17 Aralık 2020 Perşembe

BOĞDAN


Osmanlı Devleti’ne bağlı prenslik. Eski adı Moldovya olup, Osmanlı hâkimiyetine geçince Boğdan denilmiştir. Osmanlı târihi kaynaklarında bu bölge umumiyetle Kara-Boğdan şeklinde geçmektedir. Bu ifâdedeki kara kelimesi, boyun eğmiş, teslim olmuş mânâsına gelmektedir. Avrupa kaynaklarında ise Valachia (Ulahlar ülkesi) şeklinde bahsedilmektedir.
Fransız-İtalyan Anjou sülâlesinin elinde bulunan Macar Krallığı, doğudan sürekli olarak gelen hücumları engellemek için, Karpat dağlarının doğusunda bir askeri garnizon kurmuştu. Ayrıca bu garnizonun bulunduğu bölgenin güneyindeki dinsiz bir kavmi ve Ulahları hıristiyanlaştırmak için, 1227 senesinde papa tarafından bölgede kumanlar piskoposluğu kuruldu. Bir süre sonra Altınordu hükümdarı Batu Han, bu piskoposluğa son verdi. Bölgedeki Ulah sülâlesi, Macar kralı Lajos’a karşı ayaklanarak idaresinden ayrıldılar ve Moldovya’ya yerleşerek müstakil bir devlet kurdular. Bu devlet, kuruluşundan îtibâren çeşitli hücumlara mâruz kaldı. Leh, Macar ve Altınordu devletleri tarafından yapılan bu saldırılara karşı, Moldovya Devleti savunmada çok zorluk çekti.
On beşinci asrın başlarında Boğdan (Moldovya) yakınlarındaki bölgelerde Osmanlı akıncıları görünmeye başladı. Boğdan prensi, Osmanlılar ile doğrudan doğruya temas etmeden, önce Osmanlılara karşı vücûda getirilen müdâfâ teşkilâtına dâhil oldu. Voyvoda Aleksandru Celbun, 1412 senesinde imzalanan Lublin muahedesi ile Macar kralı Sigismund ve Leh kralı Vladislav Vagello’ya Osmanlılardan gelecek saldırı karşısında yardım edeceğine söz verdi. Yardım etmediği takdirde bu iki kral, Boğdan Prensliği’ne âid toprakları bölüşeceklerdi.
Osmanlı ordusu, Çelebi Sultan Mehmed zamanında Eflak voyvodası Mihâil’i mağlûb ettikten sonra, Dobruca ile aşağı Tuna kalelerini ele geçirdiler. İlk defa bu târihte Boğdan topraklarına giren Akıncılar, Akkerman ve limanını kuşattılar ise de, şehri fethedemediler. İstanbul’un fethinden sonra, 1455’de Fâtih Sultan Mehmed Han’ın ikinci Sırbistan seferi dönüşü sırasında, Boğdan prensliği, Eflak gibi Osmanlılara tâbi olmayı kabul etti. Boğdan’ın Osmanlılara senede iki bin altın (sloti) vergi vermeyi ve pâdişâhı metbû tanımayı kabulü, bu prenslik üzerinde metbuluk iddia eden Macar ve Leh kralları için büyük bir yıkım oldu. Böylece Boğdan, bu devletlere Karadeniz’i kapatmış oluyordu. Boğdan’ın Osmanlı hâkimiyetini tanıması; Osmanlı Devleti’ni, Kuzeybatı Karadeniz’in hâkimi yapmış, Kırım’a ve Lehistan’a komşu vaziyete getirmişti. Fâtih Sultan Mehmed Han, Boğdan’ın iç işlerine müdâhale etmeyip, yerli prenslerin idaresinde, imtiyazlı bir eyâlet hâlinde bıraktı.
Boğdan voyvodası Stefan Mare, önceleri Osmanlı Devleti’ne vergilerini ödüyordu. Daha sonraları özellikle Osmanlıların, Venedik, Napoli ve Papa ile denizde; Macarlar ve Arnavutlar ile karada savaştıkları bir zamanı fırsat bilerek, tekrar bağımsızlığını elde etmeğe çalıştı. Arası açık bulunan Eflak voyvodası üzerine yürüyerek onu memleketinden kaçırdı. Bu durum pâdişâh tarafından haber alındı. Sebebi sorulunca; Stefan Mare, eşkıyanın kendi arazisindeki tahribatı sebebiyle, cezalandırmak için saldırdığını bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti tazminat istedi. Boğdan prensini himaye eden Leh kralının duruma müdâhale etmek istemesi üzerine, Rumeli beylerbeyi Hadım Süleymân Paşa komutasında bölgeye bir ordu gönderildi (1475). Osmanlı ordusu, Boğdan prensine mağlûb olunca, prensin gururunu kabarttı. Stefan Mare, işin bu kadarla bitmiyeceğini bildiğinden, papaya ve hıristiyan devletlere başvurup, yardım istedi ise de, hıristiyan âleminden yardım gelmedi.
