Tanzîmât devri Osmanlı sadrâzamlarından. Rusçuklu Hâfız Mehmed Eşraf Efendi’nin oğlu olup, 1822’de İstanbul’da doğdu. Asıl adı Ahmed Şefik’tir. Me’mûriyeti esnasında Midhat mahlası verildiği için, bu adla tanındı. 1833’de Ağa Hüseyin Paşa’nın Vidin vâliliği sırasında babası nâib tâyin edilince, babasıyla birlikte Vidin’e gitti. 1834’de İstanbul’a döndü. Bu arada Reîsülküttâb Akif Paşa’nın aracılığı ile Dîvân-ı hümâyûn kalemine çırak girdi. Dîvânî hattını altı ayda öğrendi ve kendisine Midhat mahlası verildi. 1835’de babası Lofca nâibliğine tâyin olununca babasıyla birlikte gitti. Ertesi yıl tekrar İstanbul’a döndü. Dîvân kalemine devam etmekle birlikte çeşitli hocalardan özel dersler aldı. Fârisî öğrendi. 1838’de Bâb-ı âlîdeki genç kâtiplerin devam ettirildiği Mekteb-i irfâniyeye ve özel hocalardan ders almaya devam etti. 1840’da sadâret mektûbî kaleminde vazife aldı. 1842’de 2.500 kuruş maaşla Şam tahrîrât kitabeti refakatine tâyin edildi. İki buçuk sene kadar Şam’da ve Sayda’da kaldıktan sonra İstanbul’a döndü. 1845’de Bekir Sâmi Paşa’nın dîvân kâtibi olarak Konya’ya, 1847’de de Kastamonu’ya gitti. Bir müddet sonra İstanbul’a gelerek evlendi. 1849’da Meclis-i vâlâ mazbata kalemine girdi. Akranları arasında yükselerek, 1850’de mümeyyizliğe terfi ettirildi. Şam ve Haleb civarı gümrükleriyle ilgili tahkîkâtı yürütmekle vazifelendirildi. Vazifesini tamamlayarak altı ay sonra geri döndü. Mustafa Reşîd ve Âlî paşaların takdîrini kazandı.
Mustafa Reşîd, Âlî, Mütercim Rüşdî ve Sâdık Rifat paşaların başkanlıklarında toplanan mühim meclislerin zabıt kâtipliğinde bulundu. 1851 yılında, Anadolu ikinci kâtipliğine rütbe-i ûlâ sınıf-ı sânîsi verilerek, tâyin edildi. 1856’dan sonra Vidin ve Silistre vâliliklerinin tahkikatını yapmak için gönderildi. Yapmış olduğu tahkikatın aleyhinde bâzı dedikodular çıkması üzerine, 1858’de bir müddet istirahat etmek üzere Avrupa’ya gitti. Paris, Londra, Viyana ve Belçika taraflarını gezip, incelemelerde bulundu. Osmanlı Devleti’nin parçalanması ve yıkılmasına yönelik Avrupai fikirlerin te’sirinde kaldı. 1859’da yurda döndü ve Meclis-i vâlâ başkâtipliğine getirildi. 1861’de vezirlik rütbesi verilerek Niş vâliliğine tâyin edildi. 1862’de birinci rütbe mecîdi nişanı verildi. Niş vâliliği sırasında Avrupalıların dikkat ve iigisini çeken Midhat Paşa’nın faaliyetleri hakkında medhiyeler yazıldı. Yaptığı çalışmaların, Vidin ve Silistre vilâyetlerinde de uygulanmasına karar verildi. Avrupa hayranı Âlî ve Fuâd paşalar, Midhat Paşa’yı İstanbul’a çağırdılar. 1864’de Silistre, Vidin ve Niş eyâletleri birleştirilip, Tuna adıyla yeni bir eyâlet kuruldu ve vâliliğine de Midhat Paşa tâyin edildi. Bu vilâyette yaptığı bâzı çalışmalar da Avrupa devletleri tarafından takdir edilerek övüldü.
