Birinci Dünyâ Harbi esnasında Çanakkale boğazı ve civarında Osmanlı ordusu ile İtilâf devletleri orduları arasında meydana gelen, müslüman-Türk’ün, târih sayfalarına altın harflerle; “Çanakkale geçilmez” diye yazdığı savaşlar.
Osmanlı Devleti, İttihâd ve Terakkî’nin câhil ve sorumsuzca kışkırtmaları netîcesinde girilen Balkan savaşından mağlûb çıkmış, pek çok vatan toprağı ve müslüman-Türk evlâdı kaybedilmişti. Yeni bir savaşa girmeye devletin ne siyâsî yapısı, ne de askerî gücü elverişli idi. 23 Ocak 1913’de Bâb-ı âlî Baskını adı verilen kanlı bir baskınla Harbiye nâzırı Nâzım Paşa’yı öldürüp, sadrâzam Kâmil Paşa’yı istifa ettirerek iktidarı ele geçiren İttihâd ve Terakkî mensupları, yeni maceralar arıyorlardı. Bu fırkanın ileri gelenleri; Enver, Talât ve Cemâl paşalar arasında, muhtemel bir cihân harbi hususundaki tavır konusunda görüş ayrılıkları vardı. Cemâl Paşa, Fransa ile İngiltere’nin; Enver ve Talât ise, Almanya’nın yanında yer almayı istiyorlardı. Bu sırada, Avrupa’da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan meydana gelen üçlü İtilâf ile; Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan meydana gelen üçlü ittifak grubları kuruldu. Cemâl Paşa, Fransız idârecileriyle olan yakın münâsebetlerinden istifâde ederek; Fransa, İngiltere ve Rusya üçlü İtilâf grubunun yanında yer almak için çalıştı. Fakat, İngiltere ile Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki ileriye yönelik emelleri buna mâni olunca, Enver ve Talât paşaların teşvikiyle, Almanya ile ittifak andlaşması imzalandı. Bu hâl koca devletin îdâm fermanını imzalamaktı. Aslında Osmanlı Devleti, çıkması muhtemel bir harbin dışında rahatlıkla kalabilirdi. Fakat, İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin bilhassa Enver, Talât ve Cemâl paşaların affedilmez târihî hatâları sebebiyle, Ağustos 1914’de başlayan Birinci Dünyâ harbine girdi (Bkz. Birinci Dünyâ Harbi). 3 Ağustos 1914’de Osmanlı Devleti seferberlik îlân etti. Nâzik durum sebebiyle Çanakkale boğazına iki mayın hattı döşetilerek, boğaz yabancı savaş gemilerine kapatıldı”.
4 Ağustos 1914’de Fransız hâkimiyetinde bulunan Cezâyir limanlarını bombardıman eden Almanya’ya âid Goeben ve Breslau kruvazörleri, İngiliz ve Fransız donanmalarının takibinden kurtulmak üzere 10 Ağustos 1914 akşamı Çanakkale önlerine geldi. Almanya ile imzalanan ittifak andlaşması gereğince, Türk başkumandanlığından alınan emre uyarak boğazdan içeriye girmelerine izin verildi. Ertesi gün İngiltere’nin Akdeniz donanması Çanakkale boğazı önüne gelerek, Boğazdan içeri girmek istedi. İngiliz donanmasına boğazın kapalı olduğu bildirildi. Bunun üzerine İngiliz Akdeniz donanması boğazı ablukaya aldı, Olağanüstü hâl karşısında 15 Ağustos 1914’de İntibah gemisi tarafından 40 mayınlık üçüncü mayın hattı döşendi. 24 Eylül’de 29 mayınlık dördüncü, 1 Ekim’de 29 mayınlık beşinci mayın hatları döşendi.
Osmanlı Devleti’nin fiilen Birinci Dünyâ harbine girmesi üzerine, Karargâhı Tekirdağ’da bulunan 3. kolordu kumandanlığının 9. fırkası (tümeni) Çanakkale istihkamlarında vazifelendirildi. Çanakkale boğazına dört hat mayın daha döşendi. 9. fırka kumandanı Miralay (albay) Cevâd Bey’di. Ayrıca karargâhı Çanakkale’de bulunan müstahkem mevkî kumandanlığı vardı. Bu birliğin kumandanı ise mirliva Emin Paşa idi.
Boğaz müstahkem mevkii üç bölgeye ayrılmış olup, birinci bölge en dış istihkamlardan meydana geliyordu. Bunlar Rumeli yakasında Seddülbahir, Ertuğrul; Anadolu yakasında ise Kumkale ve Orhâniye idi. Seddülbahir ile Kumkale’de eski toplar bulunuyordu. Ertuğrul ile Orhâniye’de ise ikişer adet uzun menzilli ve yeni 24 cm’lik toplar vardı. Toplam 16 top vardı. İkinci bölge Merkez Grubu ismiyle de anılan Boğaz’ın dar yerinde karşılıklı olarak bulunuyordu. Rumeli yakasında Mecidiye, Hamîdiye, Namazgah ve Değirmenburnu; Anadolu yakasında ise Hamîdiye, Çimenlik, Mecidiye, Nara İstihkâmları vardı. Bu kısımda toplam 60 top mevcuddu. Bu istihkâmlardan en kuvvetlisi, ateş kudreti bakımından Anadolu Hâmîdiyesiydi. Burada 35 çap uzunluğunda, 35 cm’lik 12.000 metre menzilli olan toplar vardı. İki bölge arasındaki boşluğu dolduracak olan üçüncü bölge ise Asâr-ı Tevfik, Muîn-i zafer, İzzeddîn, Berk-i Satvet ve Mesudiye gemilerinden çıkarılan toplarla tahkîm edilmişti.
Îtilâf devletlerinin boğaza ilk hücumu, 3 Kasım 1914 Salı sabahı saat 6. 30’da vukua geldi. İngiliz-Fransız kuvvetlerinden mürekkep 28 gemilik bir filo, Seddülbahir ve Kumkale istihkâmlarına karşı şiddetli hücumda bulundular. 17 dakika kadar süren bu hücumda; İngilizler Rumeli, Fransızlar da Anadolu tarafını bombardıman ettiler. Ertuğrul ve Orhâniye tabyalarının mukabil top ateşinden sonra îtilâf filosu geri çekildi. Bu çarpışmada bir düşman zırhlısı yara aldı. Osmanlı Devleti’nin Rusya cephesi, Irak cephesi ve Sina (Filistin-Sûriye) cephelerinde harbe girmesinden ve kayıplara uğramasından istifâde eden îtilâf devletleri, 1915 yılının ilk aylarında Çanakkale boğazını geçmeyi tasarladılar. Fazla mukavemet görmeden boğazdan geçebileceklerini ve Osmanlı Devleti’ni saf dışı edip askerî ve siyâsî gayelerine kolayca ulaşacaklarını umuyorlardı. Bilhassa diğer cephelerde kötü durumda olan Rusya, boğazlar yoluyla İngiltere ve Fransa’dan harb malzemesi yardımı beklediğinden, böyle bir taarruzu şiddetle arzu ediyordu. Bir yandan Rusları tatmin etmek, diğer yandan da Osmanlı Devleti’nin Süveyş kanalına daha fazla asker göndermesini önlemek isteyen îtilâf devletleri, Çanakkale’yi önce savaş gemileriyle zorlayıp geçerek kesin neticeyi deniz yoluyla elde etmeyi düşündüler. Ocak 1915’de Londra’da toplanan harb meclisinde İngiliz amirallerinden Sir Jackson, Çanakkale’yi geçmeye çalışmanın delilik olacağını söylerken, bahriye nâzırı Wintson Churchill de harekâtın mutlaka yapılması gerektiği kanâatinde idi.
