Osmanlıların ilk kapdân-ı deryası. Ertuğrul ve Osman Gâzi’nin gazâ arkadaşı. İsmi, Mürsel olup, kahramanlığı ve gözüpekliği sebebiyle Orhan Gâzi tarafından kendisine Kara lâkabı, takılarak Karamürsel denmiştir. Orhan Gâzi’nin kumandanlarından olup, doğum yeri ve târihi belli değildir. Büyük mücâhid Akçakoca’nın aşiretinden ve onun yetiştirdiği yiğitlerden idi. 1329 târihinden sonra vefât etmiş olup, kabr-i şerifi İzmit-Yalova karayolu üzerinde kendi ismini taşıyan ilçenin kabristanlığındadır. Ayrıca Karamürsel Bey’in Bilecik’in Söğüt kasabasında Ertuğrul Gâzi hazîresinde bir makamı da bulunmaktadır.
Karamürsel Alp, ilk zamanlarda güçlü bir donanmaya sâhib olan Karesioğulları beyliği hizmetindeydi. Bu beyliğin Osmanlı hâkimiyeti altına girmesinden sonra, Karamürsel Bey de Osmanlı hizmetine girerek küçük Osmanlı donanmasının gelişmesi için büyük gayret sarfetti. Karesi beyliğinde iken beraber çalıştığı gemi ustalarını yine yanına alarak Armutçuk limanında bir tersane kurup, donanma hazırladı. Hafif ve sür’atli giden gemiler yaptırdı. Bu gemi tipine onun adına izafeten Karamürsel denilmiştir. Böylece Karamürsel Bey, bir ölçüde yüzyıllarca Akdeniz’de şerefle dalgalanacak Osmanlı bayrağının denizlerde ilk temelini atmıştır. Bu hazırlıkları müteâkib harekete geçerek, İzmit körfezinin güney taraflarını, Yalova’ya kadar bütün sahil şeridini fethetti ve bu yerlerin muhafazası için dâima harb gemileri bulundurmak şartıyla buraları kendisine tımar olarak verildi. Daha sonra harp filosunun başına geçerek, İzmit körfezinin ağzını kapattı. O sırada Bizans’a bağlı İzmit kalesine, denizden gelecek Bizans yardımını durdurdu ve Karadan Orhan Gâzi tarafından kuşatılan İzmit’in fethini kolaylaştırdı. Böylece Orhan Gâzi’nin duâ ve iltifâtına kavuştu.
Karamürsel Bey, hazırladığı bu donanma ile Kocaeli cephesinin gerisine çıkarma yaptırarak, Orhan Gâzi’nin Bizans imparatoru Andronikos ile yaptığı Pelekanon savaşını kazanmasında da büyük hizmet gördü.
Karamürsel’in kurduğu donanma sebebiyle, Marmara denizinde üstünlük Bizanslılardan Osmanlılara geçmiş ve hattâ Bizanslılar denize gemi çıkaramaz olmuşlardı.
Ömrünü cihâd ile geçiren Karamürsel Bey, vasiyetinde (rivayete göre); “Vefât edince beni öyle bir yere defnedin ki sırtım dağlara dayansın, kucağıma da deniz gelsin! Böylece dâima donanmamı göreyim” demiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Rehber Ansiklopedisi; cild-9, sh. 269
2) Kâmûs-al-a’lâm; cild-5, sh. 3647
3) Devlet Kuran Kahramanlar; sh. 111
4) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 2, 11, 20
5) Tâc-üt-tevârih; cild-1, sh. 63
6) Tevârih-i âl-i Osman (Âşıkpaşazâde) sh. 43
7) Kitâb-ı Cihânnümâ; sh. 79
KARA ŞEMS
Anadolu’da yetişen büyük velîlerden, Tasavvufda Halvetiyye yolunun kolu olan Şemsiyye (Sivâsîyye)’nin kurucusudur. İsmi, Ahmed, künyesi Ebü’s-Senâ, lakabı Şemseddîn’dir. Daha çok Kara Şems diye şöhret bulmuştur. Babası Ebü’l-Berekât Muhammed’dir. 1519 (H. 926)’da Zile’de doğdu. 1597 (H. 1006)’da Sivas’da vefât etti. Kabri, Sivas’da Meydân Câmii avlusunda olup, ziyaret edilmektedir. Türk-İslâm târihinde meşhur üç Şemseddîn’den biridir. Diğer iki Şems, Şems-i Tebrîzî ve Akşemseddîn’dir.
