17 Mayıs 2018 Perşembe

KEÇECİZADE FUAT PAŞA


Tanzîmât devri Osmanlı sadrâzam ve devlet adamlarından. Babası şâir Keçecizâde Mehmed İzzet Efendi, annesi Hibetullah Hanım olup, 1814 yılında İstanbul’da doğdu. Çocuk yaşta ilim tahsiline yöneldi. Daha sonra sultan İkinci Mahmûd Han’ın Galata Sarayı’nda kurduğu Mekteb-i tıbbiye-i şâhâne-i askeriyyeye girdi. Mektebde bütün dersler Fransızca verildiğinden, bu dili mükemmel olarak öğrendi. Yirmi iki yaşında hekim yüzbaşı rütbesiyle Tıbbiyeyi bitirdikten sonra, kapdân-ı derya Çengeloğlu Tâhir Paşa’nın maiyyetinde alay tabîbi olarak Trablusgarb’a gitti. Bir müddet tabîblik yaptıktan sonra İstanbul’a dönüp, Tophane ve Bahriye askerlerine doktorluk yaptı. Paris ve Londra elçiliklerinde bulunduğu sırada İskoç masonlarının te’sirinde kalarak masonluğu benimseyen Mustafa Reşîd Paşa’nın dikkatini çeken Mehmed Fuâd, onun teşvikiyle, doktorluk mesleğini terk ederek, siyâsî hayâta atıldı. 1837’de Bâb-ı âlî tercüme kaleminde vazife aldı. Bir müddet sonra hâcegânlık rütbesi verildi. 1838’de Umûr-i Nâfia meclisi ikinci kâtipliğine, 1839’da Bâb-ı âlî mütercim-i evvelliğine tâyin olundu. 1840 yılında Londra sefâreti başkâtipliğine getirildi. Burada kaldığı sırada Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına yönelik Avrupâî fikirlerin te’sirinde kaldı ve üç yıl kadar sonra İstanbul’a döndü. Burada tanıştığı Londra elçisi Âlî Paşa ile dost oldu.
1843’de Madrid, bir yıl sonra da Lizbon muvakkat (geçici) elçiliklerine tâyin edildi. 1845’de Safvet Efendi’nin (Paşa) hâriciye kitabetine nakledilmesi sırasında Dîvân-ı hümâyûn tercümanlığına getirildi. 1846’da rütbe-i ûlâ, sınıf-ı sânî rütbesi verildi. Te’sirinde kaldığı hâmisi Mustafa Reşîd Paşa’nın birinci sadrâzamlığında, 1847’de rütbe-i ûlâ, sınıf-ı evvel rütbesi verilerek Dîvân-ı hümâyûn âmedciliğine tâyin dildi.
Macarların, Avusturya Devleti’ne karşı bağımsızlık faaliyetlerine girişmeleri neticesinde Eflak, Romen birliği fikriyle kaynamaya başlamıştı. Voyvoda Bibeşko da 1848 yılında Kânûn-i esâsî’yi istemeyerek de olsa kabul ettikten dörd gün sonra kaçmak zorunda kaldı. Bu hareket Boğdan’a da sıçrayınca buranın voyvodası Mihâil Sturdza vazîfeden çekilmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu karışıklık esnasında bir ara duruma hâkim olan milliyetçiler, muhtemel bir Rus nüfuzuna karşı, Bâb-i âlî’ye temayül gösterince, Fuâd Paşa 1849’da fevkalâde yetkilerle Bükreş’e komiser olarak gönderildi. Aynı sene içinde Avusturya ve Rusya orduları önünden kaçan Leh ve Macarlar, Osmanlı sınırını geçerek sığınma hakkı istediler. Böylece Osmanlı târihinde; “Mül-tecîler mes’elesi” denilen ve uzun süre devam eden problemlerden biri başladı. Rusya ve Avusturya, mültecilerinin iadesini istedi. Bu esnada sadrâzam olan Reşîd Paşa, İngiliz ve Fransızların teşvîki ile bu isteği reddetti. Zîrâ İngiliz ve Fransızlar Osmanlı Devleti’ni Ruslarla meşgul ederek