14 Mart 2020 Cumartesi

ENDERUN-I HÜMAYUN


Osmanlı sarayının iç teşkilâtı. Sarayın Bâbüsseâde (Akağalar) kapısından îtibâren üçüncü ve dördüncü yer ile ifâde olunan iki büyük alanı ve çevresindeki dâirelerden meydana gelir. Bu bölümde hizmet edenlere toplu olarak Enderûn halkı veya hademeleri adı verilirdi.
Enderûn-ı hümâyûnun kuruluşu, sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr Gâzi tarafından yaptırılan Edirne Sarayı’nın yapılışı ile başlar. Edirne’de kurulan saray ve teşkilâtı, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u alıp, Topkapı Sarayı’nı yaptırmasından sonra buraya taşındı ve çıkarılan kânunlarla mükemmel hâle getirildi. Fâtih’in kanunnâmesinde ilk defâ Enderûn-ı hümâyûn halkının vazife, hak ve yetkileri yeralmış, ondan sonraki pâdişâhlar tarafından bu teşkîlât geliştirilmiş, örf, an’ane ve gelenekleri kesin çizgileri ile belirerek, devletin sonuna kadar yaşamıştır.
Enderûn-ı hümâyûn devletin günlük hayâtının en canlı alanı idi. Akağalar kapısı önündeki mermer sütunlarla çevrili revakta cülûs-ı hümâyûn, ayak dîvânı, bayramlaşma gibi merasimler veya olağanüstü toplantılar yapılırdı. Harplerde Sancak-ı şerif bu kapı önüne dikilirdi. Bâbüsseâdenin iki kapısı arasında kapıağası dâiresi yer alırdı. Burada, iç kapıdan girilince tam karşıda arz odası ve onun arkasında ikinci Selîm zamanında yaptırılan 12 sütunlu mermer havuz yerine Üçüncü Ahmed tarafından yaptırılan kütüphâne yer almaktadır. Enderûn-ı hümâyûnda ayrıca hazîne-i hümâyûn (iç hazîne-enderûn hazînesi), kiler-i hassa, hazîne kethüdası dâiresi, hazîne koğuşu, Hırka-i seâdet ve mukaddes emânetleri ihtiva eden has oda, enderûn ağaları mescidi, pâdişâhın özel mutfağı (kuşhâne) bulunmaktadır. Enderûn bölümünde sultan dördüncü Murâd’ın yaptırdığı Bağdâd, Revan ve Kara Mustafa Paşa köşkü ile Mecidiye Kasrı da yer almaktadır.
Enderûn-ı hümâyûn halkını, gılamân-ı enderûn denilen (iç oğlanları) teşkil ederdi. Bu devşirme çocukları saraya alınmadan önce büyük bir îtinâ ile müslüman-Türk kültürü ile yetiştirilerek dînî muamelâtı ve Türkçe’yi öğrenirler, sistemli olarak mükemmel bir öğretime tâbi tutulurlar ve sıraları gelince liyâkat ve kâbiliyetlerine göre devletin çeşitli hizmetlerine tâyin edilirlerdi. Osmanlı pâdişâhları on beşinci yüzyıldan on sekizinci yüzyıl başlarına kadar, devletin temel gücünü meydana getiren merkez ordusu ile devlet idaresi için seçkin bir sınıf meydana getirmek üzere bu içoğlanlarını sarayda müslüman-Türk eğitimi ve kültürü ile yetiştirdikten sonra, devletin idaresini güvenle bunlara teslim etmişlerdi. Bundan dolayı Enderûn-ı hümâyûn aynı zamanda öğretim ve eğitim ile devlet işlerine gönderileceklerin yetiştirildikleri bir kurum idi (Bkz. Enderûn Mektebi).
Enderûn-ı hümâyûnda gılamân-ı enderûn (içoğlanları) derece ve hizmet îtibâriyle altı odaya ayrılmışlardı. Bu odalar en aşağı dereceden başlayarak şu şekilde idi: Büyük ve küçük odalar, doğancı koğuşu, seferli odası, kiler odası, hazîne odası ve has oda.