Kara Şems daha yedi yaşında iken, babası tarafından Halvetiyye yolunun şeyhlerinden Şeyh Hacı Hıdır’ın sohbetine götürülüp duâsına kavuştu. Aldığı bu duâ için; “Bu fakîre gelen ihsânlar ve yükseklikler, o duânın bereketiyledir” demiştir. Zile’de bulunan âlimlerden sarf, nahiv ve diğer ilimleri öğrendi. Sonra Tokat’a gidip Arakıyecizâde Şemseddîn Efendi’den ve diğer âlimlerden aklî ve naklî ilimleri öğrendi. Tahsilini tamamladıktan sonra İstanbul’a gidip, bir müddet Sahn-ı semân medreselerinde müderrislik yaptı. Sonra hacca gidip Zile’ye döndü ve orada talebe yetiştirmeye başladı. Bu arada İbn-i Hişâm’ın Kavâid-ül-irâb adlı eserineHall-ül-Me’âkıd adlı bir şerh yazdı.
Bütün bu hizmetleri yanında kalbi ilâhî aşk ile yanıyor, tasavvuf deryasına dalıp yüksek derecelerden pay almak için çırpınıyordu. Bu sırada Amasyalı Şeyh Muslihiddîn Efendi’nin dergâhına gidip tasavvufda ona talebe oldu. Sohbetlerinde bulunup icâzet aldı. Bu hocası vefât edince çok garîb kaldı. Tokat’da bulunan ve tasavvuf ehli olan Şeyh Mustafa Kırbâsî’ye talebe olmak istedi. Ancak bu zât yaş itibariyle yüzü âşkın olduğundan; “Sen gençsin, ben ise ihtiyar ve hastayım. Seni yetiştirmekle meşgul olamam. Fakat sâdık bir talebe isen, cenâb-ı Hak mürşidini altı ay sonra ayağına gönderir” dedi. Tekrar Zile’ye döndü. Yine ilim öğrenmekle meşgul oldu. Bu sefer de Muhtasar-ı Menâr üzerine Zübdet-ül-esrar adlı bir şerh yazdı.
Zile’de iken, altı ay sonra Tokat’a Abdülmecîd Şirvânî adında, bir mübarek zâtın geldiğini işitti. Huzuruna varıp büyük bir arzu ile talebesi olmayı istedi. “Sen meşhur bir kimsenin, bu yol ise sıkıntılar yoludur!” cevâbını alan Kara Şems,
“Canlar feda muhabbet-i cânâne sır değil,
Erbâb-ı aşka terk-i sır etmek hüner değil,”
Erbâb-ı aşka terk-i sır etmek hüner değil,”
beytini okudu. Bunun üzerine; “Sen sâdık bir talebesin. Biz de seni irşâd etmekle vazifeliyiz. Kısa zamanda rızâ-i ilâhiye kavuşursun” buyurdu ve o da şu beyti okudu:
“Yâre yol iki kademdir birisi cânâ bas,
Çünkü bu meydâna geldin merd isen merdâne bas.”
Çünkü bu meydâna geldin merd isen merdâne bas.”