Ocak 1915’de Londra’da toplanan îtilâf devletleri harb meclisinin kararı üzerine hazırlanan dört kademeli bir taarruz plânı, 19 Şubat 1915 Cum’a günü tatbike konuldu. Bu târihte îtilâf devletleri Akdeniz donanması kumandanı amiral Carden’in emrinde; 2 muhârebe kruvazörü, 4 Fransız muhârebe gemisi, 3 hafif kruvazör, 15 muhrip, 4 denizaltı gemisi, 1 torpido depo gemisi ve bir kaç yardımcı ticâret gemisi vardı.
Hazırlanan plânı, harp meclisi üyelerinin hepsi müsbet karşıladı. Ayrıca Doğu Akdeniz donanmasının güçlendirilmesi ve bunun için hiç bir maddî külfetten kaçınılmaması da kararlaştırıldı. Fransız tuğamirali Guepratte kumandasında da 4 zırhlı, 3 hafif kruvazör, 16 muhrip, 7 denizaltı, 12 mayın tarama gemisi, 2 adet ana uçak gemisi ve nakliye gemileri ile şileplerden kurulu büyük bir donanma verildi.
İngiltere bahriye nezâretinden acele kaydıyla aldığı hücum plânını tatbîke koyan amiral Carden, 19 Şubat 1915 Cuma günü, ilk büyük hücumu başlattı. Ertuğrul ve Orhâniye tabyaları görülmedik bir top ateşi altına alındı. Buna rağmen Ertuğrul tabyalarından isabet eden bir mermi Vojans zırhlısını, Orhâniye tabyasından isabet eden bir mermi de İngilizlerin meşhur Agememnon zırhlısını yaraladı. Bu saldırıda başarı sağlayamayan İtilâf kuvvetleri, akşam üzeri geri çekildiler. 25, 26 ve 27 Şubat târihlerinde de aynı şiddetli saldırılar düzenleyen İtilâf kuvvetleri, elde ettikleri kısmî başarılar üzerine büyük bir iyimserlik içine girip, Çanakkale’nin pek yakında düşeceğine inandılar.
2 ve 5 Mart günleri beş zırhlı, bir kaç kruvazör ve torpidobot ile düşman hücumu devam etti. Düşman kuvvetleri bu sırada Seddülbahir ve Kumkale’ye çıkardıkları asker, Osmanlı ordusunun karşı hücumlarıyla denize döküldü. Fakat düşman, 7, 8, 9, 10 Mart günlerinde yeniden daha geniş bir taarruza geçerek, Çanakkale ve Kilidülbahir arasına girince, Barbaros zırhlımız, sahil bataryalarımızın desteğiyle düşman bataryalarını bombardımana başladı. Bu arada İngilizlerin Oueen Elizabeth, Lord Nelson ve Bouvet zırhlıları isabet alarak geri çekildiler. Bu muhârebelere Turgut Reis, Muîn-i zafer zırhlılarıyla Akhisar ve diğer torpidobotlar da katıldı. Bu arada 27 Şubat’ta Nusret mayın gemisi, Çimenlik değirmenburnu arasına 53 mayından meydana gelen 10. mayın hattını, 8 Mart’ta da puslu ve yağışlı bir havadan istifâde ederek, düşman kontrolündeki Karanlık limana, Poyraz-Lodos doğrultusunda 26 mayından meydana gelen 11. mayın hattını döşedi. Gemi kumandanı yüzbaşı Hakkı Bey, mayın kumandanı ise Kasımpaşalı binbaşı Nazmi Bey’di.
Mart ayının ilk on gününde birbirini tâkib eden hücumlardan sonra, daha geniş çapta bir hücuma geçilmesi gerektiğini düşünen İtilâf devletleri, 16 Mart 1915’de hastalanan amiral Carden’in yerine tümamirâl De Robeck’i getirdiler. 13 Mart 1915’de İngiltere harbiye nâzrı Lord Kitchner’in emri üzerine, deniz harekâtına paralel olarak kara kuvvetlerinin de hücumlara katılması plânlandı.
18 Mart 1915 Perşembe günü sabahı, hava çok güzel ve sâkindi. Boğaz sularını hafif bir sis örtmekte ve büyük bir sessizlik hüküm sürmekteydi. Sabahın erken saatlerinde Ertuğrul uçağın yaptığı keşifte, Bozcaada açıklarında büyük bir filonun olduğu ve bir denizaltı gemisinin dümen suyunda 6 İngiliz zırhlısıyla bunları izleyen 4 Fransız savaş gemisinin Boğaz’a doğru yol aldığı tesbit edildi.
Üç gruba ayrılan düşman donanması; ilk olarak Çanakkale ve Kilidülbahir bataryaları ile mayın bölgesini savunan batarya ve seyyar toplarımızı susturmaya karar vermişti. Saat 10.00’da altısı önde, dördü de geride ilerleyen ve etrafı çok sayıda destroyerle çevrili 10 düşman zırhlısı boğaza yaklaştı. Saat 10.30’da destroyerler manevra alanını tararken, birinci tümene dâhil düşman gemileri boğazdan içeriye doğru girmeye çalıştı. Kumkale’yi geçtikten sonra, Çanakkale ve Kilidülbahir’den 14.000 yarda uzaklıkta bulunan her iki kıyıdaki ana bataryaları dövmek üzere borda hattına girdiler. Saat 11.15’de ilk bombardıman başlamış oldu. Gemiler ana bataryalarımızın menzilleri dışında olduğundan bu ateşe obüs bataryaları cevap verdi ve savaş derhâl şiddetlendi. İtilâf devletlerine âid zırhlıların bombardımanları, öğle saatlerinde en kesif ve korkunç hâli aldı. Osmanlı müdâfaa mevzileri korkunç düşman ateşi karşısında adetâ nefes alamaz hâle geldi. Buna rağmen; “ölürsem şehidim, kalırsam gâzi” diyen müslüman-Türk askerinin müdâfaa azmi kırılmak bir tarafa, daha da kuvvetlendi. Fakat bu sırada ana bataryalarımız henüz düşman ateşine cevap vermemişti. Yalnız mayın sed bataryaları ile obüsler karşılıkta bulunarak sıhhatli isabetler kaydettiler.