sömürgelerinde rahat hareket etmek istiyorlardı. Bunun için Reşîd Paşa’ya destek vâdediyorlardı. Ayrıca İngiltere de donanmasını Çanakkale boğazına gönderdi. Fuâd Efendi ise, Bükreş’ten Bâb-ı âlî’ye gönderdiği raporda mültecilerden 36 subayın teslimini tektif etti. Fakat Reşîd Paşa kabul etmedi. Avrupa basınında Osmanlı Devleti’nin bu hareketini tasvîb eden yazılar çıkıyordu. Fuâd Efendi’nin teklifini reddeden Reşîd Paşa, Viyana büyükelçisi Kostaki Bey’i Avusturya imparatoruna; fevkalâde murahhas büyükelçi ünvânı verilen Fuâd Paşayı da, mülteciler mes’elesinin halli için, pâdişâh adına Rus çarına elçi olarak vazifelendirdi. Fuâd Bey Petersburg’a giderek Rus çarı Nikola ile başbaşa görüştü. Bu durum Avrupa basınında yazılınca Fuâd Efendi meşhur oldu. Aynı sene içinde bâlâ rütbesiyle sadâret müsteşarlığına getirildi. 1850’de İstanbul’a geldi. İmtiyaz nişanı verijerek Encümen-i dânişin teşkilinde dahilî âzâlığa tâyin edildi. Bursa’ya dinlenmeye gittiklerinde, Cevdet Paşa ile birlikte Kayâid-i Osmaniye kitabını yazdı. Aynı sene İstanbul’da İngiliz sefiri olan Lord Rading, Mustafa Reşîd Paşa ve adamlarının da desteğiyle Galata civarında İskoç locasına bağlı bir mason locası kurdurdu. Bunu fırsat bilen Fransızlar da derhal harekete geçerek Beyoğlu’nda bir mason locası kurdular. Fuâd Paşa ve Alî Paşa bu Fransız mason locasına girdiler. Fuâd Paşa, 1852 senesinde me’mûriyet-i mahsûsa ile Mısır’a Kavalalılar arasında çıkan miras mes’elesini hâlletmek üzere gönderildi. Gayr-i müslimlerle müslümanları eşit sayan, Mustafa Reşîd Paşa ve adamlarınca hazırlanarak ilân ettirilen Tanzîmât fermanını da beraberinde götürdü. Tanzîmât fermanının halkın önünde açıkça okunmasının, Mısır’da karışıklığa sebeb olacağını düşünen Abbâs Hilmi Paşa, fermanı, vilâyet dâiresinde bulunan me’mûr ve ileri gelenlerin huzurunda okuttu. Fuâd Efendi, fermanı okunmuş kabul etti ve Abbâs Hilmi Paşa’ya, Bâb-ı âlî’ye hitaben bağlılığını bildiren bir mektup yazdırıp, hazîneye konmak üzere kırk bin altın ve Mısır’ın senelik vergisini 80 bin altına çıkararak İstanbul’a döndü ve bu mektubu, büyük bir hediye gibi, Mustafa Reşîd Paşa’ya takdim etti. Mısır’dan elde ettiği bu gelirlere karşılık da Abbâs Hilmi Paşa’ya hayât boyu Mısır vâliliği imtiyazı verdi. Verilen bu imtiyaz neredeyse Mısır’ın istiklâli demekti. Böylece Mısır’ın Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmasına zemin hazırlanıyordu. Abbâs Hilmi Paşa’nın vazîfeden alınmasını isteyen Mustafa Reşîd Paşa, asıl maksadına kavuşamayınca, Cevdet Paşa’nın bildirdiğine göre Abbâs Paşa’dan bin altın hediye alan Fuâd Efendi’ye kırılıp, gün geçtikçe araları açıldı. Mustafa Reşîd Paşa’ya karşı olan Âlî Paşa ile beraber hareket eden Fuâd Efendi, Mustafa Reşîd Paşa’ya karşı cephe meydana getirmeye çalıştı. Serasker Rüşdî Paşa’nın da Fuâd ve Âlî Paşa tarafında yer almasıyla, Mustafa Reşîd Paşa tarafı iktidar kavgasında zayıf kaldı.