Kara Şems, Abdülmecîd Şirvânî hazretlerinin sohbetinde, kısa zamanda kemâle erip, tasavvufda icazet aldı. İnsanları irşâd, doğru yolu göstermek ile vazifelendirildi. Kısa zamanda tanınıp çok sevildi. O devrin Sivas vâlisi Hasan Paşa, onu Sivas’a davet edip, yaptırdığı bir dergâha yerleştirdi. Bu dergâhda ilim öğretmek ve insanları irşâd etmekle meşgul oldu. Ömrünün sonlarına doğru Eğri seferine katılıp cihâd etti. Bu sefere katılışını talebesi Recep Efendi şöyle anlatmıştır: “Bir gün hocam beni çağırıp; “Hıristiyanlar sınır boylarındaki müslümanlara zulme başlamışlar ve bu zulüm tahammül edilmez bir hâl almıştır. İslâm düşmanlarına karşı cihâda gideceğim” dedi. İhtiyar ve zayıf olduğunu ve pâdişâhdan da bir emir gelmediğini söyledim. Bunun üzerine; “Bana manen sefer hazırlıklarımı tamamlamam işaret edildi ve zafer müjdesi verildi” dedi. Bu sıralarda sultan üçüncü Mehmed Han tahta çıktı. Şemseddîn Sivâsî hazretleri, altı deve, altı katır ve kendi için de bir at satın alıp, sefer hazırlığını tamamladı. Sivas’da medfûn bulunan Gâzi Abdülvehhâb’ın sancağını yanlarına alıp, Sivas’taki Ayasofya yakınında Kapı Ağası dergâhında bulunan, Koca Şeyh’e verdi. Bütün sefer hazırlıkları tamam olunca, mübarek bir günde her türlü erzak ve mühimmat hayvanlara yüklendi. Bütün şehir ahâlisi Şeyh Şemseddîn Sivâsî’yi uğurlamak üzere toplandığı sırada, bir kapıcıbaşı acele ile koşarak gelip, pâdişâhtan Eğri seferine katılmak üzere davet geldiğini belirten fermanı okudu. Bunun üzerine Şeyh Şemseddîn hazretleri; “İşittik ve itaat ettik. Zâten biz iki senedir hazırlıklıydık. Bismillah, hemen gidelim” diye el kaldırıp duâ buyurdu. Orada toplananlar duâya âmin deyip göz yaşları arasında uğurladılar. Uzun yolculuktan sonra Üsküdar’a geldiler. Henüz genç olan Azîz Mahmûd Hüdâî onu karşılayıp, ellerini öptü. Şeyh Şemseddîn Sivâsî, Mahmûd Hüdâî’ye; “Oğlum siz yegânesiniz (bir tanesiniz). Bu günden sonra fazlalaşırsınız” diye duâ edip, ileride büyük bir velî olacağını müjdeledi. O gece sabaha kadar sohbet ettiler. Sohbet esnasında Azîz Mahmûd Hüdâî; “Yaşınız seksene ulaşmış, vücûdunuz da zayıftır. Kendinize eziyet etmeseniz olmaz mı? Çünkü her an nefsiniz ile büyük cihâddasınız” diyerek, seferden alıkoymak istedi. Bu sözüne cevaben; “Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın bütün emirlerine uymak lâzımdır. Büyük cihâdı yaptık. Ancak küçük cihâd kalmış idi. Bu emirlerine de şimdi yaşlı olarak uymak isteriz” buyurdu.
Üsküdar’da üç gün kaldıktan sonra, dördüncü gün, pâdişâh tarafından gönderilen bir kadırga ile İstanbul’a geçip, Ayasofya yakınında bir yere yerleştirildi. Daha sonra Sinân Paşa köşküne, pâdişâh üçüncü Mehmed Han tarafından davet edildi. Uzun müddet sohbette bulundular. Bu sohbette Şeyhülislâm Sa’deddîn Efendi de hazır idi. Sohbet esnasında Pâdişâh, Şemseddîn Sivâsî’ye; “Tarafımızdan sizi sefere davet etmek üzere gönderilen kapıcı başımız, sizi yola çıkmak üzere hazır bulmuş. Hazırlıklı olduğunuza göre, bu işin sonunun ne olacağı bildirilmiştir. Bizi müjde işaretinizle sevindirip, netîceden haber vermenizi isteriz” deyince; Şemseddîn Sivâsî; “Hadîs-i şerîfde; “Amellerin en faziletlisi, mü’minleri sevindirmektir” buyruldu. Malûmunuz ola ki Eğri zaferi biraz zahmet çektikten sonra müyesser olacak. Düşman yenik ve perişan olacaktır. Hatırınızı hoş tutun” müjdesini verdi.
Pâdişâh üçüncü Mehmed Han, bu müjdeye pek ziyâde sevinip, üzerindeki kürkü çıkararak Şemseddîn Sivâsî hazretlerine hürmet ve edeble giydirdi. Sonra hediye olarak iki yüz altın sikke gönderdi. Ayrıca talebelerine de yüz altın sikke verdirdi. “Bunlar helâl malımızdır kabul buyursunlar” dedi.