Büyük ve Küçük Odalar

Bâbüsseâdeden içeri girilince sağ tarafta büyük oda ve sol tarafta has oda ile kuşhâne arasında küçük oda bulunuyordu. Bu odalarda Edirne, Galata ve İbrâhim Paşa saraylarından seçilip getirilen kıdemli ve ehliyetli acemiler müteaddid hocalardan ders görürler, Türk kültürü ve müslüman akîdesi ile yetiştirilirlerdi.
Büyük ve küçük odalarda on altıncı yüzyılın sonlarında 160 kadar talebe vardı. Sonraları bu sayı 400’e kadar yükseldi.
Buradaki her içoğlan günde 8 akçe alırdı. Yemek, içmek, üniforma ve çamaşırları saraya âiddi. Yüksek sınıfa geçemeyenler sipâhî subayı olarak saraydan çıkarılırlardı. Büyük ve küçük odalar 1675’de Edirne Sarayı, Galata Sarayı ve İbrâhim Paşa Sarayı teşkilâtları ile birlikte kaldırılmıştır.
Büyük odanın büyük zabiti seferli koğuşuna da bakan saray kethüdası idi. Bunu odabaşı, imâm, külhancıbaşı gibi görevliler tâkib ediyordu. Küçük odada ise, oda kethüdası ismiyle bir zabit bulunup, bundan sonra odabaşı ve simitcibaşı gelirdi.

Doğancı Koğuşu

Büyük ve küçük odalardan sonra Doğancı koğuşunda içoğlanlarının eğitim ve öğretimine devam edilirdi. Kırk kişilik olan Doğancı koğuşuna Hâne-i Bâzyân da denilir. Doğancı başının maaşı 40, doğancı oğlanlarının maaşları ise günlük olarak 20 akçe idi. Bu koğuş da 1675’de Avcı Mehmed tarafından kaldırıldı. Bu târihten sonra Enderûn mektebinde yüksek tahsilin ilk basamağı seferli koğuşu olmuştur.

Seferli Odası

1633’de dördüncü Murâd Han tarafından kurulan bu odaya Hâne-i seferli de denir. İçoğlanları burada daha yüksek derecede bir tahsile devam ederlerdi. Burada bulunanlar başlangıçta eğitimleri hâricinde enderûnda bulunanların çamaşırlarının yıkanması ile de ilgilenirlerdi. Sonradan seferli odası teşkilâtı genişletilerek, aynı zamanda bir san’at mektebi hâlini almıştır.
Seferli odasının mevcudu, kayıtlarda 1679 târihinde 134, 1684’de 81 ve 1772’de 149 olarak görülmektedir. 1831 yılında kaldırılarak buradaki ağalar, hazîne ve kiler koğuşlarına verilmişlerdi.
Seferli odasının en büyük zabiti saray kethüdası idi. Bundan sonra çamaşırcıbaşı, hamamcıbaşı ve sâzendebaşı gelirdi.

Kiler Odası

Kiler odası, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından kuruldu. Pâdişâhın her türlü yiyecek hizmetleri için yaptıkları görev yanında, eğitim ve öğretimlerine de subay öğrenci olarak devam ederlerdi. Odanın idarecisine kilercibaşı veya serkilârî-i hassa denirdi. Görevleri arasında sabah ve akşam pâdişâha verilecek yemeğin pişmesi ve bunun pâdişâhın huzuruna nakli ve yemek sofrasının hazırlanması da vardı. Kiler odasındaki bütün acemiler bunun emri altında idi. Kiler koğuşu içoğlanları, tahsilleri dışında kalan zamanlarda pâdişâhın ve harem-i hümâyûnun ekmek, et, yemiş, tatlı, şerbet gibi yiyecek ve içeceklerini hazırlardı. Saraydaki odalarda mescide âid mumları bunlar tedârik ederlerdi. Çıkmalarda, kiler koğuşlarındakilerin müteferrikalığa veya çaşnigîrliğe terfileri yapılırdı. Kiler koğuşu içoğlanları yâni subay talebeleri dış çıkmalarda ve sıraları geldiği zaman kapıkulu süvari bölüklerine subay kumandan olarak verilirlerdi.
Kilercibaşı sarayda terfî ederse, hazînedârbaşı olur, taşraya çıkarsa beylerbeyilik verilirdi. Kiler koğuşundaki subay talebelerin sayısı on altıncı yüzyılın sonu ile on yedinci yüzyılda 30 kadardı. Bu sayı, 1679’da 134, 1684’de 87, 1772’de 144 olmuştur. Kilercibaşılık, 1908’de önemini kaybetmiştir.

