14 Mart 2020 Cumartesi

ESNAF


Osmanlı san’at ve ticâret hayâtını tanzîm eden ahilik müessesesi bünyesinde teşekkül eden kuruluş.
Osmanlı’ya has bir teşkîlât olarak ortaya çıkan ahiliğin ahlâki ve meslekî olmak üzere iki yönü vardı. Başlangıçta iş yerlerinde mesleğin inceliklerini öğretilirken, akşamları ahî meclislerinde ahlâk eğitimi yapılıyordu. Bu yolla yetiştirilen Türk esnaf ve san’atkârları aralarında kuvvetli bir yardımlaşma kurdukları gibi, yerli Bizans san’atkârları ile yarışabilecek san’at ve meslek kabiliyetine de erişiyorlardı.
Bu kuruluşun temelleri o kadar sağlam atılmış ve prensipleri Osmanlı cemiyetine o kadar ahenkli tatbîk edilmiştir ki, bu prensipler daha sonraları şehir ve kasabaların belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin teftiş edilmesi için örnek alınmış, narh nizâmnâmeleri yahut narh kanunnâmeleri şeklinde resmileştirilmiştir. Ahiler, san’at veya meslekleri için lâzım olan maddelerin te’mininden onun işlenmesine kadar her hususu inceden inceye kaideye bağlamışlardı (Bkz. Ahîlik).
Ahîler önceleri sâdece debbağlık ve deri işçiliği ile uğraşırken, bu san’at kollarının sonradan teşkilâtın kurduğu sağlam meslekî ve ahlâkî düzen, birbirlerine bağlılık ve yardım, onların diğer esnaf ve san’atkârlar üzerinde de te’sir ve üstünlük kurmalarına yol açmış, gitgide Osmanlı ülkesindeki bütün müslüman-Türk san’atkârları bu teşkilâtın çatısı altında toplanmış, zamanla bugünkü esnaf ve san’atkârlar derneğine benzer müstakil bir hüviyet kazanmıştır.
Aynı san’at dalındakiler kendi özel işlerini görüşmek için Lonca denilen odalarda toplandıklarından bu isim bilâhere san’at birliklerine ad olmuştur.
Her loncanın altı kişilik bir yönetim kurulu vardı. Loncaya mensup en yaşlı, tecrübeli ve zengin kimselerden meydana gelen bir kurul, loncanın ustalarının reyiyle seçilirdi. Yönetim kurulu, hükümeti temsil eden kâdı veya onun me’muru durumunda olan muhtesibe karşı loncanın bütün işlerinden mes’ûl idi. Hükümet, mahllî kâdılar vasıtasıyle san’atkârlara yapacağı tebliğleri lonca yönetim kurulu vâsıtasiyle yapardı. Lonca başkanına şeyh, onun yardımcısına kethüda denirdi. İkinci yardımcısıyiğitbaşı olup, daha çok disiplin işleri ile uğraşırdı.
Esnafla alâkalı pek çok hizmetleri gören loncanın; satılacak malın kalitesini düşürmemek, standart istihsâli (üretimi) sağlamak, alışveriş ahlâkını muhafaza etmek, ihtikârı (karaborsayı) önlemek, istihlâk (tüketim) maddelerinin en kısa yoldan müşterinin eline geçmesini temin etmek, kaliteli ustalar yetiştirmek de vazîfeleri arasındaydı.
Loncanın kaliteli eleman yetiştirmekte kendine has bir usûlü vardı. San’at sahibi olmak “İsteyen önce çırak olarak çalışır ve lâzım gelen terbiyeyi alırdı. Çırak ilerde kalfâ ve usta olduğunda, ahlâkını muhafaza edebilmesi için saygılı, terbiyeli, dindâr ve tokgözlü yetiştirilirdi. İşin kolayına kaçmasına müsâade edilmez, mümkün olan en guzel şekliyle yapması öğretilirdi. Bunun içindir ki, Osmanlı esnâfının ahlâkından, nezâketinden, kaliteli işinden o zamanın batlı yazarları, eserlerinde medh ve sitayişle bahsetmişlerdir:
“Osmanlı tacirleri ve esnafı son derece namusludur. Rumlar ise son derece hîlekârdır (De la Metray).
“Türkler son derece kibar, zarif ve muhteşem bir şekilde nâzik insanlardır” (Ubicini).
“Paşasından sokak satıcısına kadar, istisnasız her müslüman-Türk’de; vekar, ağırbaşlılık, ihtişam vardır” (Edmondo da Amicis).