Düşmanın 506 topuna mukabil, Türk mevzilerinin merkez bataryalarındaki top adedi 150 kadar idi. Boğazın en dar yeri olan Çanakkale-Kilidülbahir kısmı en şiddetli bombardımanlarla harâb edilmekteydi. Türk tabyalarının tamamen susturulduğuna kani olan düşman filosu, cesaretle ilerlediği sırada birdenbire Hamîdiye ve Mecidiye tabyaları ateşe başlıyarak önde bulunan Fransız zırhlılarını ateşe tuttu. Fransızların Bouvet zırhlısı müthiş bir mermi yağmuru altında kaldı. Bu sırada İngiliz İnflexible zırhlısı da isabet alarak gerilemeye başladı. Hamîdiye tabyalarının mermileri altında kalan Fransız Bouvet zırhlısı bir de mayına çarptı. Nihayet siyah bir dumanın kapladığı gemi, yana yatarak 600 mürettebatıyla boğazın sularına gömüldü.
Fazlaca yıpranmış olan Fransız zırhlıları, yeni takviyeler almak istedilerse de ana bataryalarımızın ateşinden bunalarak kaçtılar. Bu durumda Fransız gemilerinin ateşi kesildi. İngilizler de beş dakikalık bir ara verdiler.
Saat 14.35’de dört İngiliz zırhlısı boğaza sokularak, Namazgah, Rumeli Hamîdiyesi ve Rumeli bataryalarını ateşe tuttu. Anadolu Hamîdiyesi de, durmadan düşman gemilerinin üstün güçteki ateşine karşılık veriyordu. Rumeli Hamîdiyesi’nin ateşleri netîcesinde 15.14’de isabet alan İrresistible zırhlısının bordasında bir tutuşma görüldü. Makineleri duran zırhlı, akıntının te’sirine kapılarak Karanlık limandaki mayınlara çarptı. Aldığı İsabetler sonucu perişan hâle gelen İrresistible, destroyerlerin ve diğer zırhlıların bütün çalışmalarına rağmen kurtarılamayarak, Anafor sularına kapılıp, Dardanos önlerinde sulara gömüldü. Ocean zırhlısı da bir mayına çarparak akıntıya kapılıp sürüklendi ve Soğanlıdere civarında battı.
Bu büyük hücumlarla dahî müslüman-Türk’ün îmân gücü karşısında Çanakkale boğazının geçilemiyeceğini anlayan amiral De Robeck, taarruzlarının işe yaramaması karşısında, çekilme emri verince, düşman gemilerinin tamâmı Bozcaada’ya döndü.
Amiral De Robeck de, 18 Mart 1915 akşamı Mondros’da bulunan amiral R.Wemyss’e gönderdiği şifrede; “Kabatepe’de 19’unda gösteri yok. Yarın beni görür müsünüz? Ya yüzen mayınlar, yâhud sahildeki kovanlardan ve uzak mesafeden atılan torpidolar yüzünden felâketli bir gün geçirdik... İrresistible ve Bouvet battı. Ocean daha batmadı ama kaybı muhtemel, İnflexible mayın yarası aldı. Gauluois top ateşi ile ağır hasara uğradı...” diyerek bu fecî yenilgiyi anlattı.
18 Mart 1915 günü 2000’e yakın mermi harcandı. Türk tarafından sâdece 81 top isabet aldı ve bunlardan dördü işe yaramaz duruma geldi. İnsan kaybı ise, 40 şehîd ve 70 yaralıdan ibaretti. Düşman, mayın hatlarından bir veya en çok ikisini temizleyebilmişti. Düşmanın ise üç muhârebe gemisi batmış, üçü de harp dışı kalmıştı. İnsan kaybı ise 700 civarında idi.
Çanakkale’yi deniz yoluyla geçerek İstanbul’a girmenin mümkün olmadığını anlayan ve mağlûbiyeti hazmedemeyen îtilâf devletleri erkânı, İstanbul’a doğru yürüyebilmek için bir kere de karaya asker çıkarmayı düşündüler. Bu taarruz için birleşik kuvvetler kumandanlığına general Hamilton getirildi. İlk plânda emrine de 75.000 kişilik bir ordu verildi. Bu orduda İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zellândalı ve başka sömürge ülkelerine mensûb askerler vardı. Bu kuvvetlere, Australian and New Zeeland Army Corps kelimelerinin baş harflerinden meydana geldiği için Anzak (Anzac) kuvvetleri adı verildi.
Îtilâf kuvvetlerinin umûmî karargâhı, Limni adası üzerindeki Mondros limanı idi. Anzak kuvvetlerinin kumandanı general Hunter Weston ve general Birdvood idi. Fransız kuvvetlerinin kumandanı da general d’Amede, sonradan general Gouraud, daha sonra da general Bailloud oldu.
Îtilâf kuvvetleri, plânlanan bu taarruzu Gelibolu yarımadası üzerinden başlatmayı kararlaştırdılar. Bu mıntıkada gereken savunma tedbirlerini almak üzere beşinci ordu teşkil edilerek, başkumandanlığına Alman general Liman Von Sanders tâyin edildi.
Îtilâf devletleri kumandanlığı muhtelif noktalara şaşırtma çıkarmaları yaparak, asıl çıkarmayı gizlemeyi plânladı. Bu sebeple ilk önce Fransız kuvvetleri 25 Nisan 1915’de Kumkale’ye bir çıkarma yaptı. Burada göğüs göğüse şiddetli muhârebeler oldu. Aynı gün içinde îtilâf kuvvetleri geri çekildi. Saros kıyılarında yapılan sahte çıkarmalar da aynı şekilde neticelendi. Dikkatlerin başka tarafa toplandığını zanneden 29. İngiliz tümeni, aynı gün muazzam harb gemilerinin himayesinde ve çok kuvvetli bir ateş desteği altında Seddülbahir’e asker çıkarmaya başladı. Karaya çıkan bu tümenin 12 taburu karşısında sâdece 26. alayın 3. taburu vardı. Bu kahraman tabur, her türlü takdirin üstünde bir cesaret ve kahramanlıkla, kendilerinden en az on misli üstün olan düşmana karşı tam 36 saat yalnız başına çarpıştı. 3. tabur kumandanı binbaşı Mahmûd Bey, taburun yarı mevcudunu kaybetmek pahasına da olsa, kahramanca çarpışarak, düşmanı denize dökmek karar ve azmini muhafaza etti. Oldukça ağır yaralandığı hâlde, 25-26 Nisan muhârebesi sona erene kadar taburunun başından ayrılmadı.
Bu kahraman taburun karşısında meşhur 29. İngiliz tümeni çok ağır zâyiât vererek, sayı ve ateş üstünlüğü yanında, zırhlıların desteğine rağmen, sahilde zor tutunabildi. Aralıksız bir buçuk gün süren muhârebe esnasında ancak 500 metre kadar ilerleyebildi.
