10 Ekim 2020 Cumartesi

CEMAL PAŞA


Osmanlı Devleti’nin son yıllarında değişik vazifelerde bulunan, İttihâd ve Terakkî’nin ileri gelenlerinden olan kumandan ve devlet adamı. 1872’de İstanbul’da doğdu. 1922’de Tiflis’de öldü.
Askeri eczacı Mehmed Nesîb Efendi’nin oğlu olan Ahmed Cemâl, ilk tahsilini gördükten sonra, 1890’da Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirdi. 1895’de Harbiye’den erkân-ı harb yüzbaşısı rütbesiyle me’zûn oldu. Önce Genel Kurmay Birinci şûbe’de daha sonra Kırklareli İstihkam inşâatı şubesinde çalışmak üzere ikinci Ordu’da vazifelendirildi. Daha sonra da Selânik’deki Redif fırkası kurmay başkanlığına tâyin edilerek, Üçüncü Ordu emrine verildi. Selanik’te bulunduğu sırada Talat Bey ve arkadaşlarının kurduğu gizli İttihâd ve Terakkî cemiyetinin faaliyetlerine katıldı. İttihâd ve Terakkî cemiyetinin askerler arasında teşkilatlandırılmasıyla vazifelendirildi. Üçüncü Ordu müşiriyet-i erkân-ı harbiye reisliğine getirilerek binbaşılığa terfî ettirildi. Aynı zamanda Şimendifer hat müfettişliğine getirildi. Şimendifer hat müfettişi olarak dolaştığı yerlerde cemiyetin şubelerini açmak suretiyle İttihâd ve Terakkî’nin yayılmasına çalıştı. İkinci Meşrûtiyet’in îlânını tâkib eden günlerde, İttihatçıların ifadesiyle; “Meşrûtiyet’i korumak ve bir meşrûtiyet hükümetinin halka hizmet vâsıta ve şartlarını tesbit etmek üzere milletin emrinde olan İttihâd ve Terakkî’nin arzu ve maksatlarını arz etmek” üzere İstanbul’a gönderilen sekiz kişilik Hey’et-i mahsûsa arasında bulundu. Osmanlı ordusunun içinde dînine ve devletine bağlı subayları ordudan tasfiye etmek üzere kurulan Hey’et-i ıslâhiyye âzâlığında ve rütbeleri tetkik hey’etinde bulundu. O yıllarda binbaşı olan ve sâdece Cemâl Bey diye anılan bu genç ittihâdçı, 31 Mart vak’asının olduğu günlerde vazifeli bulunduğu Gebze’den Yeşilköy’e geçti. 31 Mart ayaklanmasını bastırmak bahanesiyle Selanik’ten Yeşilköy’e gelen Hareket ordusuna katıldı. Hareket ordusu ile İstanbul’a girerek bu hareketin bastırılmasında aktif vazife aldı. Bu sırada Üsküdar muhafızlığında vazifelendirildi. Üsküdar muhafızlığı sırasında zecrî tedbirlere başvurarak İttihâd ve Terakkî komitesine karşı olan geniş kitlelere akla gelmedik kötü muamelelerde bulundu.
Daha sonra Çukurova’da meydana gelen Ermeni isyânını bastırmak üzere kaymakam rütbesiyle Adana vâliliğine tâyin edildi. Bu vazifesi esnasında ermenilerin hatırı için müslümanlara karşı zulm etmekten çekinmedi. Hatıratında bu hareketini bizzat îtirâf eden Cemâl Paşa; “Yalnız Adana şehrinde Dîvân-ı Harb-i örfî mahkûmlarından otuz müslümanı îdâm ettirdiğim gibi, ondan iki gün sonra da Erzin kasabasında on yedi müslümanı îdâm ettirdim. Îdâm olunan müslümanlar arasında, Adana’nın en eski ve zengin ailelerine mensûb gençler bulunduğu gibi, Bahçe kazası müftîsi dahi vardı. Bu müftî o havali Türkleri arasında pek büyük bir nüfuza sâhibdi” demekten çekinmez.