Uzun bir çıraklık devresinden sonra kalfa olan şanıs, sanatın bütün püf noktalarını kavrar ve ustası derecesinde iş yapabilirdi. Yine ustası tarafından ahlâkına ve ustalığına kanâat getirildikten sonra usta olmaya hak kazanır, kendi başına iş tutabilirdi. Usta olacak kalfaya bir çeşit ehliyet ve diploma töreni ile peştemal kuşatılırdı. Bu ise büyük törenle ve o iş kolunun loncası ile anlaşmaya varılarak olurdu.
Ustalık sırası geldiği hâlde, bu hakkı verilmeyen kalfaların mağdur olmamaları için lonca müdâhalede bulunurdu. Üyesi olan esnafın her şeyiyle ilgilenen lonca; onları orucundan, namazı ihmâl edip etmemesine kadar gözler, lüzumu hâlinde müdâhale ederdi. Loncaların üye aidatı, bağışlar ve vârissiz ölen lonca “mensuplarının serveti ile kurulu avârız sandıkları vardı. Bâzı loncaların sandıkları banka derecesinde zengin idi. Bunlar savaşta devlete nakdî yardım yapar, asker ve gemi teçhiz eder (donatır); câmi, mescid, medrese gibi hayır işleri yaparlardı. Felâkete uğrayan lonca mensuplarının bütün zararları da bu sandıktan ödenirdi. Yeni bir âlet edinmek, dükkan değiştirmek istiyorsa, bunu te’min ederdi. Hiçbir esnaf üyesi tefecinin insafına bırakılmazdı. Vefât eden lonca üyesinin çoluk-çocugu muhtaç ise, onlara bakıp yetiştirmek loncanın vazifesi idi.
Bütün bunların yanında san’at sahiplerinin hakları ve iş durumları korunur, bir san’at dalında çalışmaya izin verilenler ancak bu işi yapabilirler, başkasının o san’atı ve işi yapmasına ve onların yaptıklarını başkalarının yapıp satması için müsâde verilmezdi. Böyle bir durum ortaya çıktığında esnaf devlete şikâyette bulunabilirdi. Nitekim Osmanlılar zamanında bakkal, simitçi ve ekmekçilerin yaptığı bir şikâyet şöyledir:
“Devletîü lütuf sahibi, merhâmetlü sultânım hazretleri sağolsun. Bizler Manastır kasabasında, ekmekçi, simitçi ve bakkal esnafı olup, adı geçen kasaba halkının sıkıntılarını gidermek için, vaktinde ekmek, simitçi fırınlarında simit pişirip, bakkal dükkanlarında da halkın lüzumlu yiyecek ve içeceklerini satıp halk zahmet çekmezken; yakın zamanda başkaları da ekmekçi ve simitçi fırınları açıp, bakkalın satacağı yiyecek ve içecekleri de satıp ve demirciler de keza kendi san’atlarına kanâat etmeyip, onlar da bakkalların sattıkları yiyecek ve içecekleri sattıklarından, eskiden beri mevcûd olan fırınlar ve dükkanlar işlemez hâle geliyor. Bu sebeble her esnaf kendi san’atını işleyip, demirciler ve diğerlerinin bu şekildeki müdâhalelerinin yasaklanması babında ferman efendimizindir.” Bakkal, simitçi, ekmekçi kullar.
Bu şekilde esnafın san’at ve mesleğinin korunmasına tekel ve imtiyaz anlamına gelen gedik denirdi. Gedik kelimesi; müstekar (kararlaşmış) vehavaî olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Muayyen ve belli bir iş yerine bağlı olarak san’atını icra etmesi mecburiyeti olanlara müstekâr gedik denirdi. Bunların alâmetleri tezgah ve âletleri idi. Havaî gedik ise; belli bir iş yerine bağlı olmayan san’atkârlardır. Bunlar san’atlarını istedikleri yerde ve serbestçe icra ederlerdi. Gedikli tâbiri (1703-1730) yıllarına rastlamakla beraber, tekelci karakteriyle daha önce de mevcuttu. 1727 yılında esnafın adedi, ustalık adıyla tahdîd edilmiş, sonraları gedik adını almıştır. Bu tarz esnaflık ve san’atkârlık 1860 yılma kadar sürmüştür.
Böyle bir teşkilâta sâhib olan esnaf, Osmanlı Devleti’nin en ücra köşelerine kadar yayılmış, memleketin içtimâi (sosyal) yapısında büyük güç, düzen, âsâyiş ve ahlâk unsuru olmuştur. Bu teşkîlât, kendi kendini murakabe ettiği gibi, devletin de kontrolü altındaydı. On yedinci yüzyılda, bin dokuz yüz loncaya bağlı yüz yirmi altı bin üye tesbit edilebilmişti.
Neticede bu muazzam ve millî teşkilât, 1838 yılında İngiliz tarafdârı Mustafa Reşîd Paşa’nın İngilizlerle imzâladığı Baltalimanı andlaşması ile bir daha düzelmemek üzere büyük bir darbe yemiştir.