Süleymân Paşa’nın mağlûbiyeti üzerine, Fâtih Sultan Mehmed Han 1476 baharında ilk Boğdan seferine çıktı. Ordu Varna civarına geldiğinde, Leh elçisi de oraya gelmişti. Sultan elçiye şu üç teklifi yaptı: 1- Vergi te’diyesi, 2- Cenevizli esirlerin iadesi, 3- Kilya’nın teslimi. Boğdan elçisi bu teklifi kabul etmeyince, ordu, Boğdan topraklarına girerek, ilerlemeye başladı. Prens, Osmanlı ordusunun karşısında tutunamıyacağını bildiğinden, etrafı yakıp yıkarak ve yiyecek maddelerini dağlara kaldırarak geri çekildi. Fakat Tuna yoluyla erzak getirildiği için orduda herhangi bir kıtlık görülmedi. Prens Stefan, sarp bir dağın arkasındaki ormana girerek etrafını tahkim ile peçine denilen siper hendekler açtırmış, ağaç ve arabalardan manialar yaptırmıştı. Durumu öğrenen pâdişâh, orduyu o istikâmete çevirdi. İki taraf arasında yapılan muhârebede, Anadolu ve Rumeli tımarlı sipâhîleri büyük gayret gösterdiler. Ormanın önü geçilmez olduğundan yeniçeriler top ateşi karşısında yüzü koyun yere yatmak mecburiyetinde kalıyorlardı. Fâtih, Belgrad muhasarasında yaptığı gibi atını ileri sürünce, yeniçeriler de ayağa kalkıp hücuma geçtiler. Tımarlı sipahiler de hücuma destek olunca, kısa zaman sonra prensin ordusu ağır bir şekilde mağlûb edildi. İki ay Boğdan’da kalan Sultan, asker arasında veba hastalığının başgöstermesi üzerine gayesine tam ulaşamadan geri döndü.
Karadeniz sahillerinin büyük bir kısmını alan Osmanlıların, hem ticâret hem de yapılacak seferler için Polonya yolu üzerinde bulunan önemli bâzı sahil şehirlerini zapt etmeleri îcâb ediyordu. Özellikle Boğdan’ın can damarı olan ticâret iskelelerinin alınması, bu prensliği ister istemez Osmanlı nüfuzu altına sokacaktı. Polonya, Macaristan ve Venedik ile 1483’de bir sulh andlaşması imzalayan sultan İkinci Bâyezîd, 1484 senesi baharında ikinci Boğdan seferine çıktı. 6 Temmuz 1484’de ordu, Tuna nehrinin kuzey sahilindeki ve Boğdan’ın Karadeniz kapısı olan Kili önüne ulaştı. Kale, karadan ve denizden muhasara edildi. Karşı koyamıyacağını anlayan kale kumandanı, 15 Temmuz’da şehri teslim etti. Daha sonra Osmanlı ordusu Dinyester nehrinin meydana getirdiği küçük bir körfezin kıyısında bulunan ve daha önce üç defa kuşatılan fakat bir türlü fethedilemeyen Akkerman kalesini kuşattı (24 Temmuz 1484). Çok önemli olan bu kale, Osmanlı ordusu karşısında ancak on dört gün dayanabildi. Kalenin muhasarasına Kırım Han’ı Mengli Giray da katıldı. Adet üzere, yeni alınan yerlerin hemen tahrîri yapıldı ve Sultan Edirne’ye geri döndü.
