10 Ekim 2020 Cumartesi

CEM SULTAN


Fâtih Sultan Mehmed Han’ın küçük oğlu. 23 Aralık 1459 günü Edirne Sarayı’nda doğdu. Annesinin adı Çiçek Hâtûn idi. İlk terbiyesini saray hocalarından ve annesinden aldı. Fikrî terbiyesi ve tahsîli için beş yaşına geldiğinde bir hoca tâyin edildi. Dokuz yaşına geldiğinde, Kastamonu sancakbeyligine gönderildi (1469). O devirlerde şehzâdeleri küçük yaşlarından îtibâren Anadolu vilâyetlerine göndermek usûldendi. Yanlarına vezirlerden biri, lala sıfatıyla verilir ve bu suretle idarî işler öğretilirdi. Cem Sultan, Kastamonu’da dört sene kaldı. Bu süre zarfında ilim ve edebiyat tahsiliyle meşgul oldu.
1474’de büyük ağabeyi şehzâde velîahd Mustafa’nın vefâtı üzerine Karaman beylerbeyliğine gönderildi. İdâri işlerin yanında tahsîline devam etti. Beraberinde lalası Gedik Ahmed Paşa’dan başka, Frenk Süleymân, Hâtibzâde Nâsuh, Defterdâr Ahmed, Sofu Hüseyin ve Çâşnigirbaşı İlyas, Şirmerd Ağa gibi şahsiyetler ile bâzı Türk, Rum ve İtalyan olan tanınmış ilim adamları vardı. Bunların hepsi siyâset, ilim, şiir, sadâkat ve fazîletleriyle bilinen ve tanınan kişilerdi. Cem Sultan, altı seneden fazla kaldığı Konya’da, bu zâtların her birinden çeşitli ilimler öğrendi. İlk şiirlerini burada yazdı. Konya yılları, maddî ve manevî terbiyesi bakımından gerçek bir mektebdi. İlim tahsîline devam etmekle beraber, ata binmekte ve her türlü silâhları kullanmakta büyük maharet kazandı. Sağlam yapılı bir genç olan Şehzâde Cem’e, Karaman eyâleti halkı muhabbet ve sevgi besledi. Harabe hâlindeki Lârende’de; saray, bedesten ve çarşı yaptırmak suretiyle geniş îmâr faaliyetlerinde bulundu.
1481 senesinde babası Fâtih Sultan Mehmed Han, Gebze’de hastalanarak vefât ettiği zaman, Cem yirmi üç, ağabeyi şehzâde Bâyezîd ise otuz dört yaşında idi. Her iki şehzâde de iyi yetişmişti. Cesur ve hareketli olan Cem Sultan daha çok seviliyordu. Babası da çok sevdiğinden, Kânûnnâme-i âl-i Osman’da şehzâdelere yazılacak hükümlerin lakapları bahsinde; “Vâris-i mülk-i Süleymânî... Oğlum Cem...” diye yazdırmıştı. Yeniçerilerin baskısıyla daha önce haber verilen Şehzâde Bâyezîd, İstanbul’a gelerek tahta geçti. Aradan çok geçmeden durumu öğrenen Cem Sultan, bâzı teşvikçilerin tavsiyeleri ile saltanat iddiasında bulundu. Etrafına asker toplayarak Bursa üzerine yürüdü. Karşısına çıkan Ayas Paşa kumandasındaki kuvvetleri bozguna uğrattıktan sonra Bursa’ya girdi. Kendisini sultan îlân edip, adına para bastırdı, hutbe okuttu ve on sekiz gün saltanat sürdü.
Etrafına oldukça mühim bir kuvvet toplamaya muvaffak olan Cem Sultan, mücâdelesine devam etmekte kararlı idi. İki ordu, 20 Haziran 1481 günü, Yenişehir ovasında karşılaştı. Gedik Ahmed Paşa’nın sultan Bâyezîd tarafına geçmesi üzerine, Cem Sultan savaş meydanını terk ederek Konya’ya doğru geri çekildi. Bu çekilme esnasında geçirdiği bir kaza sonucunda ayağından yaralandı. Konya’da ancak üç gün kalabilen Cem Sultan, annesini, hanımını ve çocuklarını yanına alarak şehirden ayrıldı. Tarsus, Antakya, Haleb yoluyla Mısır’a gitti. Arkasından yetişenlerle, maiyyetinin sayısı üç yüzü buluyordu. Kâhire’ye girişinde sultan Kayıtbay tarafından merasimle karşılandı. Mısır sultânı; “Sen benim oğlumsun” diye Şehzâde’yi tesellî etti ve çok yakınlık gösterdi. Cem Sultan 20 Aralık 1481’de hac farîzasını yerine getirmek üzere Mekke’ye gitti. 12 Mart 1482’de Kâhire’ye döndü.
