5 Eylül 2018 Çarşamba

ELÇİLİK


Bir devleti başka bir devlette temsil eden kimsenin vazifesi, sefirlik. Elçilerin târihi çok eski olup, geçici ve daimî elçiler gönderildi. İslâm târihinde elçilerin maiyyetleri ile birlikte dokunulmazlıkları vardı. Öldürülemezler ve herhangi bir şekilde kendilerine kötü davranılamazdı. Elçiler, sâdece fevkalâde durumlarda göz hapsine alınırlardı. Peygamber efendimiz, Mekke’ye gönderilen müslüman elçisinin dönüşüne kadar, Mekke’den gelen elçileri alıkoymuştur. Gelen elçilere, önce teşrifat me’murları tarafından, Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem huzurunda nasıl davranacakları öğretilirdi. Elçiler ekseriya Medîne’de Mescid-i Nebevî’nin elçiler sütunu denilen yerinde kabul edilirlerdi. Bu kabul sırasında Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kiramı, güzel, kıymetli elbiseler giymişlerdir.
İslâm devletleri, çeşitli zamanlarda devleti temsil eden siyâsî, askerî, kültürel ve teknik bütün gelişmeleri tâkib eden andlaşma ve sözleşmeleri imzalayan elçiler gönderdiler. Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren münâsebette bulunduğu bir kısım beylik ve devletlere karşılıklı elçiler göndermiştir. Bunlar arasında Memlûk, Bizans, Germiyan, Karaman, Çandaroğulları, Tîmûrlular, Karakoyunlu ve Akkoyunlular ilk sırada yer almaktadır. Âşıkpaşazâde’nin bildirdiğine göre Yıldırım Bâyezîd Han’ın düğününde, başta Mısır olmak üzere, bir çok Türk devletinin elçisi Bursa’ya gelmişti. Pâdişâhlar doğum, cülûs, düğün gibi vesilelerden başka; harb îlânı, sulh yapılması, dostluk teklîfi gibi mes’eleler için de komşu ve yabancı devletlere elçiler göndermişlerdir. Bu elçiler fevkalâde elçiünvânını taşırlar, dost ve düşman devletlerin durumundan bilgi verirlerdi. Elçiler gittikleri yerlerde dikkatlerini çeken vak’aları ve edindikleri intibaları, sefâretnâmeler hâlinde kaleme almışlardır.
Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli’de genişlemesi neticesinde, Ceneviz ve Venedikliler telaşlanıp, ticarî çıkarlarını korumak maksadıyla on beşinci asrın ilk yarısında Edirne’ye Benedikto isimli elçilerini gönderdiler. İstanbul’un fethini muteâkib de, İstanbul’da devamlı elçi bulundurdular. Sonraki, pâdişâhlar zamanında diğer devletlerden Fransa, Avusturya, Rusya, Lehistan, İngiltere, Portekiz, İspanya ve diğerleri Osmanlı Devleti nezdine dâimi elçi göndermiştir.
Osmanlı Devleti nezdine gönderilen bir elçi, sınırdan içeri girdiği andan itibaren misafir muamelesi görür, kendisini İstanbul’a getirmek için bir mihmandar görevlendirilirdi. Elçilik hey’etinin bütün yol ve yiyecek masrafları o andan itibaren devlet tarafından karşılanırdı. Sultan İkinci Bâyezîd Han zamanında, İran’dan gelen bir elçilik hey’etinin de, Erzurum’dan Geyve’ye kadar yol masrafları bir defter hâlinde tutulmuştur.
Gerek müslüman gerek hıristiyan olsun, elçilerin İstanbul’a gelişleri ve pâdişâh ile vezîriâzamın huzurlarına kabulleri merasime tâbi idi. Bu hususta teşrifata çok önem verilirdi. Elçinin büyük veya orta elçi oluşuna göre kabul merasimi değişirdi. Huzura kabul edilen elçi, hükümdarının gönderdiği mektubu takdim eder, pâdişâh da bunu bizzat alarak açar ve baş tercümana verirdi. Bu merasimi muteâkib, elçi, maiyyetindekilerle birlikte el öperler ve geri geri çekilerek huzurdan ayrılırlardı.
