Osmanlılar zamanında Anadolu’da yaşayan evliyânın büyüklerinden. İnsanların; îtikâd, amel, ibâdet ve ahlâk hususunda doğruyu öğrenmeleri ve yapmaları, böylece Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaları için onlara rehberlik edip, buna kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen İslâm âlimlerinin otuz ikincisidir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin on birinci torunu ve Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin kardeşi olup, Molla Ahmed’in oğludur.
Salih bin Ahmed, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîm okumayı öğrendi ve ezberledi. Medreseye giderek tefsir, hadîs, fıkıh gibi zahirî ilimlerle, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrenerek büyük bir âlim oldu. Tasavvufta da yetişerek, kalb ilimlerinde marifet sahibi olmak için, ağabeyi Seyyid Tâhâ-i Hakkâri’nin sohbetiyle şereflendi. Senelerce ona hizmet etti. Mübarek teveccühlerine kavuştu. Vilâyet derecelerinde çok yükseldi. Hocası, ona icazet (diploma) vererek, talebe yetiştirmek üzere Berdesûr’a gönderdi. Salih bin Ahmed hazretleri orada talebe yetiştirmeye başladı. Hasta kalblere şifâ olan sohbetleri ile, âşıklarının kemâle gelmesine, Hakk’a yaklaşarak velî birer zât olmalarına vesile oldu.
Salih bin Ahmed, muhabbet ve edeb sahibi idi. Verâ ve takvası çoktu. Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mubahların fazlasını terkederdi. Günlerinin çoğu oruçlu geçerdi. Gecelerini ibâdetle ihya eder, uykusunu öğleye yakın kaylûle yaparak alır, hem de sünnet-i şerîfe uyardı. Çok merhametli olup, hiç kimseyi incitmezdi. İnsanların Cehennem’de yanmamaları için elinden gelen gayreti gösterir, Allahü teâlânın emirlerini bildirir, yasaklarından kaçınmalarını sağlardı. İyiliği, müslim gayr-i müslim herkese şâmildi. Bu sebeple bütün insanlar tarafından sevilirdi.
Salih bin Ahmed hazretlerinin mübarek yüzüne bakanlar onun Allahü teâlânın sevgili bir kulu olduğunu anlamakta gecikmezler ve hürmette kusur etmemeye çalışırlardı. Bir gece, hırsızın biri Salih bin Ahmed hazretlerinin evini soymaya karar verdi. O gece ay çıkmamıştı, zifiri karanlıktı. Hırsız bahçe duvarından içeri atladı. Fakat o anda bahçenin birdenbire gündüz gibi aydınlandığını gördü. Hayret ederek, görürler korkusuyla hemen dışarı çıktı. Ortalık yine karanlığa gömüldü. “Bu defa aydınlık olmaz” düşüncesiyle tekrar bahçeye girdi. Ortalık bir anda yine aydınlandı. Yine çıktı, tekrar girdi. Nihayet evin penceresine baktığında, Seyyid Salih hazretlerim gördü. Seyyid Salih, hırsıza; “Buyurun, her ne isterseniz vereyim. Bir şey almaya geldiyseniz söyleyin” buyurdu; Hırsız onun güneş gibi parlayan mübarek yüzünü görüp, o cömertçe tatlı sözünü işitince, hayran kaldı. Bahçeye girince meydana gelen aydınlığın Salih hazretlerinin nuru olduğunu anlayıp, yaptığına pişman oldu. Huzuruna varıp tövbe etti. Ondan sonraki günlerde onun derslerine giderek, ilim öğrenmeye başladı. Talebelerinden oldu.
Salih bin Ahmed 1864 (H. 1281) senesinde hastalandı. Talebelerini toplayarak her biriyle vedâlaştı, helâllaştı. Vasiyetini bildirdi. Kabriyle ilgili olarak da; “Kabrimi ağabeyim Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabr-i şerifinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabrinde de mübarek ayakları başımın üstüne gelecek şekilde olmasını sağlayın. Bizden sonra Seyyid Fehîm’e tâbi olun” buyurdu. Sonra talebelerinin Kur’ân-ı kerim tilâvetleri arasında vefât edip, sevdiklerine kavuştu. Vasiyetini aynen yerine getirdiler. Kabrini, hocasının ayak ucuna kazdılar. Şimdi bu iki kabrin üç taşı vardır. Yâni Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabrinin ayak ucundaki taş, Seyyid Salih hazretlerinin baş ucundaki taşdır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 842, 889, 1064, 1069, 1075
2) Eshâb-ı Kiram; sh. 401
3) Rehber Ansiklopedisi; cild-15, sh. 186
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-18, sh. 209