Bu arada eski Karaman beyi olan Kasım Bey ve Ankara sancakbeyi Trabzonlu Mehmed Bey’den, halkın sultan Bâyezîd’den yüz çevirdiği, kendisini beklediğini yazan mektuplar aldı. Kasım Bey’in gayesi, Karaman Beyliği’ni yeniden kurmaktı. Bu durum üzerine yeniden ümîde kapılan Cem Sultan’ın Konya ve Ankara harekâtları başarısızlıkla neticelendi, önce Akşehir’e, sonra da Kasım Bey ile birlikte Taşeli’ne çekilmek mecburiyetinde kaldı. Kendisini tâkib ederek Konya Ereğlisi’ne gelen sultan İkinci Bâyezîd’le yeniden müzâkerelere girişti. Ancak bu müzâkereler de, diğerleri gibi neticesiz kaldı. Çünkü, onun Kudüs’de oturmasını teklif eden sultan Bâyezîd’e karşılık, Cem Sultan Osmanlı topraklarında hâkim olacağı bir bölgenin kendisine verilmesi hususunda ısrar ediyordu. Kasım Bey’in teşviki ile Rumeli’ye gitmek için, Rodos şövalyelerine müracaat etmeye karar verdi. 29 Temmuz 1482 günü, Rodos limanında karaya ayak bastı. Artık, talihsiz şehzâde için, on iki sene yedi ay sürecek ve sonu ölümle bitecek olan acı gurbet hayâtı başlıyordu.
Rodos şövalyelerinin reisi olan Pierre d’Aubusson, daha önce imzaladığı bir senette Cem Sultan’a istediği zaman Rodos’tan ayrılabilme hakkı tanımıştı. Ancak verilen bu sözü çabuk unutuldu. Şehzâde’yi elde tutmakla; sultan Bâyezîd Han’a istedikleri yolda andlaşma yapmaya ve adalarını Osmanlıların fethinden kurtarmaya, aynı zamanda para koparmaya muvaffak olabileceğini umuyordu. Fakat Sultan’ın müdâhalede bulunabileceğini düşünen şövalyeler, Cem’in Rodos’ta kalmasına fazla izin vermediler. Cem Sultan otuz dört gün Rodos’ta kaldıktan sonra, Eylül ayının ilk günü, Fransa’ya gönderilmek üzere üç yüz kişilik maiyyeti ile birlikte yola çıkarıldı. Sıkıntılı geçen deniz yolculuğu kırk altı gün sürdü ve Nis’de karaya çıktı. Şehrin güzelliği dikkatini çekti, gönlünü dindirip, acılarını unutmak için Türkçe, Farsça şiirler yazdı. Bu şiirlerinden birinin bir beyti şöyledir:
Acâib şehr imiş bu şehr-i Nîs’te;
Ki kalur yânına her kim ne itse.
Buradan Chamber ve Rumilly kalelerine nakledildi. Rumilly’de iken Savua dükası birinci Carlo, Cem Sultan’ı şövalyelerin elinden kurtarmaya çalıştı ise de, durumu öğrenen şövalyeler, Cem’i, Puet şatosuna götürdüler.
Kardeşi Cem Sultan’ın Avrupa’ya gitmesi ve hıristiyanların eline geçmesi, ikinci Bâyezid Han’ı çok zor durumda bıraktı. Buna rağmen hânedânın şerefini korumaya dikkat etti. 7 Aralık 1482 günü şövalyelerin reîsi ile bir andlaşma imzaladı. Bu andlaşmaya göre, her senenin 1 Ağustos günü kardeşinin masraflarına karşılık kırk beş bin duka altın ödeyecekti.