Hazîne Odası

Bu odayı da Fâtih Sultan Mehmed Han kurdu. Yavuz Sultan Selîm Han zamanında geliştirilip teşkilâtlandırıldı. Dâirenin mevcudu on altıncı asır sonlarında 60’a, on yedinci asır başlarında 80’e, 1772’de ise 157’ye yükseldi. Odanın başına hazînedârbaşı veya serhâzine-i Enderûndenirdi. Rütbesi sancakbeyi (tümgeneral) derecesindeydi. Bu zât, saray için çalışan İstanbul’daki atölyelerin teslim edecekleri işlerden de sorumlu idi. Bu atölyelerde iki bin kadar terzi, kürkçü, kuyumcu, nakkaş, kılıççı, kavukçu, sarıkçı v.s. çalışırdı. Hazînedârbaşı terfî edince Bâbüsseâde ağası olurdu.
Normal eğitim ve öğretimlerinin yanında bu dâirenin başlıca ve en mühim vazifesi iki dâire hâlinde bulunan Enderûn hazînelerini muhafaza etmekti. Hazîne odası subay talebeleri, çıkmalarda kapıkulu süvari bölüklerinden sipahi bölük komutanlığına, müteferrikalığa, çaşnigîrliğe veya bölük başılıga tâyin edilirlerdi.