1868 yılında Şûrâ-yı devlet reisliğine getirilen Midhat Paşa, buradaki keyfî idaresi, serkeşliği ve lâubalilikleri sebebiyle sadrâzamla arası açıldı ve bu sebeple 1869’da Bağdâd vâliliği vazifesiyle İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Bağdâd ve civarında bâzı imâr faaliyetlerinde bulunan Midhat Paşa üç sene kadar kaldıktan sonra, yeni sadrâzam Mahmûd Nedîm Paşa tarafından Bağdâd vâliliği vazifesinden alındı. İstanbul’a dönünce, etrafını, Mahmûd Nedim Paşa’ya düşman kimseler sardı. Bu durumdan rahatsız olan Mahmûd Nedîm Paşa onu Edirne vâliliğine gönderdi ise de, aleyhinde gelişen havayı değiştiremedi. Tuna ve Bağdâd vâliliklerindeki bâzı çalışmalarından dolayı, Avrupa basını tarafından göklere çıkarılan ve İngiliz hayranı olan Midhat Paşa, Edirne vâliliğine gönderildikten beş gün sonra Mahmûd Nedîm Paşa’nın azledilmesi üzerine 31 Temmuz 1872’de sadrâzamlığa getirildi. İlk iş olarak Mahmûd Nedîm Paşa’nın İstanbul’dan uzaklaştırdığı adamları İstanbul’a çağıran Midhat Paşa, üç ay kadar sadârette kaldı.
İcrâatında başarısız olduğu kısa müddet içinde ortaya çıktı. Pâdişâhın huzurunda lâübâlî hareketlerde bulundu. Mısır hidivi İsmâil Paşa’ya hârici istikraz yâni Avrupa’dan borç alabilmek yetkisi tanıdı. Bu ferman için Hidiv İstanbul’daki hükümet adamlarına, binlerce altın rüşvet dağıttı. Açığı bulunan devlet bütçesinde, gelir fazlalığı bulunduğu şeklinde ve yalan beyânda bulundu. Bu hareketi onun ne kadar pervasız olduğunu gösterir. Zîrâ Osmanlı geleneğinde pâdişâha yalan söylemek çok büyük suç sayılırdı. Bütün bu uygunsuz ve beceriksiz davranışları ve yalanının ortaya çıkması sebebiyle 19 Şubat 1873’de sadrâzamlıktan azledildi. 20.000 kuruş mâzuliyet maaşı bağlandı. Aynı sene içinde Es’ad Paşa’nın sadâretinde Dîvân-ı ahkâm-ı adliye nezâretine tâyin edildi. Dış politika üzerinde bilgi ve tecrübesi olmayan, batı kültüründen ve din bilgilerinden mahrum olan Midhat Paşa, sadrâzamlıktan azledilmesi sebebiyle sultan Abdülazîz Han’a kin beslemeye başladı. Yeni Osmanlılarla birleşerek, Sultan’ın aleyhinde çalıştı. Yeni Osmanlıların, Alî Paşa’nın yerine düşündükleri Mahmûd Nedîm Paşa’nın başarısız olması üzerine, Cemiyet’in sadrâzam adayı oldu. Mütercim Rüşdî Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Müfsid İmâm lakabıyla tanınan Hasan Hayrullah Efendi ile Abdülazîz Han’a karşı birlikte hareket ederek onu tahttan indirmek için plânlar hazırladılar.
Vazifesi olmayan işlere karıştığı için Dîvân-ı ahkâm-ı adliye nâzırlığından da azledilen Midhat Paşa, 1873 yılı içinde Selanik vâliliğine gönderildi. Selânik’de bulunduğu sırada pâdişâhın aleyhinde çalıştığı için bu vazifeden de azledildi. İstanbul’a geldi. İstanbul’da bir buçuk sene açıkta kaldı. 1875’de ikinci defa Dîvân-ı ahkâm-ı adliye nâzırlığına tâyin olundu. Kısa bir müddet sonra yazdığı istifa dilekçesinde; “Ekser-i evkâtım taşra me’mûriyetinde geçmesi sebebiyle bu kadar karışık işlerin içine girmemiş ve emsalini görmemiş olduğum efkâr ve iktidâr-ı acizâneme muvafık (uygun) ve muvazin (denk) diğer bir hizmet ihsân buyrulması ümitline mütevessilen istidâ-yı merhamet ve şevkât-ı veliyyinîmete mecburiyet hâlinde bulundum” diyerek iyi ve başarılı bir devlet adamı olmadığını kendisi de ifâde etti ve Dîvân-ı ahkâm-ı adliye nezâretinden ayrıldı.