Fuâd Efendi, 1852’de Mısır’dan dönünce, hâriciye nezâretine tâyin olundu. Bu vazifesi esnâsında Kudüs’te makâmât-ı mukaddese mes’elesi ortaya çıktı. Bu mes’elenin esas noktası şöyle idi: Kudüs müslümanlarca olduğu gibi, hıristiyanlarca da mukaddes idi. Burayı ziyaret eden hıristiyan, hıristiyan hacısı kabul edilirdi. Buradaki dînî âyinleri Yavuz Sultan Selîm’den itibaren pâdişâhın tâyin ettiği bir hıristiyan din adamı idare ederdi. Bu din adamı daha ziyâde Ortodoks olurdu. Zîrâ Osmanlı Devleti Ortodoksların yanında yer alarak, katolik ve protestan Avrupa’ya karşı onları kullanırdı. Böylece muhtemel bir Avrupa birliğinin önüne geçilirdi.
Dördüncü Murâd devrinde, haçlı seferlerinden beri katolik rahiplerin hizmet ettikleri bâzı kiliselerden, bu hizmetler alınarak pâdişâhın sözlü bir emri ile Ortodokslara verildi. 19. asırda imparator olan üçüncü Napoleon, Fransa’nın emperyalist prestijini artırmak için katoliklerin hâmiliğini iddia etmeye başladı. Bu arada İngiltere de Protestanların Kudüs’de temsil edilmediğini iddia ederek, Reşîd Paşa vasıtasıyla burada bir kilise yaptırdılar. Fuâd Efendi de Fransızlara bâzı vâdlerde bulundu. Îsâ aleyhisselâmın doğduğu Beyt-ül-lahm mağarasında katoliklere bir dolap yaptırma izni verdi ve Beyt-ül-lahm kilisesine âit kapı anahtarının latinlere verileceğinden bahsetti. Hâlbuki önceden, Rus çarına gönderilen bir nâme-i hümâyûnda mevcûd statünün muhafaza edileceği bildirilmişti. Fuâd Efendi’nin bu hareketi, Ortodoksların hâmiliğini iddia eden Ruslarla Osmanlı devleti arasındaki münâsebetleri gergin bir safhaya getirdi. Rus çarı, daha önce Bâb-ı âlî’nin kendisine yaptığı gibi, Rus prensi Mençikofu fevkalâde elçi olarak İstanbul’a gönderdi.
Rus prensi Mençikof’un usûle aykırı şekilde hâriciye nâzırını ziyaret etmeden sadrâzamı ziyaret etmesi, Fuâd Paşa’nın 1853’de hâriciye nâzırlığından istifa etmesine yol açtı.
Fuâd Paşa’nın Makâmât-ı mukaddese mes’elesinde Fransa tarafını tutması Rus savaşının sebeblerinden biri oldu ve neticede Kırım savaşı çıktı.
Osmanlı Devleti’nin Kırım harbiyle meşgul olduğu sırada Yunanlılar isyân ettiler. Bir sene açıkta kalan Fuâd Paşa bir ordu kumandanına verilen selâhiyetlerle donatılarak hâdiseleri bastırmak için 1854’de Yanya ve Tırhala’yâ gönderildi. Bu vazifeyi kanlı bir şekilde yerine getirdi ve yeni kurulan Meclis-i âlî-i tanzîmât’a âzâ tâyin edildi. Âlî Paşa’nın ikinci defa sadrâzam olması üzerine, 1855’de Fuâd Efendi vezirlik rütbesiyle ikinci defa hâriciye nâzırlığına getirildi. Böylece Paşa oldu. 1856’da Âlî Paşa’nın sadâretten azl edilip, Mustafa Reşîd Paşa’nın sadârete getirilmesi üzerine, Fuâd Paşada hâriciye nâzırlığından istifa etti. Mustafa Reşîd Paşa, Âlî ve Fuâd paşalara yeni hükümette vazîfe vermek istediyse de kabul etmediler. Mecâlis-i âliyyeye me’mûr edilen Fuâd Paşa, 1857’de Meclis-i âlî-i tanzîmât reisliğine getirildi. 1858’de Âlî Paşa’nın tekrar sadârete getirilmesi üzerine, üçüncü defa hâriciye nâzırlığına tâyin edildi. Aynı yıl içinde Eflâk ve Boğdan’ın yeni idaresini kararlaştırmak için toplanan Paris kongresine murahhas olarak katıldı.
