Babası.................... : Abdülhamîd Han-I
Annesi.................... : Nakş-i Dil Sultan
Doğumu.................. : 20 Temmuz 1786
Vefâtı...................... : 1 Temmuz 1839
Tahta Geçişi............ : 28 Temmuz 1808
Saltanat Müddeti..... : 31 sene 4 gün
Halîfelik Sırası........ : 95
Osmanlı sultanlarının otuzuncu ve İslâm halîfelerinin doksan beşincisi. Sultan birinci Abdülhamîd Han’ın oğlu olup, 20 Temmuz 1786’da Nakş-i Dil Sultan’dan İstanbul’da doğdu, iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kıymetli âlimlerinden öğrendi. Amcası sultan üçüncü Selîm, yetişmesine çok îtinâ göstererek devrin modern askerî ve teknik bilgilerini ve devlet idaresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı. Sultan üçüncü Selîm tahttan indirildikten sonra, şehzâde Mahmûd’la sık sık görüşerek, ona politik tavsiyelerde bulundu ve bir çok hatâsını anlatarak, tahta çıktığı zaman dikkat etmesi gereken hususları bildirdi.
Sultan üçüncü Selîm’in tahttan indirilmesiyle yerine geçen dördüncü Mustafa Han, İstanbul’da tam asayişi sağlayamamıştı. Zîrâ bir çok devlet ileri geleni âsîler tarafında idi. Rusçuk âyânı olarak bilinen Alemdâr Mustafa Paşa’ya sığınan bâzı ıslahatçı devlet adamları üçüncü Selîm’i tekrar tahta geçirmek istiyorlardı. Bunun için de devlet ileri gelenlerine farkettirmeden Alemdâr’ın İstanbul’a gitmesi lâzımdı. Alemdâr Mustafa Paşa bu nâzik işi başarabilmek için sultan dördüncü Mustafa’nın ve sadrâzamın îtimâdîarını kazandı. Edirne’den İstanbul’a dönen sadrâzama 16.000 kişilik sâdık askeriyle iştirak etti. Bu sırada Pınarhisar âyânı Hacı Ali Ağa, Alemdâr’in emri ile Kabakçı Mustafa’yı öldürerek kafasını sadrâzama yolladı. Bu durum saray erkânı ve yeniçeriler arasında büyük bir telâşa sebeb oldu. 19 Temmuz 1808 Salı günü İstanbul’a giren Alemdâr, zorbaları ortadan kaldırmaya başladı, Sadrâzam Çelebi Mustafa Paşa, artan nüfuzundan rahatsız olduğu Alemdâr’dan, İstanbul’u terk etmesini istedi. O da bunun üzerine on beş bin kişi ile Bâb-ı âlîyi bastı ve mühr-i hümâyûnu aldı. Sultan Selîm’i tekrar tahta çıkarmak için saraya gitti. Zorbaların kandırması ile sultan dördüncü Mustafa; üçüncü Selîm ve şehzâde Mahmûd’un öldürülmesi için ferman çıkarttı ve tahttan çekilmek istemediğini Alemdâr’a bildirdi. Bunun üzerine Alemdâr kuvvet kullanmaya karar vererek saray kapısını kırdırmaya başladı.
Bu sırada zorbalar ise harem dâiresinde ibâdetle meşgul olan sultan Selîm’e alçakça saldırdılar. Sultan Selîm, Nizâm-ı cedîd çalışmalarında olduğu gibi, canını müdâfaada yalnız kaldı. Hançer darbeleriyle son nefesini veren üçüncü Selîm’in vücudunu Alemdâr’ın kırdığı kapının önüne bıraktılar. Hizmetkârlarının yardımıyla zorbaların elinden kurtulan şehzâde Mahmûd, Alemdâr tarafından tahta geçirildi. Alemdâr, ulemâ, devlet ricali ve ocak ağaları sultan İkinci Mahmûd Han’a bîat ettiler. Sultan Mahmûd, pâdişâh olur olmaz Alemdâr’a sadâret mührünü verdi.
Sultan Mahmûd, Alemdâr’ı sadrâzam yaptıktan sonra, zorbaları cezalandırmakla görevlendirdi. Kabakçı Mustafa isyânında rol oynayanların hepsi cezalandırıldı. Fesat çıkaranlar İstanbul, dışında ikâmete mecbur tutuldu. İstanbul’da otorite sağlanmaya çalışılırken Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerinde ve bilhassa, Halep ve Bağdad’da vâlilerin çıkardığı karışıklıklar devam ediyordu. Cezâyir’in idaresini dayılar ele geçirmişti. Vehhâbîler Harameyni zaptederek, hutbelerden pâdişâhın adını kaldırmışlardı. Bu kötü gidişe dur demek isteyen sultan Mahmûd, Anadolu ve Rumeli vâlilerini İstanbul’a davet etti. Bu vâlilerin yeni Sultan’a bağlılıklarını bildirmeleri istendi. Valiler İstanbul’a gelip, sultan Mahmûd Han’a bağlılıklarını arz ettiler ve muhtemel âsîlere karşı ittifak senedi imzaladılar (Bkz. Sened-i İttifak).