Sultan Abdülazîz Han’ı tahttan indirmek isteyen Hüseyin Avni Paşa ve arkadaşlarıyla birlikte pâdişâhın aleyhinde çalışmaya devam etti. Fâtih, Bâyezîd ve Süleymâniye medreselerindeki talebeleri ayaklandırdı. Derslere girmeyen talebeler saraya doğru yürüyüp, sadrâzam ve şeyhülislâmın azledilmesini istediler. Kan dökülmesini istemiyen sultan Abdülazîz Han da onların isteklerini kabul ederek Mahmûd Nedîm Paşa’yı sadrâzamlıktan alarak yerine Mütercim Rüşdî Paşa’yı getirdi. Hüseyin Avni Paşa’yı seraskerliğe, Midhat Paşa’yı da önce Meclîs-i aliyye daha sonra da Şûrâ-yı devlet reisliğine getirdi. Şeyhülislâmlığa da Hasan Hayrullah Efendi’yi getirdi. Böylece talebelerin gösterileri son buldu.
Devletin durumunun düzelmesi için mutlaka meşrûtiyet rejiminin kabul edilmesi gerektiğini savunan Midhat Paşa ve arkadaşları, kurdukları hîle ve plânlarla sultan Abdülazîz Han’ı tahttan indirdikten sonra sultan beşinci Murâd’ı tahta geçirdiler. Abdülazîz Han’ı şehîd ettirip, devlete hâkim diktatörlük hey’eti durumuna geldiler. Sadrâzam Mütercim Rüşdî Paşa, serasker Hüseyin Avni Paşa, şurâ-yı devlet reîsi Midhat Paşa ve şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi; Abdülazîz Han’ın şehîd edilmesini işitince korkudan aklı bozulan, tedavisine imkân olmadığı doktor raporuyla bildirilen sultan beşinci Murâd’ı da tahttan indirip, sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahta geçirilmesine karâr verdiler. Bunun üzerine Mütercim Rüşdî ve Midhat Paşa, Kâğıthane’ye gelerek Abdülhamîd Han’la görüştüler. Abdülhamîd Haa mevkiinden başka bir şey düşünmeyen Mütercim Rüşdî Paşa’ya, kendisini iş başından ayırmayacağından bahsetmiş, Midhat Paşa’ya da; “Usûl-i meşrûtiyet ve meşverete mübtenî olmıyacak (dayanmayacak) bir hükümeti kabul etmem” diyerek kol düğmelerini hediye etti. Bundan sonra Bâb-ı âlî’de yapılan cülûs merasiminde okunan hatt-ı hümâyûn ile Abdülhamîd Han, Midhat Paşa’yı Kânûn-i esâsî’yi hazırlamakla vazîfelendirmiştir. Bu fermandan sonra, Kânûn-i esâsî’ye hazırlık olmak üzere yirmiye yakın proje hazırlandı. Bunların içinde en ilgi çekicisi Midhat Paşa’nın hazırladığı proje idi. Elli yedi madde ve dokuz bölümden meydana gelen ve Kânûn-i cedîd adı verilen bu proje, dengesiz bir meşrûtiyet rejimi öngörüyordu. Bu projede icra yetkisi sâdece Pâdişâh’a verilmesine rağmen, yapılanlardan Pâdişâh sorumsuz olacak ve bütün icraat onun adına vekiller tarafından yürütülecekti. Pâdişâh’ın kânuna uygun emirlerine îtiraz eden ise ceza görecekti. Proje sekseni seçimle, kırkı hükümetçe tâyin edilecek yüz yirmi kişilik bir meclis ihtiva ediyordu. Bu meclis mutlak yasama yetkisine sâhib değildi. Seçilen meb’usların görev süresi üç yıldı. Hükümetçe tâyin edilenler yerinde bırakılabilirdi. Yapılacak kânunlar, Şûrâ-yı devlette görüşüldükten sonra karara bağlanacak ve meclisin tasdikinden sonra icra makamına arz edilecekti. Pâdişâh tasdik ederse yürürlüğe girecek, reddettiği takdirde, meb’uslar yenilenmedikçe tekrar görüşülemeyecekti. Meclis sâdece devlet bütçesini düzenleyebilecekti.