Bu sırada Cem, milletlerarası önemli bir mes’ele hâline geldi. Papa, Fransa, Napoli ve Macaristan kralları, Memlûklü sultânı, Venedik doçu; Cem Sultan’ı ele geçirmeye çalışıyorlardı. Memlûklü sultânı Kayıtbay, Cem’i vermesi için Fransa kralı on birinci Louis’e bir milyon duka altını ödeyeceğini bildirdi. Fakat papa, şehzâde’nin ancak Roma’da muhafaza edilebileceğini söyleyerek, yeni bir haçlı seferi için ancak kendisinin Avrupa’yı ayağa kaldırabileceğini söylüyordu. Bu arada Sultan’ın, on birinci Louis’e gönderdiği elçi Hüseyin Bey, Savua’dan geçerken Cem’le görüşmek istedi ise de izin verilmedi. 30 Ağustos 1483 senesinde kral Louis ölünce, Şehzâde’yi muhafaza etmek zorlaştı. Bu durum karşısında şövalyeler, Cem Sultan’ı Sassenape Şatosu’na götürdüler.
Şövalyeler her taraftan gelen tehdîdlerden bıkıp usandıkları için, Şehzâde’yi; yüklü bir para karşılığında, Macaristan kralı Matthius’a teslim etmeye karar verdiler. Bu duruma Venedik şiddetli şekilde karşı çıktı. Avrupa devletleri, Cem’e sâhib olabilmek için birbirleri ile savaşacak kadar ileri gittiler. Sultan Bâyezîd Han, kardeşinin papaya teslim edilmesini istemiyordu. Zîrâ şimdiye kadar düzenlenen bütün haçlı seferleri dâima papanın teşebbüsü ile olmuştu. Sultan, 1488 senesi sonlarında Fransa kralı sekizinci Charles’e, kardeşini hiç bir siyâsî teşebbüse âlet etmeden muhafaza ettiği takdirde, yıllık 50.000 duka altın ödeyecekti. Kral sultan Bâyezîd’in teklifini kabul etmek istedi ise de, şövalyeler 5 Ekim 1488’de Şehzâde’yi teslim etmek için papa ile anlaştılar. Cem Sultan’ın, Alman imparatorluğu’nun eline düşmesi ihtimâli olduğunu fark eden Fransa, bu durumda onun papa tarafından himaye edilmesini kabul etti.
Fransa’dan yola çıkan Cem Sultan ve maiyyeti, Mart 1489’da Roma’ya vardı. Papa sekizinci İnnocent, merasim elbiselerini giymiş vaziyette Vatikan Sarayı’nın kabul salonunda Cem Sultan’ı ayakta karşıladı. Merasimde, Roma’daki elçilerle papanın kardinalleri de hazır bulundular. Daha önce protokol görevlileri, imparatorların bile papanın ayaklarını öptüklerini, kendisinin biraz olsun eğilmesini istediler. Düşman elinde esir olmasına rağmen asalet ve vakarından asla tâviz vermeyen Cem Sultan; “Dediğiniz kimseler papadan mağfiret umdukları için ayaklarını öperlermiş. Hâlbuki ben, mağfireti yalnız Allah’ımdan bekler ve umarım. Bu hususta papaya hiç bir ihtiyâcım yoktur, ölüme razı olurum, dînime ihanet etmem ve ona zarar verecek bir harekette bulunmam. Ben, aranıza ahid ile gelmiş yalnız bir kimseyim. Bunca müddettir beni zulm ile hapsettiniz! Nihayet; “Seni papa davet ediyor” diyerek buraya getirdiniz. Artık bundan sonrasını nasıl isterseniz öyle yapınız” dedi ve doğru papanın yanına gitti. Papa da boynuna sarılarak onu kucaklayıp öptü. Cem’in ikâmetine, sarayın geniş dâirelerinden biri tahsis edildi. Durumu öğrenen sultan Bâyezîd, bir elçi ile kardeşinin bakımı ve masrafları için kırk bin altın gönderdi.