İkinci Bâyezîd Han’ın bu fetihlerinden sonra, Boğdan’ın Karadeniz sahillerinde toprağı kalmadı. Boğdan prensi, Akkerman’ı tekrar ele geçirmek için bâzı çalışmalar yapdı ise de başarılı olamadı. Bu durumu haber alan Pâdişâh, Boğdan üzerine Hadım Ali Paşa komutasında bir ordu gönderdi. Bu ordu karşısında duramayacağını anlayan Prens Stefan, Leh kralına sığındı. Ali Paşa’nın Boğdan’dan ayrılması üzerine memleketine dönen Prens, tekrar Kili ve Akkerman kalelerine saldırdı. Bunun üzerine Silistre sancakbeyi meşhur akıncı reisi Malkoçoğlu Bâli Bey, Boğdan üzerine gönderildi. Boğdan prensi Stefan Mare, bu durum karşısında Leh ve Macar kralından yardım istedi ise de, umduğu yardım gönderilmedi. Sonunda Osmanlının muhteşem ve yenilmez bir devlet olduğunu anladı. Osmanlı hâkimiyetini tanıyarak her sene dört bin altın vergi yermeyi kabul etti. 1504 senesinde ölürken, oğluna memleketi, öteki milletlerden daha hakîm ve kuvvetli oldukları için Türklere teslim ederek, başkalarına vermemesini vasiyet etmiştir. Bâzı istisnaları dışında Stefan Cel More’nin bu siyâsî vasiyetine bütün Boğdan voyvodaları uymuşlardır. Osmanlıların Viyana seferi sırasında, Prens Petro Rareş sadâkatini teyid ile vergisini bizzat kendisi verdi (1530). Prens Petro bu târihten sonra dışarıdan yapılan te’sirlerle Osmanlıya olan bağlılığını terk ederek gizlice Avusturya imparatoru Ferdinand ile haberleşmeye başladı. Daha sonra Osmanlılar tarafından Budin’e yerleştirilen ve bölge ahvâline dâir Osmanlı Devleti lehinde casusluk yapan Venedikli Aloisio Gritti’nin öldürülmesinde Boğdan prensi Petro’nun parmağı olduğu anlaşılınca, Kanunî Sultan Süleymân, Temmuz 1538’de üçüncü Boğdan seferine çıktı. Sür’atle hareket eden Osmanlı ordusu, Tuna ve Prut nehirlerini geçerek Boğdan’a girdi. Osmanlı kuvvetlerine karşı duramıyacağını anlayan Rareş, Transilvanya’ya kaçtı. Eflak voyvodası üç bin kişilik bir kuvvetle Rareş’in kuvvetlerini mağlûb etti ise de, Boyarların ihaneti netîcesinde Rareş yakalanamadı. Sultan, Boğdan Prensliği’nin merkezi olan Yaş Pazarını ve Şeçav’ı zabtetti. Boğdan tahtına da itaatkâr bir voyvoda olan Rareş’in kardeşi Stefan’ı geçirdi. Stefan’a verilen beratta, iki senede bir senelik vergisini bizzat kendisinin getirip takdim etmesi kaydedildi. Bu seferden sonra Boğdan ile Osmanlılar arasındaki toprak ihtilâfları hâlledildi. Prut suyunun Akkerman tarafından Dinyester nehrine kadar bir hudut çizilip, hududun sonunda iki kale yapılması kararlaştırıldı ve bu iş Boğdan prensine verildi.
Lokusta yâni Çekirge lakabıyla anılan Stefan, memleketin önemli kısmını Osmanlılara terk ettiğinden dolayı, tepki gösteren Boyarlar tarafından öldürüldü ve yerine üçüncü Aleksandr getirildi. Bu Prens, Kili, Akkerman ve Bucak kalelerine saldırdı ise de, başarılı olamadı. Bu sırada eski voyvoda Rareş bir yolunu bulup İstanbul’a gelerek kendisini affettirdi. Sultan ona yeniden Boğdan voyvodalığını verdi. Senelik vergisini de on iki bin dukaya yükseltti. Rareş’den sonra yerine voyvoda olarak oğlu İlya geçti. İlya, babasının voyvodalığı zamanında rehin olarak İstanbul’da bulunduğundan, Osmanlı’yı ve İslâmiyet’i yakından tanımıştı. Voyvoda olunca, Kânûnî Sultan Süleymân’ın emri ile 1550’de Erdel’de faaliyet gösteren Avusturya imparatoru Ferdinand taraftarlarının üzerine sefer düzenledi. Bir süre sonra İslâmiyet’i kabul eden ilya, Silistre sancakbeyi oldu. Beş sene kadar bu görevde kalan İlya, ömrünün son günlerini Haleb’de geçirip, 1562 senesinde orada vefât etti.