OSMANLI DEVLETİ’NİN ESNAF VE SAN’ATKÂR NİZAMNAMESİ

“Ve ekmekçiler işlediği ekmeğin ve çöreklerin çiği ve karası olmaya. Gözlenip eksik ölçü ve dirhemine bir akçe cerime alalar.
Ve kasaplar koyunu geceden temizleye ve arı (pak, temiz) satalar. Ve semizini saklayıp, zaîfini boğazlamıyalar. Her zaman koyun tedârik edip keseler. Halka et yetiştireler. Ve kuzu ve sığır kasaplarına dahi kânun oluna ki dikkatlice ve temiz hizmet edeler.
Aşçısının pişirdiği et çiğ olmaya, tuzsuz olmaya ve pak kotaralar. Ve kâse ve bezi temiz ola. Ve kazanı kalaysız olmaya ve çanakları eski ve sırçasız olmaya. Ve hizmetkârları kâfir olmaya ve bellerindeki futaları (önlükleri) temiz ve yeni ola.
Başçıların pişirdiği baş ve başçısı görüle ki, temiz tutalar, temiz pişireler. Bayat, kirli vekilli olmaya.
İşkembeciler işkembeyi iyice temizleyip temiz su ile yıkayıp temiz su ile pişireler ve pişkin ola ve sirkesi ve sarımsağı tamam ola.
Börekçiler de gözlene. Hamurları arı undan ola. Meyanesi soğanlı ola. Koyun etinden başka et karışdırmayalar.
Yaş ve kuru meyveler ve başka yiyecekler; üzüm, incir ve benzeri meyveler on-onbir akçe üzerine (% 10 kâr ile) satıla. Bahçelerden yükle gelen yemiş yüzleme (yüzü iyi altı kötü) olmaya. Üstü nasılsa altı da öyle ola, Pazar yerlerinden başka yerde satılmaya. Yolda karşılayıp satın almak isteyeni muhtesib tutup siyâset ede (cezâlandıra).
Yoğurdçuların yoğurdu da gözlene. Nişasta ve su katmayalar. Kaymakçılar, peynirciler ve turşucular dahi gözlene. Turşu, sirke ile kurula, kepek ekşisi ile kurulmaya.
Helvacılar, pekmezciler, şerbetçiler dahi gözlene. Şerbet miski ve gülabî (kokulu) ola. Ekşi ve sulu olmaya. Hoşafçılar dahi gözlene. Hoşafları ekşi olmaya ve gayet temiz ola.
Terziler dahi gözlene. Her çeşit elbiseyi verilen narh üzerine dikeler. Dikmek için aldıkları kaftanları vaktinde vereler. Eğer bir kişinin kaftanı kısa veya dar ve yaramaz dikmiş olsa kâdı marifetiyle haklarından geline.
İpekçiler de gözlene. İpekleri düz ola. Ve gömlekçiler de gözlene, aldıklarına göre satalar, sağlam dikeler, yenleri normal ve bol ola.
Çuhacılar, takyeciler, atlasçılar ve bürüncekçiler de gözlene. Kusurlu, eksik ve kötü işlemeyeler. Her ne dikilirse yeni kumaşdan dikile ve mücevvezenin astarı çok çirişli olmaya, iyi dikile.
Çizmeciler ve ayakkabıcıların işledikleri kalp olmaya. Gayet iyi ola. Günü dolmadan delinirse ceza göre. Cezası akçe başına iki gün (hapis) hesâbıyladır. Lâkin gön veya sahtiyan delinirse suç debbağındır.
Ve mutaflar ve keçeciler dahi gözlene. Keçeyi çiy pişirmeyeler, âdet üzere yapalar.
Demirciler de gözlene. İşledikleri demiri kalp işlemeyeler ve illet (özürlü) etmiyeler. Ve kazancılar dahi gözlene. Kazanın ve haranın kulpunu demirden değil bakırdan yapalar. Ve kalaycılar kalayladıkları nesneyi gayet iyi kalaylayalar kalp ve illet etmeyeler.
Ve bıçakçılar dahi gözlene. Dımaşkî (Şam işi) diye Frengi (Avrupa işi) işlemeyeler ve satmayalar. Cinsi cinsiyle salalar. Ve iğneciler dahi işledikleri iğneyi iyi işleyeler. Demir iğneyi Dımaşkî diye satmayalar.
Ve nalbantlar dahi gözlene. Katırı dört akçeye, eşeği üç buçuk akçeye nallayalar. Mıh eğrilip atılsa nalbant üzerindedir. İnad ederse te’dip edeler.
