15 Nisan 2016 Cuma

SADRAZAM (Veziriazam)


Osmanlı devlet teşkilâtında pâdişâhtan sonra devletin en yüksek rütbeli idarecisi. Sadrâzamlara vezîriâzam da denilir ve pâdişâhın mutlak vekîli olarak devlet işlerini idâre ederdi. Sadrâzamlara ayrıca; sadr-ı âlî, sâhib-i devlet, zât-i âsâfî, vekîl-i mutlak gibi ünvânlarda verilirdi.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş devresinde sadrâzama sâdece vezir denirdi. Devletin ilk vezirleri, hep ilmiye sınıfına mensup devlet adamları arasından seçilirdi. Orhan Gâzi devrindeki vezir Alâaddîn Paşa ile Ahmed Paşa bin Mahmûd, Hacı Paşa ve Sinâneddîn Yûsuf Paşa ilmiye sınıfından vezirliğe getirilmişler, aynı şekilde Çandarlı Kara Halîl ile oğulları da kazaskerlikten vezir olmuşlardır.
Devletin ilk zamanlarında bir vezir bulunmakta iken, sultan birinci Murâd Han zamanından îtibâren vezir sayısı artınca hükümdarın vekîli olan vezîri diğerlerinden ayırmak için vezîriâzam veya sadrâzam ünvânı ortaya çıktı. Târihlerde belirtildiğine göre, ilk vezîriâzam, Çandarlı Halîl Hayreddîn Paşa’dır. On beşinci asır sonlarına kadar vezir adedi üçü geçmedi. Vezirler, dîvân-ı hümâyûnda kubbealtında toplanıp kendilerine verilen işlere baktıkları için Kubbe vezîri veya Kubbenişîn adını da almışlardır.Mîrimîrân da denilen beylerbeyi rütbesini taşıyan eyaletlerdeki vâliler, eyâletlerde uzun müddet hizmet ettikten sonra ancak vezirliğe geçebilirdi.
Fâtih devrinde sadrâzamlık, devşirme yoluyla devlet kadrolarına giren liyakatli devlet adamlarına da verilmeye başlandı ve bu usûl on sekizinci asra kadar devam etti.
Vezîriâzam veya sadrâzamlar, hükümdarın mutlak vekîli olduklarından, onun beyzî ve yüzük şeklindeki tuğralı mührünü taşırlardı. Bu sebeple sözü ve yazısı, pâdişâhın irâdesi ve fermanı demekti. Nitekim Fâtih kanunnâmesinde, sadrâzamın devlet işindeki yeri şu şekilde belirtilmiştir: “Bil ki vüzerâ ve ümerânun, vezîriâzam başıdur; cümlenün ulusıdur. Cümle umûrun vekîl-i mutlakıdur ve malîmun vekîli defterdârumdur ve ol vezîriâzam nâzırıdur ve oturmada ve durmada ve mertebede vezîriâzam cümleden mukaddemdür (önce gelir).”
Abdurrahmân Paşa kanunnâmesinde belirtildiğine göre, ilmiye sınıfı da dâhil olmak üzere bütün tâyin ve aziller, terfîler; vezîriâzamın selâhiyetinde idi. Bununla beraber sefer hârici zamanlarda; vezir, kazasker ve şeyhülislâm gibi yüksek devlet adamlarının tâyin ve azillerinde pâdişâhın iznini alırdı.
Sarayda toplanan ve önemli devlet işlerinin görüşülüp karâra bağlandığı dîvân-ı hümâyûnda, Fâtih Sultan Mehmed Han’a kadar bizzat pâdişâhlar reislik ederken, bu görev daha sonra vezîriâzamlar tarafından îfâ olunmaya başlandı (Bkz. Dîvân-ı hümâyûn).
Veziriazamlar, dîvân-ı hümâyûnda neticeye kavuşturulmayan veya arza lüzum görülmeyen işleri kendi konaklarında Pazartesi, Çarşamba, Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri ikindi ezanından sonra topladıkları dîvânda görüşürlerdi ki buna ikindi dîvânı adı verilirdi. Bu dîvânda tercüman da bulundurulur, Türkçe bilmiyenlerin mâruzâtı (dilekleri) tercüman vasıtasıyla dinlenirdi. Dâva eğer şer’î ve hukukî ise, kazaskerlere ve İstanbul kâdısına bırakılırdı. Veziriazamın bundan başka Cuma günleri sabah namazından sonra teşkil ettiği okuma dîvânı vardı. Paşa kapısında teşkil olunan bu dîvânda, Rumeli kazaskeri ile Anadolu kazaskeri de hazır bulunurdu. Burada iki tezkireci nöbetle iş sahiplerinin arz-ı hâllerini okur, sonra îcâbeden hükümler verilip, dâvalar görülürdü, îcâbederse bâzı hukukî mes’eleler Rumeli kazaskerine havale olunur ve bu yoldaki işler fazla olursa, vezîriâzam, Anadolu kazaskerini de dâva tedkîkine me’mur ederdi.
