük çaplı bir harekete girişilememiş, Deli Hüseyin Paşa’nın komutasındaki ilk çıkarılan kuvvetlerle bu başarılar sağlanabilmişti. Köprülü Mehmed Paşa sadrâzam olunca, fetih faaliyetleri arttırıldı. Venediklilerin elinde ege adaları alınarak deniz güçleri kırıldı.
Dördüncü Mehmed Han, Anadolu ve Rumeli’de iç ve dış güvenliği sağladı ve yıllardır askıda kalan Girid mes’elesini halletmeye karar verdi. Bizzat sadrâzam Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa’yı serdâr olarak adaya gönderdi (1666).
Fâzıl Ahmed Paşa, Hanya’da karaya çıktıktan sonra, Kandiye karşısındaki Osmanlı karargâhına gelerek durumu gözden geçirdi. Bir ay sonra donanma ile yeni takviyeler geldiğinden, Türk kuvvetlerinin mikdârı 70.000’i buldu. Her türlü hazırlıklar yapıldıktan sonra harb meclisi toplanıp gerekli strateji tesbit edildi.
Askerin mevziye girmesini müteâkib 21 Mayıs 1667’de muhasara ve muhârebeler başladı. Bu arada düşman, Malta ve Papalık donanmaları tarafından yardımcı kuvvetlerle takviye almış, Osmanlı ordusuna da Sivas ve Budin vâlileri iltihak etmişlerdi. Muhârebe esâs îtibâriyle müstahkem bir kalenin kuşatılmasından ibaret olduğundan, mücâdelenin esâsını top ve tüfek çatışmaları ile lağım açıp patlatma faaliyetleri teşkil ediyordu.
Venedikliler bir yandan bütün güçleriyle müdâfaaya çalışırken bir taraftan da müzâkere imkânlarını arayarak mümkün olduğu kadar az zararla kurtulmak istiyorlardı. Fazıl Ahmed Paşa ise hem muhasaranın şiddetle devam ettirilmesi için gerekli tedbirleri alıyor, hem de kışın gelmesi sebebiyle muhârebenin durakladığı aylarda Venediklilerle görüşerek kalenin sulh ile te’mini için çalışıyordu.
Kış mevsimi geçtikten sonra 30 Haziran 1668’de Kandiye muhasarası Türk kuvvetlerinin taarruzuyla yeniden şiddetlendi. Fâzıl Ahmed Paşa, baharda dört defa yardım alarak eksiklerini tamamladı. Venediklilerin yeni anlaşma istekleri ise kabul edilmeyip, Kandiye surları iyice tahrib edildi. 15 Temmuz’da düşman cephaneliğine isabet eden bir Türk güllesi, düşmanın 2000 kantar barut, bir çok malzeme ve askerinin telefine sebeb oldu.
Kandiye muhasarasının uzamasına dayanamıyan dördüncü Mehmed, bizzat sefer için Edirne’den Girid’e doğru yola çıktı. Dimetoka, Gümülcine, Kavala, Seren, Selanik, Yenişehir yoluyla Glos limanına kadar geldi. Ancak kışın gelmesi ve muhasaranın şiddetini kaybetmesi sebebiyle Edirne’ye dönmek mecburiyetinde kaldı.
Bu arada Venedik’ten İstanbul’a fevkalâde bir elçi geldi. Arzusu üzerine Koca Mustafa Paşa’nın huzuruna çıkarıldı. Kandiye kendilerinde kalmak şartıyla her türlü sulhe razı olduklarını bildirdi. Mustafa Paşa ise, kendisini Kandiye kalesinin anahtarını getirdiğini zannederek kabul ettiğini, aksi hâlde görüşmenin lüzumsuz olduğunu söyledi. Venedik elçisi ise, buna Venedik senatosunun çoktan razı olduğunu fakat Kandiye’nin tesiimi hâlinde, papa başta olmak üzere bütün Avrupa devletlerinin gönderdikleri muazzam yardımın hesabını soracaklarından korktuklarını beyân etti. Bunun üzerine orada bulunan şeyhülislâm Minkârîzâde Yahyâ Efendi; “Demek ki siz İspanyol ve Fransızlara îtimâd ettiniz. Devlet-i âliyye-i Osmaniye ise sâdece Allah’a îtimâd eder ve tiz zamanda lütf-i ilâhî ile Kandıye’yi alır” dedi. Sonuç alamayan elçi İstanbul’u terketti.
