10 Eylül 2014 Çarşamba

BASIN


Günlük, haftalık, aylık, yıllık gibi belirli veya belirsiz aralıklarla yayınlanan her türlü cerîde (gazete), mecmua (dergi), salnâme (yıllık), broşür ve benzeri yayınların hepsi, matbûât. Bu tür yayınların muhtevasını, haber ve fikir yazıları meydana getirir, baskı makinaları ile çoğaltılarak geniş kitlelere kolayca ulaşma imkânı sağlanır.
Haber toplama ve bunları çeşitli vâsıtalarla insanlara duyurma çalışmalarının insanlık târihiyle yaşıt olduğu söylenir. Mısır’da M.Ö. on sekizinci asırda resmî bir gazetenin yayınlandığı, yine M.Ö. Romalılar devrinde günlük olayları halka duyuran “acta diurna”ların bir gazete hüviyeti taşıdığı, Çin’de ise, on ikinci asırdan beri gazetenin varolduğu basın tarihçileri tarafından bildirilmektedir. Sözlü gazete denilebilecek Forum ve Agoralar da basın târihinde önemli yer tutarlar. Haber ve fikirlerin elle yazılıp satılması ise, on dördüncü asrın sonları ile on beşinci asrın başlarında Venediklilerde görülmüştür. Zamanın Venedik parası olanGazetta karşılığında, Gazettanti denilen müvezzîlerde satılan haber el kağıtları, bugünkü gazeteciliğe adını veren bir faaliyet olmuştur. Osmanlı ordusunun ilerleyişinin Avrupa’da nasıl heyecanla tâkib edildiği de bir kaç baskı yapan bu haber kâğıtları nüshalarından öğrenilmektedir. On beşinci asrın ilk yarısında matbaanın J. Gutenberg tarafından kullanılmasından sonra, müteharrik harflerle baskı tekniğine geçilmesi, basın hayâtının gelişmesini ve gazeteciliğin bir meslek hâline gelmesini sağlamıştır. Fakat buna rağmen on yedinci asra gelinceye kadar basın faaliyetleri bir emekleme devresinde kalmıştır.
İlk zamanlar gündelik olmayan gazeteler neşredilmiş, on yedinci ve on sekizinci asırlardan îtibâren Almanya, İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinde günlük gazeteler yayınlanmıştı. On sekizinci asırdan îtibâren meydana gelen bâzı siyâsî ve İlmî gelişmeler, gazeteciliği, habercilik hüviyetinden çıkarıp, çeşitli konuların işlendiği ve kendi bünyesinde teşkilâtlanmaya gidilen bir sektör hâline getirdi. Ulaşım ve haberleşme vâsıtalarının gelişmesi, gazetelerin yayılıp dağıtılmalarını kolaylaştırdı ve böylece büyük kitleleri etkilemesi sağlandı.
Osmanlı Devleti’nde İbrâhim Müteferrika tarafından 1727’de ilk Osmanlı resmî matbaasının kurulmasından sonra, belli bir çevre içinde haberleşme, risaleler aracılığıyla olmuştu. Matbaanın kullanılışından yaklaşık bir asır sonra Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşa tarafından Kâhire’de 1828 yılında Türkçe ve Arabça olarak Vakâyi-i Mısriyye adlı resmî vilâyet gazetesi, ikinci Mahmûd Han tarafından 11 Kasım 1831 yılında İstanbul’da Takvîm-i Vekâyî adlı resmî gazete yayınlandı. Türkçe’nin yanında; Arabça, Fransızca, Rumca ve Ermenice de yayınlanan Takvîm-i Vekâyî’nin basılması için İstanbul’da Takvimhâne matbaası kuruldu. Takvimhâne nâzırı olarak da Es’âd Efendi tâyin edildi. Haftalık olan bu gazetede resmî devlet haberlerinden başka iç ve dış dünyâ hâdiselerine de yer verildi. Ancak sultan İkinci Mahmûd Han’ın vefâtından sonra sâdece resmî devlet haberlerine yer verildi. Yıllık abonesi 120 kuruş olan bu gazete beş bin adet basılıyor, belli başlı devlet adamlarına ve me’murlara şehir ve kasaba ileri gelenlerine, yabancı devlet temsilciliklerine dağıtılıyordu, önemli hâdiseler olduğu zaman Varaka-i mahsûsa adıyla özel ilâveleri de yayınlanıyordu. Tanzîmâttan sonra bir ara yayınına ara veren Takvîm-i vekâyi, 1855’den sonra Meclis-i âli-yi Tanzîmât nizâmnâmesini ve bu müessesenin hazırladığı nizâmnâmeleri yayınlamakla resmî gazete olma hüviyetine daha çok yaklaştı. 1860’dan sonra tamamen devletle ilgili belge ve nizâmnâmeleri yayınlayan Takvîm-i Vekâyî, 1878’de kapandıysa da üç yıl sonra 1881’de yeniden yayınlanmaya başladı. 4 Kasım 1922 târihine kadar 4609 sayısı yayınlandı. Ankara hükümeti tarafından 2.1.1922’deResmî Cerîde 1.2.1928’de Resmî gazete adını alarak devam etti.Takvîm-i Vekâyî’den başka, yabancı devletler nezdinde Osmanlı menfaatlerini korumak için sultan Mahmûd Han, Alexander Blacque BeyeLe Moniteur Ottoman adlı Fransızca bir gazetede çıkarttırmıştı. Bu gazetenin, Takvîm-i Vekâyî’nin Fransızca’sı olduğu da söylenmektedir.
Sultan Abdülmecîd Han tahta geçince, 31 Temmuz 1840’da Türkçe yayınlanan Cerîde-i havadis adlı gazeteyi çıkarttırdı. Başında, William Churchill adlı bir İngiliz gazetecisi vardı. İlk yıllarda 150 kadar okuyucusu olan Cerîde-i Havadis, Kırım savaşı sırasında canlandı. Savaş muhabiri olarak cepheye giden Churchill’in gönderdiği haberler, halkın ilgisini çekti. 1850 yılından sonra bu iki Türkçe gazeteden başka Fransızca, İtalyanca, Rumca, Ermenice ve Farsça olmak üzere on altıya yakın gazete yayınlanmaya başladı. 1864 yılında William Churchill’in ölümünden sonra oğlu, Cerîde-i havadis gazetesini kapatıp Rûznâme-i Cerîde-i havadisadlı gazeteyi çıkarmaya başladı.
Türkler tarafından çıkarılan ilk özel gazete, Takvim-i vekâyî’den otuz,Cerîde-i havâdis’ten yirmi yıl sonra 21 Ekim 1860’da neşredilenTercümân-ı Ahvâl’dir. Sahibi Çapanoğlu Agâh Efendi, başyazarı Şinâsî olan bu gazete, bir haber gazetesi olmaktan ziyâde; hükümet tenkidine kadar, bugünkü gazetecilikte görülen pek çok şeyin menşeini teşkil eden hususlara yer verirdi. Şinâsî’nin Şâir Evlenmesi adlı piyesi, ilk defa olarak, bu gazetede tefrika edildi. Tercümân-ı Ahvâl yayınladığı yazılarla devlete ve hükümete karşı tavır aldığı için zaman zaman Cerîde-i havadis ile tartışmalara girdi. 1861 Mayısında İki hafta müddetle kapatıldı. İlk zamanlar haftada bir, sonra üç, sonra Cuma hâriç hergün yayınlandı. Ancak siyâsî şartlar ve basında giderek artan rekabet karşısında 11.3.1866’da yayın hayâtına son verdi. Tercümân-ı Ahvâlgazetesinden ayrılan Şinâsî, 27 Haziran 1862’den îtibâren Tasvir-i Efkâr’ı çıkarmaya başladı.
