9 Nisan 2016 Cumartesi

REİSÜLKÜTTAB


Osmanlı Devleti’nde, dîvân-ı hümâyûnda, doğrudan doğruya vezîriâzama bağlı yazı işleri ile meşgul kalemlerin ve buradaki kâtiplerin faaliyetine nezâret eden dâire reisi.
Emevîler, Abbasîler ve Memlûklüler devirlerinde dîvânın başında çeşitli ünvânlar altında (kâtibü’d-dast, kitâbü’d-divân ve nâzırü’d-dîvân gibi) görev yapan bir kâtip bulunurdu. İlk zamanlarda bunların vazifesi; sultana gelen yazıları okuduktan sonra, onun düşünceleri doğrultusunda gereken mektup ve vesikaları yazmaktı.
Osmanlılarda ilk defa Fâtih Sultan Mehmed kanunnâmesinde görülen reîsülküttâb tâbirinin daha evvelki târihlerde de mevcûd olduğu anlaşılmaktadır. Bu kanunnâmeye göre, reîsülküttâb, dîvânda vezîriâzamın önünde durarak muamele görecek yazıları okurdu.
Reîsülküttâb kâtipler sınıfından gelirdi. Dîvân-ı hümâyûnda kitabet sınıfında yetişir ve muayyen kademeleri geçtikten sonra bu makama getirilirdi. Dîvân-ı hümâyûn kâtipleri arasında terfî sırası şu şekilde idi. Kâtiplikten baş halîfelik veya kisedârlığa, buradan beylikçiliğe ve sonra mektupçuluğa geçilirdi. Kisedârlık veya başhalîfelikten doğrudan doğruya mektupçuluğa geçilmesi de mümkün idi. Tezkireci, mektupçu veya beylikçi reîsülküttâblığa tâyin olunurdu ve genellikle bu yol tâkib edilirdi. Ancak zaman zaman çavuşbaşı, âmedci, defter emîni ve büyük rûznâmecinin de reîsülküttâblığa getirildiği vâki idi.
Reîsülküttâb bütün divân kâtiplerinin reisi idi. Tâyin ve tevcih beratları, idâri emirler ve hükümler, kâtipler tarafından yazıldıktan sonra ona gösterilirdi. Bütün beyler ve ulemâ ile diğer mansıp sahipleri, beratların ve dîvân hükümlerinin yazılmasında onun dediğine îtimâd etmek zorunda idiler. Reîsülküttâb, bu çeşitli vazifelerini yerine getirebilmek için, emrindeki kâtipleri, kalem veya oda adı altında üç dâirede çalıştırır ve faaliyetlerine nezâret ederdi. Bunlar: 1-Beylikçi veya dîvân kalemi, 2- Tahvil veya nişan kalemi, 3- Rüûs kalemi idi. Sonraları dördüncü bir dâire olarak âmedî kalemi kurufdu (Bkz. Dîvân-ı Hümâyûn).
Reîsülküttâb ve dîvân-ı hümâyûn kâtipleri dîvân sırasında ikinci ve üçüncü kubbeler arasında otururlardı. Dîvân toplanırken, reîs defterdâr yönünden gelip vezîriâzamın sağ tarafına telhis kesesini koyar ve söylenecek bir şey varsa, kulağına yavaşça söyledikten sonra yerine çekilirdi. Onun arkasında reise tâbi dîvân kâtiplerinden divitdâr efendi vezirin önüne divit koyardı. 16. yüzyıl sonlarına kadar dîvân toplantılarında arz-ı hâlleri reîsül-küttâblar yüksek sesle bizzat okudukları hâlde, sonraları bu işi birinci ve ikinci tezkireciler görmeye başladı. Ancak tezkirecinin dîvânda bulunmadığı zamanlar arz-ı hâlleri reîs efendi okurdu.
Gizli yazılar kâtiplere bırakılmayıp, bizzat reîs tarafından yazılır ve muhafaza edilirdi. Bu arada yeniçerilere ulufe dağıtımına âid telhîsi, sadrâzamın ağzından reîs bizzat yazar ve bir destmal yâni (mendil veya havlu) içinde kapıcılar kethüdası ile pâdişâha gönderirdi. Daha sonra, pâdişâhın hatt-ıhümâyûnu ile geri gelen telhîsi sadrâzam alır ve okuması için reîse verirdi.
Muahedeler ve pâdişâh irâdeleri reîs tarafından husûsî torba ve sandıklarda saklanmakta olup, bu torbalara harita adı verilirdi. On sekizinci asırda her yıl sadrâzamın huzurunda yapılan yıllık tevcihât merasiminde, me’muriyetleri bildirme vazifesi reîsülküttâba âid idi. O, nezâreti altında hazırlanmış olan beratları kendi eli ile sadrâzama verirdi.
Reîsülküttâbin surre-i hümâyûnun gönderilmesi sırasında da vazifesi vardı. Surrenin gönderilmesinden bir gün evvel dârüsseâde ağası tarafından davet edilen reîs efendi, Bâb-ı âlî’de Mekke emîrine hitaben yazılan nâme-i hümâyûnu saraya götürüp bizzat dârüsseâde ağasına teslim ederdi.
Reîsülküttâb sadrâzam ile birlikte sefere gittiği zaman, payitahtta sultânın yanına rikâb reîsi ünvânı ile bir kaymakam tâyin edilirdi. Bu me’muriyete rikâb-ı hümâyûn riyaseti denilirdi. Rikâb reisleri merâtip göz önünde tutularak umumiyetle büyük tezkirecilerden seçilirdi.
Reîsülküttâb terfî ederse, Fâtih kânununa göre; nişancı veya defterdâr olabilirdi. Nitekim nişancı veya defterdârlıktan beylerbeyliğe veya vezirliğe yükselen pek çok reîsülküttâb vardır. Abdurrahmân, Okçu Mehmed, Abdürrezzâk Bahir, Feyzi Süleymân paşalar beylerbeyliğine; Rami Mehmed, Râgıb Mehmed, Naili Abdullah, Halil Hâmid ve Mehmed Emîn Vâhid gibi paşalar da vezirliğe yükselen reîsülküttâblardır.
Azledilen reîsülküttâblar, çok defa eminlerden birine ve husûsiyle meşakkatli ve masraflı bir iş sayılan tersâne-i âmire emânetine tâyin edilirlerdi.
Reîsülküttâbların ehemmiyeti on sekizinci asırdan itibaren önemli ölçüde artmıştır. Nitekim bu asırda dîvân kalemi reisliği de üzerinde olmak kaydıyla bütün haricî işler reislere havale edilmiştir. Bu görevleri dolayısıyla ecnebi muharrir ve seyyahları, reîsülküttâbı, devlet sekreteri ve hâriciye nâzırı olarak tarif etmişlerdir.
Sultan İkinci Mahmûd Han tarafından 1835 senesinde reîsül-küttâb ismi ve teşkilâtı kaldırılarak Umûr-i hâriciye nezâreti kuruldu. Son reîsülküttâb olan Yozgatlı Mehmed Akif Efendi de müşirlik rütbesiyle hâriciye nâzırı oldu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı; sh. 242-248
2) Târih Deyimleri Sözlüğü; cild-3, sh. 29
3) Hammer Târihi; cild-7, sh. 193
4) Lütft Târihi; cild-5, sh. 108
5) Râşid Târihi; cild-3, sh. 213