1669 Ağustos’unda Kandiye kale kuvvetleri komutanıyla Fransız yardımcı kuvvetleri komutanı arasında anlaşmazlık çıkınca, müttefik donanması Girid’i terketti. Bu fırsatı kaçırmayan Fâzıl Ahmed Paşa, muhasarayı iyice şiddetlendirip düşmanın kaleyi vire ile teslim etmesini sağladı. 6 Eylül 1669’da bir andlaşma yapılarak Girid savaşma son verildi ve yaklaşık yirmi beş senedir Osmanlı Devleti’ni uğraştıran mes’ele son buldu. Bu arada Osmanlı adaletini gören bir kısım halk müslüman olmuş, Anadolu’dan getirilen müslümanlarla beraber çoğunluğu teşkil etmişlerdi. Girid idâri olarak, Kandiye eyâlet merkezi olmak üzere; Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarına ayrıldı. İlk isyânların çıktığı 1821 yılına kadar Girid halkı Osmanlı adaleti altında 152 sene sulh ve sükûn içinde yaşadı. 6 Eylül andlaşması gereğince Venediklilere bırakılan Granbosa kalesi 1692’de, Spınalonya ve Suda kaleleri ise 1715’de fethedilerek Girid’in Venedik’le ilgisi büsbütün kesildi. Çar birinci Petro ile başlayan ve gittikçe artan Rus tahrikleri, Fransız ihtilâli ile uyandırılan milliyetçilik duyguları, Girid’de bâzı kıpırdanışlara yol açtı. Hıristiyan tebea arasında Osmanlı Devleti’nden ayrılma istekleri baş gösterdi. Rumların kurdukları Etniki Eterya cemiyetinin propagandası, adanın rum halkını açıktan açığa harekete geçirdi. Tepedelenli Ali Paşa isyânının bastırılması sırasında Mora’da ve adalarda çıkan isyân, Girid’e de sıçradı. Başta hırsızlık ve serkeşlikleriyle tanınan Isfakyalılar olmak üzere Hanya sancağına bağlı Apokorono ve Hanya nahiyesinin dağ köyleri reâyası 1821 Temmuz ayı başlarında ayaklandılar. Meskûn kasabalarla köylerde bulunan Türklere hücum ettiler. Rumların Türkler üzerine saldırılarını ve işledikleri zulümleri öğrenen sultan İkinci Mahmûd Han-ı Adlî, bu isyânı bastırmakla Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşa’yı görevlendirdi. İsyanı bastırınca kendisine Girid vâliliği de verildi.
1830 yılında sona eren Osmanlı-Rus harbi sonunda bir Yunan krallığı kurulunca, adanın Yunanistan’a verilmediğini gören Girid rumları yeniden ayaklandılar. Mehmed Ali Paşa 1831 yılında bu ayaklanmayı bastırdı ise de Yunanlılar tarafından durmadan körüklenen fesat ve kışkırtmalar bir türlü dinmedi. 1840 Londra andlaşması ile Girid’in idaresi Mısır’dan alınıp tekrar Osmanlı Devletine verildi. Eski vâli Mustafa Vâilî Paşa, bundan sonra da görevine devam etti. 1841’de Yunan mültecilerinin tahrikleri ile çıkarılan bir ayaklanmayı da kolayca bastırdı.