Görüldüğü gibi Midhat Paşa, hazırladığı projede meclise fazla bir yetki vermemiş, bütün yetkiyi icrada toplamıştı. Bu durum meşrûtiyeti savunan Midhat Paşa’nın aslında bunu kendisi için istediği şeklinde îzâh olunmaktadır. Daha sonraki olaylar da bunu te’yîd etmektedir. Bir hey’et tarafından hazırlanan projelerden ayrıntıları tesbit edilen Kânûn-i esâsî metni, 19 Aralık 1876’da ikinci defa sadrâzam olan Midhat Paşa başkanlığındaki vükelâ hey’etinde incelendi. Buradaki görüşmelerde Kânûn-i esâsî metni üzerinde bâzı değişiklikler yapıldı. Pâdişâh’ın karşı çıkmasına rağmen 113. madde eklendi. Vükelâ meclisi tarafından değiştirilerek kabul edilen Kânûn-i esâsî tasarısı, Pâdişâh’a arz olundu. Sultan Abdülhamîd Han tarafından da kabul ve tasdîk olunan Kânûn-i esâsî îlân edilmek ve uygulanmak üzere Midhat Paşa’ya verildi.
İngiliz hayranı olan ve meşrûtiyet hakkında köklü bir bilgisi de bulunmayan Midhat Paşa, nâfiâ (bayındırlık) müsteşarı Odyan Efendi’yî İngiltere’ye göndererek, meşrûtiyet rejiminin Avrupa devletlerince garanti altına alınması talebinde bulundu. Osmanlı Devleti’nin dahilî idaresini yabancı devletlerin kefaleti altına sokmak için gayret etti. O sırada İstanbul’da toplanan Tersane konferansına da aynı teklifi yaptı. Fakat kabul ettiremedi.
Meşrûtiyetin îlânından sonra pâdişâh, bir sene beş ay kadar devlet idaresine karıştırılmadı. Midhat Paşa ve arkadaşlarının basiretsizlikleri yüzünden 24 Nisan 1877’de Doksanüç harbi diye bilinen Osmanlı-Rus harbine girildi. Bu savaşa girilmesini sultan İkinci Abdülhamîd Han istemediği hâlde, Midhat Paşa ve arkadaşlarının meşhur olma hayâlleri sebebiyle girildi.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın, Abdülazîz Han ve beşinci Murâd’ın tahtan indirilmelerinde birinci derece rol oynayan, sultan Abdülazîz Han’ın şehîd edilmesi hâdisesine sesini bile çıkartmayan, pâdişâhın hukukunu hattâ şahsiyetini umursamayan Midhat Paşa ile işbirliği yapmasına imkân yoktu. İçki sofralarında devletin sırlarını ulu orta ifşa eden Midhat Paşa; “Bu âna kadar Âl-i Osman denildi, bundan sonra âl-i Midhat denilse ne olur” gibi sözler sarf etti. Osmanlı hânedânından hayır gelmeyeceğini söylerek, devlet ordusundan başka müslim ve gayr-i müsiim gençlerden meydana gelen kendisine bağlı bir ordu kurmaya teşebbüs etti.