Osmanlı ülkesinde Avrupaî fikirlerin yayılmasına, dil tartışmasını ortaya atarak devletin bölünüp parçalanmasına yönelik akımların gelişmesi için çalışan, devletin temel politikalarını ve hükümetin icrâatını tenkid eden muharrir ve yazarların çalıştığı Tasvir-i Efkâr gazetesi, daha çok fikir gazetesi özelliğini taşıyordu. Nitekim Şinâsî; “Halk, kânûnî vazîfelerle yükümlü olduğuna göre, vatanın faydası için söylemek ve yazmak da hakkıdır” diyerek bu çizgiyi açıklamıştı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin fikir babası sayılan Şinâsî, gazetesinde alışılmış bâzı güzel örf, âdet ve geleneklere karşı çıkarak pâdişâhın tahta çıkış ve doğum günleriyle ilgili haber ve yorum koymayı reddetti. Saltanat sisteminden çok, meşrutî idare sistemini savunduğu gazetesinde, içeride ve dışarda meydana gelen bâzı hâdiseleri istismar ederek; pâdişâha ve hükümete karşı kamuoyu meydana getirmeye çalıştı. Bu çalışmaları sebebiyle gazeteye ilgi artıp, tirajı yükseldi. Ayrıca okuyucu mektuplarına daha çok yer verdiği için ilgiyi üzerine topladı. Şinâsî Avrupa’ya kaçınca, 4 Haziran 1864 târihinden îtibâren Nâmık Kemâl tarafından çıkartılmaya devam edildi. Nâmık Kemâl de Avrupa’ya kaçınca, Recâîzâde Ekrem tarafından çıkarıldı. Fakat kamuoyundaki etkisini giderek kaybeden Tasvîr-i Efkâr sekiz yüz otuz sayı çıktıktan sonra 1866’da kapandı.
İlk Türk dergisi ise, 1850’de yayınlanmaya başlayan Vekâyi-i Tıbbiye’dir. Meslek dergisi özelliğinde olan bu dergiden başka Temmuz 1862’deMecmûa-i Fünûn yayınlanmaya başladı. Münif Paşa tarafından Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin yayın organı olarak çıkarılan Mecmua-i Fünûn,1864’de kolera salgını yüzünden yayınını durdurdu. 1866’da yeniden yayınlanmaya başladıysa da kısa bir müddet sonra yayına ara verdi. Üçüncü defa 1883 yılında tekrar yayınlanmaya başladı, fakat yeniden kapandı. Mir’ât-ı Mecmûa-i İber-i intibah ve devamı olan İbretnümâile Cerîde-i Askeriye de ilk çıkan dergilerdendir.
1860’dan sonra Türkçe basının, devlet ve hükümet ile hükümet ricaline karşı tutum alması, diğer dillerde yayınlanan gazetelerin de Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü bozmaya yönelik yıkıcı yazılar neşretmeleri üzerine; saltanatı, hükümeti, Osmanlı toplumunu meydana getiren milletleri ve dinlerini saldırılardan koruyabilmek için bâzı tedbirler alındı. 1860’da özellikle yabancı basından şöyle bir taahhütname alınmaya başlandı: “Osmanlı hükümetini, diğer devletlerle münâsebetlerini, me’murların çalışmalarını tenkid etmemek, başyazıları önceden Basın bürosuna bildirip tasdik ettirmek, Basın bürosunun tasdîk etmediği haberleri yayınlamamak, Avrupa gazetelerinde çıkan yazıları düzeltmek gayesiyle Basın bürosunca verilecek yazıları aynen yayınlamak.”
Bu doğrultuda yapılan uygulamalar bir çok şikâyetlere sebeb oldu. Tanzîmâtın getirdiği eşitlik ve kânunlara dayanan uygulama ilkelerinin çiğnendiğini ileri süren yabancı basın mensupları, kapitülasyonlardan faydalanmak istediler. Yabancı gazeteleri ve gazetecileri cezalandırma veya yasaklama teşebbüsleri karşısında, yabancı devlet elçilerinin basın hürriyetinin sınırlarını belirleyici bir kânun bulunmaması ve kendi konsolosluk mahkemelerinde muhakeme edilmek istemeleri sebebiyle kânûnî düzenlemeye gidildi. 1864’de Matbûât Nizâmnâmesi çıkarıldı.
Bu dönemde İstanbul’da devletin yarı resmî gazetesi olan FransızcaJournal de Costantinople, İngilizce The Levant Herald, FransızcaCourier d’Orient, Rumca Bizantis, Bulgarca Bulgaria, Ermenice Megs, Masis, Avedapar ve Tar gazeteleri çıkıyordu. İzmir, Kahire, Beyrut gibi şehirler başta olmak üzere diğer şehirlerde de azınlıklar ve müslümanlar tarafından hayli gazete yayınlandı. Ayrıca yine İstanbul’da Mecmûa-i Havadis ve Münâd-i Erciyas adlı Anadolu gazeteleri de yayınlanıyordu.
1864’de Matbûât Nizâmnâmesinin düzenlenmesinden sonra, Türk basın hayâtı yeni bir devire girdi. Bu nizâmnâme, ön sansürü bütünüyle kaldırıp, yabancı basının sorumsuzluklarına da sınırlar getirmişti. Nitekim Nizâmnâmenin üçüncü maddesi; yabancıların da yerliler gibi muamele göreceklerini hükme bağladığından, kapitülasyonların basın alanına da yayılması önlenmiş oluyordu.
Nizâmnâme ile daha önce kurulmuş olan Bâb-ı âlî tercüme odası, Matbûât müdürlüğü gibi kurumlara yeni vazîfeler veriliyordu. Siyâsî özellikteki yayınlara ruhsat vermek, yayınların muhtevasını kontrol etmek, gazetelere verilecek resmî îlânları hazırlamak, Avrupa’da Osmanlı Devleti aleyhinde yayın yapan gazete ve kitapların ülkeye girmesine mâni olmak, bu kaidelere aykırı davrananlar hakkında para ve hapis cezalarını uygulamak bu vazîfeler arasındaydı.
Nizâmnâme, bir ön sansür koymuyordu ama, ağır para ve hapis cezalarıyla başta pâdişâh olmak üzere bütün idareyi; (bakanlar, meclisler, mahkemeler, devlet kurumları ve me’murlar), yabancı devlet başkanları ve temsilcilerini, suçlayıcı ve kötüleyici yayınlardan koruyordu. Nizâmnâme, umûmî çizgileriyle 1909 yılına kadar yürürlükte kaldı.
Matbûât Nizâmnâmesinin yayınlanmasından sonra Nâmık Kemâl, Tasvîr-i Efkâr gazetesinde çeşitli konulara dâir tenkitlerini daha serbest yayınlamaya başladı. Tanzîmât ricâliyle arasının bozulması yüzünden, Türk dili ve Edebiyatı yanında dış politikaya âid fikirlerini ve iç politikayla ilgili tenkitlerini de yazdı. Bir ara Yeni Osmanlılar cemiyetinin sözcüsü hâline gelen Tasvîr-i Efkâr gazetesinin kamuoyunda te’siri arttı. 1867 senesinde Ali Süâvî de çıkardığı Muhbir gazetesinde hükümeti daha sert bir dille tenkid etmeye başladı (Bkz. Ali Süâvî).