Sultan Mahmûd, yeniçeri ocağının artık hiç bir işe yaramadığına ve bir anarşi yuvası hâline geldiğine inanmıştı. Bu ocağın tamamen ortadan kaldırılması yeni bir isyâna sebebiyet verebilirdi. Onun için, ocak mensuplarını kuşkulandırmayacak şekilde yeni tâlim ve terbiye usûllerinin tekrar tatbik edilmesini istedi. Fakat yeniçeriler bu icrâattan memnun olmadılar. 14 Ekim 1808’de kapıkulu ocağının sekizincisi olarak Sekbân-ı cedîd adıyla modern bir ordu kurulmaya başlandı. Sekbân-ı cedîd askeri, yeniçeriler ve tarafdârları tarafından Nizâm-ı cedîd’in ihyâsı alarak kabul edildi. Veziriazam Alemdâr Mustafa Paşa’nın devlet adamlarına ve askerlere karşı tavizsiz icrâatları, yeniçerileri harekete sevk etti. 14-15 Kasım gecesi meydana gelen ve Alemdâr vak’ası denilen hâdiselerde sadrâzamın konağı basıldı. Alemdâr Mustafa Paşa âsîlere karşı kahramanca mücâdele etti. Bulunduğu yerin kubbesinin delinmeye başlanması üzerine, barut fıçısını ateşledi. Meydana gelen patlamada beş yüz civarında âsî öldü. Alemdâr’ın cesedi iki gün sonra enkaz altından çıkarıldı (Bkz. Alemdâr Mustafa Paşa).
Alemdâr vak’asında, tahttan indirilen sultan dördüncü Mustafa’nın teşvîki olduğu anlaşılınca, devletin geleceği düşünülerek, şeyhülislâmın verdiği fetva gereğince dördüncü Mustafa öldürüldü. Asîler daha sonra saraya saldırdılar. Sultan Mahmûd’u tahttan indirip yerine bir başkasını tahta geçirmek istediler. Saray muhafızı Sekbanlarla âsîler arasında kıyasıya bir mücâdele oldu. Saraya giremeyeceklerini anlayan âsîler geri çekildiler. Peşlerine takılan Abdurrahmân Paşa üç bin âsiyi öldürdü. Sultan, donanmaya emir vererek yeniçeri ağasının konağının bulunduğu yeri bombalattı. Âsîler, Pâdişâh’la başa çıkamıyacaklarını anlayınca, ulemâya sığındılar. Ulemânın karârına uyacaklarına söz verdiler. Ulemâ şu karârı verdi: “İki taraf derhâl ateş keserek, kapıkulu kışlalarına girecek, Pâdişâh da Sekbân-ı cedîd ordusunu lağvedecekti.” Sultan Mahmûd Sekbân-ı cedîdi kaldırmayı kabul etti. 18 Kasım’da bu ocakta bulunan askerleri terhis etti ve memleketlerine gönderdi. Subaylarına çeşitli vazifeler verdi. Asîler, isyân sırasında, devleti ayakta tutan savunma müesseselerini kundaklayıp, büyük yangınlar çıkarmışlardı. Sultan derhâl bunların onarımına başladı.
Sultan İkinci Mahmûd Han böylece yalnız yenilik hareketlerinin boğulmasına ve payitahtın ihtilâllere sahne hâline gelmesine şâhid olmakla beraber; isyânlar, muhârebeler ve hattâ Osmanlı Devleti’nin taksim teşebbüsleri ile karşı karşıya kaldı. Fakat bu kadar ağır şartlar ve hâdiseler genç pâdişâhın ümid ve cesaretini kırmadı. O, ecdadına yakışırbir irâde ile mücâdelesine devam etti ve zamanı geldikçe fikirlerini tatbîke girişti. Zîrâ devletin karşılaştığı dış ve iç gaileler, beklemeyi gerektiriyordu. Nitekim İstanbul’daki duruma göre hareket eden Ruslar son iç savaştan cesaret alarak, Osmanlı Devleti’nden Eflak ve Boğdan’ı talep ettiler. Ruslar bu şartlar kabul edilmediği takdirde muahedenin İstanbul yakınlarında imzalanacağını da bildiriyordu. Bu Rus ültimatomundan müteessir olan sultan Mahmûd Han, yazdığı bir Hatt-ı hümâyûn ile Fâtih Câmii’nde büyük bir şûra topladı. Burada Rus tekliflerinin ağırlığını bildiren Sultan, bütün milleti din ve devlet uğrunda seferber olarak sancak-ı şerîf altında toplanmaya ve orduya iltihâka davet etti. Hatt-ı hümâyûnun eyâletlere de gönderilmesi netîcesinde, bütün millet heyecan içerisinde kaldı. Yurdun dört bir yanından gelen gönüllüler ve medrese talebeleri bu cihâda katıldılar. Nitekim bu kuvvetler sayesinde Osmanlı topraklarını Kuzey Bulgaristan’a kadar istilâ eden Ruslar, Tuna’nın öbür yakasına kadar püskürtüldü. Bu arada Rusya ile arası bozulan Fransa kralı Napolyon’un Moskova seferine hazırlanması neticesinde, Osmanlı Devleti Ruslar ile 1812’de Bükreş muahedesini imzaladı (Bkz. Bükreş Andlaşması).