Adana vâliliğinden sonra Bağdâd vâliliğine de tâyin edilen Cemâl Bey, kendisinden önce Bağdâd vâliliği yapan ve daha sonra harbiye nâzırı olan Nâzım Paşa’nın başlattığı îmâr faaliyetlerine devam etti. Balkan harbinin patlak vermesi üzerine harbiye nâzırı Nâzım Paşa tarafından İstanbul’a çağırıldı. Konya Redif fırkası kumandanlığına tâyin edildi. Bu fırka ile Vize’de Bulgarlarla savaşan Cemâl Paşa, Pınarhisar muhârebesinde fecî bir mağlûbiyete uğrayarak bütün ordu ile birlikte Çatalca hattına çekilmek zorunda kaldı. Böyle olmasına rağmen harbiye nâzırı Nâzım Paşa tarafından Umum Menzil müfettişliğine tâyin edildi. Burayı İttihâd ve Terakkî fırkasının istekleri doğrultusunda teşkilâtlandırdı. Talât ve Enver beylerle devamlı temaslarda bulundu. Balkan harbinin korkunç neticeleri alınmak üzereyken, Bâb-ı âlîye karşı tertip peşinde koşan Talât ve Enver paşalarla birlikte hareket ederek, 23 Ocak 1913’de, târihte Bâb-ı âlî baskını olarak bilinen ihtilâl hareketini tertibledi (Bkz. Bâb-ı âlî baskını).
Bu baskın esnasında harbiye nâzırı Nâzım Paşa öldürüldü. Sadrâzam Kâmil Paşa istifa etmek zorunda bırakıldı. Sadrâzamlığa getirilen Mahmûd Şevket Paşa tarafından İstanbul muhafızlığına tâyin edilen Cemâl Bey, İttihâd ve Terakkî tarafdârı olmayanlara karşı çok keyfî muamelelerde bulundu. Bir çok kimse keyfî olarak tutuklandı.
Böylece İttihâd ve Terakkî fırkasının ve onun hükümetinin muhafızlığını üstlendiği gibi, Osmanlı Devleti’nin istikbâli üzerinde söz sahibi olmaya başladı. İttihâd ve Terakkî iktidarını tasvib etmeyip, açık ve gizli karşı harekete geçen muhalifleri bastırmak için şiddetli tedbirler aldı.
Edirne’nin kurtuluşundan sonra feriklik rütbesine terfî ettirildi. Cemâl Paşa’nın emeli harbiye nâzırı olmaktı. Mahmûd Şevket Paşa’nın mechûl bir cinayetle öldürülmesinden sonra, Talât Paşa ile birleşerek Enver Paşa’nın harbiye nâzırı olmasına mâni olmak istediyse de, Enver Paşa İttihâd ve Terakkî erkânı üzerinde daha etkili olarak harbiye nâzırlığına getirildi. Cemâl Paşa, Enver Paşa’nın harbiye nâzırı olmasından sonra, önce nâfia nâzırı, kısa bir müddet sonra da bahriye nâzırı oldu.
Osmanlı Devleti’nin son dönem sorumluları olan ve üç paşalar diye bilinen Talât, Enver ve Cemâl paşalar, devletin, patlak veren Birinci Dünyâ harbi devletler grubuna dayanmadan yaşayamıyacağına inanıyorlardı. Ancak, bu husûsda önemli görüş ayrılıkları vardı. Cemâl Paşa şahsen dostluk kurduğu Fransız elçisi M. Bompar ile devamlı temasda idi. Kendisi bahriye nâzırı olarak Fransız donanmasının manevralarına davet edilmişti. Bu sebeble Fransa ile beraber olmak gerektiğini kabul ediyordu. Fakat bu konudaki düşünceleri, Fransa’nın müttefiki olan Rusya ile İngiltere’nin Osmanlı Devleti hakkındaki çirkin hayâlleri sebebiyle gerçekleşemedi.
Alman dostu olan Enver ve Talât Paşa ile diğer ittihâdçılar ise, Almanlarla ittifak kurulması tarafdârıydılar. Nitekim patlak veren Birinci Cihân Harbi’nde önce Osmanlı Devletini; Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, A.B.D., Japonya, Sırbistan, Romanya, Belçika, Yunanistan, Portekiz, Karadağ devletlerinden meydana gelen îtilâf devletlerine karşı Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan’dan meydana gelen ittifak devletleri yanında bir oldu-bittiyle savaşa soktular. Böylece İttihâd ve Terakkî erkânı ile Bâb-ı âlî hükümeti, Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanını kendi elleriyle imzalamış oldular.