Bu sırada her Çarşamba günü İstanbul, Galata, Eyüp ve Üsküdar kâdıları sadrâzamın huzuruna gelirler, sadrâzam da divanhaneye çıkar burada tertip ve derece sırasıyla oturularak dâva dinlenirdi. Bu dîvânda müracaat sahiplerinin dâvaları dinlenip, kararlar verilirdi. İş fazla olursa, kâdılara da dâva dinletilirdi. Çarşamba günleri toplandığı için bu dîvâna vezîriâzamın Çarşamba dîvânı denilirdi.
Sadrâzamlar, dîvân günlerinde ve sefer esnasında mücevveze kavuk giyerlerdi. Daha sonraki devirlerde selîmi denilen kavuğu giyip dîvâna çıktılar. Elbise olarak da kumaş üstlük ve takmalı kumaştan iç kaftan giymeleri kânundu. Fes giyilmeye başlanılmasından sonra ise, merasimlerde kenarı sırmalı fes ve yakası som, sırmalar beyaz çuhadan harmani ve çuha elbise giymeye başladılar.
İstanbul’un emniyeti, halkın temel ihtiyâç maddeleriyle ilgili işler de sadrâzamın vazifeleri arasındaydı. Her ne kadar İstanbul’un iktisadî işleriyle meşgul olmak üzere İstanbul kâdısı ve maiyyeti ve inzibatın te’mîniyle mükellef yeniçeri ağası ve sahillerin inzibatını te’min eden bostancıbaşı varsa da, bunların hepsinin üstünde bütün bu işleri tedkîk ve teftiş işi ve mes’ûliyeti sadrâzama bırakılmıştı. Bunun için sık sık İstanbul’u teftişe çıkarlar, âsâyiş ve esnafı kontrol ederlerdi. Bu esnada dul, yetim ve ihtiyarlara atiyyeler (hediyeler) dağıtarak hayır duâlarını alırlardı.
Sadrâzamın önemli görevlerinden biri de, kapıkulu ocaklarının üç ayda bir verilen maaşlarının dağıtılmasıydı. Yeniçerilerin ulufeleri, dîvân-ı hümâyûnda; ocaklarınki, Paşa kapısında sadrâzamın huzurunda verilirdi.
Yabancı devletlerden gelen elçilerin kabulü de, sadrâzamın görevleri arasındaydı. Sadrâzamın elçi kabulü, divanhanede olurdu. Elçiler dîvânhâneye girdikleri sırada başta vezirler olmak üzere, devlet erkânı kıyam eder (ayağa kalkar), elçi tahtına oturmuş olduğu hâlde kendisini kabul eden sadrâzamın eteğini öptükten sonra, divanhane kapısı haricindeki tarafa otururdu. Bu muamele müslüman devletlerin elçileri hakkında idi. Hıristiyan elçileri hakkındaki resmî kabul daha değişikti.
Elçilerin, pâdişâh huzuruna kabulleri sırasında sadrâzamla diğer vezirler de huzurda bulunurlardı. Bunlar daha evvel huzura dâhil olurlardı. Daha sonra elçi, Rikâb-ı hümâyûn ağaları vasıtasıyla arz odasına getirilir, yer öptürülürdü. Elçi, getirdiği nâmeyi, vezirlerin en kıdemlisi olmak îtibâriyle aşağıda duran vezire teslim eder ve vezirler birbirlerine vermek suretiyle sadrâzama ulaştırılırdı. Nâmeyi alan sadrâzam taht-ı hümâyûnun yanına kordu. Pâdişâh tarafından sorulan suâllere, elçi cevap verdikten sonra, huzurdan çıkar, doğruca ikâmetgâhına dönerdi. Bunun üzerine sadrâzam, nâmeyi koyduğu yerden alır, tercüme ettirerek suretini hünkâra takdim ederdi.
Pâdişâhların sefere çıkmadığı durumlarda, sadrâzamlar serdâr-ı ekrem, (başkumandan) ünvânıyla orduya kumanda ederlerdi.