Bu arada îlân edilmiş olan Tanzîmât fermanı hükümlerinin Girid’de de uygulanması, ahâlîyi yeterince memnun etmedi. 1864’de yedi ada Yunanistan’a verilince, tekrar rumlarla meskûn yerlerin birleştirilmesi ile büyük bir Yunanistan kurma arzusu belirdi. Adayı Osmanlı Devleti’nden çekip koparmak için ahâlisini ayaklandırma çalışmalarına hız verdikleri gibi, Yunan gemileriyle de adaya devamlı gönüllü rumları taşıdılar. Çok geçmeden 1866’da geniş bir ayaklanma başladı. Âsîler, Bâb-ı âli’ce kabulü imkânsız isteklerde bulundular. İstekleri reddedilince, adanın Yunanistan krallığına katıldığını îlân ettiler. İngiltere, Fransa ve Rusya ise, Osmanlı Devleti’ne ültimatom vererek adanın Yunanistan’a iltihâkının kabul edilmesini, hiç değilse muhtariyet verilmesini istediler. Bâb-ı âlî ise buna yanaşmayarak müzâkere ile çözüm bulmak üzere adanın her nahiyesi halkından ikişer temsilcinin İstanbul’a gönderilmesini istedi. Bu teklif de reddolununca, Ömer Paşa Girid’e gönderildi. Ömer Paşa gerekli tedbirleri almaya başlayınca yine âsîleri her bakımdan destekleyen Yunanistan’ın tertibiyle hıristiyan köylü ve Yunanistan’dan gelme gönüllüler güya adadan ayrılma bahanesi ile sahillere yığıldılar. Bu hâli, müdâhaleye fırsat kabul eden büyük devletlerin Girid konsolosları, sözde Osmanlı askerinin zulmünden kaçan bu zavallıları insanlık adına korumak zorunda olduklarını ileri sürerek, kendi gemileri ile Yunanistan’a taşımaya başladılar. Öte yandan Yunanistan adaya gönüllü yığmaya devam ediyordu. Büyük devletler olaya müdâhale etmek istedilerse de, Bâb-ı âlî içişlerine kimseyi karıştırmamak hususundaki karârında direndi. Bu arada Abdülazîz Han mes’eleyi çözümlemesi için sadrâzâm Âlî Paşa’yı olağanüstü yetkilerle adaya gönderdi.
Alî Paşa, Girid’de, bâzı çalışmalarından sonra bir ferman yayınladı. Buna göre Girid adası çeşitli sancaklara ve kazalara ayrılmış, kazalar da nahiyelere taksim olunmuştu. Bu sancaklara tâyin edilecek mutasarrıfların yarısı müslüman, yarısı hıristiyan olacaktı. Kazalar kaymakamları da ahâlinin çoğunluğunun mensub olduğu din ve mezhebe göre müslüman veya hıristiyan olacaktı. Müslüman mutasarrıflara hıristiyan, hıristiyanlara da bir müslüman muavin verilecekti. Vilâyet, sancak ve kazalarda birer idare meclisi kurulacak ve bu meclislerde halk tarafından seçilmiş üyelerin yarısı hıristiyan olacaktı. Vilâyet merkezinde, sancak ve kazalarda dâvaların görülmesi için kurulan ve Fransız medenî kânununa göre hüküm veren Deâvî Meclisi’nin üyelerinin yarısı; ahâlinin hepsi hıristiyan olan yerlerde tamâmı hıristiyan olacaktı. Sancaklarda hıristiyanlar için ayrı bir hıristiyan meclisi kurulacaktı. Alî Paşa, adadaki hıristiyan tebeaya adetâ muhtariyet derecesinde selâhiyetler tanıyan ve ilerde Osmanlı Devleti’nden kopmasına sebeb olacak hıyanet derecesine varan bu imtiyazları ıslâhat adı altında yürürlüğe koydu (Kasım 1868).
Ancak bu yeni yönetim şekli de probleme sürekli bir çözüm getirmedi. Rum ahâlinin arasında radikal parti kuruldu. 1877’de Osmanlı-Rus savaşını (93 harbi) fırsat bilerek yeniden ayaklandılar. Berlin kongresinde Girid’in Yunanistan’a katılma isteği reddedildi ise de, 1868’de Âlî Paşa’nın yürürlüğe koyduğu imtiyazların bâzı değişikliklerle uygulanması, Osmanlı Devleti tarafından taahhüd edildi. Bu amaçla Girid’e gönderilen Gâzi Ahmed Muhtar Paşa ile âsîler arasında batılı konsolosların denetimi altında yapılan Halepa sözleşmesi imzalandı (23 Ekim 1878). Bu sözleşmeye göre Girid vâlisi her beş yılda bir büyük devletlerin muvafakati ile Bâb-ı âlî tarafından tâyin edilen bir hıristiyan olacaktı. 80 üyeli bir meclis kurulacak, bu meclisin 49 üyesi hıristiyan, 31 üyesi müslüman olacak, mahallî jandarma kuvvetlerine hıristiyanlar da alınacaktı.