Tasvîr-i Efkâr ve Muhbir gazetelerinde, hükümete yönelik tenkitlerin, devletin durumunu tehlikeye sokacak hâle gelmesi ve hükümet erkânının şahsını hedef tutan yazıların artması üzerine, 1867’de basını kontrol maksadıyla bir kararname çıkartıldı. Sadrâzam Âlî Paşa tarafından, aynı zamanda kendi mevkiini kuvvetlendirmek maksadıyla hazırlanan bu kararnameye Âlî kararnamesi denildi. Muhbir gazetesi, 9 Mart 1867 tarihli sayısında Ziya Paşa’ya âit bir yazıyı yayınladığı için kapatıldı ve Ali Süâvî Avrupa’ya kaçtı. 1867 yılında İngilizce olarak çıkan The Levant Heraldgazetesi de, Yunanlıların, Girid ihtilâlcilerini destekleyen hareketlerini övdüğü için kapatıldı. İstanbul’daki İngilizce gazetelerden, The Levant Times, bir de Bulgarca nüsha çıkarıp, Bulgar kavmiyetçiliğini destekleyen yazılar yayınlayarak Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına çalıştı. Bu dönemde Arap kavmiyetçiliğini teşvik için Avrupa’da Arapça yayınlanan gazetelere karşı, Bâb-ı âlî’nin maddî desteğiyle İstanbul’da Arapça El-Cevâib gazetesi yayınlandı.
Hükümetin kendilerine verdiği vazifelere gitmeyerek Avrupa’ya kaçan Ali Süâvİ, Nâmık Kemâl ve Ziya paşalar, gittikleri yerde Prens Mustafa Fâzıl Paşa ve Agâh Efendi ile buluşarak; Muhbir, Ulûm, Hürriyet, İttihâd gibi gazeteleri çıkardılar. Bâb-ı âlî’nin aleyhinde yazılar yazdılar. Dergilerin mâlî kaynağını mason locasına kayıtlı olan Mustafa Fâzıl Paşa karşılıyordu. Bu sırada İstanbul’da; Eğribozlu Mehmed Arif tarafından Âyine-i vatan, Şâkir Efendi tarafından Muhib, Andon Efendi tarafından Muhibb-i vatan isimli gazeteler de yayınlandı. Daha sonra bu gazeteler de çeşitli sebeblerle kapatıldılar.
Mustafa Fâzıl Paşa, Sultan Abdülazîz’den affedilmesini isteyerek yurda dönünce, yurtdışına kaçmış olan ve sürgünde bulunan Yeni Osmanlılar, 1870 sonundan başlayarak yurda dönmeye başladılar. Saraydan gördükleri para yardımı ile Basiret adlı gazeteyi neşreden Yeni Osmanlıların ılımlı grubunu teşkil eden Basîretçi Ali ve arkadaşları, Türk ve müslüman unsurların çıkarlarını savundular. Basiret gazetesi bu sebeble 1871’de on binlik bir tiraja ulaştı. 1870-1871 Alman-Fransız savaşında Almanya’yı destekleyen yazılar neşreden ve Alman hükümetinden destek görenBasiret, Ali Süâvî’nin bir makalesini yayınladığı için 20 Mayıs 1878’de kapatıldı. Aynı dönemde Ali Râşid ve Filip Efendi tarafından Terakkîgazetesi çıkarıldı. Haftada altı gün yayınlanan ilk gazete olarak dikkat çeken Terakkî gazetesi, hükümete yönelik aşırı tenkitlerinden dolayı 1870 ve 1874’de iki defa kapatıldı. Ebüzziyâ Tevfik, Âyetullah Bey, Recâîzâde Mahmûd Ekrem gibi imzaların yeraldığı Terakkîmizahî Letâif-i âsâr ve hanımlar için Hanımlara mahsus adlı haftalık ilâveler neşretti. Hakâyık-ül-Vekâyî adıyla yayın hayâtına devam ettiyse de aynı iddiâlı tutumunu sürdüremedi. 1870’de bütün yazıları Ahmed Midhat Efendi tarafından yazılan, sonraları Bedir adını alan Devir gazetesi neşredildi.
1872 Haziran’ında Ahmed Midhat Efendi’nin idaresine geçen ve daha önce İskender Efendi tarafından yayınlanan İbret gazetesi, Yeni Osmanlıların sözcüsü hâline geldi. Nâmık Kemâl’in baş yazarlığını yaptığı bu gazete yirmi beş bin gibi o güne kadar işitilmemiş bir tiraja ulaştı ve yayın hayâtı boyunca on iki binden aşağı düşmedi. Habercilikten ziyâde makâleleriyle yeni fikirler ortaya atıp tartışarak okuyucu toplayan İbret, memleket mes’eleleri üzerinde üç sayfalık baş yazılar yayınladı. Haftada beş gün çıkan ve Nâmık Kemâl’in en uzun süre çalıştığı gazete olan İbret, çıkışının birinci ayını doldurmadan iktidara açıktan açığa harb ilân edercesine yazdığı yazılardan, bir de on dokuzuncu sayısındaki Garaz marazdır yazısı üzerine dört ay müddetle kapatıldı. Nâmık Kemâl, Gelibolu’ya mutasarrıf olarak tâyin edildi. Daha İstanbul’dan ayrılmadan Diyojen ve Hadikagazetelerinde yazı yazmaya başladı.
Gelibolu Mutasarrıflığı vazifesinde bulunduğu üç ay içinde, yeniden yayına başlayan İbret gazetesine başyazar olarak yazılar gönderdi. İstanbul’a dönüşünden sonra tekrar gazetesinin başına geçerek, öncekinden daha şiddetli yazılar yazmaya başladı. Yazarları çeşitli sebeplerle İstanbul’dan uzaklaştırılan İbret gazetesi, Nâmık Kemâl’in Magosa’ya sürülmesiyle 1873 yılında kapandı. Bu müddet içinde Âşir Efendi tarafından çıkan ve yazı işlerini Ebüzziyâ Tevfik’in yürüttüğü Hadîka, Ahmed Midhat Efendi tarafından yayınlanan ve okuyuculara faydalı bilgiler veren Dağarcıkdergisi, Ravdat-ül-meârif ve Cerîde-i Tıbbiyye-i Askeriyye dergileri ileDiyojen’i çıkaran Teodor Kasap Efendi tarafından çıkarılan Hayâl veÇıngıraklı tatar gibi mizah dergileri de neşredildi.
1873 yılında Ebüzziyâ Tevfik’in siyâsî yazılarıyla dikkati çeken ve kısa süre içinde kapatılan Sirâc adlı gazete, yirmi beşinci sayısında kapatılan ve bir mizah gazetesi olan Latife, haberlere geniş yer ayırmasıyla tanınan ve akşam ilâvesi çıkaran Hülâsât-ül-Efkâr gazetesi, Ahmed Midhat Efendi’nin çeşitli fıkra ve hikâyelerden başka roman tefrikalarına da yer verdiği Kırkanbar dergisi, Dolap, Mecmûa-i nevâdir-i âsâr,Müteferrika, Revnak (edebiyat dergisi), Asâr-ı perakende (edebiyat dergisi), Mir’ât-ı Vatan, Çekmece, Armağan (çocuk dergisi), Sandık kasa, Çanta, Hayat (edebiyat dergisi), Öteberi, Mecmua adlı dergiler yayınlanmışsa da, ömürleri kısa, te’sirleri az olmuştur.