Savaş sebebiyle îlân edilen seferberlikten sonra, daha önce harbiye nâzırlığına getirilen Enver Paşa’nın aynı zamanda başkumandan vekili olmasıyla, Cemâl Paşa da bahriye nâzırlığı uhdesinde kalmak üzere, Mısır (kanal) seferine gitmekle vazifeli olan Dördüncü Ordu kumandanlığına ve Filistin-Arabistan umûmî vâliliğine tâyin edildi. Cemâl Paşa, 21 Kısım 1914 Cumartesi günü Haydarpaşa istasyonu’ndan parlak bir merasimle Şam’a doğru yola çıktı. Şam’a ulaştıktan sonra, krallar gibi zevk ve sefâhet içinde yaşamaya başladı. Cuma günleri İstanbul’daki pâdişâh gibi Cuma selâmlığına çıkarak Ümeyye Câmii etrafında toplanan ve para ile tutulan kimselerle; “Haydi zafere, haydi zafere, Cemâl Paşa gir Mısır’a” diye kendini alkışlattı.
Burada bulunduğu sırada akla gelmedik çılgınca eğlenceler yaparak, yerli ahâliye zulmetti ve bilhassa karşısında güç olarak gördüğü şerîf hânedânından kıymetli kimseleri öldürttü. Sultan Abdülhamîd Han zamanında İstanbul’da mühim makamlarda bulunan ve mîr-i mîrân yâni beylerbeyi rütbesini taşıyan, halîfeye ve devlete çok faydalı hizmetlerde bulunan ve İttihâdçıların Birinci Cihân Harbi felâketine sürüklemelerine karşı çıktığı için İstanbul’dan uzaklaştırılarak Mekke emîrliğine tâyin edilen Şerîf Hüseyin Paşa ile iyi geçinmeye çalıştı. Fakat Cemâl Paşa’nın bir yandan dinden, îmândan ve din düşmanları ile cihaddan söz ederken, öte yandan da Osmanlı Devleti’ni parçalamaya çalıştığını, binlerce müslüman gencini ateşe attığını, daldığı gafletin ve sefâhetin hiç de sözlerine uymadığını gören Şerîf Hüseyin Paşa, milleti bu eşkıyanın elinden kurtarma yollarını aradı. Oğlu Şerîf Faysal Efendi’yi Mekke’den Şam’a gönderdi. Faysal Efendi, bütün bu kötülüklerin doğru olduğunu anlayıp babasına bildirdi. Bu durumlar karşısında dayanamayan Şerîf Hüseyin Paşa, bütün müslümanlara işin içyüzünü bildirmek için 1916 yılında iki beyanname neşr etti. İttihâdçılar ve Cemâl Paşa bu haklı çağrıya isyân beyannâmesi dediler. İstanbul’da çıkan ittihâdçı gazetelerdeki kiralık kalemler, Şerîf Hüseyin Paşa’ya ağza ve akla gelmeyen küfür ve iftiralar savurdular. Fakat hâdiseler, Şerîf Hüseyin Paşa’nın haklı olduğunu gösterdi. İttihâdçılar ve Cemâl Paşa, Şerîf Hüseyin Paşa’nın beyannamelerinden uyanacakları yerde, onu vatan hâini îlân ettiler. Üzerine alaylar gönderip senelerce kardeşi kardeşe öldürttüler. Mekke’yi ve Medine’yi o hâlis müslümanlara, sevgili Peygamberimizin torunlarına vermemek için çok masumun şehîd düşmesine sebeb oldular.