Has Oda

Enderûn mektebinin en yüksek kısmıdır. Has odayı Fâtih Sultan Mehmed Han yaptırmış ve buranın hizmetine 32 içoğlanı (subay) koymuştu. Hırka-i saadet denen ve Emânât-ı mukaddesenin saklandığı dâireyi ise Yavuz Sultan Selîm Han kurmuş ve dördüncü Murâd Han genişletmiştir. Yavuz Sultan Selîm Han devrinde bu subayların sayısı arttırılarak 40’a yükselmiştir.
Has odanın on altıncı yüzyıl başlarından on yedinci yüzyıl sonlarına kadar derece sırasıyla en büyük zabitleri has oda başı, silâhdâr, çuhadar, rikâbdâr, tülbend gulamı ve miftâh gulamı idi. Bunların ilk dördüne arz ağaları denirdi. Sadrâzam bile haber vermeden pâdişâhın huzuruna girmezken, bunlar hiç kimseden izin almadan ve kimseye haber vermeden, pâdişâh neredeyse huzuruna çıkıp birşey arz edebilirlerdi. On sekizinci yüzyıldan itibaren silâhdâr nüfuz kazandı ve protokolde has odalılardan önce gelmeye başladı.
Saray teşkilâtının kurulduğu ilk zamanlarda enderûn ricalinin en büyüğü kapıağası idi. Sonraları bâbüsseâde ağası ünvânını alan bu me’mur, topyekün enderûn me’mûriyetinin âmiri idi. Maiyyetinde kapıoğlanı ismiyle otuz-kırk kişi bulunurdu. Bunlardan; miftâh ağası, peşkir ağası, şerbet ağası, ibrik ağası diğerlerinin büyüklerindendi ve doğrudan baş ağanın maiyyeti sayılırlardı. Kapıağası her zaman pâdişâha refâkat ederdi. Yalnız pâdişâh seferde ve avda bulunduğu zaman yanında bulunmaz, sarayın muhafazası hizmetini îfâ ederdi. Taşra hizmetine verilip saray dışına çıkarıldığı zaman, Mısır vâliliğine (on altıncı asır sonlarında) gönderilirdi.
Enderûn ağalarının ikincisi has odabaşı idi. Pâdişâhın en yakın hizmetini görenler bunun emrinde idi. Emri altında has oda gılmanı ismi verilen içoğlanları vardı. Has odabaşı da dâima pâdişâhla beraber bulunurdu. Saraydaki emânât-ı mukaddesenin muhafazası da has odaya aitti. Ayrıca Hırka-i saâdet’in huzurunda Kur’ân-ı kerîm okurlardı. Silâhdâr ağa has oda ağalarının ikincisi idi. Sarayda pâdişâha âid kılıç, tüfenk, ok, yay, zırh gibi eşyaları bu ağa muhafaza ederdi. Has oda ağalarının üçüncüsü olan çuhâdâr ağa, alaylarda ata binerek pâdişâhın gerisinde gider ve yağmurluğunu taşırdı. Has odanın dördüncü ağası olan rikâbdâr ile has oda ağalarının sonuncusu olan tülbend gulâmının vazifesi, pâdişâhın husûsî eşyalarını taşımak ve hizmetini görmek idi. Bu ağalar ve emrindekiler bu hizmetleri görürken eğitimlerini de hiç aksatmadan devam ettirirlerdi. Bu ağalar saray içi terfilerde sıraya göre birbirlerinin yerine terfi ederler, saray dışına çıktıklarında da vezir payesini alırlardı.
Enderûn ağalarının üçüncüsü aynı zamanda hazîne-i hümâyûn görevlilerinin reisi olan hazînedârbaşı idi.
Kilercibaşı enderûn ağalarının dördüncüsüydü. Pâdişâh yemek yerken hizmet-i hümâyûnda bulunur, kilercilere nezâretle beraber sofra edevatını muhafaza ederdi.
Beşincisi sarayağası idi. Sarayağası, enderûn-ı hümâyûn nâmını alan, has oda, hazîne, kiler ve seferci odası, doğancı koğuşu ile büyük ve küçük odaların muhafazasına nezâret ederdi. Maiyyetinde yine ağalardan kırk nefer bulunurdu.
Enderûnda çok sıkı bir intizam vardı. Kıdemli olmak büyük bir meziyet teşkil ederdi ve her ağa kendinden eski olana hürmet etmek mecburiyetinde bulunurdu. Kânun küçük bir ihmalkârlığa bile yer vermeden tatbik olunur, en küçük bir disiplinsizliği görülen derhâl saray dışına çıkarılırdı.
Enderûn halkı gün doğmadan iki saat önce kalkar, abdest alıp topluca sabah namazını kılardı. Pâdişâh da ekseriya sabah namazını enderûn câmiinde edâ ederdi.
Enderûnda; kuşlukta, ikindide ve yatsıdan sonra olmak üzere günde üç defâ yemek verilirdi. Bu yemekler, ilk zamanlar iki kap iken, dörde ve sonra da altıya çıkmıştı.
Enderûnluların elbiseleri hünkâr tarafından tedârik edilirdi. Ağalar, başlarına som sırma takke ve takkenin altına iç fesi giyerlerdi. İki kollarının yanından enlice siyah kadifeden zülüf denen uzun birer alâmet sallandırırlardı. Üstlerine, mevsime göre kaftan ve altlarına entari giyer, bellerine ağır sırma işlemeli, kapaklı kemer takarlardı. Pâdişâhla dışarı çıktıklarında kalıp işi denilen kavuk giyerler ve bellerine lâhûrî şal sararlardı. Eskiler mücevherli bıçak ve hançer takarlardı.
Enderûnda ilk esaslı değişiklik ikinci Mahmûd zamanında oldu. Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra enderûn da ele alınarak Enderûn-ı hümâyûn nezâreti kuruldu. Mâbeyn-i hümâyûn müşirliği de kurulup bir kısım ağaların görevleri buna devredildi.
1838’de mâbeyn-i hümâyûn müşirliği serkurenalık ünvânını aldı. Sonradan yine mâbeyn müşirliği kuruldu. Daha sonra Enderûn-ı hümâyûn nâzırı ünvânı da değiştirilerek önce mâbeyn nâzırı, sonra da hazîne-i hassa nâzırı adı verildi. Serkurenalık, saltanatın kaldırılmasına kadar devam etti.
Sultan Abdülmecîd, Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırıp taşındıktan sonraki dönemde, Enderûn teşkîlâtı zayıflamaya başladı. Mâbeyn enderûndan ayrıldı. Hırka-i seâdet ve hazîne-i hümâyûn görevleri hazîne kethüdâhğına bırakıldı. Meşrûtiyetin îlânı ile birlikte enderûnun hiç bir kıymeti kalmadı. 1 Temmuz 1909 târihinde bir kararname yayınlanarak bu teşkîlât lağvedildi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilâtı (Uzunçarşılı); sh. 297
 2) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-8, sh. 299
 3) Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri; cild-1, sh. 533
 4) Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Târihî Bir Bakış (F.R. Unat, MEB. Ankara-1964); sh. 1, 10 v.d.
 5) Rehber Ansiklopedisi; cild-5, sh. 122
 6) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-3, sh.