1873 yılında memleketin içine düştüğü siyâsî ve ekonomik sıkıntılara ortak olması ve yardımcı olması beklenen basın ve yayın organları tamamen devletin karşısında yer alınca, memleketin içine düştüğü sıkıntılar gözönüne alınarak basına karşı bâzı tedbirler alındı. Bu tedbirler üzerine, Amerikan ve İngiliz misyonerlerinin mâlî desteği ile geniş bir Arapça yayın merkezi hâline gelen Beyrut’taki basın çevreleri, 1874’den sonra kendilerine daha rahat çalışma imkânı veren Mısır’a gittiler. Midhat Paşa’nın sadrâzamlığı zamanında İstanbul basınına karşı zecrî tedbirler uygulandı. Abdülazîz Han devrinde bâzı kanunî düzenlemelere rağmen, devletin yanında olan basın ve yayın organlarının, ülkenin dört bir yanına yayılması yolunda önemli teşvik tedbirleri alındı. Vilâyet gazetelerinin sayısı yirmiyi buldu. Bu gazeteler umumiyetle yarısı Türkçe, diğer yarısı o vilâyetin ekseriyetle konuşulan diliyle (Arapça, Rumca, Ermenice, Bulgarca, İbrânice) hazırlanıyordu. Ayrıca devletçe masrafları karşılanarak kurulan vilâyet basımevlerinde yerli ve özel gazete ve kitapların basılmasına da izin verilmesiyle, kültür faaliyetlerini destekleme yolunda oldukça müsbet adımlar atıldı. Yine aynı dönemde ülkenin dört bir yanında yayınlanan gazetelerin toplu hâlde okuyucuların incelemesine sunulduğu kıraathâneler (okuma salonları) açıldı. Ancak o zamana kadar hiç bir vergi ve rüsuma tâbi olmayan gazetelere, 1874’de, her gazeteye iki paralık pul yapıştırma mecburiyeti getirildi.
1874’den sonra memleketin içine düştüğü iç ve dış mes’eleler üzerine, tamamen devlete ve hükümete karşı tavır alan yerli ve yabancı basına karşı yeni tedbirler alma lüzumu duyuldu. Memleketin içinde bulunduğu sıkıntılı durum sebebiyle tehlikeli boyutlara varan olayları frenlemek, dışarıdan kışkırtılan çatışmalara içeriden gerekçe hazırlamaya ve ayaklanmaların ülkenin diğer kısımlarına yayılmasına mâni olmak isteyen Bâb-ı âlî hükümeti, îlânlar yayınlayarak basını dikkatli olmaya çağırdı. Ancak çoğu, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen azınlıklar ve devletin bu sıkıntılardan kurtulmasını istemeyen ve Avrupai fikirlerin etkisinde kalan sözde aydınların çıkarttığı gazeteler, hükümetin bu ikâzlarına aldırış etmediler. Pâdişâhın şahsına kadar vardırılan hicivli, mizâhlı tenkidler, çoğu haksız ve iftira olan sadrâzam ve nâzırlara (bakanlara) yöneltilen hakarete varan tenkidlerine devam ettiler. Yüksek tirajlı gazetelerin hepsi hükümetin karşısında yer aldılar. Yazılanlara çok defa inanmayan halk, bunları okumaktan hoşlanıyor, fakat yazılanlara; “Gazeteci palavrası” diyordu. Haziran 1875’de siyâsî özellikteki kitap ve dergilerin ön sansürden sonra yayınlanmasına karar verildi. Aynı yılın Eylül ayında, 1864 Nizâmnâmesi’ne “İlâve baskıların sâdece resmî îlânlar için kullanılabileceği” maddesi eklendi. 1876 yılında da bâzı tedbirler alındı. Devletin bütünlüğünü zedeleyici, milletin inancı, örf ve âdetleriyle alay edici resim ve karikatürlere sansür kondu. Yurt dışından gelen yayınlara daha sıkı bir kontrol getirildi. Ayrıca ülkedeki tüm gazetelerin, matbûât dâiresi ve vâliliklerce kontrol edilmedikçe baskıya giremiyecekleri îlân edildi. Matbûât dâiresinden verilmeyen savaş haberlerinin yayınlanması yasaklandı.
1874’de Münif Paşa tarafından çıkartılan, san’at ve ilim yazılarına yer veren, haftada bir kaç defa yayınlanan Mecmûa-i maârif, Agop Baronyan tarafından yayınlanan ilk tiyatro gazetesi olan Tiyatro, Basîretçi Ali Efendi tarafından çıkarılan mizah dergisi Kahkaha, Mehmed Arif Bey tarafından yayınlanan ve kuşe kâğıda özel baskı yapan, devrin önde gelen şahıslarının resimli hâl tercümelerini neşr eden Medeniyet dergisiyle, Şafak, Âfitâb-ı Maârif ve Misbâh-ı felah dergileri de yayınlandı. 1875 yılında, Tevfik Bey tarafından çıkarılan ve bir mizah dergisi olan Geveze, yine bir başka mizah dergisi Meddah, yazarları arasında Nâmık Kemâl’in de bulunduğu, Ahmed Midhat Efendi tarafından çıkarılan İttihâd gazetesi, Mehmed Efendi’nin günlük çıkardığı dînî bilgiler neşrederek ilgi gören Sadâkatgazetesi, Teodor Kasap tarafından yayınlanan günlük İstikbâl gazetesi, Filip Efendi’nin yayınladığı Meşrûtiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde de çeşitli şahıslar tarafından devam ettirilen Vakit gazetesi, Şemseddîn Sami’nin başyazarlığını yaptığı, Rum asıllı Papa Dapulas tarafından yayınlanan, daha sonra Mihran Efendi tarafından devralınan Sabahgazetesi, Mehmed Tevfik Bey tarafından çıkarılan haftalık mizah dergisiÇaylak, bunların dışında Müsavat, Ümrân, Selâmet, Mirât-ı İber, Muharrir, Mecmûa-i Maârif gibi kısa ömürlü gazete ve dergiler yayınlandı.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahta geçişinden sonra Aralık 1876’da îlân edilen Kânûn-i Esâsî’nin on ikinci maddesinde, basının, kânunlar çerçevesinde serbest olduğu yazılı idi. İlk zamanlar bu serbest havadan istifâde eden çoğu azınlıklar ve yabancılar tarafından çıkarılan gazete ve dergiler, Osmanlı Devleti’nin sosyal ve siyâsî yapısına ters düşen yayınlar yapmaya başladılar. Batı eğilimli ve eğitimli sözde aydınlar ile kavmiyetçilik fikirleri körüklenen gayr-i müslim azınlıklar ve bu iki grupla da münâsebet hâlinde bulunan Avrupa devletleri, bunları menfaatlerine âlet ettiler. Yerli ve azınlık basını da Osmanlı Devleti ve Bâb-ı âlî hükümetinin aleyhinde yabancıların menfaatlerine âlet oldular. Bu hâdiseler karşısında bâzı tedbirler alınmasına ihtiyaç duyuldu. 1877’de Midhat Paşa’nın sadrâzamlığı zamanında bir matbûât kânunu hazırlandı. Bu tasarı mecliste kanunlaşmadan önce meclis dağıldı. İki bölümden meydana gelen bu kânunun birinci bölümü matbaalara, ikinci bölümü ise basına âid hükümleri ihtiva ediyordu. Aynı yıl içinde basın suçlarını yargılayan Meclisi Ahkâm-ı Adliye kuruldu. Harb hâli sebebiyle gazetelerin hükümeti tenkide yönelik yayınlar yapmaları yasaklandı. Bu suretle Osmanlı basını yeni bir döneme girdi.
1876-1878 senelerinde pek çok gazete ve dergi çıkarıldı. Bunların belli başlıları; başyazarlığını Ahmed Midhat Efendi’nin yaptığı Çaylak, Tevfik Mehmed Tevfik Bey tarafından çıkartılan Osmanlı gazetesi, Şemseddîn Sami’nin başyazarlığını yaptığı ve Mihran Efendi’nin yayınladığı kısa süreliTercümân-ı Şark gazetesi, Türk basınının en dikkate değer gazetelerinden olan, Ahmed Midhat Efendi’nin çıkardığı halk tarafından ilgiyle tâkib edilen, daha sonra Muallim Naci’nin kadrosuna girmesiyle edebî tartışmaların başladığı edebiyat, târih ve fıkraların yayınlandığıTercümân-ı Hakikat gazetesi, mizah gazetesi Karagöz, çocuk gazetesiBahçe’dir.