İlya’dan sonra Boğdan voyvodalığına geçenler bağımsızlık arzusu ile çeşitli hareketlere giriştiler. Voyvoda İoan, senelik verginin seksen bin altına çıkarılmasını kabul etmeyerek, Osmanlı kuvvetlerini Kazakların yardımı ile yendi. Bunun üzerine, o sırada sultan olan ikinci Selîm Han, Ahmed Paşa komutasında bir orduyu, Tuna sancak beylerini ve Kırım hanını Boğdan üzerine gönderdi. İoan yakalanarak îdâm edildi. Yerine geçen voyvoda Aron da bağımsızlık arzusu ile çeşitli faaliyetlerde bulundu ise de, kendisinden şüphelenen Erdel prensi Sigismund Bothory tarafından öldürüldü. Daha sonra voyvoda olan Movila zamanında Osmanlı Devleti’ne karşı kurulan ve papanın himayesindeki Avrupa ittifakı önemli bir netîce alamadı. Bâzı mevzilerde başarılar elde eden müttefik kuvvetler komutanı Mihâil, 1599’da Erdel, 1600’de de Boğdan’a hâkim oldu. Kendisini Eflak, Boğdan ve Erdel hâkimi îlân etti. Ancak Avusturya generali Basta tarafından öldürüldü.
On yedinci asırda Boğdan’da siyâsî bakımdan önemli bir değişiklik olmadı. Lehistan krallığı bir kaç defa Boğdan’ın iç işlerine müdâhale etti ve Yukarı Dnester’deki Hotin kalesini zaptetti. Sultan ikinci Osman Han 1620’de Hotin kalesini geri almak istediyse de netîce alamadı. Bu asırda Boğdan’da Rum nüfuzu arttı. Boğdan kilisesi, İstanbul-Rum patriğine bağlı bulunuyordu. Çeşitli yerlerde manastırlar yaptırıldı. Ticâretle uğraşan Rumlar bir süre sonra Boğdan’ın iç işlerine müdâhale etmeye başladılar. Sultan dördüncü Mehmed Han zamanında Lehliler ile yapılan savaşlarda Hotin geri alınarak Boğdan’a dâhil edildi.
1681 senesinde, Boğdan prenslerinden Gheore Duca’ya, Osmanlı sultânı tarafından, vezirlere mahsûs üç tuğ verildi. Bucas andlaşması gereğince Duca’ya ayrıca Ukrayna hetmanlığı da verildi. 1699 senesinde imzalanan Karlofça andlaşmasında Lehliler, Osmanlı Devleti’nden Boğdan’ı ısrarla istediler. Fakat Osmanlı Devleti, Boğdan’ın hür bir memleket olduğunu ve kılıç zoruyla değil, istiyerek Osmanlı Devleti’ne tâbi olduğunu, bu yüzden bölgeyi Lehistan’a teslim etmeyeceğini bildirdi. Uzun müddet İstanbul’da kaldığı için Küçük Kantemiroğlu adıyla meşhur olan Dimitrie Cantemir, bu sıralarda voyvoda idi. Dimitrie Cantemir, Rus çarı Petro ile ittifak kurarak Rusya’nın ilk defa Boğdan siyâsetine karışmasına sebeb oldu. Yapılan andlaşmada Boğdan, Tuna ve Karadeniz’deki hudutlarına kavuşmuş olacaktı. Rus Çarı ordusu ile hareket hâlinde iken, Prut nehri yanında bulunan Stanileşti köyü civarında 11 Temmuz 1711’de çevrilerek ağır bir mağlûbiyete uğratıldı. Boğdan voyvodası Rusya’ya kaçtı.
Bu hâdiselerden sonra sultan üçüncü Ahmed Han, Boğdan Voyvodalığı’nı, her zaman İstanbul’un kontrolü altında kalabilecek Rum beylerine verdi ve Voyvodalığın müddeti üç seneye indirildi. Bu prensler, Osmanlı Devleti’ne sâdık kaldılar. 1821’e kadar devam eden bu döneme, Fenerli Rum Beyleri devri denildi.
1774’de Ruslarla imzalanan Küçük Kaynarca andlaşması ile Rus sefirlerinin Eflak ve Boğdan voyvodaları ve Osmanlı Devleti’nin Ortodoks tebeası lehinde bâzı müdâhalelerde bulunabilmeleri kabul edildi. Rusya, Boğdan ve Eflak konsolosluklarını açtı. Osmanlı-Rus savaşları sonunda 1792’de yapılan Yaş andlaşması neticesinde Rusya, Boğdan ile doğrudan doğruya komşu durumuna geldi. Sultan İkinci Mahmûd Han zamanındaki Osmanlı Rus harbleri sonunda Ruslar, Boğdan ve Eflak’ın bâzı bölgelerini ele geçirdiler. Buralar, Akkerman, Kili ve Bender, Türk ahâlisi ile Rusya’ya ilhak oldu. Ruslar buraya Basarabya eyâleti ismini verdiler.
