9 Ocak 2016 Cumartesi

BAYRAM


Dînî ve millî bakımdan önemli olan ve milletçe hep birlikte sevinç ve huzur içinde kutlanan gün veya günler. Her sene Ramazan ayında ve Arefe gününde günâhlar affedildiği ve müslümanların sevinçli neş’eli günleri tekrar geldiği için, Arapça karşılığı îyd olan Bayram kelimesinin ne zamandan beri kullanıldığı kat’î olarak belli değildir. Ancak bu kelime, Türklerin müslüman oluşuyla yaygın olarak kullanılmıştır. Daha çok dînî günler için kullanılan bayram, bâzı millî günler için de kulanılmaktadır.
Nefisle yapılan mücâdeleden galip çıkılan, günâh işlemeden geçirilen ay ve günlerden sonra ulaşılan bayram günleri, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem zamanından beri husûsî bir şekilde tes’id edilmiş, kutlanmıştır. Müslümanların birbiriyle kaynaştığı, küs olan kimselerin barıştığı; fakir, fukara ve yetimlerin sevindirildiği, akraba ve tanıdıkların ziyaret edildiği bayram günleri; bütün İslâm devletlerinde özel bir surette kutlanagelmiştir. Müslümanların belirli günleri olan daha çok Kurban ve Ramazan bayramları olarak bilinen bayramlara, Osmanlılar tarafından özel önem verilirdi. Bunun için Fâtih Sultan Mehmed Han, çıkardığı bir kânunla bayram merasim ve şenliklerinin nasıl yapılacağını tesbit etmişti. Bu bayram günlerinde herkes temiz ve iyi giyinir, çocuklara yeni elbiseler alınır, fakir, yetîm ve öksüzler sevindirilirdi.
Ekseriya bayram namazlarından sonra kabirler ziyaret edilerek; geçmişler, akrabalar ve din büyüklerinin ruhu için Kur’ân-ı kerîm okunur, duâlar edilir, daha sonra da aile büyükleri, dost, akraba ve tanıdıklar ziyaret edilirdi.
Çocuklar, babalarının ve aile büyüklerinin; gençler ve yaşlıların elini öperlerdi. Bu bayramlarda ecnebi milletlerin yaptığı gibi, içkili, müzikli ve danslı eğlencelere rastlanmazdı. Dînimizin izin verdiği ölçüler içinde neş’elenilir ve latifeler yapılırdı. Böylece, müslümanların bir arada sevinme ve kaynaşma günleri olan bayramlarla, İslâm toplumunun kültür mîrâsı olan güzel örf, âdet ve gelenekler nesilden nesile aktarılırdı.
Bayram olduğunu îlân etmek için vazifeliler tarafından belli yerlerden belli zamanlarda top atışı yapılırdı.
Osmanlılarda muâyede veya bayram alayı denilen bayram merasimi arefe günü öğle namazından itibaren başlar, öğle vaktinden ikindiye kadar merasim hazırlıkları sürerdi. İkindi namazından sonra sarayın ikinci avlusunda bir Fatiha ile merasime başlanırdı. Sonra dîvân çavuşlarından olan duâcı çavuş duâ eder ve orada bulunanlar âmîn derlerdi. En sonunda yine Fatiha sûresi okunarak bu arefe merasimi nihayet bulurdu. Yaptığı duâ münâsebetiyle duâcı çavuşa bir atıyye (hediye) verilirdi. Bu esnada sarayın Enderûn kısmında ise arefe dîvânı adı ile bir dîvân kurulurdu. Pâdişâh hasoda kasrı meydanına konulan tahta oturup, burada bîrûn halkının yâni saray dışından gelenlerin tebriklerini kabul ederdi. Sonunda duâ çavuşu mûtad üzere duâ ederek çavuşlar âmîn derler ve duâdan sonra pâdişâh kalkarak arzodasına giderdi. Biraz sonra Ağalar Câmii’nde Kur’ân dinleyip sonra tekrar arzodasına gelirdi.