1878’de memleketin içinde bulunduğu harb hâli sebebiyle, Osmanlı birliğini ve ülkesinin bütünlüğünü bozmaya yönelik yayınlara karşı bâzı tedbirlere ihtiyaç duyuldu. Maârif nezâreti, Metbûât müdürlüğü ve Zabtiye nezâreti’nin katkısıyla gazeteler üzerinde sansür uygulamasına gidildi. Hâriciye nezâreti’nde de dış basınla ilgili Matbûât-ı Hâriciye müdürlüğü kuruldu.
1878’de çıkmaya başlayan Tercümân-ı Hakikat gazetesi, Ahmed Midhat Efendi’nin başarılı kalemi ile ve hükümeti tenkit etmeyen büyüklere şantaj, sansasyon özelliğinde olmayan ciddi haberciliğiyle bu devrin en uzun ömürlü ve îtibârlı gazetesi oldu. Daha sonraki senelerde Ahmed Midhat Efendi’nin dâmâdı olan Muallim Naci’nin idare ettiği bir edebî ilâve verdi. Son derece ciddî ve terbiyevî bir edebiyat mecmûasıydı. Çocuklar için haftalık ilâveler verdi. Bu gazetede te’lif romanlar tefrika edildiği gibi, batı klasikleri de veriliyordu. Midhat Efendi bu arada 150’den fazla roman ve ilmî kitap yayınladı. Kitaplar, çekici ve akıcı bir üslûba sâhib olduğundan, okutucu ve öğretici idi. Ondört cildlik Avrupa târihi, üç cildlik Dünyâ târihi serileri, o devirde halk tarafından merakla okundu. 1879’de Ebüzziyâ Tevfik Bey tarafından Mecmûa-i Ebüzziyâ dergisi çıkarıldı. Ebüzziyâ Tevfik, pekçok kitaplar, yıllıklar, bâzı klasik eserler yayınladı.Kütüphâne-i Ebüzziyâ adlı bir kolleksiyon meydana getirdi. 1879’da Mehmed Ali tarafından iktisadî ve ziraî konulara yer veren 15 günlükVâsıta-i Servet ve 1880’de Vakâyî-i tıbbiye adlı meslek dergileri de yayınlandı. 1881’de Encümen-i Teftiş ve Muayene, Maârif nezâreti’nde de Tetkîk-i müellefât komisyonu kuruldu. 1888’de Matbaaların bastığı bütün yayınlara önceden izin aldıktan sonra basma şartı getirildi.
1891’den önce Tercümân-ı Hakîkat’ten başka; on iki bin tirajlı Sabah, Saadet ve Tarîk gazeteleri de çıkarıldı. Jön Türkler hareketinin belli başlı sîmâlarından olan Murâd Bey, 1885 yılında haftalık Mîzân dergisini çıkarmaya başladı. Bir ara Avrupa’ya kaçan Mîzâncı Murâd, yayınına Paris’te devam etti. İkinci Meşrûtiyet’in ilânı üzerine İstanbul’da tekrar yayınlanmaya başladıysa da uzun ömürlü olmadı; 1909’da tekrar kapandı.
Kadrosunda Nâmık Kemâl, Abdülhak Hâmid Tarhan’ın da bulunduğuGayret gazetesi, 1886 yılında yayınlanmaya başladı. Abdülhalîm Memdûh, Tepedelenlizâde Kâmil, Cenâb Şehâbeddîn gibi kimselerin yazı yazdığıMuhit Gazetesi 1888’de çıktı. İlkokul çocuklarına temel bilgiler vermek gayesiyle eğitim ve öğretime yönelik olan Mekteb dergisi 1891’de Kitapçı Karabet tarafından çıkarıldı. Bir müddet böyle yayınlandıktan sonra 1894 yılında edebiyat dergisi hâline geldi. Edebiyât-ı Cedîdeciler’in toplandığı bu dergi, okuyucuların ilgisini çekmek için çeşitli edebî anketler düzenledi. Edebiyat târihi açısından önemli bir yer işgal eden Servet-i fünûn dergisi, Ahmed İhsân (Tokgöz) Bey tarafından 27 Mart 1891’de çıkarılmaya başlandı. Aynı dönemde yayınlanan Malûmat adlı edebî dergiyle edebî tartışmalara giren Servet-i fünûn dergisinde, Edebiyât-ı cedîdeciler olarak adlandırılacak şâir ve yazarlar toplandı. Ocak 1895’de mecmuanın idaresini Tevfik Fikret aldı ve altı yıllık bir yayından sonra 1901’de ayrılmasına rağmen yayınına devam etti.
Servet-i fünûnla tartışmalara giren ve önce Artin Efendi tarafından yayınlanan Malûmat dergisi, 1894’de kapatıldı. 1895’de Baba Tâhir tarafından tekrar yayınlanan Malûmat dergisinde eski edebiyatı savunan edebiyatçılar toplandılar. 5 Temmuz 1894’de Ahmed Cevdet (Oran) tarafından yayınlanan ve Türk basınının uzun ömürlü ve te’sirli gazetesi olan İkdâm, latin harflerinin kabulüne kadar devam etmiştir. İkdâm’ı yayınlayan Ahmed Cevdet’e bu yüzden İkdâmcı takma adı verilmiştir. 1895’de ilk kadın gazetesi Kadınlara Mahsûs Gazete çıkarıldı. 1899’da Mehmed Rızâ tarafından yayınlanmaya başlayan Resimli gazete, 1916 yılına kadar yayınını sürdürdü. Daha çok tercümeye yer veren ve resimli bir gazete olan Musavver Terakkî 1900’de yayınlanmaya başladı.

Yurt Dışındaki Basın

Pâdişâha ve Bâb-ı âlî hükümetlerine karşı olan, çeşitli vesîlelerle Avrupa’ya kaçan ve kendilerine; Genç Osmanlılar, Jön Türkler ve İttihâdçılar adını veren kimseler, Avrupa’da çeşitli cemiyetler kurdular. Bu cemiyetlerin ilki Şinâsî, Nâmık Kemâl, Nûri, Refik ve Âyetullah Bey tarafından kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’dir. Bu cemiyetin reîsi Mir’ât gazetesi sahibi Refik Bey idi. Daha sonra kurulan İttihâd ve Terakkî Cemiyeti, Yeni Osmanlıların yurt dışındaki basın faaliyetlerinin çok üstünde faaliyet gösterdi. İngiltere, Fransa, Avusturya, İsviçre, Belçika, Bulgaristan, Romanya, İtalya, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, Amerika ve Brezilya’da, Abdülhamîd Han ve Bâb-ı âlî hükümetleri aleyhinde yayın yaptılar. Dış kaynaklardan ve Mısırlı prens Mustafa Fazıl Paşa’dan destek gören bu kimseler, çeşitli gazeteler çıkardılar.