Genellikle elçilerin huzura kabulleri; Galebe dîvânı (elçilerin kabul edildikleri dîvân) da denilen Ulûfe dîvânına tesadüf ettirilir, böylece Osmanlı ihtişamı ve teşrifatı gösterilirdi. Ulûfe dîvânından başka bir güne rastlayan elçi kabullerine ise, Resm-i âdî denirdi. Bununla birlikte, bâzı elçilerin, huzura çıkışlarında teşrifata riâyet etmediklerinden, reddedildikleri ve kabul edilmedikleri de görülmüştür.
Sultan üçüncü Selîm Han’dan itibaren, Avrupa devletleri merkezlerine daimî elçiler gönderildi. Bu elçilerin mûtad elçilik işlerini görmek yanında, devletlerin ahvâlini vâkıf (bilen) adamlar yetiştirmek gibi vazifeleri de vardı. Mûtad elçilik işleri arasında Osmanlı tüccarlarının haklarını korumak husûsî bir yer almaktaydı. İkâmet elçileri Avrupa’da üç yıl kalırlar, sonra yerlerine başkaları giderdi. Beraberlerinde rum tercümanlardan başka, sır kâtibi ve maiyyet me’muru sıfatıyla müslümanları götürürlerdi.
İlk defa daimî elçi olarak; 1792’de Londra’ya Yûsuf Agâh Efendi, Paris’e Seyyid Ali Efendi, Berlin’e de Azîz Efendi gönderilmişlerdir.
On sekizinci yüzyıldan sonra, elçi olarak gönderilecek kimseler daha ziyâde devlet me’muriyetinde çalışanlar arasından seçilmeye başlandı. Elçi olarak gönderilen kimselere, dönüşlerinde geri alınmak üzere kıymetli eşyalar ve yüksek dereceli (defterdârlık, nişancılık, Mekke payesi, kâdıaskerlik gibi) rütbeler verilirdi. Elçi yola çıkmadan, sadrâzam ve şeyhülislâmla birlikte pâdişâhın huzuruna çıkar hil’at giyerdi.
Devleti dış siyâsetteki dehâsı ile otuz üç sene müddetle muhâfaza edebilen sultan ikinci Abdulhâmid Han devrinde (1876-1909), yabancı ülkelerle münâsebetler çok gelişti. Bu devirde yirmi beş müstakil devletle münâsebetlerimiz vardı. 268 dünyâ şehrinde temsilcilerimiz bulunuyordu. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın siyâsetinin bir prensibi; dünyâ basınını günü gününe tâkib etmek ve her yerde elçi bulundurarak haber almaktı. Yabancı elçileri her Cuma günü selâmlıktan sonra kabul eder, lüzum gördükçe sefirleri Yıldız’a çağırıp görüşürdü.
Yabancı elçiler, önceleri istanhul’da Çemberlitaş’ın karşısındaki Elçi hanında ağırlanırdı. Sultan İbrâhim Han devrinden sonra burada yalnız müslüman elçiler kaldı. Yabancı elçilerin İstanbul dışında Beyoğlu’nda oturmaları sağlandı. Avrupa devletleri birer-ikişer İstanbul’da sefarethâneler edindiler. Bir kışlık bir de yazlık sefarethânesi olan devletler vardı. Buraları hem elçilik hem de sefirlerin ikâmetgâhı idi. Avrupa devletleri, İstanbul dışındaki Türk şehirlerinde de, o şehrin ehemmiyetine göre konsoloslar bulundurdular.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Büyük Türkiye Târihi; cild-9, sh. 5
 2) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahrîye teşkilâtı; sh. 268
 3) Rehber Ansiklopedisi; cild-5, sh. 43
 4) Historie de L’etat present de L’Empire Ottoman (Ricaut, Paris 1871); sh. 208
 5) Osmanlı Sefirleri ve Sefâretnâmeleri (Faik Reşit Unat-Ankara-1987)
 6) Târihi Cevdet; cild-6, sh.128
 7) Târihi Devlet-i Osmâniyye (Hammer); cild-8. sh. 182