Pek şiddetli mukavemetle karşılaşan îtilâf kuvvetleri, Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerine ilk hamlede 50.000 kişilik İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelandalı asker çıkardılar. Bu kuvvetlerin karşısında yalnız iki Türk tümeni vardı. Bunlardan birincisi 12 taburlu 9. tümen, ikincisi ise ordunun genel yedeğini teşkil eden 19. tümendi. 9. tümenin 9 taburu Seddülbahir bölgesini savunmakla vazifeli, üçü de yedekte idi.
Anburnu’nda bulunan 27. piyade alayının 3 ve 4. bölükleri, üç Avustralya tugayının hücûmlarına karşı Türk’ün şanlı târihine altın harflerle yeni sayfalar eklediler. Her iki bölük, en az on beş misli üstün düşman karşısında Eceabat’daki (Maydos), 27. piyade alayı yetişinceye kadar kıyıya hâkim tepeleri hayatlarını fedâ ederek ve kahramanca çarpışarak korumaya muvaffak oldular.
Alman generali Liman Von Sanders’in plânına göre bu bir taburluk Osmanlı kuvvetinin vazifesi, Arıburnu-Kumtepe arasındaki 10 kilometrelik sahayı korumaktı. 27. alayın geri kalan kuvvetleri ve alay karargahından başka, 9. fırka (tümen) karargâhı ve fırka topçusu ile 25. alay bu iki bölüklük taburun arkasına düşen Maydos-Sarafim çiftliği hattında bekliyordu. Arıburnu-Kocaçimen hattının arkasındaki Bigalı köyünde de, 5. ordunun umûmî yedeği olan 19. fırka (tümen) bulunuyordu.
Arıburnu’na çıkarma yapmaya çalışan Anzak kuvvetlerinin top sesleri, Bigalı köyünden işitiliyordu. Gelen muhârebe raporları üzerine, 19. tümen kumandanı Kaymakam (Kurmay Yarbay) Mustafa Kemâl Bey, emrindeki fırka birliklerini harekete geçirdi. Gelibolu’da bulunan ordu ve 3. kolordu ile haberleşerek, fırka süvârî birliğini Kocaçimen-Conkbayırı istikâmetinde keşif ve emniyet maksadıyla ileri gönderdi. Yukarıdan alacağı İkinci emri bekledi. Fakat beklediği emir gelmeyince, zaman kaybetmemek için kendiliğinden harekete geçti. Anburnu çıkarma yerine en yakın bulunan Bigalı’daki kuvvetlerin başına geçerek, saat 8.30’da Kocaçimen-Conkbayırı üzerinden Arıburnu istikâmetine yürüdü. Düşmanın ileri hatlarının Conkbayın’na beş-altı yüz metre mesafeye kadar yaklaştığını gördü. Cephaneleri tükendiği için çekilmekte olduklarını söyleyen kıyı gözetleme birliğine mensûb erlere, düşmana karşı süngü taktırarak mevzî aldırdı. Bunu gören düşman da mevzîye girdi. Böylece zaman kazanıldı ve 57. alaya emir gönderildi. Gelen birlikler Conkbayırı’na yerleştirildi. Daha sonra 57. ve 27. alayların yaptıkları süngü hücumu ile Anzak kuvvetleri sahil yakınlarına kadar geri sürülüp atıldılar. O gün kahramanca çarpışarak, Anzak birliklerini geri püskürten 19. fırkanın 57. piyade alayı ve 9. fırkanın 27. piyade alayı, savaş gemilerinin ateşine tutularak, başta kumandanları olmak üzere tamâmı şehîd düştü. Böylece ihtiyat fırkalarının elindeki en iyi ve talimli iki alay, Çanakkale savaşının şanlı müdâfaa târihi sahîfelerinde altın harflerle yazıldılar.
25-26 Nisan muhârebeleri sonunda İtilâf kuvvetleri, sâdece kıyı bölgelerinde, donanmanın ateş desteğinde tutunabildiler. Daha önce Osmanlı Devleti’ni bir oldu-bittiye getirerek Birinci Dünyâ harbine sokan İttihâdçı harbiye nâzırı Enver Paşa, şimdiye kadar pek çok müslüman-Türk evlâdının imha edilmesi yetmiyormuş gibi, bir savaş taktiği hatâsı olarak arka arkaya çektiği telle Seddülbahir, Tekeburnu ve Mort limanına çıkmış olan kuvvetli İngiliz birliklerine hücum edilmesini ve yarımadadan kovulmalarını emretti. Balkan harbinde mağlûb olarak kuvvetini ve teçhizatını kaybeden, daha sonra İttihâdçı-Îtilafçı ayrımından istifâde edilerek pek çok vatansever subayı emekliye sevk edilerek devre dışı bırakılan ve dört cephede harbe sokulan Osmanlı ordusunun Çanakkale cephesindeki askerleri, İngiliz siperleri üzerine 1, 2 ve 3 Mayıs gecelerinde hücum ettiler. Kahramanca çarpışarak, geceleri kazandıkları yerleri, gündüz donanmanın ezici ateşi yüzünden bırakmak zorunda kaldılar. Çok eksik ve her türlü imkânsızlıklar içinde yapılan bu hücumlarda, binlerce kahraman şehîd oldu. Dördüncü gün bu işten vazgeçilip savunma ile yetinilmeye karar verildi. Osmanlı taarruzlarının kırıldığını gören İngilizler, karşı taarruza geçmeyi plânladılar. 6-9 Mayıs 1915 günlerine tesadüf eden, dört gün müddetle devam eden ve ikinci Kirte muhârebesi olarak bilinen muhârebelerde, düşman kuvvetlerine karşı taarruzda bulunuldu.
Seddülbahir’in Kuzeydoğusundaki Alçıtepe’yi hedef kabul eden 50.000 kişilik düşman ordusu, donanmalarının da yardımıyla tek tük ehemmiyetsiz ilerlemeler yaptı. Fakat ağır kayıplara uğradı.
20.000 askerini telef eden düşman ordusu, ancak yarım kilometrelik bir yol alabildi. Kara ve denizden hücuma uğrayan Türk askerinin bu müthiş muhârebelerde gösterdiği kahramanlıklar, akıllara durgunluk verecek ölçüde oldu. Cephane kıtlığından, gıdasızlıktan, elbisesizlikten, çarıksızlıktan ve soğuktan çok muzdarib olan Türk ordusu, herşeye rağmen dimdik ayaktaydı.