Yurt dışında çıkan bu muhalif basının ekseriyeti Türkçe olmakla birlikte; Fransızca, Arapça, Almanca, İngilizce ve hattâ İbrânice olarak yayın yapıyordu. Bu gazetelerin en eskisi, Ali Süâvînin Avrupa’ya kaçmasından sonra Londra’da yayınlamaya başladığı Muhbir’dir. Fransızca ve İngilizce ekler de veren Muhbir, Mustafa Fâzıl Paşa’nın maddî desteğiyle 1867-1868 yıllarında 50 sayı kadar yayınlandı. Muhbir’den sonra Yeni Osmanlıların yayın organı olan Hürriyet, Ziya Paşa ve Nâmık Kemâl tarafından 1868-1869 yıllarında Londra’da seksendokuz sayı çıkarıldı. Ali Süâvî’nin, sadrâzam Alî Paşa hakkındaki bir yazısı üzerine, İngiltere adliyesi tarafından takibata uğrayınca, 1870 yılında Cenevre’de Ziyâ Paşa tarafından on bir sayı olarak çıkarıldı. Altmış üçüncü sayıdan itibaren Nâmık Kemâl gazeteden ayrıldı ve 1869’da yurda döndü. Ziya Paşa da 1871’de döndü. Ali Süâvî, Mustafa Fâzıl Paşa’nın verdiği para ile Paris’teUlûm adlı bir gazete çıkarmaya başladı. 1870’de Cenevre’de, Hüseyin Vasfi Paşa ve Mehmed Bey tarafındanyayınlanan İnkılâb (Paris-1878),Hayâl (Londra-1879), İstikbâl (Cenevre-1880), Gencine-i Hayâl (Paris-1881); Yeni Osmanlılar döneminin yurt dışında yayınladığı basın organlarıdır. 1895 yılında Ahmed Rızâ tarafından yayınlanan Meşveret,1897’de Fransızca nüsha da yayınlamaya başladı. Hükümetin takibi netîcesinde Paris’ten ayrılmak zorunda kalan Ahmed Rızâ, Meşveret’i, İsviçre ve Belçika’da yayınlamaya devam etti. Jön Türk hareketinin ileri gelenlerinden olan Mîzâncı Murâd, 1877’de Mîzân gazetesini Kâhire’de yayınlamaya başladı. Bu gazetede hıristiyan Arap kavmiyetçilerinden Halil Ganem, Fransa’da Türkiye aleyhtarı yazılarıyla tanınan Albert Koda gibi şahıslar yazı yazdı.
Daha sonra Cenevre’de yayınlanan Mîzân bir ara Fransızca olarak da çıkarıldı. 1897’de İttihâd ve Terakkî mensuplarından olan İshak Sükûtî ve Abdullah Cevdet tarafından Türkçe ve Fransızca olarak Osmanlı gazetesiçıkartıldı. 1900 yılından sonra Londra’da ve Kâhire’de yayınlanan Osmanlı gazetesi, Abdullah Cevdet’in Viyana sefaretine doktor olarak; İshak Sükûtî’nin ise, Roma sefaretine sefir olarak tâyin edilmeleri üzerine bir müddet kapandı. 1902’den sonra yeniden yayınlanmaya başladı. Jön Türklerin ikiye ayrılmalarından sonra, Paris’te toplanan Ahrâr grubuna karşı ortaya çıkan Ekseriyet fırkasının yayın organı oldu. Bu dönemde yazı işleri müdürü Hüseyin Siret, idare müdürü ise İsmâil Hakkı Paşa idi. 1896’da Tunalı Hilmi tarafından Cenevre’de çıkarılan Ezan, 1897’de Kâhire’de yayınlanan Kânûn-i esâsî ve el-Kâtib, 1899’da Cenevre’de yayınlanan İntikam, 1899’da Londra’da yayınlanan Hilâfet, 1900’de Kâhire’de Leon Efendi tarafından çıkarılan Sadâ-yı Millet, 1901’de Brüksel’de Avlonya meb’ûsu İsmâil Kemâl tarafından yayınlanan Selâmetgazeteleri de Pâdişâh’ın ve hükümetin yardımları ile hayâtlarını idâme ettirdikleri hâlde Abdülhamîd Han’a ve Bâb-ı âlî hükümetlerine karşı çıkan dış basındandır. 1904’de Abdullah Cevdet tarafından Cenevre’de çıkarılanİctihad gazetesi bir ara Mısır’da ve daha sonra İstanbul’da yayınlandı. Prens Sebâhaddîn ve Ahmed Fâzıl tarafından 1906’da Kahire’de çıkarılanTerakkî gazetesi, Adem-i merkeziyetçilerin yayın organı oldu. Yine bu fikri savunan Şûrâ-yı Osmânî, Yeni Fikir ve Hilâfet gibi gazete ve dergiler de vardı.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han, çoğu gayr-i müslim azınlıkların ve yabancıların elinde olan ve devlet adına tahsile gidip Avrupalıların kontrolüne girerek, yaşadığı toplumun değerlerine yabancılaşan sözde aydınların elindeki basın ve yayın organlarına karşı zamanın siyâsî şartları sebebiyle bâzı tedbirler aldı. Müslim, gayr-i müslim ve Türk olmayan çeşitli unsurlardan meydana gelen Osmanlı Devleti’nin dünyâ konjonktürü içindeki o günkü yeri bunu îcâb ettiriyordu. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, basını tam serbest bırakıp bâzı tedbirler uygulamasaydı, 1908 sonrasında olan hâdiseler otuz yıl öncesinden patlak verirdi. Osmanlı toplumunu sömürmek için bütün yolları deneyen ve bu kirli maksadlarını gerçekleştirebilmek için türlü hilelere başvuran hıristiyan Avrupa devletlerinin saldırılarına, çok daha hazırlıksız yakalanılırdı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın aldığı bu tedbirler, Osmanlı toplumu içindeki Müslümanlara ve Türklere otuz yıllık bir hazırlanma ve dinlenme dönemi sağlamıştır. Abdülhamîd Han’ın basın politikası; devletin parçalanmasını, milletin düşman kamplara ayrılmasını önlemek gayesine yönelik şuurlu bir adımdır. Ayrıca Osmanlı Devleti’ni yıkmak için asırlardır uğraşan hıristiyan Avrupa devletlerinin tehdîdleri ve oyunlarıyla, Osmanlı ülkesinin sosyo-ekonomik yapısından kaynaklanan nâzik durum ve 1876-1878 yıllarındaki meydana gelen, Abdülazîz Han’ın hal’i ve şehîd edilmesi, beşinci Murâd’a karşı yapılan hareketler, Ali Süâvî baskını ve Rusların Yeşilköy’e kadar gelmeleri de bu basın politikasını etkilemiştir.
Abdülhamîd Han’ın uyguladığı bu basın politikasına karşı çıkan ve ikinci Meşrûtiyetin verdiği serbestlikten istifâde ederek bir baskınla iktidara gelen İttihâd ve Terakkî fırkası ve daha sonraki iktidarlar, bu tedbirlerin çok daha şiddetlisini uygulamışlardır. Bunun yanında Abdülhamîd Han’ın matbûâta verdiği önem pek fazladır. Şahsına karşı olsa bile zamanındaki dergi ve gazetelerin mükemmel ve en güzel şekilde çıkmasını sağlamak için Servet-i Fünûn gibi bâzı gazete ve dergilere yardımda bulunduğu, hattâ onlar için Avrupa’dan usta elemanlar getirttiği de bir başka hususiyetidir.