Eflak’da çıkan bir isyân neticesinde, Fenerli Rum Beyleri devri 1821’de sona erdi. Sultan İkinci Mahmûd, voyvodalığı tekrar yerli prenslere verdi. 1826’da Rusya ile yapılan Akkerman andlaşmasına göre, voyvodalığın süresi yedi seneye çıkarıldı. 1856’da yapılan Paris andlaşması ile sona eren Kırım harbinden sonra, Ruslar, Boğdan’ın Tuna, Cahul, İsmâil ve Belgrad şehirlerini iade etmek mecburiyetinde kaldılar. Bundan sonra Boğdan ve Eflak sâdece Osmanlı Devleti’ne tâbi oldu. 1859’da Basarabya’nın üç vilâyeti de dâhil olmak üzere Boğdan’a, Alexandra Lon Cuza prens tâyin edildi. Aynı sene Eflak da bu prensin idaresine verildi. Bu prens İstanbul’a giderek sultan Abdülazîz Han’ı ziyaret etti. Bir süre sonra Boğdan ve Eflak çeşitli siyâsî faaliyetler neticesinde Romanya adı altında birleştirildi. Daha sonra Cuza prenslikten ayrıldı. Yerine Alman hânedânına mensup Prens Karol seçildi. Prens Karol, 10 Mayıs 1866’da Romanya’nın başşehri Bükreş’e girdi. 1877 Osmanlı-Rus harbinde Romanya, Ruslardan istiklâli için te’minât alarak savaşa girdi, önce Ayestefanos ve sonra da 1878’de yapılan Berlin Andlaşması ile Romanya’nın istiklâli tanındı. 1881’de ise krallık hâline geldi.
Boğdan, dîvânın tâyin ettiği ve voyvoda denen prensler tarafından yönetilirdi. Prens, salâhiyetlerini pâdişâhtan alır ve diğer beylerbeyi gibi bölgeyi pâdişâh nâmına yönetirdi. Pâdişâhın bir yaveri Boğdan’ın merkezi Suçava’ya gelip yeni voyvodayı tahta oturtur, sırtına hil’at, başına da kızıl börk giydirip kılıç kuşatırdı. Daha sonra oradaki bütün Boyarlara ve büyük rahiplere sultânın tâyin berâtını okurdu. Eğer voyvoda düzene aykırı hareket ederse, azledilir, îdâm edilir veya sürülürdü. Suç çok ağırsa, Osmanlı ordusu ülkeye girer ve suçluları cezalandırırdı. Voyvodaların hassa askerlerinin, ortodoks mezhebinden hıristiyan ve Arnavut olması şart idi. Ayrıca prenslerin hassa bölüğü mâhiyetinde yüz kişilik yeniçeri birlikleri ile Türk mehterhâneleri vardı. Bunlar, İstanbul’dan gönderilirdi. Voyvodaların saray hayâtını dikkatle tâkib edip, şifreli mektuplarla Tuna üzerindeki sancakbeyleri vasıtasıyla dîvâna bildirilen yirmi dört tane emir subayı vardı. Bunların on ikisi İstanbul’lu, on ikisi Kırım Türk subaylarından seçilirdi. Başlarında dîvân efendisi isminde yüksek rütbeli bir me’mûr bulunurdu. Her dîvân efendisi değişince, İstanbul tarafından verilen şifre de değiştirilirdi. Boğdan’a Türklerin yerleşmeleri yasaktı. Tüccar olarak bölgede çok sayıda Türk vardı. Fakat toprak edinemezlerdi.
Dîvân, daha önce voyvodalık etmiş ailelerden birini voyvoda seçerdi. Voyvoda, azli gerekmezse, ilk zamanları hayâtının sonuna kadar bu vazîfede kalırdı. Daha sonra Fener Rum Beyleri zamanında voyvodalık üç seneye indirildi. Protokolde Boğdan beyi, Eflak beyinden önce gelirdi. Boğdan voyvodası beyaz tüylü yeniçeri üniforması giyerdi. Voyvoda tâyin edilen prenslerin çoğu Türkçe bilirdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Âşıkpaşazâde Târihi; sh. 144
 2) Târih-i Cevdet
 3) Târihi Peçevî
 4) Târih-i Nâimâ
 5) Solakzâde Târihi
 6) Necati Bey Dîvânı
 7) Tac-üt-tevârih; cild-3, sh. 63, 153, 239, 253
 8) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-1, sh. 216, cild-2, sh. 77, 181, 342, 409
 9) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh.10, 96, cild-13, sh. 99