Osmanlı Devleti, Rusya ile sulh andlaşmasını imzaladı ise de bu defa da dâhilde Sırp, Eflak, Boğdan, Hicaz’da vehhâbîler ve bilhassa Yunan isyânları ile yeni bir sıkıntının içerisine düştü. Bükreş andlaşması ile muhtariyet kazanmalarına rağmen, Sırplar rahat durmuyorlardı. Sırbistan’daki kalelerde Osmanlı askeri bulunmasını bahane ederek, Osmanlı Devleti’ne ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler. Tam istiklâl propagandaları yaparak kalelerdeki Osmanlı askerlerine saldırmaya başladılar. 1813 senesinde, Sırpları yola getirmek için Hurşit Paşa seraskerliğinde sefere çıkıldı. Hurşid Paşa, Belgrad’a giderek, âsîleri yola getirdi. Âsî Sırp lideri Kara Yorgi, esir düşmemek için, Avusturya’ya kaçtı ve burada yakalanarak habse atıldı. Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlılara tâbi oldu. Serasker Hurşid Paşa’nın umûmî af îlân etmesiyle, Sırpların başına Miloş Obrenoviç geçti. Miloş Obrenoviç ve Kara Yorgi’nin Sırbistan’daki liderlik mücâdeleleri kanlı hâdiselere sebeb oldu. Osmanlı Devleti’ne sadâkatle hizmete devam eden Miloş, Avusturya’dan dönen Kara Yorgi’yi öldürdü. Sırbistan’ın, dış işlerinde Osmanlılara bağlılığı devam etti.
Osmanlı Devleti iç isyânlar ve Rusya ile savaşırken, Arabistan’daki vehhâbîler Osmanlı Devleti’ne siyâsî faaliyetlerden katliâmlara kadar varan tecâvüzlerde bulunuyorlardı. Ayrıca Hicaz’ı istilâya teşebbüs eden vehhâbîler hac mevsiminde hacıların yollarını kesip, işkence yaptıkları gibi, dîne hakaretleri dayanılamayacak bir duruma getirdiler. Sultan İkinci Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşa’ya emir gönderip, vehhâbîleri yola getirmesini emretti. Mehmed Ali Paşa, oğlu Tosun Paşa’nın kumandasında bir kolorduyu 1811 senesinde Hicaz’a gönderdi. Ancak Tosun Paşa’nın muvaffakiyetsizliği üzerine bizzat harekete geçen Mehmed Ali Paşa, Mekke şerîfi Gâlib Efendi ile de istişareler yaparak bir dizi harpden sonra mübarek beldeleri vehhâbîlerden temizledi (Bkz. Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Vehhâbîlik). Vehhâbîler karşısında kazanılan zaferler, İslâm memleketlerinde büyük sevince sebeb oldu. Mısır’da üç gün şenlik yapıldı. Zafer haberine çok sevinen sultan Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşa’ya ihsânlarda bulundu.
Öte yandan Türklerin idaresinde dînî, içtimaî ve kültürel muhtariyetlerini muhafaza eden rumlar, Fransız İhtilâlinin getirdiği milliyetçilik fikirlerine bağlanarak Rusya ve Avrupa’nın himâyesi ve şımartmasından cesaret almışlardı. Fenerli rumlarla eskiden beri sıkı münâsebetlerde ve İngilizlerle gizli muhaberelerde bulunan Hâlet Efendi’nin hâince faaliyetleri ve husûsiyle Tepedelenli Ali Paşa’yı bertaraf etmesi Yunanlılara ayaklanma fırsatı verdi. Etniki Eterya adı altında masonik esaslara dayanan gizli bir cemiyet kuran rumlar, bunu Rus çarına bağışlayarak halkın cesaretini artırmışlardı. Odesa’da, Yunanistan’da, adalarda ve hattâ bizzat İstanbul’da şubeleri olan bu fesat cemiyeti; masonik esaslara ve şifrelere göre teşkîlât ve faaliyetlerini geliştirmiş, Avrupa’da ve Rusya’da bulunan sermayedarlar da bu millî seferberliğe katılmışlardı. Bunlar mektepler açıyor, Avrupa’dan getirdikleri muallimlerle yeni nesli hazırlıyor, propagandalarını bunlar ve kilise mensupları vâsıtasiyle her tarafa yayıyorlardı.
Etniki eterya cemiyeti 8 Ekim 1820’de, her tarafa gönderdiği bir beyanname ile isyân hazırlığı işaretini veriyor; patrik de parolalı ifâdelerle hareketi teşvik ettiğini bildiriyordu. Sâdece İstanbul’da cemiyetin on sekiz bin âzası bulunduğu rivayet ediliyor, isyân günü yaklaştıkça rumların şımarıklığı artıyordu. Rumlar, silâhları ve Avrupa’dan satın aldıkları harp gemileri ile hazırlandılar. Plâna göre İstanbul’da yangın ve katliâm ile başlayacak hareketle İstanbul halkı dehşete düşürülecek, Türk donanması yok edilecek ve bizzat sultan Mahmûd da yakalanarak Osmanlı Devleti yerine Bizans Devleti kurulacaktı.
Ancak sultan Mahmûd Han rumların hıyanetlerinden haberdârdı. Yığınlarca toplanan gizli vesikaları tercüme ettirmiş, patriğin, metropolit ve papazların nasıl bir taassubla isyânı kışkırttıkları meydana çıkmıştı. Nitekim Yunanlılar 1821’de Mora’da ayaklandığı ve isyânın adalara da sıçraması üzerine, sultan Mahmûd Han derhâl üzerlerine kuvvet sevketti. Daha önceden hıyaneti sabit olan metropolit ve isyânın elebaşıları yakalanarak îdâm edildi. Patrik Gregorios da patrikhânenin orta kapısında asıldı. Patriğin göğsüne asılan yaftada kendilerine bahşedilen imtiyazlar belirtildikten sonra; “Allah tarafından müeyyed ve bekası âyât-ı semâviyye ile sabit bulunan din ve devlet aleyhinde işlediği hıyanetler sayılıyor ve başkalarına da ibret olsun diye îdâm edildiği” ifâde ediliyordu. Sultan Mahmûd Han’ın serî hareketle, daha rumlar harekete geçemeden isyânı bir anda bastırması, dış devletlerin olaya müdâhalesini önledi. Ancak Yunanlıların Mora’da başlattıkları isyân büyüyerek adalara ve Selânik’e kadar yayıldı. Bu durum üzerine sultan Mahmûd, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşa’yı isyânı bastırmaya me’mûr etti. Nitekim Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın, oğlu İbrâhim Paşa kumandasında gönderdiği küçük fakat disiplinli ve modern ordu, isyânı kısa sürede bastırmaya muvaffak oldu.