İngiliz kuvvetlerinin taarruzlarının kırılarak neticesiz kalması, seferî kuvvetler kumandanı general Jan Hamilton’un ümidini kırdı. 9 Mayıs 1915’de Londra’ya bir telgraf çekerek, yardım görmediği takdirde, Çanakkale’de muvaffak olamayacağını bildirdi. Bu durum, Londra’daki İngiliz yetkililer arasında anlaşmazlıklara sebeb oldu. Bu arada, Osmanlı donanmasına mensûb Muâvenet-i Milliye isimli küçük torpidonun, Goliat zırhlısını batırması, buhranı iyice artırdı. Bunun üzerine bütün donanmalar kumandanı amiral Fisher, donanmanın en güçlü zırhlısı olan Queen Elizabeth’in Çanakkale’den ayrılıp İngiltere’ye dönmesini emretti. Bahriye nâzırı Churchill de, onun yerine 38 santimlik top taşıyan iki monitörle daha eski birkaç zırhlının gönderilmesi şartıyla buna razı oldu. 13 Mayıs’ta hâdiseyi öğrenen savunma bakanı Lord Kitchner çok kızdı ve en ağır bir zamanda donanmanın orduyu kendi hâline bıraktığını söyledi. Hâdiseler, tartışmanın büyümesine yol açıyordu. 13 Mayıs’da, amiral De Robeck’e bir tel çekilerek, yeniden deniz hücumuna geçmeyip, sâdece orduyu desteklemesi bildirildi. O sırada Çanakkale önündeki bâzı gemiler değiştirilirken, yakında yardımcı kara birliklerinin gönderileceği de bildirildi.
İngiltere’de hava iyice gerginleşti. 14 Mayıs 1915’de savaş meclisi toplandı. Oldukça sert tartışmalardan sonra bir karar verilemeden dağıldı. Bahriye nâzırı Churchill, bütün gücün Çanakkale cephesinde yığılmasını istediği için, Çanakkale’ye göndereceği iki tümenin taşınması için bazı kararlar aldı. Acele ederek, 14-15 Mayıs gecesi Lord Fisher’in uykuda bulunduğu bir sırada, İtalya’ya yardıma gidecek dört kruvazörün derhâl yola çıkarılmasını ve amirale bilgi verilmesini emretti. Lord Fisher ise imzası olmadan böyle bir emrin verilmesi üzerine, 15 Mayıs sabahı durumu öğrenince vazifeden istifa ettiğini Churchill’e ve başbakana bildirdi. Bu hâdisenin duyulmasından sonra bunalım büyüdü ve Churchill Bahriye nâzırlığı vazifesinden alındı. İngiltere’deki bu buhranın devam ettiği sırada, Arıburnu cephesindeki Osmanlı kuvvetleri 18-19 Mayıs günleri neticesiz taarruzlarda bulundular.
11 Mayıs 1915 Salı günü teftişe gelen harbiye nâzırı Enver Paşa, başkumandan vekili ünvânıyla 19 Mayıs 1915 Çarşamba günü hiç bir lüzum olmadığı hâlde; aç, çıplak ve cephanesiz durumdaki orduya düşman mevzileri üzerine hücum emri verdi. Düşmanın karşı taarruzu hesab edilmeden ve çılgınca girişilen bu taarruzda, dokuz bin kahramanımız şehîd oldu. İngiliz zayiatı ise yüz ölü ile beş yüz yaralıdan ibaretti.
İngiltere kabinesinde değişiklik yapılmasına sebeb olan buhrandan hemen sonra Alman denizaltıları, 24 Mayıs’ta Triumph, 27 Mayıs’ta Majestic zırhlılarını hatırdılar. General Hamilton 28 Mayıs günü yazdığı notta, donanma kumandanının artık kara ordusunu kâfi miktarda destekleyemiyeceğini bildirdi.
Gelibolu yarımadasının güney cephesinde Vehip Paşa ve kuzey cephesinde de Es’ad Paşa’nın kumandasındaki Osmanlı birliklerinin düşman kuvvetlerini durdurması ve buna paralel olarak İngiliz kabinesinde değişikliklere gidilmesi üzerine, 5. ordu birliklerinin subay ve kumandanlarına yeni terfîler ve madalyalar verildi.
Osmanlı ordusunda terfi merasimlerinin yapıldığı Haziran ayının ilk günlerinde, İngiliz ordusunda durum pek parlak değildi, îtimâdı sarsılan İngiltere hükümetinin savunma bakanı Lord Kitchner, 3 Haziran 1915’de general Hamilton’a bir telgraf çekerek, istediği yardım gönderildiği takdirde Kiüdülbahir’i ele geçirip, Çanakkale seferini bitirip bitiremiyeceğini sordu. Zâten taarruza hazırlanmış olan İngiliz ve Fransız kuvvetleri, 4-5 Haziran günlerinde Seddülbahir cephesine tekrar yüklendiler. Üçüncü Kirte muhârebesi olarak anılan bu kanlı çarpışmalarda, Osmanlı ordusundan 9.000 kişi şehîd oldu; düşman ordusundan da 7. 500 kişi öldürüldü. Netîcede düşman hücumu geri püskürtüldüğü gibi, bir ara İngilizlerin eline geçen yerler de geri alındı.
Yeni kuvvetlerle takviye edilen Osmanlı ordusunda, yeni bir taarruz plânı hazırlandı. Plânlanan bu taarruz, 28 Haziran 1915 Pazartesi günü başlatıldı. Zığındere muhârebeleri olarak bilinen ve o günlerde cepheye teftiş için giden Enver Paşa’nın tasvibiyle, cephedeki kurmayların plânladığı bu taarruz, 5 Temmuz 1915 Pazartesi gününe kadar olmak üzere 8 gün devam etti. Zığınderesi’nin iki tarafındaki Osmanlı mevzilerine karşı düzenlenen düşman taarruzlarına mukabil Türk taarruzları en güzide askerlerimizden 14.000 kişinin şehîd olmasına sebeb oldu. Buna rağmen düşman taarruzu kırıldı. İngilizler yine hezimete uğradılar.
6 Temmuz 1915’de Osmanlı veliahdı (pâdişâh namzedi) Yûsuf İzzeddîn Efendi, Çanakkale’ye gelerek, askerlere moral verdi. 12 Temmuz 1915 Pazartesi günü Seddülbahir cephesinin Kerevizdere kısmında meydana gelen kanlı çarpışmalara, iki Fransız ve bir İngiliz tümeni katıldı. Osmanlı ordusundan 9. 822 kişinin şehîd olduğu, düşman tarafından da 3. 840 kişinin öldürüldüğü bu muhârebe de Türk’ün zaferiyle neticelendi.
Bu arada başlaması muhtemel büyük bir taarruz için, her iki taraf da hazırlıklarını tamamlamaya çalıştılar. Alman generali Liman Von Sanders, İngiliz ordusu tarafından vuku bulacak taarruzun Temmuz ayı sonlarında olacağını tahmin ederek hazırlıkları sıklaştırdı. Bu sırada harbin cereyanı hakkında bilgi vermek üzere Almanya’ya çağırılan Liman Von Sanders durumun nazikliğini dikkate alarak gitmedi.