Ve kuyumcular gözlene. Emin kimse ola. İşin sâdesini (düzünü) dirhemini bir akçeye; meyânekâr (süslü) işini ikiye işleye.
Yapı ustaları ve dülgerler günde yemekli on akçeye işleyeler. Gün doğarken gelip gün inmeden (batmadan) gitmeye. Kiremitçiler de gözlene, çiğ pişirmeyeler. Ve kerpiçciler kerpici sıkı ve kalın edeler.
Ve tahıl pazarında satılan buğday ve arpa ve hububat her ne ise, samanlı ve kesmüklü olmaya, temiz ola ve tamam ölçeler. Ve kile (ölçek) damgalı ola. Eksik ya da fazlası bulunursa şiddetle cezâlandıralar. Sabuncular ve mumcular dahi gözlene. Sabun iyi ola, pişmiş ola ve yarık olmaya. Mumlar ise çirkli ve kokar yağdan olmaya, fitili yoğun (katı) olmaya.
Ve oduncular dağda çok yükleyip şehre yakın gelince yükü eksütmeye, âdetçe normal ola. Hayvana fazla yük yüklemeyeler, nalsız gezdirmeyeler, semerleri eski olmaya.
Attarlar dahi gözlene. Sattıkları şeyler zağferanili ve yağlı olmaya. Baş şekerini üç kağıttan ziyâdeye sarmayalar. Frengi şekeri iyi şeker fiyatına satmayalar.
Bezzazlar dahi gözlene. İbrişimi iyisine karıştırmayalar ve arşınları eksik olmaya. Ve boyacılar her ne rengi boyarlarsa iyi edeler. Bezi taş üstünde döğüp zarar etmeyeler ve boyalı bezi yol üstünde asmayalar.
Ve hamamcılar hamamı pâk ve temiz tutalar. Peştemalleri delikli ve kısa olmaya. Kâfire ayrı ridâ (havlu) vereler ve kâfir yüzün sildiği ridâ ile müslüman yüzün silmeye. Velhasıl müslümanların her nesnesi ayrı ola. Eğer inad ederlerse muhkem ta’zir edip haklarından geline.
Ve değirmenciler dahi kimsenin buğdayını, arpasını değiştirmeyeler ve değirmeni başıboş bırakmayalar ve yabana gitmeyeler. Taşlarını vakti geldikçe dişeyeler. Haklarından artık tereke almayalar ve çalmayalar. Herkes nöbetle öğüde ve bir kişinin terekesini çıkarıp bir başkasınınkini koymayalar. Değirmende tavuk besleyip halkın ununa ve buğdayına zarar vermeyeler. Vakitlerini bilmek isterlerse ancak bir horoz besleyeler. Eğer inâd ederlerse muhkem haklarından geline.

SİFTAH ETTİM!

Fâtih Sultan Mehmed Han bir gün yiyecek maddelerinin kalitesini ve narh durumunu kontrol etmek gayesi ile kıyafet değiştirip çarşıya çıktı. Bir dükkâna girip selâm verdikten sonra; “Yarım batman, yağ, yarım batman bal ve yarım batman peynir veresiz” dedi. Dükkân sahibi yarım batman yağı tartıp parasını hesap ettikten sonra; “Ağam, sair isteklerinizi de karşı komşumdan alasız. Zîrâ kim hem onun malı daha yeğdir. Hem de komşum daha siftah etmedi” dedi. Pâdişâh ikinci dükkâna varıp oradan da yarım batman bal alınca, bu dükkan sahibi de; “Allah’a şükür olsun siftahımı ettim. Hem de çocuklarımın nafakasını çıkardım. Bundan sonrası kârdır. Diğer isteklerinizi komşumdan alınız. O daha siftah etmedi” deyince, Fâtih Sultan Mehmed Han; “Bu milletteki bu ahlâkî istikâmet yok mu, ona dünyâlar fethettirir. Milletin ahlâk-ı safiyetine halel getirenleri Allah kahretsin” dedi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-11, sh. 383, 390
 2) Osmanlı Târihi (İ. H. Uzunçarşılı); cild-2. sh. 684, 685
 3) 18. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı toplum Yaşantısı (Yücel Özkaya), Ankara-1985)
 4) 19. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara (R. Özdemir) Ankara-1986; sh. 175, 177
 5) Ahi Birlikleri (S. Güllülü, İstanbul-1977
 6) Mecelle-i Umur-ı Belediye (O. N. Ergin); cild-1, sh. 407-409
 7) Ali Emîri Efendi kitapları, Kânunlar Kısmı No: 224 (İstanbul Millet Kitablığı)
 8) Rehber Ansiklopedisi; cild-11, sh. 105
 9) Osmanlı Târih Deyimleri