Yunan isyânı sırasında yeniçeri ve sipâhîlerin daha fazla bozulduğunu gören sultan Mahmûd Han, bu fesat yuvalarını ortadan kaldırmaya karar verdi. Yeniçerilerin artan tecâvüz ve zorbalıkları umûmî efkârı da aleyhlerine çevirmişti. Pâdişâh, Yunan isyânının bastırılmasıyla kavuşulan sulh devresinde, önce orduyu ıslâha girişti. Tersane ve topçu sınıflarının modernleşmesine ve gemi inşâ işlerine başladı. Bu esnada Tophane’de inşâ olunan Nusrâtiye Câmii’nin açılışında bulundu. Bu sınıfları teknik bakımdan kuvvetlendirip, kendisine bağlayarak disiplin altına almak istiyordu. Sadrâzamın başkanlığında toplanan bir mecliste, kanunnâmelere göre yeniçerilerin, sultan Süleymân devrinde olduğu gibi, kışlalarında kalıp tâlimle meşgul olmaları, nizâmdan ayrılan bu askerlerin Yunan eşkıyasına karşı devletin haysiyetini perişan ettikleri, küçük Mısır ordusunun tâlim ve terbiye sayesinde muvaffakiyet kazandığı ve artık bıçağın kemiğe dayandığı ifâde edildi. Meclisteki din âlimleri de tâlim ve harp fenlerinin öğretilmesi zaruretini, âyet ve hadîslerle te’yîd ettiler. Şeyhülislâmın fetvasını da alan sultan Mahmûd Han, bu suretle eşkinci adı ile yeni bir ocağın kurulmasını emretti. Yeniçeri orta (taburlarından kaydedilen askerlere tâlim ettirilmesi kararlaştırılırken, bu karar hükümet erkânı ile birlikte yeniçerilere de imzalatıldı. Bu münâsebetle Pâdişâh, Kânûnî devri nizamlarının ihyasını bahis mevzuu ediyor, ocağa asla dokunmayacak gözüküyordu.
Bununla beraber yeniçeriler de zorbalıklarına, tecâvüzlerine devam ediyor, taahhütlerine rağmen yine de isyâna hazırlanıyorlardı. Yeniçerilerin artan zulüm ve tecâvüzleri ilmiye sınıfı ve halkı da kendilerine düşman etmişti. Topçu ve tersane ocakları da yeniçerilere karşı Pâdişâh’ı tutuyordu.
Yeniçeriler tâlim yapmayı reddedip, isyâna başlarken, sultan İkinci Mahmûd Han da hazırlanmış bir durumda idi. Beşiktaş Sarayı’nda kılıcını kuşanıp, Topkapı Sarayı’na geçti. Sadrâzam, şeyhülislâm ve devlet erkânını toplayarak yeniçerilerin artık hıyanette bulunduklarını, isyân hareketine geçeceklerini ve tedbir alınmasını belirtti. Âlimler, din ve devletin bekâsı için ve Pâdişâh uğrunda canlarını fedaya, isyânı bastırmaya ve yeniçerileri öldürmeye dâir heyecanlı konuşmalar yaptılar. Bunun üzerine şeyhülislâmın fetvası ile sancak-ı şerîf çıkarıldı. Pâdişâh bütün milleti onun altında toplanmaya davet etti ve bizzat mücâdeleye karışmak istedi. Hakan, 15 Haziran 1826 günü Et meydanındaki yeniçeri kışlalarının topa tutulmasını emretti. Suçsuzların telef olmaması ve kaçmaları için de kışlaların arka kapılarını serbest bıraktı. Böylece bir kaç saat zarfında top gülleleri ve gürültüleri içinde bu târihî ocağın ömrü sona erdi. Bu mücâdele esnasında yeniçeri elebaşıları ve 199. orta (tabur) arasında azılı 31. orta tamâmiyle yok edildi. Diğerlerinin vilâyetlere kaçmalarına göz yumuldu. Hâdisede ölü sayısı altı-yedi bin civarında idi. Ocak, devletin yükselişinde ne kadar büyük ve şerefli bir mevkie sâhib idiyse, son bir asırlık felâketlerine de o derece sebeb olmuştu. Bu nedenle yeniçeri ocağının kaldırılması hayırlı bir hâdise kabul edilerek Vak’a-i hayriyye denildi.
İsyanın bastırılmasından sonra toplanan dîvânda, yeniçeri ocağının kesin bir şekilde kaldırılmasına ve Asâkir-i mansûre-i Muhammediyye adıyla yeni bir askerî sınıfın teşkîline karar verildi (Bkz. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye).