Denizden boğazı geçemiyeceğini anlayan ve Gelibolu yarımadasının Seddülbahir ve Arıburnu’na yaptığı çıkarmalarda başarı sağlayamayan İtilâf kuvvetleri başkumandanı general Hamilton, İngiltere’den gelecek kuvvetleri de hesaba katarak yeni bir harp plânı hazırladı.
6 Ağustos 1915 sabahı İngilizler, önce güneyde Seddülbahir bölgesine; Kirte ve Alçıtepe bölgesini düşürmek istiyorlarmış havasını vermeye çalışarak, şiddetli bir şaşırtma hareketinde bulundular. Aynı zamanda Arıburnu bölgesine de var güçleriyle yüklenen İngilizlerin asıl maksadları diğer yerlerdeki Osmanlı ihtiyat bitiklerini Seddülbahir ve Arıburnu’na çekerek, Suvla ve Anafartalar’a yapacakları taarruzu kolaylaştırmaktı. 6 Ağustos gecesi Sazlıdere’nin kuzeyinde karaya çıkan 20.000 kişilik İngiliz kuvveti, Arıburnu cephesini çevirmekle vazifelendirildi. Bu kuvvetler o gece sabaha kadar Conkbayın’na ikibuçuk kilometre kadar yaklaştılar. 7 Ağustos gününü dinlenmekle ve istihkâm hazırlamakla geçiren İngiliz kuvvetlerinin bu hareketi, Osmanlı ordusuna zaman kazandırdı. Bu sırada Arıburnu bölgesinde; 16. fırka (tümen), Kabatepe’den gelen 9. fırka (tümen), Seddülbahir’den gelen 8. fırka (tümen) ve 19. fırka (tümen) toplandı.
8 Ağustos günü İngilizler pek erkenden Düztepe’den itibaren Conkbayırı’nı denizden ve karadan pek ağır bir ateş altına aldılar. 8 Ağustos günü Arıburnu cephesi ateş içindeydi. İngiliz ateşi karşısında çok zayiat veren dört Osmanlı fırkası (tümeni), Conkbayır’ını kaybetti. Arıburnu bölgesindeki Osmanlı kuvvetleri 10 Ağustos günü Conkbayırı’nı geri aldılar. Arıburnu grup kumandanı korgeneral Es’ad Paşa idi. Arıburnu cephesinde 10 Ağustos 1915 Salı gününe kadar beş gün süren muhârebelerdeki zayiatımız ise, 6. 930 kişiydi.
Asıl maksadlarını bir dereceye kadar gerçekleştiren ve Osmanlı ordusuna önemli zayiatlar verdiren düşman kuvvetleri, 6-7 Ağustos Cumâ-Cumartesi gecesi saat 10.00’da Suvla koyuna asker çıkardılar. Arıburnu’nun kuzeyinden muhtelif kollarla bir kuşatma taarruzuna kalkışıp, ertesi gün de bu hareketlerine devam ettiler. Fakat îmânlı Türk askerinin mukavemetiyle karşılaşarak başarısızlığa uğradılar.
6-7 Ağustos gecesi Suvla koyunda karaya çıkarılan İngiliz kuvvetleri, ertesi güne tesadüf eden 7 Ağustos günü taarruza başladılar. Zâten böyle bir taarruzun olabileceğini tahmin eden Liman Von Sanders, Saroz körfezinde bulunan miralay Fevzi Bey kumandasındaki 16. kolorduyu Anafartalar bölgesine sevk etti. Kireçtepe’nin kuzeyinden başlayıp güneye doğru uzanarak Kocaçimen bölgesini de içine alan yeni bir cephe teşkil ettirdi. Bu yeni cephenin adı Anafartalar grup kumandanlığı ve kumandanı da miralay Fevzi (Çakmak) Bey’di. Anafartalar cephesinin Kireçtepe’deki sağ cenahı binbaşı Wilmer’in kumandasında olup, 11. fırka (tümen) birliklerinden müteşekkildi.
General Von Sanders, Saroz körfezi kıyılarını korumakla vazifeli 16. kolorduya; 7 Ağustos’ta, Suvla-Anafartalar bölgesine hareket edip, iki günlük yolu bir günde giderek, 8 Ağustos’ta İngiliz kuvvetlerine taarruz etmesini emr etti. Ancak bir kolordunun bütün ağırlıklarıyla birlikte iki günlük yolu bir günde katederek belirtilen yere ulaşması mümkün olmadığından, vaktinde ulaşamayan miralay Fevzi (Çakmak) Bey, Liman Von Sanders tarafından vazifeden alındı. Yerine 19. fırka (tümen) kumandanı miralay M. Kemâl Bey (Atatürk) tâyin edildi. Birlik 48 saatten beri hemen hiç dinlenmemişti. Sıkı yürüyüşle erlerinin bir kısmını yollarda bırakmış olan 16. kolorduya, iki tümenle donanma ateşiyle korunan 4 İngiliz tümenine karşı herhangi yeni bir plân ve hazırlık yapmadan 9 Ağustos sabahı taarruz emri veren Mustafa Kemâl Bey, İngilizlerden önce davrandı. Daha önce davranan Türk birlikleri şiddetle hücum ederek, İngiliz taarruzunu çabuk kırdı. Denizden ve karadan yapılan düşman bombardımanına rağmen, Türk taarruzu muvaffak oldu. Cefakâr ve kahraman mehmetçik; açlığa, elbisesizliğe, cephanesizlige rağmen büyük başarılar göstererek düşmanı denize kadar kovaladı. Bu taarruz sonunda Türk kuvvetleri Conkbayırı’na ve Şâhintepe’ye iyice yerleşmiş oldu. Bu taarruzlar sırasında kuvvetinin yarısını kaybedecek kadar zayiata uğrayan İtilâf kuvvetlerinin birkaç generali de ölmüştü. 16 ve 21 Ağustos târihlerinde, taze kuvvetlerle takviye edilen İtilâf kuvvetleri tekrar taarruza geçtiler. Taarruzlar Anafartalar’a doğru yayılıyor, tekrar tehlikeli bir hâl alıyordu. Anafartalar grub kumandanı Mustafa Kemâl Bey, bütün ihtiyatlarıyla birlikte karşı taarruza geçti. Düşmana karşı hücuma kalkan ve düşmanı bozguna uğratan kahraman bir alay tamamen imha edildi. Fakat ihtiyat kuvvetlerinin yetişmesini te’rmin edecek şekilde düşmanı da meşgul etti. İhtiyat kuvvetlerinin yetişmesiyle düşmanın 21 Ağustos taarruzu da kırıldı. Bütün taarruz ve karşı taarruzlar süngü hücumuyla oldu. İki tarafın zayiatı da korkunçtu. Fakat müslüman-Türk askerinin dillere destan metaneti ve kahramanlığı, zaferin Türk ordusu tarafında kalmasını te’min etti.