İttihâd ve Terakkî Devri

Meşrûtiyetin ikinci defa îlânı üzerine, yurt dışına kaçmış olanlar yurda döndüler ve yurt dışında yayınladıkları gazeteleri, İstanbul’da çıkarmaya başladılar. İkinci Abdülhamîd Han’ın, ikinci Meşrûtiyet’i îlân ettiği 24 Temmuz 1908 günü toplanan gazeteciler, gazete müsveddelerini sansüre vermeme karârı aldılar. 25 Temmuz 1908 günü gazeteleri ön kontrolden geçirtmeden piyasaya sürdüler. Bu gazeteler; sultan İkinci Abdülhamîd Han döneminde yayınlanan İkdam, Sabah, Tercüman ve Saadetgazeteleri idi ve herbiri alelacele meşrûtiyet ve hürriyet savunuculuğuna girip, kadrolarını yenilediler. 24 Temmuz günü, daha sonra Gazeteciler Bayramı olarak kabul edildi. Kânûn-i esâsîdeki; “Matbûât, kânun dâiresinde serbesttir” hükmü; “Hiçbir şekilde kablettâb’ı (baskıdan önce) teftiş ve muayeneye tâbi tutulamaz” şeklinde değiştirildi. Sansürün kaldırıldığı bu şekilde îlân edilirken, 1877 (Ramâzân-ı mübarek 1294) tarihli İdâre-i Örfiyye ve Askerî Mehâkim kânunu kasden yerinde bırakıldı. 1919 târihine kadar bu kânuna dayanarak sansürü aratacak uygulamalarda bulunuldu. Bir çok dergi ve gazete defalarca kapatıldı. Mesela 1910 yılında Baha Tevfik’in çıkardığı, Eşek adlı mizahî dergi, kırk bini bulan ilk sayısından sonra kapatıldı. Ancak Baha Tevfik bir kaç defa dîvân-ı harb-ı örfî karşısına çıkmak bahâsına yılmadı ve dergilerinin biri kapanınca diğerini çıkardı. Eşek’i; Yuha, El-Mâlûm, Kibar, Alafranga Eşek tâkib etti. Bu devirde en fazla gazetesi kapatılan ve mahkemeye çıkan Lütfi Fikri Bey oldu. 1911 ilâ 1913 târihleri arasında çıkarmış olduğuTanzîmât gazetesi tam on altı defa kapanıp yeniden yayına başlamıştır.
Bu dönemin en bariz özelliği, pek çok gazete ve derginin hep birlikte Abdülhamîd Han’ın memleketin içinde bulunduğu nâzik durumlar sebebiyle tatbik ettiği meşrûtiyet öncesi icrâatı tenkîd etmek idi. Sâdece İstanbul’da 1908-1909 senelerinde 353 gazete ve dergi yayınlandı. Bu sayıya ülkenin dört bir yanında yayınlanan Türkçe gazetelerle yabancı dilde yayınlananlar da eklenince, birdenbire binlerce yayın ortaya çıktığı görülür. Bunlar arasında Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen her fikrin, savunucusu ve sözcüsü olan yayın organları ortaya çıktı. Böylece memlekette bir fikir anarşisi doğdu.
Eski gazeteler kendilerini yenilemeye çalışırken, Abdullah Zühdü ile Mahmûd Sâdık Yeni Gazete’yi; Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Hüseyin Kâzım (Kadri) Tanin’i kurdular. İktidara muhalif yayınlar yapanTanin gazetesi bir kaç defa kapatıldıysa da; Cenin, Renin, Senin ve Hakgibi değişik isimler altında yeniden çıktı. Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi de, İttihâdçıları destekler mâhiyette yayınlar yaptı. Kısa ömürlü Hukûk-ı umûmiyye ile Selanik ve Manastırda yayınlanan Şûrâ-yı Ümmet,Rumeli ve Silâh gibi gazeteler de, İttihâd ve Terakkî fikirlerinin savunuculuğunu yaptı. Bunların yanında İttihâd ve Terakkî’nin fikir ve icrâatlarına karşı çıkan partilerin yayın organı şeklinde gazeteler de ortaya çıktı. Ahrâr partisinin Osmanlı, Mevlânâzâde Rıfat’ın Hukûk-ı umûmiyye, Serbesti gazeteleri, Mîzâncı Murâd’ın Mîzân’ı, Ali Kemâl’in başına geçtiği İkdam, 31 Mart vak’asını kışkırtan Derviş Vahdetî’ninVolkan’ı. Cemiyet-i İlmiyye-i İslâmiye’nin Beyân-ül-Hak adlı gazeteleri bu kısımda sayılabilir. Bu arada çıkan sayısız mizah dergisi de kamuoyuna te’sir etmeye çalıştı.
Ayrıca bu dönemde, her türlü düşünce, doğudan veya batıdan kaynaklanan her türlü akım yazıya dökülüp kamuoyuna sunuldu. Her milletin, her azınlığın, hem kendi dilinde, hem de Türkçe olarak yayınlanan gazeteleri ortaya çıktı. Komünizmi ve sosyalizmi öven, İştirak, Sosyalist, İnsaniyet, Medeniyet, İdrâk gibi yayın organları da bu dönemde yayın hayâtına girdi.
İkinci Meşrûtiyetin ilânının ilk aylarında serbestlik içinde bulunan, dilediklerini yazan, milleti pâdişâh ve devlet adamları aleyhinde isyâna teşvik eden gazete ve dergiler üzerinde, 31 Mart vak’asından sonra iktidarı ele geçiren İttihâd ve Terakkî komitesince kontrol sıklaştırıldı. 5 Nisan 1909’da İttihâdcılara karşı olan Serbesti gazetesi yazarı Hasan Fehmi öldürüldü. Meclise 28 Nisan 1909’da bir matbûât kânunu getirildi. Meşrûtiyet’in yıl dönümünde kanunlaşan ve Fransız Basın kânunu esas alınarak hazırlanan bu kânuna göre, gazete çıkarmakta beyanname esâsı getiriliyordu. Bu kânunda devletin temelini sarsmaya yönelik, pâdişâhı, dinleri ve Osmanlı milletini koruyucu, suçu ve ayaklanmayı kışkırtıcı yazıları frenliyen maddeler de vardı.
31 Mart vak’asında, Tanin başyazarı Hüseyin Cahit zannedilerek bir milletvekili öldürüldü. 31 Mart vak’ası bastırılınca kışkırtıcılardan olan Derviş Vahdeti îdâm edildi ve İttihâdcılara muhalif olan gazetesi Volkankapatıldı. İttihâdcılara muhalif olan Sadâ-yı millet gazetesi yazarı Ahmed Samim, 9 Haziran 1910’da; Şehrah gazetesi yazarı Zeki ise 10 Temmuz 1911’de öldürüldüler.
Bu dönemde yayınlanan gazetelerden biri de 1903’de çıkmaya başlayanSırât-ı müstakîm’in devamı olan; câmilere sandalye konulmasını, müzikli ibâdet edilmesini, İslâm dîninde reform yapılmasını isteyen Şemseddîn Günaltay, İzmirli İsmâil Hakkı, Sa’îd Halîm Paşa gibi dinde reformcuların ve Mehmed Akif, Ahmed Hamdi (Aksekili) gibi yazarların yazdığı Sebîl-ür-reşâd dergisidir. Bu dergi yayımını aralıklarla Cumhuriyetten sonra da sürdürdü. Bu dönemde yayınlanan dînî yazıların neşr edildiği, Cerîde-i SûfiyeSıyt-i hilâfet, İlmiye, Mikyâs-ı şeriat, Hikmet, Beyân-ül-Hakve İslâm mecmuası gibi yayın organları da sayılabilir. İttihâd ve Terakkî’nin Selanik’te yayınlattığı Bağçe, İstanbul’da yayınlanan İttihâd ve Terakkî taraftarı Yeni Tasvir-i Efkâr, Milliyet, Hak yolu, Hürriyet, İttihâd, İttifak gazeteleriyle mizah gazetesi Karagöz, 1909’da çıkmaya başlayan Alemdâr, Tazminat, Teşkilât, Maşrik, Te’sis, Te’mînât, Tanzîmât gibi adlarla çıkan muhtelif gazeteler sayılabilir.