Yeniçeri ocağının kaldırılması sırasında, Rus çarı birinci Aleksandr ölmüş ve yerine Türk ve müslüman düşmanı olan birinci Nikola geçmişti. Osmanlı Devleti’nin yeni bir ordu teşkil etmesi, Nikola’nın rahatını kaçırıyordu. Osmanlıların ordusuz olduğu günlerde, Nikola savaş açmak istedi ve Sırplarla ilgili Bükreş andlaşmasına uyulmasını isteyen bâzı tekliflerde bulundu. Osmanlı hükümeti, yeni bir ordu kurmakla uğraştığından, Rusya ile bir harb çıkarmamak için, Nikola’nın isteklerine olumlu cevap verdi. Yapılan görüşmeler neticesinde Rus tüccarlara ticâret serbestisi tanındı. Sırbistan imtiyazlarının açıklanması için Sırp mensupları ile İstanbul’da görüşülerek on sekiz ay zarfında bir karâra varılması ve bu hususun Rusya’ya bildirilmesine dâir iki senet imzalandı (7 Ekim 1827).
Mora’da isyânın tamamen bastırılması, hıristiyan Avrupa’da rumlar lehine resmî bir müdâhale fikri uyandırdı. 6 Temmuz 1827 günü Londra’da Fransa, İngiltere ve Rusya arasında bir protokol imzalanarak Osmanlı Devleti’ne müdâhale edilmesi kararlaştırıldı. Osmanlı hükümeti, bu protokol hükümlerini, iç işlerine karışma saydığı için kabul etmedi. Bunun üzerine müttefik üç devlet, donanmalarına, Mora’yı abluka altına alarak Osmanlı Devleti’ni mütârekeyi imzalamak için zorlama görevini verdi. Bu sırada Osmanlı donanması Navarin limanında idi. İbrâhim Paşa, İngiliz donanma komutanı Cardington tarafından yapılan mütâreke teklifini Pâdişâh’tan yetki almadığı için kabul etmedi. Bunun üzerine müttefik kuvvetlerin amiralleri İbrâhim Paşa’ya bir ültimatom göndererek, Osmanlı ve Mısır askerini Mora’dan çıkarmasını istediler. İbrâhim Paşa’nın bunu da kabul etmemesi üzerine, müttefik donanma Navarin limanına girerek, demirlemiş Osmanlı donanmasına ateş açtı. Bu ateş neticesinde elli yedi Osmanlı gemisi battı ve sekiz bin askeri de şehîd oldu (20 Ekim 1827). Navarin baskınından sonra Fransa, İngiltere ve Rusya hâdiseden haberdâr olmadıklarını îlân edip, mes’ûliyetten kaçmak istediler. Osmanlı Devleti, hâdiseyi protesto edip, tazmînât isteyince, mes’ûl devlet sefirleri İstanbul’dan ayrıldı (Bkz. Navarin Faciası). Osmanlı Devleti, Vak’a-i hayriyye ile ordusuz, Navarin faciası ile de donanmasız kalmıştı. Bunu fırsat bilen Rus çarı Nikola 26 Nisan 1828’de, Osmanlı Devleti’ne karşı savaş îlân etti. Balkanlar ve Kafkasya üzerinden saldırıya geçen Rus kuvvetlerinin kısa zamanda İstanbul önlerine geleceklerine bütün dünyâ inanıyordu. Dîvân toplanarak Rusya’ya harb îlân edildi ve seraskerliğine Bursa vâlisi Ağa Hüseyin Paşa tâyin edildi. Harbin ilk günlerinde Osmanlı ordusu muvaffak oldu ise de kısa bir süre sonra Ruslar hızla ilerleyerek Edirne’ye kadar geldiler. Doğuda ise; Kars, Ardahan Erzurum Rusların eline geçti. Osmanlı hükümeti doğudan ve batıdan tehlike altına girdi ve barış istemek mecburiyetinde kaldı. Çar Nikola da kazandığı zaferlere rağmen güç durumda idi. Zîrâ Rusya’da kargaşalıklar çıkmıştı ve ordu, Edirne önlerine gelmekle, merkezle arası çok açılmış olup, irtibat zor şartlar altında sağlanıyordu. Çar da, Osmanlı Devleti’nin barış tekliflerini kabul ederek, görüşmeler neticesinde 14 Eylül 1829’da Edirne barış andlaşması imzalandı (Bkz. Edirne Andlaşması).
Fransa kralı Osmanlı Devleti’nin Ruslara yenilmesinden faydalanmak istedi. İbrâhim Paşa’nın Mora’dan ayrılması üzerine, Mora’yı işgal etti ve 15 Ağustos 1829’da Yunan Devleti teşekkül ettirildi. Cezâyir dayısı Hüseyin Paşa, Fransız ticâret gemilerine, alacağına mahsuben el koymuştu. Fransızlar, Cezâyir dayısının bilgisizce yaptığı işleri, plânlarını yürürlüğe koymak için vesîle saydılar. Fransa ile Cezâyir dayısının arasını bozan bu hâdisenin ortadan kaldırılması için Pâdişâh bir ferman gönderdi. Cezâyir dayısı, Fransız gemilerini serbest bırakmamakta inad etti. Bunun üzerine Fransızlar, yüz harb ve çok sayıda nakliye gemisi ile Cezâyir üzerine yürüdü. 12 Haziran 1830 günü Cezâyir’e 16.000 kişilik bir kuvvet çıkaran Fransa donanması karşısında dayı Hüseyin Paşa mağlûb oldu. Bâb-ı âlî, Rusya ile yaptığı harpten yeni çıktığı ve Cezâyir’in merkezden uzak olması yüzünden yardım yapamadı.