27 Ağustos’da düşman, Kayacıkağılı mıntıkasına şiddetli bir topçu ateşi desteğinde tekrar taarruza geçti. Fakat, bu taarruz da geri püskürtüldü. Mestantepe ve Yusufçuk istikametindeki düşman taarruzu da kırıldı. Bundan sonra siper muhârebelerine dönüşen savaşlar bir müddet daha devam etti.
Türk başkumandanlığı iş işten geçtikten sonra Çanakkale cephesini kuvvetlendirmeğe karar vererek, 1. orduyu Gelibolu yarımadasının kuzey kısmına gönderdi. Yeni takviye alan Osmanlı kuvvetleri karşısında, general Hamilton tekrar takviye kuvvet istedi. Ancak çeşitli cephelerde savaşarak askerinin perişan olduğunu bilen İngiltere hükümeti, bir tümenden fazla asker gönderemedi. Îtilâf devletlerinin Sırbistan’a karşı açtıkları sonbahar seferi ile doğan kuvvet ihtiyâcı karşısında da Çanakkale’den kuvvet çekilmesi kararlaştırıldı. 28 Ekim’de general Hamilton’un yerine gelen general Monroe 30-40 bin kişilik kaybı pahasına da olsa çekilmenin gerekliğini tekrarladı. Artık kış geliyordu. Monroe’nin verdiği rapor üzerine iki İngiliz tümeni, 5 Aralık’ta Selânik’e gönderildi. Bu arada Osmanlı ordusuna, iki Avusturya bataryası katıldı. Almanlar ise daha başlangıçta Çanakkale cephesine iki tabyalık topçu eratı, bir istihkâm bölüğü (hepsi 250 kadar er), 20-25 kadar subay ve bir kaç denizaltısı ile katılmıştı.
İngilizler, 19 Aralık 1915 günü Seddülbahir bölgesinde şiddetli bir taarruza geçip, dikkatleri oraya çekerek, geceleyin Anafartalar-Arıburnu bölgesinden çekildiler. Mağlûbiyeti bir türlü hazmedemeyen İngiliz hükümeti, altı tümen ile son bir taarruz daha yapmaya karar verdi. Fakat bu sırada, Bulgaristan’ın, Alman-Türk ittifakına katılarak harbe girmesi karşısında, Fransa hükümeti Çanakkale’deki îtilâf kuvvetlerinin Makedonya cephesine gönderilmesinde ısrar ettiğinden, İngiltere hükümeti, Gelibolu yarımadasındaki kuvvetlerini tamamen geriye çekmek zorunda kaldı. 8-9 Ocak 1916 gecesinde Seddülbahir bölgesindeki kuvvetlerini de çekti.
Kara kuvvetini çeken îtilâf devletleri, Çanakkale’deki Osmanlı birliklerine, ulaştırma yollarına ve iskelelere havadan taarruzlara devam ettiği gibi, îtilâf donanması da yakın ablukayı kaldırmadı.
8,5 ay süren Çanakkale savaşları sonunda hezîmete uğrayan ve geri çekilmek zorunda kalan îtilâf kuvvetleri, yığın hâlinde erzak ve mühimmatı olduğu gibi bırakarak çekilip gittiler. Türk ordusunun eline bu suretle pek çok ganîmet geçti.
Sâdece Birinci Dünyâ harbinin değil, dünyâ târihinin en şanlı müdâfaalarından olan, müslüman-Türk’ün sonsuz vatanperverliği, kahramanlığı, feragati, cesareti ve tahammülü ile; “ölürsem şehîd, kalırsam gâziyim” parolasiyle kazanılan Çanakkale savaşlarında, Osmanlı ordusundan savaş içi ve dışı 251. 309 kişi, îtilâf devletlerinden de 47.000’i Fransız olmak üzere, toplam 252.000 kişi zâyiât verildi. Osmanlı Devleti’nin verdiği şehîdler içinde en önemli yeri Abdülhamîd Han’ın açtığı okullarda yetişen yedeksubaylar teşkil ediyordu. Böylece devlet, yetişmiş insanının büyük kısmını kaybetmiş oldu.
Birinci Dünyâ harbi içerisinde cereyan etmesine rağmen, millî bir mâhiyet arz eden ve müslüman-Türk’ün kendinden kat kat güçlü olan askerî kuvvetler karşısındaki metanetini ve kahramanlığını ortaya koyan Çanakkale savaşları; Rusya’nın asırlardır ulaşmak istediği boğazları ele geçirerek Akdeniz’e ulaşma hayâllerinin sönmesine sebeb oldu.
Ayrıca Çanakkale harbinin başlamasıyla Ruslar, Kafkasya cephesinde 300.000 kişilik bir Türk ordusunu karşılarında görmekten kurtuldular. Böylece, Doğu Anadolu’daki Rus mezâlimine ve İngiltere’nin Irak ve Filistin’de meydanı boş bulmasına yaradı. İngiltere başbakanı Lıoyd George’un 18 Kasım 1919’da Avam kamarasındaki bir konuşmasında; “Gemilerimiz Çanakkale’yi geçebilselerdi, harb iki sene kısaltılmış olurdu” dediği gibi, dünyâ harbi iki sene uzatıldı. Çanakkale’deki Türk savunmasının başarısı, Rusya’da çarlığın yıkılmasına ve Bolşevik ihtilâline sebeb oldu. Zîrâ harbin iki sene uzaması sebebiyle Rusya iktisadî ve askerî yardım alamamış, bu sebeble meydana gelen iktisâdı sıkıntı, Rus ihtilâline sebeb olmuştu. Bu ihtilâl sonunda çarlık rejimi devrildi. Bolşevik rejimi kuruldu. Yeni rejimi gerçekleştirenler, Türklerle iyi münâsebetler kurarak harbden çekildiler. Haçlı zihniyetine sâhib olan Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti üzerinde asırlardır hayâl ettikleri kötü emeller, Çanakkale zaferiyle suya düştü. Rusların Akdeniz’e açılma hevesleri engellendi. Çanakkale savaşlarında sultan İkinci Abdülhamîd Han devrinde yetişen kıymetli pek çok kumandan ve asker telef oldu. Ancak, Türk istiklâl harbinin kazanılmasını sağlayan kumandanlar yetişti.
BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN ANNESİNE SON MEKTUBU
Vâlideciğim!
Dört asker doğurmakla müftehir (iftihar eden) şanlı Türk annesi!
Nasihat-âmiz mektubunu, Divrin ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sâyesinde (gölgesinde) otururken aldım.
Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti.
Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim.
Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemiyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selâmlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diye tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz, sağa çevirdim, güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir (tebrik) ediyorlardı.
Nazarlarımı sola çevirdim, çığıl çığıl akan dere, bana vâlidemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor köpürüyordu.
Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu.
Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedâsı ile beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar ânında, hizmet eri; “Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz” dedi. “Pekâlâ” dedim. Aldım baktım sütlü çay. “Mustafa bu sütü nereden aldın?” dedim. “Efendim şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?” “Evet ne kadar güzel” dedim. “Işte onun çobanından 10 paraya aldım” dedi.
Vâlideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düşünüyordum. Ben vâlidemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin olur mu? Kardeşim Şevket neden içmiyor? dedim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: “Ne yapalım. Kaderde olsaydı, o da; bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tedkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi.” Şevket merak etmesin, o görür belki de, daha güzellerini görür.
Fakat vâlideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sâyende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah’ım! Bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemâat ile namazı kıldık. Yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyânın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım;
“Ey Allah’ım! Ey şu öten kuşun, şu meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Hâliki! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdir eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur. “Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, ism-i celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Bu şerefli dileği ihsân eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana duâ eden biz askerlerin süngülerini keskin eyle. Düşmanlarını zâten kahrettin, bütün bütün mahveyle!” diye bir duâ ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ûd, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Anneciğim! Oğlun Hâlid de benim gibi güzel yerlerdedir. Dünyânın en güzel yerleri burası imiş.
Vâlideciğim evdeki senet vesâireyi kimselere kat’iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin. Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünyâ böyledir. Fakat sen merak etme. O hisseyi vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Vâlideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor. Allah razı olsun.
Oğlun Hasan Edhem
4 Nisan 1331(17 Nisan 1915)
BİR ŞEHİDİMİZİN SON SÖZLERİ
2 Haziran 1916’da Kolağası (Yüzbaşı) Mehmed Tevfik, Çanakkale Harbi’nde bir İngiliz mermisi ile yaralanmış ve şehîd olmadan önce şu mektubu yazmıştır:
Ovacık yakınlarındaki Ordugâhtan 18 Mayıs 1331- Pazartesi (1916)
Sebebi hayâtım, feyz-i refikim.
Sevgili babacığım, vâlideciğim:
Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muhârebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hâin bir İngiliz kurşunu geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat, bundan sonra gireceğim muhârebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından, bir hâtıra olmak üzere, şu satırları yazıyorum.
Hamdü senalar olsun Cenâb-ı Hakk’a ki, beni bu rütbeye kadar ulaştırdı. Yine mukadderât-ı ilâhiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla, beni vatan ve millete hizmet etmek için nasıl yetiştirmek lazımsa öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz-i refikim ve hayâtım oldunuz. Cenâb-ı Hakk’a ve sizlere çok teşekkürler ederim.
Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün haketmek zamanıdır. Vatanıma olan mukaddes vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum. Şehîdlik rütbesine kavuşursam; cenâb-ı Hakk’ın en sevimli kulu olduğuma kanâat edeceğim. Asker olduğum için, bu her zaman benim için pek yakındır.
Sevgili babacığım ve vâlideciğim! Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih’ciğimi önce Cenâb-ı Hakk’ın sonra sizin himayenize bırakıyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapmaya çalışınız. Servetimizin olmadığı malûmdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem. İstersem de boşunadır. Refikama (eşime) hitaben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz! Fakat çok üzülecektir. O üzüntüyü giderecek şekilde veriniz. Tabii, ağlayıp üzülecek, teselli ediniz. Allahü teâlânın takdiri böyle imiş. İsteklerim ve borçlarım hakkında refikamın mektubuna koyduğum deftere ehemmiyet veriniz! Münevver’in hafızasında veyahut kendi defterinde kayıtlı borçlar da doğrudur. Münevver’e yazdığım mektubum daha geniştir. Kendisinden sorunuz.
Sevgili baba ve vâlidedğim! Belki bilmiyerek size karşı bir çok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni affediniz! Hakkınızı helâl ediniz! Ruhumu şâd ediniz. İşlerimizin düzeltilmesinde refikama yardımcı olunuz.
Sevgili hemşirem Lütfiyeciğim!
Bilirsiniz ki, sizi çok severdim. Sizin için gücümün yettiği nisbette ne yapmak lazımsa isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir. Beni affet, mukadderât-ı ilâhiye böyle imiş. Hakkını helâl et, ruhumu şâd et! Yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih’e sen de yardım et!
Hepiniz, her gün beş vakit namaz kılınız! Bir namazı kaçırmamağa çok dikkat ediniz. Ruhuma Fatiha okuyarak beni sevindiriniz! Sizi de cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.
Ey akraba ve ehibbâ, cümlenize elveda! Cümleniz hakkınızı helâl ediniz. Benim tarafımdan cümlenize hakkım helâl olsun. Elveda, elveda! Cümlenizi cenâb-ı Hakk’a tevdi ve emânet ediyorum. Ebediyyen Allah’a ısmarladık. Sevgili babacığım ve vâlideciğim.
Oğlunuz Mehmed Tevfik
19 Mayıs 1331 (1916)
KOLUMU KESİVER KOMUTANIM
Çanakkale savaşlarında kumandanlık etmiş, yaralanmış emekli bir subay şöyle anlatıyor:
“Çanakkale savaşının devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nisbetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile neticelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muhârebenin son safhasını heyecan içinde tâkib ediyordum, Mehmedciklerin, Allah Allah... nidaları ufku titretiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi.
Bir aralık yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş, yüzünde müthiş bir ıstırap okunuyordu. Daha neyin var demeğe kalmadan, o herşeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isabetle, hemen tamamen kopacak hâle gelmiş, eli yere düşmekten anca zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ısdırâbını yenmeğe çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzatarak: “Şunu kesiver kumandanım” dedi. Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifâde ediyordu ki, gayri-ihtiyari çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken, bir şey söylemiş olmak için; “Üzülme Ali Çavuş, Allah vücûduna sağlık versin” diye mırıldandım.
O; yere düşen eline, elsiz kalan koluna ve bir oluktan boşanır gibi akan kanlara kıymet bile vermiyordu. Gözlerini duman ve ateş içindeki yurt ufuklarına doğru çevirerek; “Fedâ olsun, memleket sağ olsun...” diye mırıldandı.
Ali Çavuş yalnız elini değil, çok geçmeden hayâtını da bu memleket uğruna, bu mukaddes ülkeyi korumak yolunda feda etti. Gözlerini hayâta yumarken de, aynı kelimeleri tekrarlamış: “Memleket sağ olsun... Allah îmândan ayırmasın... Canım vatana fedâ olsun” demişti.
1) Birinci Dünyâ Harbi’nde Türk Harbi; Çanakkale Cephesi (Genelkurmay Harp Târihi Yayını, Ankara-1978)
2) Çanakkale Conkbayırı Savaşları (Cemil Conk, Ankara-1959)
3) Türk İnkılâbı Târihi (Y.H. Bayur); cild.3, kısım 2
4) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 285
5) Siyâsî Târih (R.Uçarol); sh. 360
6) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-14; sh. 105
7) Büyük Harbin Târihi Çanakkale Gelibolu Askerî Harekâtı (C. F.Aspinall-Oglander, Çevr. Tâhir Tunay, Ankara-1939)
8) 20.Asır Siyâsi Târihi (F. Armaoğlu); sh. 111