Osmanlı Devleti’nin ikinci şeyhülislâmı. İsmi Fahreddîn olup, İran’dan Anadolu’ya geldiği için Acemî denilmiştir. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 1460 (H. 865) târihinde Edirne’de vefât etti. Buradaki Dârülhadîs Câmii önünde defnedilmiştir.
Tahsiline memleketinde başlayan Fahreddîn-i Acemî pek çok âlimden ve bilhassa büyük İslâm âlimi Seyyid Şerîf Cürcânî’den de ilim öğrendi. Sonra Anadolu’ya gelerek Molla Fenârî’nîn oğlu Muhammed Şah’ın hizmetinde bulundu ve ona muîd (asistan) oldu. Bâzı medreselerde müderrislik yaptı. Sultan Murâd Han zamanında 1430 (H. 834) senesinde şeyhülislâm Molla Şemseddîn Fenârî’nin vefâtı üzerine, Edirne’de şeyhülislâm oldu ve Sultânın maaşını arttırmak isteğini kabul etmedi; “Beytülmâl’den (devlet hazînesinden) aldığım, ihtiyaçlarımı karşılıyor. Daha fazlasına ihtiyâcım yok” diyerek kanaatkârlığını arzetti.
Fahreddîn Acemî, sultan İkinci Murâd Han ve Fâtih Sultan Mehmed Han zamanında, en güzel şekilde, otuz sene fetva işlerini idare etti.
Fâtih Sultan Mehmed Han, ilme ve ilim adamlarına değer verip koruduğu gibi, âlimlere hürmet eder ve onlara geniş imkânlar sağlardı. Bu durumdan faydalanmak isteyen hurûfî bozuk îtikâdındaki bâzı kimseler, yaldızlı sözler ve hîlelerle sultanın gözüne girdiler (Bkz. Hurufilik). Fâtih, sarayda onlara bir de oda tahsis etmişti. İç yüzlerini gizleyen hurûfîler, Fâtih’in sarayında bir müddet rahat yaşadılar. Bunların bozuk yolda olduklarını, vezir Mahmûd Paşa anlamıştı; fakat Fâtih Sultan Mehmed’e bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Nihayet Fahreddîn Acemî’ye anlattı. Fahreddîn Acemî ile Mahmûd Paşa anlaştılar. Mahmûd Paşa, evinde bir davet tertib etti. Davete, hurûfî yolunda olan sapıklar da çağırıldı. Fahreddîn Acemî de perde arkasına saklanmış, onları dinliyordu. Sohbet ilerleyince, Mâhmûd Paşa, hurûfîleri çok sevdiğini söyledi. Veziri kendilerinden zanneden bu kimseler, de, kendi fırkalarının iç yüzünü anlatmaya başladılar. Sapıklıklarını ve küfürlerini açıkladılar. Hattâ; “Allahü teâlâ (hâşâ) Fadlullah’a hulul etmiştir” dediler. Bunu duyan Fahreddîn Acemî, daha fazla dayanamadı. Hemen ortaya çıkarak bu sapıkların üzerine atıldı. Hurûfîler kaçarak, saraya sığındılar. Fahreddîn Acemî de peşlerinden koştu. Sarayda, bunları yakaladı. Hadiseden haberi olmayan Fâtih Sultan Mehmed, Şeyhülislâma karşı edebinden hiç sesini çıkarmadı. Fahreddîn Acemî, bu işi burada hâlletmek istiyordu. Hemen câmiye gitti, halkı câmiye çağırdı. Kalabalık bir cemâat vardı. Fahreddîn Acemî hazretleri minbere çıkarak, bunların sapık ve dinsiz olduklarını isbât etti. Kötü yolda olduklarını ve hemen îdâm edilmeleri lâzım geldiğini söyledi. Mahkeme kurulup, îdâm edilmelerine karar verildi. Halkın ibret alıp, böyle sapıklara fırsat vermemeleri için, büyük bir kalabalık önünde cezaları infaz edildi. Çünkü bu sapıkların reisi ve fırkalarının kurucusu Fadlullah’ın yeryüzünde Allah’ın temsilcisi, hattâ insan suretindeki şekli olduğunu söylüyor ve başkalarını da kandırmaya çalışıyordu. Bütün hurûfîler tesbit edildi. Hepsi yakalanıp cezaları verilerek Osmanlı toprakları bu sapıklardan temizlendi.
Hastalandığında, Molla Ali Tûsî ziyaretine geldi. Fahreddîn Acemî’den nasihat istedi. O da; “Halkın sırtından kânun kamçısı eksik edilmesin” dedi. Yâni kânunların uygulanmasında kimseye tâviz verilmesin demek istedi. Bir daha konuşmadı ve vefât etti. Edirne’de Üç Şerefeli Câmi yanında bir medrese yaptırdı. Kaynaklarda, eserinden bahsedilmemektedir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyik-i nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi); sh. 81
2) Devhat-ül-meşâyıh; sh. 5, 6, 7
3) Nefehât-ül-üns; sh. 671
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-11, sh. 379