Bir kaç gün sonra da pâdişâhla birlikte ordunun başında sefere çıkıp, Eğri kalesi önlerine ulaşıldı. Yapılan ilk harekâtta kale ele geçirildi. Ancak düşman ordusu kalede yoktu. Kalenin yakınlarında başka bir yerde mevzîlenmişti. Bu durum tesbit edilince, Osmanlı ordusu düşman karşısında bir yere ordugâh kurdu. Nihayet her iki ordu arasında çetin bir savaş başladı. Bir müddet sonra Osmanlı ordusunda bozgun ve dağılma görüldü. Sultan üçüncü Mehmed Han, yerinden hareket etmeyip; “Ey Rabbimiz! Üzerimize bol bol sabır dök. Ayaklarımıza kuvvet ve sebat ver, bizi kâfirler kavmi üzerine muzaffer kıl” mealindeki Bekara sûresi iki yüz elli yedinci âyet-i kerîmesini okudu. Pâdişâh’ın yanında şeyhülislâm, kâdıaskerler, şeyhler ve bâzı vazifeliler hâricinde kimse kalmadı. Hazîne ve cephanelik düşman tarafından zaptedildi. Bu firar ve bozgun üzerine her şeyin bittiğini zanneden pâdişâha, Şemseddîn Sivâsî; “Pâdişâhım, söylediklerimiz doğrudur. Kâfirin hezimete uğramasına yarım saat kalmıştır. Şu anda bir kuvvet sahibi tasarruf için ortaya çıkmak üzeredir. Bu an fethin başlangıç ânıdır. Hatırınızı hoş tutunuz” diye cevap verdi.
Bu sözleri söyledikten kısa bir süre sonra birdenbire bir zât ortaya çıktı. Kara Şems, Pâdişâh’ın yanına yaklaşıp; “Fetih vaktidir” diye müjde verdi. Ortaya çıkan zât dağılan Osmanlı ordusunun arasına girip heryeri inleten bir ses ile; “Ey mü’minler! Nerede İslâm gayreti? Nerede cihâd gayreti? Şehîd olmak, dînini yüceltmek isteyen kimse yanıma gelsin” diye nida etti. Bu sırada yanına bir kaç bin kişi toplanıp, birlikte düşmana hücum ettiler. Bunu gören düşman neye uğradığını şaşırdı. Durumu haber alan firari askerler toplanarak, düşmana saldırınca, düşman bozguna uğratılıp, zafere ulaşıldı. Daha sonra o zâtın kim olduğu Şemseddîn Sivâsî’ye sorulunca, Hızır aleyhisselâm olduğunu haber verdi.”
Pâdişâh, ordusuyla birlikte İstanbul’a döndüğünde, Şemseddin-i Sivâsî’nin İstanbul’da kalmasını ısrarla rica ettiyse de kabul ettiremedi. Şemseddîn-i Sivâsî, ihtiyarlığının yanında, seferin şiddetinden ve kışın aşırı soğuğundan hayli yorgun ve zayıf düşmüştü. Hayâtının son anlarını yaşadığını anladığından, ruhunu ailesinin ve sevenlerinin yanında teslim etmek istediğini belirterek izin isteyip Sivas’a döndü. Amcazadesi ve dâmâdı Receb Efendi’yi vazifesine tâyin etti.
Vefâtlarına yakın, talebelerini odasına çağırdı. Onlarla birlikte bir saat kadar Allahü teâlânın zikri ile meşgul olduktan sonra, duâ edip, ruhunu teslim etti.
Velîler, âlimler, sâlihler, devlet adamları cenazesinde hâzır bulundu. Cenazesi göz yaşları arasında; “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir”diyerek musallaya konuldu. Cenaze namazında, altmış binden fazla kişi olduğu rivayet edilir. Namazını amcazadesi ve dâmâdı Receb Efendi kıldırdı. Sağlığında iken vasiyet ettiği gibi, Meydan Câmii’nin bahçesine defnedildi. Daha sonra kabrinin üzerine beyaz bir kubbe yaptırıldı. Hâlen ziyâretgâhdır. Şehir ahâlisi, şiddetli bir sıkıntı olduğu zaman kabrini ziyarete gider ve yaptıkları duâ üzerine Allahü teâlânın izniyle, sıkıntılardan kurtulurlar.
Kara Şems hazretlerinin; Süleymânnâme, İlâhînâme tercümesi,Mantıkuttayr ve Kasîde-i bürde tercemesi gibi on yedi kadar manzum eseri vardır. Dürer-ül-akâid, Hüccet-i ilâhîye, Menâkıb-ı çihâr-ı yâr-ıgüzün, Menâzil-ül-ârifîn gibi on dokuz kadar da mensur eseri vardır.