Millî geleneklere aykırı davranarak, Bosna-Hersek eyâletinde Türk bayrağındaki ayyıldızın yanına bir haç ilâve edilmesini emreden ve bu emri tatbik ettirerek müslümanları kalbinden yaralayan Midhat Paşa, Pâdişâh’a karşı çeşitli kaba hareketlerde ve saygısızlıklarda bulundu. Bir defasında evine çekilip birkaç gün işlere bakmadı ve Pâdişâh’ı aklının ermediği şeyleri yapmakla suçlayarak; “Ben istifa edecek değilim. Pâdişâh beni azl ederse etsin. Lâkin bu defâki infisâlim (ayrılmam) sabıklarına (öncekilere) kıyas olunmaz. Halk gelip beni evimden alarak makâm-ı sadârete oturtmak isteyecekler. Sonra iş de müşkilâta düşecek. Böyle bir mahzura tesadüf etmemek için işte şu çantada param var. Bir de vapur kiralatacağım. Azlimle ilgili haberi alır almaz, ona binip Midilli adasına gidip ikâmet etmeyi isteyeceğim” demişti. Sadrâzamlığı sırasında daha önce Pâdişâh’a karşı birlikte çalıştıkları Ziya Paşa, Nâmık Kemâl gibi arkadaşlarına da vefâsızlık göstererek sürgüne gönderen Midhat Paşa, bir kaç gün konağında oturduktan sonra, bâb-ı âlî’ye geldi. Ertesi sabah yâni 5 Şubat 1877’de Pâdişâh’ın daveti üzerine saraya gitti. Kendisine sadâretten azl edildiği ve memâlik-i Osmâniyyeden çıkıp gitmesi emri tebliğ edildi. Azl emrini kendisine tebliğ eden Sa’îd Paşa’ya; “Eğer beni buradan tard ve teb’îd ederseniz, alimallah memleket mahv olur. Beşikler körfezindeki donanma üç güne kadar buraya gelir. Bunları iyi düşünmelidir” deme cür’etinde bulundu. Sadâret mührü elinden alındıktan sonra, memâlik-i Osmâniyye hâricinde nereye isterse gönderileceği bildirildi. Brendizi’ye gönderilmesini ve kendisine para verilmesini istedi. Vapura götürülürken de; “Yazık, devlet ve millete yazık!” diyerek devlet ve milleti kendiyle kâim zannetmekte olduğunu göstermiştir. Beş yüz altın verildikten sonra hazırlanan vapurla İstanbul’dan hareket etti. Gelibolu’dan geçerken İhtilâl olup olmadığını sorarak hâlâ hayellerden kurtulamadığını gösterdi. Kendi koydurduğu Kânûn-i esasinin 113. maddesinde belirtilen; “Memleketin bir tarafında ihtilâl zuhur edeceğini te’yid eder mâhiyette âsâr ve emare görüldüğü hâlde hükümetin o mahalle mahsûs olmak üzere muvakkaten örfî idare ilânına hakkı vardır. Hükümetin emniyetini ihlâl ettikleri idâre-i zabıtanın tedkîkât-ı mevsûkası üzerine sabit olanlar, hükümdar, Osmanlı ülkesi hudutları dışına sürgün edebilir” hükmüne istinaden sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından sadâretten azledilip, yurt dışına yollanan Midhat Paşa, İzzeddîn vapuru ile Brendizi’ye ulaştı. Daha sonra Napoli’ye gitti. Bir ay kaldıktan sonra Endülüs’e (İspanya) geçti. İki ay sonra da Paris’e ve Londra’ya gitti. Avrupa’nın çeşitli yerlerini dolaştı. İngilizlerden pek fazla iltifat gördü. İskoçya’da bulunduğu sırada, Pâdişâh tarafından affedildiği kendisine bildirildi. Ailesiyle birlikte Girid’de ikâmet etmesine müsâde edildi. 200 altın lira maaşla Hanya’da ailesiyle birlikte bir müddet ikâmet etti. Kısa bir müddet sonra Suriye vâliliğine tâyin edildi. Yaşının ilerlemesi sebebiyle Suriye vâliliğinden affedilmesini, mümkün ise, İstanbul’daki evinde, yâhud Midilli’deki Viranhânede yerleşmesine izin verilmesini istedi. Fakat isteği reddedildi. Suriye vâliliği zamanında, Lübnan’daki Maruniler ve Dürziler arasında kanlı olaylar zuhur etti. Saltanat ve hükümet aleyhine bâzı faaliyetleri üzerine Ağustos 1880’de Aydın vâliliğine nakledildi. Aydın vilâyeti merkezi olan İzmir’e ulaşan Midhat Paşa, Pâdişâh’a ve devlete sadâkatini bildirdi. Bu sırada sultan İkinci Abdülhamîd Han, Abdülazîz Han’ın hal’i ve şehîd edilmesiyle ilgili olarak tahkikat yapılması için ilgili