Sefere me’mur olan serdâr-ı ekrem, hareketinden evvel şeyhülislâmla beraber pâdişâh tarafından kabul edilerek; kendisine hil’at giydirilir, beline mücevherli hançer ve başına otağa veya sorguç takılır, eline bizzat pâdişâh tarafından sancak-ı şerif verilerek muvaffakiyet temenni edilirdi.
Sadrâzam, omuzunda sancak-ı şerîf olduğu hâlde pâdişâhın huzurundan çıkardı. Sefer ekseriya Avrupa’ya yapıldığı için, mükemmel bir alayla sancak-ı şerîf yanında salât-ü selâm getirilir ve Davudpaşa’daki ordugâha girilirdi. Pâdişâh, kapıkulu ocaklarının Dâvûdpaşa’dan hareketinden evvel ordugâha gelip kânun üzere sancak-ı şerifi ve orduyu teşyî ederdi. Sefere me’mur olan sadrâzama serdârlık berâtı verilirdi.
Sadrâzam sefere çıkarken merkezde, rikâb-ı hümâyûn veya sadâret kaymakamı denilen bir vezir bırakılırdı. Sadrâzamın geri dönüşüyle kaymakamlık sona erer, sadâret kaymakamlarına kubbe vezirliği verilirdi. Sadrâzamın azledilmesi ve değiştirilmesi gerektiği veya vefât ettiğinde, mühr-i hümâyûn, kapıcılar kethüdâsıyla yeni tâyin edilen sadrâzama gönderilirdi. Yeni sadrâzam İstanbul’da değilse, emîn bir görevliyle yollanırdı. Yeni sadrâzama Anadolu’dan geliyorsa Üsküdar’da; Rumeli’den geliyorsa Eyyûb’de yemeklik denilen ziyafet verilirdi. Devlet erkânı tarafından tebrik edildikten sonra da Paşa kapısı ricali yanına girerdi. Pâdişâh sadrâzamlara; tâyinden bir kaç gün sonra, bir hatt-ı hümâyûnla yapılacak işler hakkında genel bir talimat verirdi.
Veziriazamların iç ve dış halkı denilen kalabalık maiyyetleri ve kendilerinin besledikleri askeri kuvvetleri vardı. Buna kapı halkı denilirdi. Ayrıca maiyyetinde bulunan; kethüda, reîsülküttâb, çavuşbaşı, tezkireci, mektupçu, âmedci, teşrifatçı, divitdâr ve telhisci gibi vazifeliler de sadrâzamın saray ile irtibatını sağlarlardı. Veziriazamların kapı halkı, asker olanlar hâricinde 300 ilâ 1.000 kişi arasında değişirdi.
Sadrâzamların bu kadar kalabalık maiyyetleri dolayısıyla masrafları çoktu. Bu sebeple sadrâzama gelir olarak haslar tahsis edilirdi. Bu gelir bir veya bir kaç mahallin rüsûmundan (vergiler) ibaret olup, sadrâzamlar bunları her sene voyvoda denilen me’murları vasıtasıyla tahsil ettirirlerdi. Fâtih’in kanunnâmesinde, vezîriâzamın yıllık gelirinin bir milyon iki yüz bin akçe olduğu görülmektedir. Sadrâzam emekli olması hâlinde yılda 150 bin akçelik maaş alırdı. Bâzan da buna bir yerin geliri arpalık olarak eklenebilirdi.
Sultan İkinci Mahmûd Han 1838’de devlet teşkilâtında yaptığı değişiklikler sırasında, sadrâzam yerine başvekilin kullanılmasını emretti. Ancak bir sene sonra tekrar sadrâzam ünvânı kullanılmaya başlandı. 1878 yılında tekrar başvekil ünvânı konuldu. 1882 yılında ise, sadrâzam kelimesine dönüldü ve 1922 senesinde Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar kullanıldı. Osmanlı Devleti’nde iki yüz on beş kişi sadrâzamlık makamına getirildi ve tekrarlarla iki yüz doksan iki defa sadrâzam tâyini yapıldı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı; sh. 136-176
2) Peçevî Târihi; cild-2, sh. 88, 421
3) Nâimâ Târihi; cild-3, sh. 82, 88
4) Râşid Târihi; cild-2, sh. 558
5) Hammer Târihi (Atâ Bey Trc.); cild-7, sh. 210
6) Silâhdâr Târihi; cild-2, sh. 534, 716
7) Büyük Türkiye Târihi; cild-8, sh. 416, 447