Sultan İkinci Mahmûd Han bir yandan devlete yeni nizâm verirken, bir yandan da iç ve dış dehşetli buhranlarla dağılmak tehlikesine mâruz kalan ülkesini kurtarmaya çalışıyordu. Bunlar arasında en mühimi Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın çıkardığı isyân oldu.
Mısır’da hâkimiyetini kurmak isteyen Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrâhim Paşa kumandasında, daha ordusu bütünüyle teşekkül etmemiş olan Osmanlı Devleti karşısında Suriye’de galip geldi. Şam halkı, Mehmed Ali Paşa’yı tanımak zorunda kaldı. İbrâhim Paşa, ordusu ile Kütahya’ya gelince, Osmanlı hükümeti Rusya’dan yardım istedi. Bu durum karşısında İngiltere ve Fransa telâşa düştü. Fransa’nın aracılığı ile 8 Nisan 1833 Kütahya andlaşması imzalandı. Andlaşmaya göre, Mehmed Ali Paşa’yı Mısır vâliliğine ilâveten Suriye, oğlu İbrâhim Paşa’ya da Adana eyâleti muhassıllık olarak verildi.
Avrupa devletleri, barış görüşmeleri sırasında daha çok Mehmed Ali Paşa’nın çıkarlarını korumaları üzerine, sultan Mahmûd Han Rusya ile ittifak kurmayı kararlaştırdı. Böylece Mehmed Ali Paşa’nın çıkardığı isyân milletlerarası ağır bir mes’ele hâlini aldı. Hâdiseyi körükleyen Fransa ve İngiltere bu olaydan azamî istifâdeyi kalkarlarken Osmanlı Devleti zor dönemde bir yara daha aldı (Bkz. Kavalalı Mehmed Ali Paşa). Nitekim bütün buhranlar karşısında irâdesi, sabrı ve cesareti kırılmayan sultan Mahmûd Han, bu hâdisenin ıstırabı içerisinde 1 Temmuz 1839’da vefât etti. Cenazesi Çemberlitaş’daki türbesine defnedildi.
Sultan İkinci Mahmûd Han’ın ilmi fazla olup, dînî, fennî, teknik, askerî, idarî ve san’at sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti. Dindâr, akıllı, zekî, çalışkan ve azîm sahibiydi. Şâir olup, Adlî mahlası ile şiirler yazdı. İlim, san’at adamlarına ve eserlerine ziyadesiyle alâka gösterir, kıymet verip, himaye ederdi.
Cevdet Paşa diyor ki: “Sultan Mahmûd Han, irâde ve kudret sahibi bir pâdişâh idi. Lâkin iş başında iktidar sahibi devlet adamları yoktu. Bu sebeble sathî taklitler yoluna gidildi. Acele bir şeyler yapmak isteği ile binanın temellerini tahkîm yerine süslemesi ile uğraşıldı.”
Sultan İkinci Mahmûd Han, Osmanlı Devleti’nin ilerlemesini, teknik ve sanayide devrin seviyesine ulaşılmakta görüyordu. Gayret ve sebat sahibi bir pâdişâhtı. Devrindeki bütün hâdiseler karşısında asla ümidsizlik ve gevşeklik göstermedi. Gayreti sayesinde devlet, Avrupai tarzda sistemli bir orduya sâhib oldu.
Mahmûd Han Avrupa’ya, askerlik ve yeni silâhların kullanılmasını öğrenmek için talebe gönderdi. Yeniçeri ocağını kaldırarak yerine talimli bir ordu kurmaya çalıştı ve bunun için Avrupa’dan hocalar getirtti, İstanbul, Rumeli, Anadolu ve Arabistan orduları adıyla yeni ordular teşkil etti. Topçu, humbaracı ve lağımcı ocakları, yeniçeriler kadar bozulmadığından, bu ocakları ıslâh etti. Deniz bilgilerini arttırmak için Mekteb-i Bahriye’yi kurdu. Askerî tıbbiye ve Harbiye mekteblerini kurarak, bu müesseselerin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa’dan hocalar ve mütehassıslar getirtti. Bu okulların öğrenci ihtiyâcını karşılamak için medrese ve mekteplere ilâveten sıbyân mekteblerinin üstünde Rüşdiyeler, devlet me’murlarının yetiştirilmesi için de Mekteb-i maârif-i adlî kuruldu. Eğitim ve öğretim parasız olup, ilk öğretim mecburî hâle getirildi. Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik kitapların tercümesi için batı dillerinde tercüme bürosu kurdurdu. Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos gönderilmeye tekrar başlanıldı. 1 Ekim 1831 târihinde Takvim-i Vekâyî adlı gazete, Osmanlı Türkçesi ile ülke içinde çıkarılmaya başlandı. Fransızcası da dış ülkelere gönderildi. Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile Türkiye’nin propagandası yapılarak, hâdiseler ve ıslâhatlar dünyâ kamuoyunda değerlendirilmeye tâbi tutuldu. Avrupa basınında Türkiye ve sultan Mahmûd Han hakkında neşr edilen yayınlar tâkib edildi.