İttihâd ve Terakkî fırkasının 1913 yılında gerçekleştirdiği Bâb-ı âlî baskınıyla iktidarı tekrar ele geçirmesinden sonra başlayan Birinci Dünyâ harbi ile birlikte, harb hâli sebebiyle basın üzerine mecburî kontrol getirildi. Sıkı yönetim ve kâğıt sıkıntısının etkisiyle pek çok gazete kapandı ve kapatıldı. Sâdece iktidarda bulunan İttihâd ve Terakkî yanlısı Tanin, Sabah ve Tasvîr-i Efkâr gazeteleri ayakta kalabildi. Bu devirde gazetelerde husûsiyetle Türkçülük teması işlendi. Savaş boyunca iktidarın açıklamaları dışında bir şey yazmak yasaklandı. Sâdece “Nihâî zafere kadar harb” sloganı işlendi. Uygulanan yanlış iç ve dış politikalar sebebiyle ortaya çıkan kötü neticelerin yazılması yasaklandı. Savaşın beklenenden uzun sürmesi üzerine 1917’den sonra umûmî barış temasının işlenmesine başlandı. 1917’de Âsım ve Hakkı Târık Us tarafından Vakit, ertesi yıl yayınlanmaya başlayan Akşam gazeteleri uzun ömürlü oldular. 1918 yılında Celâl Nuri İleri tarafından Âtî (daha sonraları İleri), Yunus Nâdi tarafından yayınlanan Yeni gün gazeteleri özellikle Millî mücâdele sırasındaki yayınlarıyla önem taşırlar. 1917’de Afyon’da yayınlanmaya başlayan Öğüt, önce Konya’ya 1919’dan sonra Ankara’ya taşınarak yayınını sürdürdü. Bu dönemde yayınlanmaya başlayan Türk yurdu, Millî Tetebbûlar mecmuası, Osmanlı Târih ve edebiyatı mecmuası, İctimâiyyât mecmuası, Yeni mecmua, ilmî, fikrî ve edebî ağırlıklarıyla dikkati çektiler. Mizah gazeteleri arasında ise; Kalem, Davul, Püsküllü Belâ, Curcuna, Coşkun kalender, Hokkabaz, Dalkavuk, Zevzek, Hoca Nasreddîn, Geveze, Meddah, Hacivat, Hayâl-i Cedîd, Şaka, Eşek v.b. sayılabilir.
İttihâdcı hükümetin düşmesi ve Mondros mütârekesinin imzalanması üzerine, Anadolu’da bulunan muhalif gazeteciler İstanbul’a döndüler. Yeni bir basın patlaması ve İttihâdcılıktan arınma akımı başladı. 13 Kasım 1918’de galip devlet donanmalarının İstanbul’a girmesiyle mütâreke dönemine girildi. Osmanlı’nın mirası ve Türk milletinin geleceği, 1918-1922 yılları arasında mütâreke basınıyla, millî mücâdele basını arasında uzun uzun tartışıldı. Merkezi Ankara’da olan Kuvay-ı milliye hareketini;Akşam, Vakit, İleri, Yenigün, Tercüman, Dergâh, Tasvîr-i Efkâr, Albayrak, İkdam gazeteleriyle Anadolu’nun ve Trakya’nın değişik yerlerinde yayınlanan çeşitli gazete ve dergiler desteklediler. Ankara hükümetine cephe alanlar ise; Peyâm-ı Sabah, İstanbul, Aydede, Alemdâr, Güleryüz, Ümit, Aydınlık, Zincirbent, Cumhuriyet, İrşâd, Tan, Yeni dünyâ, Şarkın sesi, Ferdâ, Zafer, Hâtif gibi gazete ve dergilerdi.
Osmanlı Devleti zamanında, faydalı yayınlar yaparak devlet ve millet menfaatlerini savunarak güzel hizmetler vermesi gereken basın, çoğu yabancıların ve azınlıkların elinde bulunması sebebiyle az bir kısmı hâriç, devletin ve devlet adamlarının karşısında ve Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen düşmanlar yanında yer aldılar. Faydalı yayınlarla milleti aydınlatacakları yerde, yangına körükle gidercesine hâdiseler üzerine gidip devlet ile milletin arasını açtılar. Bâzı zamanlar basın ve yayın hayatıyla ilgili serbestlikten ve imtiyazlardan faydalanarak azınlıkların ve halkın haklarını savunmak bahanesiyle altı yüz yıl adaletle hüküm sürmüş olan Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandırdılar. Böylece millet nazarındaki itimât ve prestijlerini kaybettiler.
Özel gazete ve mecmualar yanında bizzat devletin çıkardığı yayınlar da bir hayli yekûn tutuyordu, ikinci Mahmûd Han tarafından çıkarılmaya başlananTakvîm-i Vekâyî’den başka çeşitli devlet kuruluşları tarafından bir senelik hâdiseleri içinde toplayan salnameler (yıllıklar) tertib ve neşredildi. Osmanlılarda ilk resmî salname 1847 senesinde neşrolundu. Bu salnameyi düzenlemekle Hayrullah Efendi vazifelendirildi ise de Ahmed Vefik Paşa’ya yaptırdı. Sonraları Cevdet Paşa, daha sonraları da Meclis-i meârif başkâtibi Behçet, Meclis âzasından Rüşdî beyler tarafından yapılan salname, bilâhare Meârif nezâreti mektûbî kalemi hey’etine, 1888’den sonra da Me’mûrîn-i mülkiye komisyonuna bağlı Sicill-i Ahvâl idaresi tarafından tanzim edildi. Resmî salname, saltanatın sonuna kadar bu idare tarafından tertib edildi.
İlk zamanlar yüz küçük sayfayı geçmeyen salnameler, sonraları iki-üç yüz, en nihayet yedi-sekiz yüz sayfayı bulmuştur. Bunlarda, devletin resmî teşkilâtından başka; me’mûrların isimleri, tâyin târihleri, rütbeleri, nişanları gösterilir; birer vesîka mâhiyetini taşırlardı. Umûmî salnamelerden başka, yine resmî mâhiyette olmak üzere nezâretler (bakanlıklar), vilâyetler (valilikler) de salname çıkartırlardı. Bunlardan 1915-16 senesinde neşr edilen İlmiye salnamesi, geniş bilgileri ihtiva etmektedir. Nezâretlerin bir kısmı sâdece bir tane salname düzenlemekle yetinmeyip, birden fazla salname neşretmişlerdir. İlk sene 1257 sayfalık bir salname çıkaran Maârif nezâreti, 1900-1901’de üçüncü defa olarak bastırdığı salnamedeki sayfa sayısını 1678’e çıkarmış ve memleketin bir de haritasını koymuştur. 1907-1908’de son olarak çıkartılan altıncı Maârif salnamesi 742 sayfa idi.
Vilâyetlerce ilk salname, 1866-67 senesinde tertib edildi. Vilâyetlerin bâzılarında yalnız bir tek salname neşredildiği hâlde, bâzılarında yirmiye yakın salname çıkarılmıştır. En çok salname çıkaran vilâyetler ise, Hüdâvendigâr (Bursa) ve Selânik’dir.
Salnamelerden başka kânun ve nizâmnâmeleri ihtiva eden Düstûr adı verilen kitap ve mecmualar da çıkarıldı. Osmanlılarda ilk kânun mecmuası Cevdet Paşa tarafından hazırlanarak 1863 senesinde o zamanın devlet matbaası olan Matbaa-i âmirede bastırılıp, resmî dâirelere dağıtılmış ve satışa çıkarılmıştır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Türkiye’de Matbûât Rejimleri (Server İskit, 1939)
 2) Türkiye’de Matbûât İdareleri ve Politikaları (Server İskit, 1943)
 3) Türk gazeteciliğinin 100. yıldönümü (S. Nüzhet Gerçek, 1931)
 4) Milli Mücâdele Basını (Ö. Sâmi Coşar, 1967)
 5) Basın Hukuku (Sulhi Dönmezer, 1968)
 6) Basın ve Yayın Hareketleri Târihi (H. Refik Ertuğ, 1970)
 7) İstanbul Kütüphâneleri Arap Harfli Süreli Yayınlar Toplu Katalogu 1828-1928 (Hasan Duman, 1986)
 8) Rehber Ansiklopedisi; cild-4, sh. 117
 9) Ottoman year-books (Hasan Duman, 1982)