1492 senesi Ağustos ayında Papa innocent’in ölümü ile yerine altıncı Alexander geçti. Papa Alexander, üç yüz bin altın verildiği takdirde Cem’i öldürebileceğini bildirdi. Bâyezîd Han bu teklifi kabul etmedi. Bu durumu öğrenen Fransa kralı sekizinci Charles, İtalya’ya girdi. Papa, Fransız ordusunun üzerine geldiğini öğrendiği zaman, Cem Sultan’ı kendi hazînesinin saklı bulunduğu kaleye hapsetti (1494). Fransa kralı, Roma’yı kuşattı. Bir süre sonra Papa, Fransa kralı ile görüştü. Fransa kralı, Cem Sultan’ı istediğini, sulh şartlarının arasına koydu. Papa, bu isteği kabul etmek mecburiyetinde kaldı.
Fransa kralı sekizinci Charles, Cem Sultan’ı ve maiyyetini alarak, Fransa’ya gitmek üzere 1495 senesi başlarında yola çıktı. Kafile, San Germano şehrine geldiğinde Cem Sultan rahatsızlandı. Bir müddet sonra, hastalık daha da ilerliyerek, yüzü ve boynu şişti. Artık ata binecek hâli kalmadığından sedye ile taşınıyordu. Cem Sultan bu hâlde bile, dâima; “Yâ Rabbî! Eğer bu kâfirler beni bahane edip müslümanlar üzerine yürürlerse, beni o günlere eriştirme, canımı al!” diye duâ ediyordu. Nihayet 25 Şubat 1495 Çarşamba sabahı, şehâdet getirerek ruhunu teslim etti. Cem Sultan o sırada 35 yaşlarında idi.
Cem Sultan’ın hastalık veya zehirlenme neticesinde öldüğüne dâir muhtelif rivayetler vardır. Osmanlı müellifleri genellikle, papa tarafından gönderilen bir berberin zehirli ustura ile şehzâdeyi traş ettiğini ve ölümüne sebeb olduğunu bildirmektedir. Haberin İstanbul’a ulaşmasından sonra, sultan Bâyezîd’in emriyle dükkanlar çarşılar kapatıldı, fakirlere para dağıtıldı. Ülkedeki bütün câmilerde gâib cenaze namazı kılındı.
Cem Sultan’ın ölümü kimseye haber verilmeden, cenazesi, adamlarından kapıcıbaşı Sinân Bey ve Celâl Bey tarafından yıkandı. Sonra kendi tülbendi ile kefenlenip, orada bulunan altı-yedi kişi tarafından cenaze namazı kılındıktan sonra, ölüm haberi çevreye duyuruldu. Na’şı, kurşun bir tabuta konarak sarayın bahçesine defnedildi. Cem Sultan’ın tabutu, 1499 senesi Ocak ayında İstanbul’a getirildi. Bursa’ya götürülerek büyük ağabeyi Mustafa’nın yanına defnedildi.
Cem Sultan, vefât etmeden önce maiyyetindeki beyleri yanına çağırarak bir vasiyyet-nâme hazırlatmıştı. Vasiyyet-nâme şöyle idi: “Allahü teâlânın emri vâki olduğu zaman, haberi kardeşime bildiresiniz. Ne vech ile olursa olsun, benim tabutumu kâfir memleketinde komasın! Ehl-i İslâm memleketine çıkarsın ve bütün borçlarımı ödesin. Annemi, kızım ve diğer yakınlarım ile hizmetimde bulunan adamlarımı himaye eylesin.” Sultan Bâyezîd, kardeşinin bu vasiyyetine uyup, adamlarının her birine me’mûriyet vererek gönüllerini aldı.
Cem Sultan, şâir ve edîb ruhlu bir zât idi. Avrupa’da bulunduğu müddetçe Fâtih Sultan Mehmed’in oğluna yaraşır şekilde hareket edip, herkesin takdir ve sevgisini kazanmıştı. İsmi bütün Avrupa’da şöhret buldu. Cem Sultan uzun boylu, tıknaz, hafif sakallı, vakur ve çevik bir gençti, ölçülü ve ağır davranışlı idi. Sözünün eri, atılgan bir insandı. Fransa kralı sekizinci Charles ile ilk görüşmelerinde yanlarında bulunan Sanuto, Cem Sultan’ın müthiş bir harb adamı olduğunu anlayarak; “Bu Şehzâde’nin Osmanlı tahtına geçmeyişi, hıristiyan âlemi için Allah’ın bir lütfudur” demekten kendini alamamıştır.