Sultan İkinci Mahmûd, hükümet teşkilâtı usûlleri ve kıyafet nizâmında da yenilikler yaptı. Osmanlı devlet teşkîlâtındaki sadrâzama başvekil, defterdâra mâliye nâzırı (mâliye bakanı), reisülküttâba hâriciye nâzırı (dış işleri bakanı), sadrâzam kethüdasına dâhiliye nâzırı (iç işleri bakanı) denilmeye başlandı. Devlet bünyesinde büyük yekûn tutan vakıflar için Evkaf nezâreti kuruldu. Hükümet ve ahâlinin önemli mes’elelerinin görüşüldüğü meclis-i Vâlâ-yı ahkâm-ı adliye ve askerî işlerin görüşülüp kararlaştırıldığı dâr-ı şûrâ-yı askerî müesseseleri teşkil edildi. Me’mûrlar iç ve dış işlerde olmak üzere ikiye ayrılıp, maaşları rütbe ve derecelerine göre verilmeye başlandı.
Sultan, bir fermanla devlet için posta müessesesinin gerekli olduğunu açıklıyarak bir teşkilât kurdurdu. Posta teşkîlâtının kurulması üzerine posta yollarının yapımına başlandı. İlk olarak Üsküdar-İzmit arasında yapılan yol, Pâdişâh tarafından hizmete açıldı. Memleketin diğer bölgelerine de posta yolları yapıldı ve postahâneler açıldı. Posta teşkilâtı kurulduğu sırada, memleketin iç ve dışında yapılacak seyahatler için iki usûl kabul edildi. Yurt içinde yapılan seyahatler için yolcuların mürûr tezkeresi taşımaları, yurt dışına gideceklerin ise, her devlette olduğu gibi, hâriciye nezâretinden pasaport almaları şart koşuldu.
1831 senesinde ilk defa kısmî nüfus sayımı yapıldı. Arabistan’dan asker alınmadığı için sayımdan hâriç tutuldu. Dört milyon hıristiyan ile sekiz milyon müslüman ahâlinin sayımı yapıldı. Bölgelerdeki hıristiyanların sayısı, devlete verilen cizye mikdârını da ortaya çıkarmış oldu. Aynı sene ayrıca karantina uygulamasına başlanıldı. Bunun için yurt dışından me’murlar getirildi. Meclis-i sıhhiye cemiyeti ile bir karantina nezâreti kuruldu.
Sultan Mahmûd’un giriştiği bu yenilikler, Türk târihinde yeni bir dönüm noktası teşkil ettiği muhakkaktır. Fakat bu yol üzerine yürüyen Tanzîmâtçılar ve meşrutiyetçiler, Avrupa ilmini ve tekniğini almak gibi ilmî ve aklî esaslı hedefler dururken, Türk milletinin kültürüne, örf ve âdetlerine uymayan kültürünü almaya çalıştılar. Bir taraftan memleketin içinde bulunduğu maddî-mânevî şartları iyi kavrıyamadıkları, diğer taraftan bu hayatî mes’elede geniş ve ilmî programa dayanan bir görüşten mahrum bulundukları için Türk milletini batıyı körü körüne taklide zorladılar. Nitekim tarihçilerin çoğuna göre büyük ölçüde sultan Mahmûd Han devrinde gerçekleştirilen yenilik hareketleri eğer onun devrinde bir Tanzîmât fermanı şeklinde yayınlansa idi, çok farklı bir yapıda olurdu. Zîrâ, Mahmûd Han, giriştiği yeniliklerle memleketi kurtarmaya çalışırken, ecdâdından mîrâs aldığı millî ve dînî inançlara da bağlı kalmış, ilim ve îmân, akıl ve vicdan arasında ahenkli bir yol tutmuştu (Bkz. Tanzîmât).
Ülkenin imârına; ilim, san’at hayır ve sosyal müesseselerine önem veren Sultan, pek çok eser yaptırdı. Bâyezîd yangın kulesi, Unkapanı ile Azapkapı arasındaki şimdi Unkapanı köprüsü denilen Mahmudiye köprüsü, Beylerbeyi ve Çırağan sarayları, Tophane’deki Nusratiyye, Bahçekapı’daki Hidâyet, Üsküdar’daki Adliye, Arnavutköy sahilindeki Tevfikiyye câmileri bu Pâdişâh tarafından yaptırılmıştır. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesini mükemmel bir şekilde tamir ettirip, iyi bir hattat olduğundan, sandukası pişidesi (örtüsü) üzerindeki yazıyı kendi el yazısı ile yazdı. Tophane’de Kâdirî Câmii ve tekkesini tamir ettirdi.
Mısır, Yanya ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı, yeniçerilerin kaldırılmaları ve Rus ordularının saldırmaları sebebiyle bunlarla meşgul olan sultan Mahmûd Han, Mekke ve Medine’yi ancak tamir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecîd Han bunları tezyîn için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermiştir.
Sultan Mahmûd Han’ın hanımları Âlîcenâb, Bezmiâlem, Hüsn-i Melek, Aşubkan sultanlardır. Hanımlarından Abdullah, Abdülazîz, Abdülhamîd (iki tane), Abdülmecîd, Bâyezîd, Kemâleddîn, Mahmûd, Mehmed (iki tane), Ahmed (Beş tane), Murâd Nizâmeddîn, Osman, Süleymân olmak üzere on dokuz oğlu; Adile, Fatma (iki tane), Esma, Emine, Ayşe, Atiye, Zeynep, Salime, Münîre, Mihrimâh, Hayriye (İki tane), Hamîde, Hadîce olmak üzere on beş kızı olmuştur.
MUHABBETİN VESÎKASI!
İkinci Mahmûd Han, 1820 senesinde Hücre-i Saadete hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği aşağıdaki şiir, Osmanlı sultânlarının Resûlullah’a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesikasıdır:
Şamidan eyledim ihdâya cür’et yâ Resûlallah!