Medine muhafızları Basri ve Fahri paşalar, İngilizlerin Osmanlılar için kurdukları tuzaklarını ve hıyanetlerini yakından gördükleri hâlde, İttihâdçılardan ve Cemâl Paşa’dan aldıkları emirlere uymağı vazife sayarak Şerîf Hüseyin Paşa’yı ve oğullarını âsî îlân ettiler. Kardeşi kardeşe boğdurmaya âlet oldular. Hicaz vâli ve kumandanı Gâlib Paşa ise din bilgisi kuvvetli, ileri görüşlü, tecrübeli bir kumandan olup, Cemâl Paşa’nın emirlerine aldanmadı. Uzun ve esaslı inceleme ve araştırmalar yaparak, Şerîf Hüseyin Paşa’nın haklı olduğunu ve iki beyannâmesini de din ve millet sevgisi ile yazdığını anladı. Şerîf Hüseyin Paşa’ya yapılan iftiralara karşı aşağıdaki günlük emri yayınladı: “Emîr hazretlerinden hiç bir suretle şüphe edilmemelidir. Böyle bir isyân çıkarması İhtimâli asla yoktur. Bu yolda sözlerin hiç biri doğru değildir. Şerîf Hüseyin Paşa halîfe-i müslimîne tam bir itaat ile bağlı olup, ömr-i şahanelerinin uzaması için her zaman duâ etmektedir.” Gâlib Paşa ayrıca yazısını, İttihâdçıların elebaşılarından Dördüncü Ordu kumandanı olan Cemâl Paşa’ya ve İstanbul’a gönderdi. Fakat Şerîf Hüseyin Paşa’yı ve oğullarını kendisine büyük mâni gören Cemâl Paşa, bunların milleti uyandırarak kendi işkence ve taşkınca davranışlarına son verileceğinden çok korkuyordu. Şerîf oğullarını âsî duruma sokmak için iğrenç hileler hazırladı. Medîne’deki kahraman Türk subaylarına savaş emri gönderdi. Senelerce kardeş kanının akıtılmasına sebeb oldu. Şerifleri âsî, hattâ hâin sanarak onlara ateş açan masum subayların çoğu, sonunda aldatıldıklarını anladılar. Başlarında tümen kurmay başkanı Emin Bey olmak üzere yüzlerce subay birleşip merkez hey’eti kurdular. Çeşitli beyannameler dağıtarak Hicaz’da oynanan cinayetleri bildirdiler;
“Kumandan (Cemâl Paşa) ve adamları yalan söylüyorlar. Arab, Türk, iki millet olarak bundan sonra da kardeş gibi yaşayacaktır. Zâten kardeş değil mi idik? Târih ve din bağları ile birbirimize bağlı değil miyiz? Kavm-i necîb-i arab, istiklâlini kazanmakla düşmanımız olabilir mi? Onlara da sorarsanız “Hayır” diyeceklerdir... Bundan sonra maksadsız olarak ölmeği göze almak yiğitlik değildir. Bu yazımız, hakikati anlayamıyanlar içindir. Ekseriyet anlamıştır. Bu zulme hazret-i Peygamber efendimiz dahî evet der mi?” dediler. Bu subaylar, Medine muhafızı kumandanı Fahreddîn Paşa’yı Medine’den alıp Yenbû iskelesine getirdiler. Fakat İngilizler, hepsini esir alarak Mısır’a götürdüler. Mısır’da altı ay kadar İngiliz esaretinde kaldıktan sonra savaş suçlusu olarak Malta’ya sürüldüler. Fahreddîn Paşa, Cemâl Paşa’nın emirlerine uymayı bir vatan borcu bildiği için hareketsiz kalmış ve Mekke ve Medine gibi mukaddes yerlerin târihî Türk düşmanlarının eline geçmesine sebeb olmuşlardır.
Cemâl Paşa ile Enver ve Talât paşalar arasında 1915 senesinde bir takım anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Yalnız bu anlaşmazlıklar harbin idaresine âid olmayıp, daha çok İttihâd ve Terakkî fırkasının şefliğini aralarında paylaşamamalarındandı. Bu rekabet, memleketin idaresine âid siyâsî konulara te’sir ediyordu. Meselâ Cemâl Paşa umûmî harb esnasında bir kısım ermenilerin tâkib ettikleri hatt-ı hareket sebebiyle, tatbik edilen siyâseti tasvib etmiyordu. Bu sebeble kendi idaresi altındaki yerlerde ermenilerle işbirliği yapıyor, onları elinden geldiği kadar memnun etmeye çalışıyordu.