mahkemeye dâva açtı. Bu dâva ile ilgili görülen Midhat Paşa’nın da sorgulanması gerekiyordu. Midhat Paşa’nın İstanbul’da bulunan arkadaşları açılan bu dâvada suçlu çıkacağını düşünerek haber gönderdiler, bâzı Avrupalı dostları da Avrupa’ya gitmesini tavsiye ettiler. Midhat Paşa, bu haberlere aldırış etmedi. Yapılan tahkikat neticesinde, sultan Abdülazîz Han’ın hal’i ve şehid edilmesinde rolü olduğu tesbit edildi. Kendisini kuşkulandırmadan tutuklamakla Mayıs 1881’de binbaşı Hüsnü Bey vazifelendirildi. Sivil olarak İzmir’e giden Hüsnü Bey, ertesi günü akşam oraya vararak Kordon’dakî Otel Pates’a misafir oldu. Son zamanlarda bâzı şeylerden şüphelenmeye başlayan Midhat Paşa, İzmir’e gelen ve giden vazifelileri özel ve gizli bir surette tesbit ve tâkib ettiriyordu. Hüsnü Bey’in peşine de adam takarak tâkib ettirdi. Bir kaç gün İzmir’de kalan Hüsnü Bey, 4 Mayıs 1881 akşamı saray erkânının emriyle Mirliva Hilmi Paşa ile beraber sorgulanmak üzere Midhat Paşa’yı tutuklamak için faaliyete geçti. Midhat Paşa, Hüsnü Bey’i takibe me’mur ettiği adamları vasıtasıyla durumdan haberdâr oldu. Hükümet konağının askerler tarafından kuşatılmasından önce komşu kapısından arka sokağa çıktı, sür’atle uzaklaşarak Fransız konsolosluğuna sığındı. Osmanlı târihinde yabancı bir kapıya sığınarak iltica eden ilk sadrâzam Midhat Paşa oldu.
Fransız konsolosluğu Midhat Paşa’nın himayesini kabul ettiğini açıkladı. Bâb-ı âlî hükümeti faaliyete geçerek Midhat Paşa’nın sorgulanmak üzere teslim edilmesini istediyse de, Fransız konsolosluğu, Midhat Paşa’nın yalnız Fransız konsolosluğunun değil, bütün devletler konsolosluklarının himayesine girdiğini, durumun kendi hükümetine bildirildiğini ve cevap beklendiğini, şu anda Midhat Paşa’ya mevkuf (tutuklu) gözüyle bakılamıyacağını açıkladı. Bâb-ı âlî hükümeti, Midhat Paşa’yı vâlilikten azl ederek yerine sabık şûrâ-yı devlet reisi Âlî Paşa’yı tâyin etti. Yeni vâli vazifeye başlayıncaya kadar da Hilmi Paşa vâli vekili oldu. Konunun netîcelendirilmesiyle de Adliye nâzırı Cevdet Paşa vazifelendirildi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tehdidi üzerine Fransa, Paşa’yı himayeden vaz geçti. Bunun üzerine Midhat Paşa, vâli vekili ve İzmir kumandanı Hilmi Paşa’ya teslim oldu. İstanbul’a getirilen Midhat Paşa’nın Yıldız Sarayı’nda çadır köşkünde tutuklu olarak, Sürûrî Efendi, Abdüllatif Bey ile Râgıb Bey’den meydana gelen sorgu hey’eti önünde ifâdesi alındıktan sonra, Haziran 1881’de diğer zanlılarla birlikte muhakeme edildi. Sultan Abdülazîz han’ın şehîd edilmesinde suç ortağı bulunarak diğer suçlularla birlikte idama mahkûm edildi. Bu hüküm üzerine kabine üyeleri, eski sadrâzamlar, müşir ve feriklerden teşekkül eden fevkalâde bir temyiz hey’eti karar verdi ise de, Pâdişâh azınlıkta kalanların reylerini tercih ederek îdâm hükmünü sürgüne çevirtti. İzzeddîn vapuru ile Cidde üzerinden Taife sürgün edilen Midhat Paşa, üç yıl kadar sürgün hayâtı yaşadı. Sürgünde bulunduğu sırada sırtında çıkan şirpençe çıbanı mahallî tedavi ile iyileşti. Zindan muhafızları kendileri için büyük bir mes’ûliyet kaynağı olan sürgündeki paşaların öldürülmeleri için bir yüzbaşı idaresinde, bir üstteğmen, bir çavuş ve beş erden meydana gelen ölüm mangası hazırladılar. Bu ölüm mangası 8 Mayıs 1884 gecesi Paşa’nın kaldığı odayı basarak, erlerden berber İsmail, Midhat Paşa’yı boğarak öldürdü. Aynı şekilde öteki odada bulunan Mahmûd Paşa da tüfek kayışı ile boğulmuş olarak bulundu. Midhat Paşa’nın cenazesi Tâif kalesi surları dışındaki kabristana defnedildi. 26 Haziran 1951’de kemikleri Tâif’den getirilerek İstanbul’da Hürriyet-i ebediye tepesinde gömüldü.