Muradım dergeh-i ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!
Değildir ravdaya şâyeste, destâvîz-i nâçizim.
Kabulünde kıl ihsân inayet, yâ Resûlallah!
Kimim var hazretinden gayri, hâlim eyleyem ilâm
Muradım dergeh-i ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!
Değildir ravdaya şâyeste, destâvîz-i nâçizim.
Kabulünde kıl ihsân inayet, yâ Resûlallah!
Kimim var hazretinden gayri, hâlim eyleyem ilâm
Cenâbındandır ihsân mürüvvet, yâ Resûlallah!
Dahîlek, el-emân, sad el-amân, dergâhına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefâat yâ Resûlallah!
Dü-âlemde kıl istishâb hân Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ü âhirde devlet yâ Resûlallah!
Dahîlek, el-emân, sad el-amân, dergâhına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefâat yâ Resûlallah!
Dü-âlemde kıl istishâb hân Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ü âhirde devlet yâ Resûlallah!
Sultan İkinci Mahmûd Han Devri Kronolojisi
28 Temmuz 1808 : Alemdâr Mustafa Paşanın sadârete getirilmesi.
14 Ekim 1808 : Sekbân-ı cedîd ocağının kurulması.
15 Kasım 1808 : Yeniçerilerin isyânı ve sadrâzam Alemdâr Mustafa Paşa’nın ölümü.
22 Kasım 1808 : Memiş Paşa’nın sadârete getirilmesi.
1 Ocak 1809 : Yûsuf Ziyâüddîn Paşa’nın sadârete getirilmesi.
24 Ekim 1809 : Ruslara karşı Tarice zaferinin kazanılması.
10 Nisan 1811 : Laz Ahmed Paşa’nın sadârete getirilmesi.
28 Eylül 1812 : Bükreş andlaşmasının imzalanması.
5 Ekim 1812 : Hurşid Mehmed Paşa’nın sadârete getirilmesi.
2 Aralık 1812 : Medine’nin vehhâbîlerden geri alınması.
23 Ocak 1813 : Mekke’nin vehhâbilerden geri alınması.
1 Nisan 1815 : Mehmed Rauf Paşa’nın sadârete getirilmesi.
5 Ocak 1818 : Derviş Mehmed Paşa’nın sadârete getirilmesi.
26 Eylül 1818 : Deriyye’nin feth edilmesi.
5 Ocak 1820 : Seyyid Ali Paşa’nın sadrâzamlığa getirilmesi.
20 Ağustos 1820 : İsyân eden Tepedelenli Ali Paşa’nın Yanya’da kuşatılması.
21 Şubat 1821 : Yunan isyânının başlaması.
28 Mart 1821 : Benderli Ali Paşa’nın sadâreti.
20 Nisan 1821 : Hacı Salih Paşa’nın sadâreti.
13 Ocak 1822 : Yunanlıların bağımsızlıklarını ilân etmesi.
23 Mart 1822 : Sakız adasındaki rumların isyân etmesi.
15 Haziran 1826 : Yeniçeri ocağının kaldırılması.
5 Haziran 1827 : Atina’nın işgalcilerden alınması.
20 Ekim 1827 : İlk buharlı geminin satın alınması ve Navarin faciası.
26 Nisan 1828 : Rusya’ya sefer açılması.
3 Mart 1829 : Kıyafet değişikliği hakkında ferman yayınlanması.
15 Ağustos 1829 : Yunanistan devletinin kurulması.
24 Nisan 1830 : Kurulan Yunan devletini Osmanlıların tanıması.
5 Temmuz 1830 : Cezâyir’in, Fransa tarafından işgal edilmesi.
29 Ağustos 1830 : Sırbistan’ın bağımsızlığını ilân etmesi.
1 Kasım 1831 : İlk Türk gazetesi Takvimi Vekâyî’nin yayın hayâtına girmesi.
10 Aralık 1832 : Sisam’a bağımsızlık verilmesi.
21 Ocak 1832 : Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın isyânı.
24 Ocak 1839 : Nizib’de Osmanlı ordusunun Mısır ordusuna yenilmesi.
1 Temmuz 1839 : Sultan Mahmûd Han’ın vefâtı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-6, sh. 4225
2) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Zuhuri Danışman); cild-11, sh. 191
3) Îzâhlı Osmanlı Kronolojisi (İ.H. Danişmend); cild-4, sh. 93
4) Deniz Harp Târihi; cild-2, sh. 313
5) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-6, sh. 421
6) Osmanlı Devleti Târihi; cild-1, sh. 478
7) Rehber Ansiklopedisi; cild-11, sh. 155
8) Osmanlı Pâdişâhlarının Hayat Hikâyeleri; sh. 419
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1091
10) Türk Cihân Hâkimiyeti mefkuresi Târihi; cild-2, sh. 259
11) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-5, sh. 2830
12) Osmanlı Târihi (E. Z. KaraL); cild-5, sh. 87
13) Târih-i Cevdet; cild-8, sh. 3 v.d.
14) Târih (Şânizâde Atâullah Efendi, İstanbul-1284); cild-1, sh. 21
15) Târih-i Lütfi; cild-1, sh. 127
16) History of the Ottoman Empire and Modern Turkey; cild-2, sh. 1
17) Eshâb-ı Kirâm; sh. 379
18) Türkiye Hâtıraları (Lord Stratford; Ankara-1959); sh. 57