Muhtariyete yakın bir yönetim sistemi sağlayan Halepa sözleşmesi de ada rumlarının emellerini söndürmedi. Fırsat buldukça ayaklandılar. Bunun üzerine 1889’da Girid’e gönderilen Şâkir Paşa idareyi ele alıp imtiyazlarda bâzı kısıtlamalar yapıldı. Fakat bir süre sonra iç tazyik ve dış baskılar sonunda hâriciye nâzırı Tevfik Paşa İstanbul’da altı büyük devletin temsilcileriyle beraber hazırladığı Halepa sözleşmesi esaslarına dayanan yeni bir nizâmnâmeyi hazırlayıp yürürlüğe koydu (5 Ağustos 1896).
Bununla da tatmin olmayan Yunanistan, prens George’un kumandası altında bir filoyu Girid’e yolladı ve 16 Şubat 1897’de karaya çıkarılan askerin komutanı Vassof, 16 Şubat 1897’de Yunan kralı adına adayı zaptettiğini îlân etti. Bunu protesto eden Bâb-ı âlî’nin kararlı tutumu üzerine altı devlet işbirliği hâlinde Atina hükümetini 6 gün içinde savaş gemileriyle askerlerini adadan çekmeye davet ettiler. Yunanistan sâdece gemilerini çekmekle yetinip askerini adada bıraktı. Bu durumu savaş sebebi kabul eden Osmanlı Devleti, Yunanistan’a harb ilân etti (18 Nisan 1897).
Harbin kısa bir zamanda Osmanlı Devleti’nin tam bir zaferi ile bitmesi, Girid’de Osmanlı hâkimiyeti bakımından beklenenin tam tersi bir sonuç getirdi. Büyük devletler başta İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya adanın hemen Yunanistan’la birleşmesine tarafdâr olmadıklarını ifâde etmekle beraber, Bâb-ı âlî’yi hükümranlık hakkı saklı kalmak şartıyla adaya muhtariyet vermeye zorladılar. Bu sistemin bir gereği olarak adada bulunan Yunan askerleriyle beraber Osmanlı kuvvetleri de geri çekildi. Rusya, Fransa, İngiltere ve İtalya’nın himayeleri altında kurdurdukları yeni yönetimin başına Osmanlı hükümetinin bütün itirazlarına rağmen Yunan kralının oğlu Yorgi fevkalâde komiser olarak getirildi. Osmanlı me’murlarına işten el çektirilerek yönetimi doğrudan doğruya ellerine aldılar.
Bunu ganimet bilen rum çeteleri bir çok Türk köylerini tahrib edip, yangınlar çıkardılar. Hayvanları alıp götürdüler. Yüzlerce erkek öldürdükleri gibi, müslüman ahâliyi genç-ihtiyâr, kadın-çocuk demeden câmilere doldurup yakarak hunharca katlettiler. Yunanistan’dan, aralıksız bir çalışma ile gönüllü çete, cephane ve erzak gönderilerek adanın yarıya yakın olan müslüman nüfûsu yok denecek seviyeye indi.
Rumlar, Girid fevkalâde komiseri Yorgi ve ondan sonra andlaşmalara aykırı olarak Yunan kralı tarafından tâyin edilen Zaimis zamanlarında bağımsızlık çalışmalarını hızlandırdılar. İkinci Meşrûtiyet’in ilânı ve İttihâd ve Terakkî’nin yönetimdeki zaaflarından faydalanan, Avusturya’nın Bosna ve Hersek’i ilhakı, Bulgaristan’ın da bağımsızlığını îlân etmesi fırsatını kaçırmayan Girid meclisi de adanın Yunanistan’a katılmasına karar verdi (9 Ocak 1909). 1910 Mayıs’ında Girid millî meclisi Helenlerin kralı adına açıldı ve meb’ûslar bu krala itaat edeceklerine yemin ettiler. Ne müslüman meb’ûsların itirazlarına, ne de bu hareketi hükümranlık haklarına tecâvüz sayan Bâb-ı âlî’nin protestolarına aldırış eden olmadı. Çoğunluk partisinin ve aynı zamanda Girid hükümetinin başkanı Venizelos’un tekfifi ile Müslüman meb’ûslar meclis toplantılarına alınmadılar. Bâb-ı âlî bunu protesto etti. Fakat büyük devletler Girid meclisinin hıristiyan üyelerine ihtarda bulunduklarını söyleyerek oyalama taktiklerini sürdürdüler. Girid’in hıristiyan yönetimi ise, adanın Yunanistan’la birleşmesi yolunda yeni bir adım daha attı. 25 Girid meb’ûsu Yunanistan parlamentosuna katılma karârı aldı. Yunan hükümeti barışın korunması için Girid meb’ûslarının katılmalarına bir süre için karşı durur bir tavır takındı. Balkan harbi çıkarma tertiblerinin tamamlanıp Balkan devletleri ittifakla Osmanlı Devleti’ne harb açınca, barışı koruma endişesi de ortadan kalktığından, Yunanistan ve Girid meclislerinin birleştiği resmen îlân edildi (10 Ekim 1912). Yunanistan’dan Girid’e bir genel vâli gönderildi. Balkan harbi sebebiyle çok sıkışık durumda olan Bâb-ı âlî bu oldu bittiyi protesto etmekten başka bir şey yapamadı.