1856’da îlân edilen Islâhat fermanına tepki olarak ortaya çıkan Şam’daki müslümanlarla hıristiyanların kavgası üzerine; katolikle’rin hâmiliğini iddia eden Fransa, hıristiyanları korumak bahanesiyle Suriye üzerine asker sevk etti. Bunun üzerine Fuâd Paşa, 1860’da Suriye’ye fevkalâde me’mur ve murahhas tâyin edildi. Dış politikada Fransız tarafdârı olan Fuâd Paşa, Fransız askerinin müdâhalesine meydan vermemek için şiddetli tedbirlere başvurdu. Fransa’ya yaranmak için Arabistan ordusu müşiri ve Şam vâlisi olup bu vak’anın zuhur edeceğini defalarca Bâb-ı âlî’ye bildiren, fakat kulak arkası edilip, iki ay görevden el çektirilen ve askerinin bir kısmı da başka yere nakledilip, adetâ cezalandırılmak istenen Müşir Ahmed Paşa’yı vazîfeden uzaklaştırarak, maiyyetindeki 61 sivil ve 111 askeri ile birlikte kurşuna dizdirdi. Bir çok kimseyi sürgün ve habsettirdi.
Hıristiyan ahâli Tanzîmât ve Islâhat fermanlarına göre kânun önünde eşit oldukları hâlde, onlara hafif cezalar verdi. Hattâ hazîneden Mârûnîlere 750.000 altın dağıttı. Burada bulunduğu sırada Ziya Paşa’nın; “Âlî Paşa, Fuâd Paşa’yı emin sanıp, göndermiş ve orada yedi-sekiz yüz bin kese para çalacağı besbelli hatırına gelmemiş idi” dediği gibi mâlî yolsuzlukta bulundu. Fuâd Paşa’nın daha sonra iki oğlunun birden ölmesi ve iki konağının arka arkaya yanması, burada döktüğü müslüman kanının bedeli olduğu İstanbul’da, halk arasında konuşuldu.
Fuâd Paşa Suriye’de iken Abdülmecîd Han vefât edip yerine Abdülazîz Han pâdişâh oldu. 1861’de Meclis-i Vâlâ-yı ahkâm-ı adliyye ile Meclis-i âlî-i tanzîmât 1861’de birleştirilerek reisliğine Fuâd Paşa tâyin edildi. Aynı sene içinde dördüncü defa hâriciye nezâretine, kısa bir müddet sonra da sadâret makamına getirildi. Daha önceki devirlerde bozulmaya başlayan mâlî durum, onun zamanında gittikçe kötüleşti. Rumeli’nde artan milliyetçilik hareketlerinde pasif kaldığı için 14 ay kadar yapabildiği sadâretten 1862 yılı sonlarında istifa etti. Arkadaşları Âlî Paşa, Kâmil ve Rüşdî paşalar da sultan Abdülazîz Han’ı müşkil durumda bırakıp istediklerini yaptırmak maksadıyla topluca istifa ettiler. Fakat fikirlerinde ısrarlı olamayan, koltuk ve makam hırsından başka bir şey düşünmeyen bu paşalar kısa bir müddet sonra pâdişâhın teklif ettiği vazifeleri kabul etmek zorunda kaldılar. Bu sırada Fuâd Paşa Meclis-i vâlâ reisliğini kabul etti. Sultan Abdülazîz Han’ın 1863’deki Mısır ziyaretine katıldı. Bu sırada Meclis-i vâlâ reisliğinden seraskerliğe nakledildi. Bu göreve bir sivilin getirilmesi hiç görülmediğinden, Osmanlı târihinde bir istisna teşkîl etti. Sultan Abdülazîz Han’ın Mısır seyahatinde yanından ayrılmayarak yakınlığını kazandı.