Cem Sultan, şiirde Bursalı Ahmed Paşa’nın te’sirinde kalmıştır. Böyle olmakta beraber taklitçi bir şâir değildir. Gurbette bulunduğu senelerde içli şiirler yazmıştır. Şiirlerinin bir kısmında lirizm hâkimdir. Gazellerinde gezdiği memleketlere âid izlerden başka, hacca dâir sık sık îmâlar, hac ıstılahları ile yazılmış mazmunlar vardır. Şiirinde yer yer kendisinden bahseder. Ayrıca; Şeyh, Necâtî ve Nizâmî’nin te’siri de görülür. Farsça’yı çok iyi bilirdi. Zamanına kadar yetişen büyük İran şâirlerini çok iyi tanıyan Cem Sultan, bunlardan istifâde ederek, birçok nazireler de yazmıştır. Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dîvânı vardır.
Cem Sultan, bilim ve san’at adamlarını yanından ayırmadığı için, şâirlerden bir kısmı gurbet hayâtında bile onu yalnız bırakmamışlardır. Yanından ayrılmayan; Sa’dî, Haydar, Sehâî, La’lî, Kandî, Şahidi adlı şâirlere; Cem şâirleri adı verilmiştir. Bunların en tanınmışı Cem Sa’dîsi diye bilinenSa’dî’dir.
Cem Sultan’ın Dîvân’ından bir bölüm aşağıdadır:
Ne-durur Hakk’a toğru varmağa râh
Himem-i lâ-ilâhe illallah
(Hak teâlâya doğruca varmak için yol nedir dersen; lâilâhe illallah kelime-i tevhidinin himmeti olduğunu söylerim.)
Zahm-ı küfre odur şifâ-yı edeb
Merhem-i lâ-ilâhe illallah
(Küfür yarasına devamlı deva da, lâ ilâhe illallah sözünün merhemidir.)
Dil ü cân bağını kılur taze
Şebnem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah kelimesinin şebnemi yâni çiy damlası, gönül ve cân (rûh) ülkesini (bahçesini) taptaze eder.)
Kim olursa olur Huda’ya karîb
Hemdem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhidi ile arkadaşlık eden kim olursa olsun, Allahü teâlâya dâima yakındır.)
Sahn-ı câna safâ virür ise
Kadem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah sözünün devamlılığı cân ülkesine aydınlık ve neş’e verir, safâlar getirir.)
Kangi kalbe yazılsa da pür-nûr
Rakam-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah yazısı hangi kalbe yazılırsa nurlara gark olur.)
İns ü cânn râm ola ele girse
Hatem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah yazılı o mühür hangi ele geçerse insanlar ve cinler, onun kölesi olurlar.)
Uludur on sekiz bin âlem
Alem-i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah bayrağı on sekiz bin âlemden daha yüksektir.)
Toludur cümle âsmân ü zemîn
Ni’âm-i lâ-ilâhe illallah
(Bütün yerler ve gökler lâ ilâhe illallah sözünün nimetleri ile doludur.)
Râh-ı Hakk’a delil olup iledür
Bu Cem’i lâ-ilâhe illallah
(Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhidi, Hak yolunu göstererek, Cem Sultan’ı Allahü teâlâya ulaştırır.)

BENİ O GÜNLERE ERİŞTİRME!..