Balkan harbinden yenik çıkan Osmanlı Devleti, 30 Mayıs 1913’de Londra’da ve 10 Ağustos 1913’de Bükreş’te yapılan andlaşmalarta Girid adasının Yunanistan’a ilhakını resmen tanıdı. Rumlar, adada yönetimi ele geçirdikten sonra başlattıkları katliâm ve asimilasyon hadiseleriyle müslüman Türk nüfûsunu yok ettiler.
Ege’de büyük bir ada. İki seneyi aşkın zamandır kıyıya vuran dalgalar, Osmanlının sabır, cesaret ve azametini terennüm etmektedir. Esen rüzgârlar âdeta payitahta zafer müjdesini götürmek için sabırsızlanıyor. Başta Kandiye kalesi ve bütün Girid, Osmanlı sancağına kucak açmış, burçlarda dalgalanacağı zamanı bekliyorlar.
Ordunun başında ciğerlerinden rahatsız Fâzıl Ahmed Paşa var. Tecrübesiz, ama yılmak bilmiyen bir azim sahibi... Kandiye kalesini iki sene üç ay yirmi gün yaz kış demeden kuşattı. Kışın sabahtan akşama kadar diz kapağına kadar çamur içinde asker arasında dolaşır, onların sırtlarını okşar, maneviyâtlarını yükseltirdi. Akşam olunca, yorgun argın çadırına döndüğünde bütün yorgunluğu dindiren ihtiyar biriyle karşılaşırdı. Bu ciğerparesinin rahatsızlığını bilen ana yüreğinin verdiği merhametle yaralarına merhem olmak için gelen ihtiyar anacığından başkası değildir. Gün görmüş, kahır çekmiş, saçları ağarmış Sâliha Hanım, hep oğluyla beraberdir. Fâzıl Ahmed Paşa, her akşam anacığının dizlerine kapanır, ağlar; “Âh anacağım! Bugün de kale teslim olmadı” derdi.
Sâliha Hanım, yiğid oğlunun omuzunu okşar; “Bugün olmadıysa inşâallah yarın olacaktır. Sen Kandiye fâtihi olarak İstanbul’a döneceksin, bende fâtihin anası olarak hacca gidip, sevgili Peygamberimizin yattığı toprağa yüz süreceğim” derdi.
Nihayet o gün geldi. 5 Eylül 1669’da Kandiye teslim oldu. Bu muhasarada Türk ordusu 56 yer üstünden, 45 yer altından hücum yapmış, 3500 civarında lağım patlatmıştı. Şehîd sayısının otuz bini bulduğu rivayet edilir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-3, kısım-1, sh. 326. 414
2) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-10, sh. 94, 163, cild-11, sh. 166
3) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-5, sh. 323, 390
4) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-4, sh. 1964
5) Girid’i Nasıl Kaybettik (İhsân Ilgar. Hayat Târih Mecmuası, 1970/1. sh. 79)
6) Girid Islâhatı (Hayat Târih Mecmuası, 1968/2, sh. 60)
7) Türk Silâhlı Kuvvetleri Târihi, Girid Seferi (1645-1669) (Genelkurmay Basımevi, Ankara-1977)
8) Girid Mes’elesi (Münir Aktepe)
9) Rehber Ansiklopedisi; cild-11, sh. 332
10) Girid Hâtıraları (Tahmiscizâde Mehmed Mâcid)