İstanbul’a dönünce de Osmanlı târihinde ilk olarak yâver-i ekrem ünvânını aldı. Aradan bir ay geçmeden de seraskerlik uhdesinde kalmak üzere ikinci defa sadrâzam oldu. 1866 yılına kadar bu vazifede kaldı. Sadâceti esnâsında Âlî Paşa ile beraber Mısır vâlisi İsmâil Paşa’ya yeni imtiyazlar ve selâhiyetler vererek, vâlilik ünvânını hidivliğe çevirdi. İsmâil Paşa, İstanbul’a Fuâd ve Âlî paşalara külçe külçe altın göndererek bu imtiyazları elde ettiği gibi her istediğini yaptırdı. Hidivliğin sâdece İsmâil Paşa’nın evlâdına tahsisi için ferman çıkarttıran Fuâd Paşa, hidivliğe vâris olması gereken Mustafa Fâzıl ve Halîm paşaların kırılmalarına sebeb oldu. Avrupa’ya giderek meşrutiyetçi fikirleri savunan Yeni Osmanlılarla (Jön Türkler) münâsebet kuran ve onları destekleyen Mustafa Fâzıl Paşa; Fuâd Paşa ile diğer tanzîmâtçılar aleyhinde neşriyat yaptı. Böylece hükümete ve Pâdişâh’a karşı çıkmasına, senelerce devletin başının ağrımasına sebeb oldular.
Fuâd Paşa, 1866 yılında sadâretten ve seraskerlikten ayrıldı. Bir buçuk ay kadar açıkda kaldıktan sonra, Rüşdî Paşa’nın istifası üzerine sadrâzam olan Âlî Paşa’nın ısrarı ile 1867 yılında beşinci defa hâriciye nezâretine tâyin olundu. Sultan Abdülazîz Han’ın Avrupa seyahatine hâriciye nâzırı olarak katıldı. Dönüşte sadâret kâim-i makâmlığı vazifesi de verildi. Seyahatten dönüşte Yakacık’a giderek Yûsuf Kâmil Paşa’nın köşkünde istirahat etti. O sırada Bâyezîd’de inşâ ettirmekte olduğu konağın, mâliye dâiresi olarak kullanılması üzerine, kâim-i makâmlıktan ve hâriciye nezâretinden istifa etti. Daha önceden tutulmuş olduğu romatizmanın kalb hastalığına çevirmesi üzerine, doktorların tavsiyesiyle Fransa’nın Nice (Nis) şehrine gitti. 1868’de orada öldü. Cenazesi Paris sefaretinde bulunan Tahsin Efendi tarafından yıkandı ve kefenlendi.
Fransa’da şatafatlı bir cenaze merasimi yapılarak, cenazesi bir Fransız gemisiyle İstanbul’a getirildi. İstanbul’da da büyük bir cenaze merasimi yapılarak Üçler Câmii civarındaki türbesine defnedildi.
Cevdet Paşa Mârûzat’da; “Fuâd Paşa’nın cenazesi Derseâdet’e (İstanbul) getirilip müheyya olan türbesine götürülürken, sanki bir alafranga alay gibi herkes gülüyordu. Lâkin o sırada “Allah taksiratını affetsin” diyenler çok idi. Rahmet ile yâd edenler de var idi” diyerek onun; ölümü esnasında müslümanların sevindiklerini ifâde etmiştir.
Bir muhalif şâir de şu kıt’ayı söyledi:
Şer’in ahkâmını fesh etmeği etdikçe murâd
Gadab-ı Hak ile makhûr olur elbette Fuâd
Âteş-i zulm ile yandıkça hemân kalb-i ibâd
Tutuşup yandı bu şeb hâne-i berbâd-ı Fuâd.
Mustafa Reşîd Paşa’nın yetiştirmesi olan Fuâd Paşa Fransız politikası tarafdârı idi. Sadrâzamlığı sırasında pâdişâhın emirlerine karşı geldiği için vazifeden alınmıştı. Volterci fikirlere sâhib olup İslâmî meziyetlerden uzaktı. Sadrâzam ve serasker iken bir Ramazan günü Bâyezîd Câmii’ne namaz kılmaya gitmişti. Cemâatin kalabalık olması sebebiyle avluda kalmıştı. Namaza duracağı vakit geride duran yaverlerine namaz kılmalarını söyledi. Onların; “Abdestimiz yok” demeleri üzerine de; dînî konulardaki gevşeklik ve kayıtsızlığını ortaya koyarak “Kimin abdesti var ki” diyerek imâma uydu. Cemâatle namaz kıldı.