Papa bir gün Cem Sultan’la sohbet ederken, ona, kendi dîninden ayrı bir memlekete ne için geldiğini sorunca, teessüre kapılan Cem; “Maksadım başka bir memlekete iltica etmek değildi. Rumeli’ye geçebilmek gayesiyle Rodoslulardan yol istedim. Muvâfakatlarını alarak Rodos’a gel’dim. Fakat onlar söz ve yeminlerine sadâkat göstermeyip, beni yolumdan alıkoydular ve bana yedi yıldır hapis hayâtı yaşattılar. Böylece lâyık oldukları nâmerdliklerini gösterdiler. Şimdi ise sizin huzurunuzdayız. Artık Mısır’a gidip ailemle beraber olmaktan başka bir emelim kalmadı” dedi. Papa, Cem Sultan’ın üzüntüsüne iştirak etmiş gibi görünüp onunla birlikte gözyaşı döküp, hakikatte onu âlet ederek Osmanlılar üzerine bir haçlı seferi açmak emelinde olduğundan, Macaristan’a gitmesini tavsiye etti. Bunun üzerine Cem Sultan; “Şimdi ben size uyarak Macaristan’a varacak olursam, Macar askerleri ile birlikte ehl-i İslâm üzerine yürümem îcâb edecektir. Bu takdirde de din düşmanları ile birleştiğim için, İslâm âlimleri benim küfrüme hükmedecektir. Hâlbuki ben dînimi, Osmanlı memleketi için değil, bütün dünyâ saltanatı için bile vermem” dedi. Papa, Şehzâde’nin bir türlü yola gelmediğini ve gelmeyeceğini anlayınca, latince ağır bir cümle kullandı. Cem Sultan’ın aynı dil ile karşılık vermesi, papayı mahcûb etti. Bin bir özür dileyerek ve gönlünü alarak kaldığı yere gönderdi. Cem Sultan bu hâdiseden sonra elini Hahk’a her açtığında; “Yâ Rabbî! Eğer bu din düşmanları, benim varlığımla müslümanların üstüne saldırmaya kalkışacaklarsa, beni o günlere eriştirme ve en kısa zamanda canımı al” diye duâ etmeye başladı.
Cem Sultan, çoğunlukla Roma sokaklarında üzüntülü bir hâlde dolaşır ve rast geldiği fukaraya bol bol sadaka dağıtırdı. Bunu görenler, onun hıristiyanlığa meyyal olduğunu sandılar. Cem Sultan’ın iyilikseverliği, papanın kulağına gitti. Bir sohbet esnasında papa, bu durumu son derece takdir ettiğini söyledi ve Cem Sultan’ı hıristiyanlığa davet ederek; “Eğer bizim dînimize girersen, Mısır’dan oğlunu getirtir, ona kardinallik veririm” dedi. Papa’nın bu teklifinden son derece müteessir olan Cem, gözlerinden acı yaşlar dökerek; “Ben sizden Mısır’a gitmek istedim. Siz bana bâtıl yolu gösteriyorsunuz. İtikâdımca, hak olan, Muhammed aleyhisselâmın dînidir. Bana kardinallik ve papalık değil, bütün dünyânın saltanatını verseler yine dînimden dönmem. Bu gibi teklifler bize sâdece ezâ verir. Eğer size bu cesareti veren, bizim Hıristiyan fukarasına merhamet gösterişimiz ise, biliniz ki bizim dînimizde fukaraya yardım hususunda müslüman ve Hıristiyan ayırımı yapılmaz” cevâbını verdi. Cem Sultan’ın bu sözlerini orada bulunanlar da takdir ettiler. Papa ise, Cem’i kırdığını anlayıp özür diledi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Vâkıât-ı Cem (İstanbul-1330)
 2) Kâmâs-ül-a’lam; cild-3, sh. 1830
 3) Tâc-üt-tevârih; cild-2, sh. 40
 4) Sultan Cem (Ahmed Refik, İstanbul-1924)
 5) Türk Şâirleri; cild-3, sh. 960
 6) Tezkiret-i Latifi; sh. 188
 7) Münşeât-üs-selâtîn; cild-1, sh. 291
 8) Bedâyi-uz-zuhûr; cild-3, sh. 380
 9) Djem Sultan (L, Thuasne; Paris-1892)
10) Şakâyık-ı nu’mâniyye tercümesi; sh. 285
11) Tevârih-i Âl-i Osman (Âşıkpaşazade); sh. 221
12) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh. 658
13) Sultan İkinci Bâyezîd’in Siyâsî Hayâtı; sh. 23
14) Cizyedârzâde Târihi (Ahmed Bahâüddîn, Millî Kütüphâne, Mikrofilm No: 287); vr. 257
15) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-3, Sh. 251
16) Türk Klasikleri; cild-2, sh. 181
17) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 199
18) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-2, sh. 615
19) Sultan Cem (İsmâil H. Ertaylan;İstanbul-1951)
20) Osmanlı Müellifleri; cild-2, sh. 122
21) Resimli Türk Edebiyatı Târihi; cild-1, sh. 45
22) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-1, sh. 357
23) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh. 139