Garp kültüründen ve İslâmî bilgilerden mahrum olan Midhat Paşa, zekî bir kimse idi. Sosyal konular üzerinde bâzı hizmetleri olmakla birlikte, kendisinin de bâzı vesilelerle îtirâf ettiği gibi iyi bir siyâset adamı değildi.
Yurt dışına sürgün edilişinin ve başına gelenlerin temel sebeplerinden biri; bugün bile hiç bir devlet başkanının tahammülüne imkân olmayan, şahsen tahammül etse bile, temsil ettiği devletin şerefinin tahammül edemeyeceği; “Evvelâ zât-ı mülûkânelerine âid olan vezâif-i hükümdârânenizi mutlaka bilmelisiniz. Zira bilcümle harekâtınızda millet nazarında mes’ûl olacaksınız: Usûl-i meşveretle idare olunan bir millette nizâm nedir bilir misiniz! Binâ-yı devleti tamire çalıştığımız sırada siz adetâ yıkmak istiyorsunuz” gibi sözler söylemesidir.
Sorumluluktan çekinmeyen ve kibirli bir kişi olan Midhat Paşa, devlet sırlarını en olmadık kimselere söylemekten çekinmezdi. Siyâsî tecrübeden de mahrum olduğu gibi, memleketin kurtuluşu için tek çârenin meşrûtiyet rejimi olduğuna inanmıştı. Henüz tam manâsıyla teşekkül etmemiş olmasına rağmen halk efkârının (kamu oyu) kendisini kurtaracağı, verilen hakları koruyacağı kanâati ve basiretsizliği sebebiyle, sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı cephe almıştı. Bu hususta sultan İkinci Abdülhamîd’de en küçük bir kusur olmadığına işaret etmek gerekir. Bütün kusur, İbn-ül-Emin Mahmûd Kemâl İnal’ın tabiriyle; “önünü ardını gözetmez, yaptığı işi düşünmez” bir adam olan Midhat Paşaya âiddir.
Meşrûtiyete taçlı demokrasi, kendisine de hayât boyu iktidar (sadâret) te’min edecek bir vâsıta gözüyle bakan Midhat Paşa, faizle çalışan ve Avrupa usûlünde olan ilk Zirâat Bankası’nı kurdu. İstibdada meyilli bir kimse olup, ilk sadâretinde kendisiyle aynı fikirleri savunan Nâmık Kemâl’i Magosa’ya sürdüğü gibi, İkinci sadâretinde de birçok devlet adamını şahsî emirle sürdürdü. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilmesi için çalışan Yeni Osmanlılarla (Jön Türkler) birlikte hareket eden Midhat Paşa, içki sofralarında Yeni Osmanlılarla devlet ve rejim üzerinde kararlar alan bir hayalperest idi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Büyük Türkiye (Y. Öztuna); cild-7, sh. 138
2) Midhat Paşa ve Tâif mahkûmları
3) Bir Darbenin Anatomisi; sh. 28
4) Son sadrâzamlar; cild-1, sh. 320
5) Târih Enstitüsü Dergisi (Prof. Tayyib Gökbilgin, sene, 1981-82); sayı-12, sh. 279
6) Rehber Ansiklopedisi; cild-12, sh. 160
7) Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi
8) Mir’ât-ı Hakikat; sh. 104 v.d.
9) Midhat ve Rüşdî Paşaların Tevkiflerine Dâir Vesîkalar
10) Eshâb-ı Kiram; sh. 293
11) Tabsıra-i İbret (Ali Haydar Midhat, İstanbul-1325)
12) Mir’ât-ı Hayret (Midhat Paşa-İstanbul-1325)
13) Midhat Paşa (M. Z. Pakalın, İstanbul-1940)