Kaht-ı rical devrinde iş yaptırmak mecburiyetinde kalan pâdişâh tarafından çeşitli madalya nişan ve makamlar verilen Fuâd Paşa, nâmûs ve iffet konusunda da kayıtsızdı. Bu hususta Cevdet Paşa Mârûzât’da şunları bildiriyor: “Fuâd Paşa, o mertebe kayıdsız idi ki familyasının (ailesinin) kayıtsızlığını bildiği hâlde iğmaz-ı âyn eyler (göz yumar) idi. Çünkü zevcesi hanım efendinin pederi Ahmed Efendi, Nusayri taifesinden olup, Nusayrîlerde ise hamiyyet ve ırz dâiyeleri (mefhumu) olmadığından; hanımının kayıtsızlığı pederinden mevrûs (mîrâs) idi...”
“Avrupa kültürüyle yetişmiş olan Fuâd Paşa, daha çok Fransa’nın politikası doğrultusunda hareket ederdi: Bir defasında Fransız sefîrine; “Siz suflörlük ediniz, fakat sahneyi ve rollerin ibrasını; bize bırakın” demiştir. Başka bir zamanda da; “Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan diğeri aşağıdan gelir. Bizde aşağıdân gelen bir kuvvet olmadığı için yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız ki o da sefaretlerdir” dediği o zamanki İbretgazetesinde iddia edilmiştir.
Gayet açık sözlü ve hazır cevaplı bir kimse idi. Bir gün diplomatlar toplantısında Avrupa devletlerinin kuvvet ve kudretinden bahs olunduğu sırada Fuâd Paşa; “En kuvvetli devlet Osmanlı Devleti’dir. Siz dışarıdan biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz yine yıkamıyoruz” demişti.
Fuâd Paşa ileriyi görmeden, acele iş yapar, gayesine ulaşmak için en kısa yoldan yürürdü. Gideceği yolu önceden tesbit etmediği ve pürüzlerini ayıklamadığı için ayağı kaydığı olurdu. En son söyleyeceğini en önce söylediği için de çevresindekilerin düşmanlığını kazanırdı. Sultan Abdülazîz Han bir gün kendisiyle Âlî ve Mütercim Rüşdî paşalar arasında ne fark olduğunu sorunca; “Üçümüz bir ırmak kenarına indiğimiz zaman, karşı tarafa geçmek için bir köprü kurulsa ben hemen atılır yürür geçerim; Âlî Paşa köprünün sağlam olup olmadığını yoklar ve geçit arar. Rüşdî Paşa’ya gelince, o, bir alay asker geçmeyince köprüye ayak bile basmaz” diyerek kendi aceleci kişiliğini ortaya koymuştur.

FUÂD PAŞA’NIN VEFÂTI (ÖLÜMÜ)

Londra’da Yeni Osmanlılar cemiyeti tarafından haftada bir yayınlanan Hürriyet gazetesinin 10 Zilkade 1285 (22 Şubat 1869) tarihli 35. sayısında Fuâd Paşa’nın vefâtı şu şekilde verilmiştir:
Hâriciye nâzırı Fuâd Paşa mübtelâ olduğu illet-i füâdıyeden (kalb hastalığından) dolayı mevsim-i şitâyı (kış mevsimini) İtalya’da geçirmek üzere bir-iki mâhdan (aydan) beri Nis şehrinde bast-ı firâş-ı ikâmet etmekte (yatmakta) iken; “Her nerede olursanız olunuz, ölüm size ulaşır velev ki muhkem kalede olunuz”mealindeki Nisa sûresi 78. âyet-i kerîmesinin hükm-i ezelîsi îcâbınca geçen şehr-i şevvalin (şevval ayının) yirmi dokuzuncu Perşembe günü tekmîl-i enfâs-ı ma’dûde-i hayât (hayâtın sayılı nefeslerini tamam) eylemiştir.