Pâdişâh bayram sabahı bâzan Hırka-i şerîf dâiresinde ve bâzan da saray mescidinde sabah namazını cemâatle kılar ve sonra hasodaya gelirdi. Bundan sonra Bayram namazına gidiş hazırlıkları başlardı. Pâdişâh tahtına gelip oturmadan önce, akraba ve yakınlarına hil’atlar giydirilip tahtın sol tarafında bekletilirdi. Bunların arkasında yâni kapının bulunduğu kısımda ise, zülüflü baltacılar yer alırdı. Tahtın karşısında sol tarafa doğru mîr-i âlem, teşrîfatçı kapıcıbaşı, şikar ağaları ve müteferrikalar rütbelerine göre dizilirlerdi. Sekbanbaşı, mîr-i âlem ağanın hizasında ve sağ yanında durur, yeniçeri ağası ise onun önünde yer alırdı. Sekbanbaşının arkasında sipâhî ve silâhdâr ocakları ve dört bölük halkı dururlardı. Çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdası ağalar ise, ellerinde gümüş âsâlar olduğu hâlde pâdişâhın karşısında sağ tarafta beklerlerdi.
Pâdişâh bayram namazı için kalktığında sadrâzam sağında ve bâbüsseâde ağası solunda olduğu hâlde büyük bir alayla yola çıkılırdı. Pâdişâh daha câmiye varmadan evvel hazînedâr başı câmiye gidip; pâdişâhın namaz kılacağı yeri hazırlar, seccadesini yere serer ve mahfeli hümâyûnda buhur yakardı. Bayram namazı genellikle Sultan Ahmed ve bâzan da Ayasofya Câmii’nde kılınırdı. Bayram namazını câminin baş imâmı kıldırırdı. Devrin ulemâsı veya meşâyıhından tanınmış bir zât da zamana münâsip bir hutbe îrâd ederdi.
Bayram namazından sonra sadrâzam, vezirler ve diğerleri dışarı çıkıp pâdişâhı beklerler ve sonra alayla kubbe-i hümâyûna kadar gelirlerdi. Burada makam derecelerine göre pâdişâhla bayram tebrikleşmesi yapılır ve sonra hep birlikte yemek yenilirdi.
Yemekten sonra bayramlaşmalar devlet büyüklerinin konaklarında sırasıyla devam ederdi. Görevde olmayan yaşlı vezirlere ilk önce gidilirdi.
Yavuz Sultan Selîm zamanından îtibâren bayram rikâbı denilen bir kabul resmi uygulandı. Buna göre Ramazan bayramının üçüncü, Kurban bayramının dördüncü günleri, sadrâzam, şeyhülislâm, kapdan paşa, yeniçeri ağası, yeniçeri kethüdası, baş defterdâr, nişancı ve reîsülküttâb topluca huzura kabul edilirlerdi. Pâdişâh, saraya resmî bayramlık elbiseleriyle gelen bu zevatın herbirine ayrı ayrı iltifatta bulunur, devlet işlerinden bahsedilir, sonra sadrâzama ve şeyhülislâmdan başka herkese izin verilir, üçlü sohbet bir müddet devam eder, mahremliğinden dolayı yalnız sağır ve dilsizler hizmette bulunurdu.
Pâdişâhın bayramını tebrik merasimi, İstanbul’un fethinden on dokuzuncu yüz yıl ortalarına kadar Topkapı Sarayı’nda yapıldığı hâlde, daha sonraki devirlerde Dolmabahçe Sarayı’nın orta kısmındaki büyük muâyede (bayramlaşma) salonunda yapılmaya başlandı.
1845 yılı Kurban bayramında me’murların bayramlaşması için yeni bir nizâmnâme düzenlendi. Dairelerdeki bayramlaşmanın kâfi olduğu; me’murların âmirlerini evlerinde, konaklarında ayrıca tebrike lüzum olmadığı bildirildi.
Osmanlı toplumunun vazgeçilmez günleri olan bayramlar, gerek resmî kutlama merasimleriyle, gerek halk arasında yakın akraba ve tanıdıkları ziyaret etmek, fakir ve yetîmleri sevindirmek suretiyle kutlanırdı. Bu güzel âdet ve gelenekler bir kültür mîrâsı olarak nesilden nesile devrederek günümüze kadar gelmiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Enderûn Târihi (Tayyarzâde Atâ Bey)
 2) Teşrîfât-ı Kadîme
 3) Saray Teşkilâtı; sh. 201
 4) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh. 181
 5) Hayat Târih Mecmuası
 6) Rehber Ansiklopedisi; cild-2, sh. 298
 7) Târih-i Enderûn Letâif-i Enderûn (Hızır İ. Ağa, İstanbul-1987); sh. 70