Eserlerinde genel olarak işlediği hususlardan bâzıları şöyledir:
“Bu dünyâ fâni ve vefâsızdır. İnsanı gaflette bırakan, boş ve lüzumsuz şeylerle oyalayan, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı engelleyen şeyler düşmandır. Bu dünyânın geçici lezzetleri aldatıcıdır.
Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için nefsi terbiye etmek lâzımdır.
Peygamber efendimizin şefaatine kavuşmak için sünnet-i seniyyeye tam sarılmak lâzımdır.
Allahü teâlânın verdiği sayısız nimetlere şükr etmek gerekir. Sabırlı ve tahammüllü olmak lâzımdır.”
ZAFERÎN SIRRI!..
Şeyh Şemseddîn-i Sivâsî hazretleri, Eğri zaferi kazanıldıktan sonra sultan üçüncü Mehmed’in huzuruna çıktı ve aralarında şu konuşma geçti:
Pâdişâh; “Buyurun ey gönlümün sultânı!” dedi. Şemseddîn Sivâsî; “Vâdini yerine getiren, kuluna yardım eden ve kâfirleri hezimete uğratan Allah’a hamd olsun. Ey benim Pâdişâh’ım! Eğer dinlerseniz bir kaç kelime nasihat etmek isterim” deyince, Pâdişâh; “Ey insanlara hakkı tavsiye eden üstadım! Buyurun. Hak olan sözü dinlerim” dedi. Şemseddîn Sivâsî; “Ey benim Pâdişâh’ım! Yeryüzünde Allahü teâlânın halîfesi olanların niyetleri; Allahü teâlânın rızâsını kazanmak olup, dayandıkları ve güvendikleri, Allahü teâlâ olması gerekir. Savaşta askerlerin çokluğuna güvenmeyip, kuvvet ve kudret sahibi Allahü teâlâya tevekkül etmek gerekir. Âyet-i kerîmelerde meâlen; “Siz de, düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar, her türlü kuvvet ve cihâd için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın”(Enfâl sûresi: 60) ve; “Ey îmân edenler! Düşmana karşı hazırlığınızı görün ve silahlarınızı takınarak cihâda hazır olun da, birlikler hâlinde savaşa çıkın, yâhud toptan seferber olun” (Nisa sûresi: 71) emredildiği üzere, savaş için gerekli hazırlıklar yapılmalı. Ancak, buna güvenmeyip Allahü teâlâya tevekkül ve itimât etmelidir. Eğer Allahü teâlâya güvenmeyip asker ve cephaneye güvenilir ise, hezimet (yenilgi) zuhur eder. Kalbden cenâb-ı Hakk’a tam tevekkül edip, hâlis kalb ile yönelebilirsen, zafer müyesser ve mukadder olur. Bizden hüznü gideren Allah’a hamd olsun.
Ey Pâdişâh’ım! Bilesin ki, deden Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un fethine niyetlenince, Akşemseddîn’in refakati ve duâsının bereketiyle fetih müyesser oldu. Bunun üzerine Akşemseddîn hazretleri; “Ey Pâdişâh’ım! Büyük fethin şükran ifâdesi olarak nice câmi, mescid, medrese ve hamamlar inşâ etmek gerekir” buyurmuştu. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed Han’ın da, nice hayır ve hasenat yapmış olduğu malûmunuzdur.
Aynı şekilde, sizin de isminiz sultan Mehmed, duâcınız hakirin dahi ismi Şemseddin’dir. Bu güzel fethin şükrânesi olarak zâtınız dahi, reâya (halk) ve fukara (fakirler) üzerinden sıkıntıyı kaldırıp, İslâm askerine ihsânlarda bulunup, her makama dindar, adaletli ve doğru kimseler tâyin etmeniz gerekir” buyurdu. Bu nasîhatları can kulağıyla dinleyen üçüncü Mehmed Han; “Bin cân ile kabul ettim ve nasihatinize fazlasıyla riâyet edeceğim” cevabını verdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Hediyet-ül-ihvân (Şeyh Muhammed Nazmi, Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmûd Efendi Bölümü. No: 4587 Vrk. 24b 27b, 44a, 48a.)
2) Osmanlı Müellifleri; cild-1, sh. 95
3) Nâimâ Târihi; cild-1, sh. 372
4) Sicilli Osmânî; cild-3, sh. 165
5) Peçevî Târihi; cild-2, sh. 290
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1018
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-16, sh. 13