O aralık Nis’te bulunan bir zâtın tarafımıza yazdığı tafsilâta nazaran müteveffâ-yı müşârün ileyh (kendisine işaret olunan meyyit yâni Fuâd Paşa) Nis’e azimet iderken (gelirken), Roma’ya uğrayıp Papa hazretleriyle görüşmüş mu’tâd üzere (âdet üzere) duâsını almış olduğundan, bu kere vefâtı vukuunda Nis şehri patriği müşârün ileyhin (Fuâd Paşa’nın) katolik âyini üzere defnolunmasını ve kendisi ma’rûf ve mu’teber ve husûsiyle Papa’nın enfâs-ı müteberrikasına (mübarek nefeslerine) mazhar olduğundan, kilisece mu’tâd olan usül-i ihtirâmiyyenin hakkında tamamen icrası teşebbüsüne kıyam idüp İstanbul’dan tedâvî içün beraber gelmiş olan Horasancızâde akdemce (önceden) bâzı bahane ile savuşub gitdiği ve yanında bulunanların içinde söz anlar kimse bulunmadığı cihetle patriğin bu hareketine karşı cevâb verilmeyerek fakat Paris sefiri Cemîl Paşa’nın vürûduna (gelmesine) kadar tehirine (beklenilmesine) karar verilmiş, sefir müşârün ileyhe (sefire) serîan (acele) telgraf yazılıb ânın vürûdunda,(gelmesinde) müteveffa’nın (Fuâd Paşa’nın) İstanbul’da defnolunmak üzere vasiyyet-i mahsûsası (husûsi vasiyeti) olup, nâ’şı oraya nakl olunacağından, kilise âyininin buraca icrasına lüzum olmadığı ma’zereti serd olunmuş (ileri sürülmüş) ise de patrikin ziyâde’siyle ısrarı ve bu işte devletçe politikaya binüp şayet Fransa Devleti’nin kızgınlığını müeddî olur (sebeb olur) telâşı ile fakat (sâdece) meyyitin üzerine yatağında usûl-i mu’tâdenin (âdet olan usûllerin) icrâsıyla iktifa olunması suretine patrîkin muvafakati istihsâl edilmiş (alınmış) müteveffânın (Fuâd Paşa’nın) hâl-i intizârında (vefât ânında) dahi yanında İslâmdan kimse bulunmayıp ve kendisi takarrüb-i hatimesini (son nefesinin yaklaştığını) bilemeyip Fransızca söyleşerek teslîm-i ruh eylemiştir.
Müşârün ileyhin (Fuâd Paşa’nın) i’tikâdı hakkında acâyib acâyib rivayetler var idi. Hele millet-i İslâmiyye ve Ümmet-i Osmâniyye anın yüzünden pek çok rahnelere (zararlara) uğradı. Mamafih biz yine; “Ölülerinizi hayırla zikrediniz” tenbih-i celîline (hadîs-i şerifine) ittibâ ederek (uyarak) fetânet-i zâtiyye ve nezâket-i muamele gibi hasenatını ihtar ve “Huda mazhar-ı gufran eyleye” duâsını tekrar ile beraber hitâm-ı hayâtına (hayâtının son bulmasına) müteallik olarak bâlâda (yukarıda) ihbar olunan (haber verilen) vukuatın zuhura (olayların meydana) gelmesinden dolayı beyân-ı teessüf ederiz (üzüntülerimizi belirtiriz).
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Son Sadrâzamlar; cild-1, sh. 149
 2) Mâruzât; sh. 2 v.d.
 3) Târih Musâhebeleri;
 4) Rehber Ansiklopedisi; cild-6, sh. 91
 5) Târih Konuşmaları; sh. 68
 6) Tezâkir
 7) Keçecizâde Fuâd Paşa (Y. Öztuna, Ankara-1988)
 8) Ricâl-i mühimme-i Siyâsiyye; sh. 143
 9) Muharrerât-ı nâdire; sh. 74
 10) Târih-i Lütfî; cild-8, sh. 138
11) Vesâyik-ut-târihiyye ve siyâsiyye; sh. 68