Cemâl Paşa ve adamlarının Suriye’deki şeriflere ve yerli halka yaptıkları kötü muameleler ve İngilizlerin yürüttüğü casusluk faaliyetleri sebebiyle Araplar arasında kavmiyetçilik akımı yayılıyordu. Cemâl Paşa gelecekte müslüman Arapların kendi aleyhinde çıkarabilecekleri muhtemel isyânlara mâni olabilmek için, Fransa tarafından Suriye’de tatbik edilen usûlü tâkib ederek, Suriye’nin muhtelif bölgelerine ermenileri kitleler hâlinde yerleştiriyor, Araplara karşı ermenilerle işbirliği yapmaktan hiç çekinmiyordu. Bunun sonucu, umûmî harb sırasında ermeni komiteleri İttihâd ve Terakkî hükümetinin şiddetle aleyhinde bulundukları hâlde, Cemâl Paşa’ya karşı dosça tavırlar alıyorlardı.
Bu sırada İttihâd ve Terakkî hükümeti ile Cemâl Paşa arasında bir takım fikir ihtilâfları ve rekabet duyguları olduğunu sezen ermeniler, itilâf devletleri tarafından Cemâl Paşa’ya Suriye krallığı vâd ederek onu İstanbul hükümeti aleyhine isyân ettirmek için plân hazırladılar. Bu plân uzun müddet Petersburg, Londra, Paris ve Roma hükümetleri arasında siyâsî haberleşmelere konu oldu.
Rusya’nın Bükreş elçisi S.A. Poklefski tarafından Rus hâriciye nezâretine 15 Ekim 1915 tarihli şifrede; Talât, Enver ve Cemâl Paşa arasındaki ihtilâftan bahisle, hükümetine; “Şayet biz Türkiye Asya’sında icrâi hükümet etmek hususunda Cemâl’e yardım vâd edecek olursak, onu İstanbul aleyhinde açıktan açığa bir harekete sevk etmek ihtimâl dahilindedir. Bu düşünce muvafık görülürse, ermeniler Cemâl’e te’sir yapacak surette temas hususunu düşündüklerinden cevâbınızı bekliyoruz” tavsiyesinde bulundu.
Rus hâriciye nezâreti bu şifreyi alır almaz, hemen Bükreş elçisine muvafakat cevâbı vermiş, ayrıca durumu 25 Ekim 1915 tarihli ve 6391 numaralı olarak Paris, Londra ve Roma elçilerine bildirmiş; Fransa, İngiltere ve İtalya hükümetlerinin muvâfakatlarının alınması için elçilerine şu talimatı vermişti:
“İstanbul ermeni mehâfilinden bildiriliyor ki; devletler kendilerine aşağıdaki şartları teklif edecek olurlarsa, Cemâl’i, İstanbul hükümeti aleyhine açık bir isyâna meylettirmek ümidi vardır:
1- Yeni sultan için Suriye, Filistin, Irak, Arabistan, Kilikya muhtar eyâletlerinden teşkil edilecek bir “Türkiye Asyası” devletinin masuniyet ve istiklâlini müttefik devletler tekeffül ederler.
2- “Türkiye Asyası” devletinin sultânı Cemâl Paşa olacak ve sultanlık babadan büyük oğla geçecektir.
3- Sultan Cemâl, İstanbul hükümetiyle, sultânını Almanlar elinde esir kabul ve ilân ederek, bunlar aleyhine harb açmayı teahhüd edecektir.
4- Bu harb açılınca, İtilâf devletler ona silâh, teçhizat ve erzak vereceklerdir.
5- Harb bitince İtilâf devletler Cemâl’e mâlî yardımda bulunacaklardır.
6- Cemâl, İstanbul’un ve boğazların elden gitmesine (Rusya lehine) razı olacaktır.
7- Cemâl ermenileri kurtarmak ve harbin nihayetine kadar onları beslemek hususunda tedbîr almayı taahhüd edecektir.
Her türlü dahilî karışıklık yalnız ve ancak Türkiye’nin kuvvetlerini zayıflatır ve bizim faydamıza hizmet eder. Bize sâdık ermeniler vasıtasıyla Cemâl ile gizli görüşmelere girişmek lâzımdır. Eğer Cemâl Almanları kovmaya ve İstanbul hükümetini devirmeye muvaffak olamazsa; Osmanlı İmpataroluğu’nda bir karışıklık ve fesâd çıkarmak hususu bile faydadan hâli olmayacaktır.
Mahrem bir surette hâriciye nâzırına keyfiyet îzâh edilerek acele telgraf vermenizi rica ederim.”
Bu mes’ele hakkında Ruslar, İngilizler ve Fransızlar arasında haberleşme devam ederken, ermeniler vâsıtasıyle husûsî surette Cemâl Paşa’ya bildirilmiş midir? Bu nokta anlaşılamıyorsa da, haberlerin birinde itilâf devletleriyle Cemâl Paşa arasında ermeniler vâsıtasıyle bâzı temasların vuku bulduğuna dâir imâlar vardır. Yalnız muhakkak olan nokta şudur ki, Cemâl Paşa, söz ve icrâatlarıyle sonradan kendisine hıyanet edecek ermenilere aldanmış ve işbirliği kurmaktan çekinmemiştir.
Şam’daki Damascus-palas’da karargâhını kuran Cemâl Paşa, Mısır fâtihi olmak hülyâsıyla tantanalı hayat tarzına devam etti.
Bir hiç uğruna girişilen ve onbinlerce müslüman-Türk evlâdının aç, sefil ve feda edilerek mağlûbiyetle sona eren kanal seferinden sonra, Suriye’de kendini mutlak hâkim gören Cemâl Paşa, Aratık 1917’de İstanbul’a döndü (Bkz. Kanal harekâtı).
Birinci Cihân Harbi, Osmanlı Devleti’nin ve müttefiklerinin yenilmesiyle neticelenince, Cemâl Paşa da diğer arkadaşları Talât ve Enver Paşa gibi yurt dışına kaçtı. Önce Almanya’ya giderek Berlin’e yerleşti, sonra Münih’e geçti. Münih’te bâzı bolşevik şahsiyetlerle tanışarak İsviçre’ye geçti. İsviçre’de bulunduğu sırada Afganistan’a karşı bir harb hazırlamakta olan İngiltere’ye karşı savaşmak ve Afgan ordusunu ıslah ve teçhiz etmek üzere Afganistan’a gitmeye karar verdi. Tanıştığı bolşevik (komünist) liderlerden Karl B. Radek’in tavassutu ile Moskova’ya; oradan da Çiçeri’nin yardımıyla Taşkent’e gitti. Türkistan’a dağdan esir Türk subaylarını etrâfında toplayarak bir komite kurdu. Daha sonra Afganistan’a geçerek Afgan kralı Emânullah Han ile görüştü ve iltifatını kazanarak, Afgan ordusunu ıslaha girişti. Bu sırada eski silâh ve siyâset arkadaşı Enver Paşa’nın Türkistan’a geleceği haberini aldı. Enver Paşa gelince, hazırladığı bâzı plânları bozacağından korkan Cemâl Paşa, Moskova’da buluşmaları için mektup yazdı. Enver Paşa’yla görüşmek üzere Moskova’ya gitti. Enver Paşa’nın Türkistan’a geçmesi üzerine tekrar Afganistan’a dönmeye karar veren Cemâl Paşa, 5 Temmuz 1922’de Tiflis’e geldi. Burada Anadolu’da istiklâl harbini yapmakta olan millî mücâdele hareketinin temsilcisi Muhtar Bey ile görüştü. Afganistan’a dönmek veya Anadolu’ya geçmek üzere hazırlanırken, 21 Temmuz 1922 Cuma gecesi, geç vakit kaldığı otele dönerlerken, yanında yaverleri teğmen Süreyya Bey ve binbaşı Nusret Bey olduğu hâlde, Jukavski sokağının köşesine vardıkları zaman, kimlikleri bilinmeyen kimseler tarafından açılan ateş sonucu öldürüldüler.
Cemâl Paşa’yı öldüren kimselerin ermeniler olduğunu iddia eden Rus resmî makamları, ermeni Taşnak komitesine mensup pek çok kişiyi tutuklattı. Buna göre Cemâl Paşa’yı öldürenler ermenilerdir.
Cemâl Paşa’nın Ankara’ya gönderdiği İsmet (Karadoğan) Bey’in iddiasına göre; Cemâl Paşa’yı ermeniler değil, Rusların “Çeka” teşkilâtına mensûb fedaîleri öldürmüştür. “Evvelâ şunu söyliyeyim ki, Enver Paşa’nın Türkistan’daki isyân hareketi başladığında, Ruslar Cemâl Paşa’yı öldürmeyi kafalarına koymuşlardı diyen İsmet Bey devamla; “Cemâl Paşa, ermeniler tarafından vurdurulmuştur... Tiflis’de günlerce peşini tâkib etmişler, Moskova’da bulunduğumuz sırada da, Enver’in harekete geçişini müteâkib bizi Çeka’ya çağınp uzun uzadıya, Enver ile alâkamız ve onunla haberleşmede bulunup bulunmadığımız hususlarında sorguya çekmişlerdi. Tabiî ne kadar hayır desek inanmıyorlar ve içlerinden; “Yârın bunların da Enver gibi yapmayacakları ne malûm, iyisi mi temizliyelim” dedikleri şüphesizdi” demiştir.
Cemâl Paşa’nın cenazesi ertesi gün Şâh Abbâs Câmii’nde kılınan namazdan sonra, geçici olara Tiflis mezarlığına defnedildi. İstiklâl harbinden sonra ise Erzurum’a nakledildi.
Yirminci yüzyılın başındaki, Osmanlı Devleti’nin istikbaliyle ilgili önemli şahsiyetlerden olan üç paşalar diye meşhur olan Talât, Enver ve Cemâl paşalar; girdikleri maceralarla ve daldıkları hülyalarla koskoca Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına, yüzbinlerce müslüman-Türk kahramanının imha edilmesine sebeb olmuşlardır. Cemâl Paşa da bunlardan biri olmakla sâdece Türkiye için değil, bütün dünyâ için denge unsuru olan Osmanlı Devleti’ni yıkmak suretiyle, pek çok müslüman ve Türk’ün esaret ve sömürge altına girmesine sebeb olmuş, işlediği pek çok cinayetlerin cezası olarak da birlik yaptığı veya hizmet ettiği kimselerce, fecî bir şekilde öldürülmüştür.
Selanik’teyken Seniha hanımla evlenmiş olan Cemâl Paşa’nın; Ahmed, Kâmurân, Necdet, Behçet ve Mehmed adlı beş oğlu vardı. Edebiyata meraklı olan Cemâl Paşa’nın Plevne müdâfaası adlı eserinden başka, 1913-1922 yılları arasındaki faaliyetlerini Cemâl Paşa Hatıratı adıyla kaleme aldığı bir hâtıratı vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Görüp İşittiklerim; sh. 116, 124, 141, 142
 2) İnkılâb Târihimiz ve İttihâd Terakkî (A. B. Kuran); sh. 283
 3) İnkılâb Târihimiz ve Jön Türkler; sh. 348
 4) İttihâd ve Terakkî içinde Dönenler; sh. 129, 133
 5) Kıyamet ve Âhiret; sh. 407
 6) Büyük Türkiye Târihi; cild-7, sh. 275, 288
 7) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 203
 8) Üç Paşalar Kavgası (Cemâl Kutay, İstanbul-1964)
 9) Sultan Reşad’ın Sarayında Gördüklerim; sh. 344
10) Medine Müdâfaası (N. Kâşif Kıcıman); sh. 5 v.d.
11) Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler (F. Kandemir, İstanbul-1983); sh. 29 v.d.
12) History of the Ottoman Empire and Modern Turkey; cild-2, sh. 319
13) Hâtırât-ı Cemâl Paşa, (İstanbul-1933)
14) Türk İnkılâb Târihi (Y. H. Bayur); cild-3, Kısım 1, sh. 194
15) Moskova Hâtıraları (A. Fuâd Cebesoy)
16) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 398