17 Mayıs 2018 Perşembe

KOSOVA MEYDAN MUHAREBELERİ


Kosova’da, Osmanlıların büyük haçlı kuvvetlerine karşı kazandıkları iki büyük zafer. İlki, 1389 yılında birinci Murâd Han, ikincisi 1448’de sultan İkinci Murâd Han devrinde yapıldı.
Sultan birinci Murâd Han’ın Anadolu beyliklerinden en kudretlisi olan Karamanoğlunu’da mağlûb ederek itaat altına alması üzerine, Anadolu’da Osmanlı Devleti’nin kudret ve kuvveti artmış ve devlet bütün gücünü Rumeli üzerine çevirmişti. Bu durum Avrupa devletlerini telaşlandırdı. Nitekim Osmanlılara tek başlarına karşı koyamıyacaklarını anlayan bu devletler, anlaşarak birlikte harekete karar verdiler. Bu ittifaka, Sırp kralı Lazar ile Bosna kralı Tvartko ve Arnavud prensi Jorj Kastriyota önayak oldular. Küçük bâzı Sırp prensleri ile Bulgarlar ve Ulah (Eflak)’lar da muhârebeye katılacaklarına dâir bunlara söz verdiler.
Sultan Murâd Han, bu ittifaktan ve aleyhine harekete geçileceğinden casusları vasıtasıyla haberdâr oldu. Gerekli tedbirleri yerinde ve zamanında almak suretiyle, düşmanın dikkatini çekmede plânlı bir şekilde harbe hazırlandı. İslâm’ın yayılması, vatanını müdâfaa ve müslümanları şânını yükseltmek niyetiyle, haçlı ittifakına karşı Anadolu beyliklerinden yardımcı kuvvetler isteyerek, gönüllüleri davet eyledi.
Bu arada ittifaka girdiğini gizli tutan Bulgarları, müttefiklerle birleşmesine fırsat vermeden harb dışı bırakmayı tasarladı ve 1388’de vezîriâzam Çandarlızâde Ali Paşa kumandasında, otuz bin kişilik kuvvet gönderdi. Sırpların Bulgarlara yardım ihtimâlini gözönüne alan Ali Paşa, sür’atle hareket ederek doğuda Nadir geçidinden Balkanları aşarak Provadi, Şumnu ve Bulgar krallığının merkezi olan Tırnova’yı aldı. Sonra Tuna boyuna yürüyerek Ulahların nüfuzu altına girmiş olan Silis’tre ve Niğbolu’yu fethetti. Bu suretle Çandarlızâde, yapmış olduğu serî hareketle Bulgar kralı Şişman’ı dize getirerek, kralın Balkan ittifakına girmesini ve Osmanlı kuvvetlerini ansızın vurmasını önledi: Bu arada Kara Tîmûrtaş Paşa’nın oğlu Yahşî Bey, Sırp topraklarını vurmak istedi ise de sultan Murâd, bütün kuvvetlerin kendi kumandasında toplanmasını emretmiş olduğundan, Sırbistan akını terkedildi.

Birinci Kosova Meydan Muhârebesi

Türkleri, Balkanlardan atmak için hazırlanan ittifaka karşı bütün hazırlıklarını tamamlayan sultan Murâd Han, Anadolu’daki arazisinin muhafazası için beylerinden beş kişiyi bıraktıktan sonra Rumeli’ye geçti. Bu sırada bir müddet evvel hacca giden tecrübeli akıncı kumandanı Gâzi Evrenos Bey’in gelerek orduya iltihak etmesi, Türk kuvvetlerinin maneviyâtının artmasına sebeb oldu. Bundan sonra Osmanlı ordusu Sofya, Köstendil ve Kratova yoluyla düşman kuvvetlerine doğru harekete geçti. Daha yolda Sırp elçisi gelerek meydan okuyup muhârebeye hazır olduklarını bildirdi. Hakikatte elçinin geliş sebebi, Osmanlı ordusunun vaziyetini öğrenmekti. Bu son mevkide (Sultan tepesi) toplanan harp meclisinde sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr, kumandanlarıyla istişare ederek harbin nerede ve nasıl yapılması gerektiği hakkında fikirlerini sordu. Önce, içlerinde en çok harplere katılan babası sultan Orhan Gâzi’nin silâh arkadaşı mücâhid gâzî Evrenos Bey’e; “Ey babam yoldaşı Gâzi Evrenos! Sen, bunca cenklere katılmış birisin. Bunlarla ne şekilde ceng etmelidir?” diye sordu. Evrenos Bey; “Sultânım! Evrenos, hakir bir kulunuzdur. Pâdişâhının huzurunda söze karışmak haddine düşmez. Askere kumanda etmesini hünkârımız cümlemizden âlâ bilür” diye cevap verdi. Sultan Murâd Han; “Beylerim! Hak teâlânın ihsân ve yardımlarıyla pek çok muhârebelere katıldım. Pek çoğunu muzaffer bitirmek nasîb oldu. Fakat bu gazâ diğerlerine benzemez. İstişare etmekte bereket vardır ve bu, Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesidir. Cümlemiz birlikte karar verip, gönül birleştirmek gerek. Beyim Evrenos! Hayli zamandır bu illerde cihâd eyledin. Düşmanın hâl ve hareket tarzını cümlemizden iyi bilirsin. Senin fikrin nicedir? Ketum olma, söyle!” dedi. Sultan’ın bu emri üzerine Gâzi Evrenos Bey; “Şevketlu Sultân’ım! Ben kuluna öyle geliyorki, Allahü teâlâya tevekkül ederek her şeyden önce muhârebe meydanına varmalı ve ordumuzu harp meydanının en münâsip yerine yerleştirmeli. Evvelâ düşmanın üzerimize gelmesini beklemeli. Zırhlara bürünmüş düşmana önce biz hamle edersek çok zâyiât veririz ve onların saflarını bozamayız. Saftan ayrılanlarla harb etmek kolay olur. Onlar yerlerinden ayrılıp dağılarak üzerimize hücum, ettiklerinde, aralarına girmeli, toplanmalarına fırsat vermemeli. Kulunuzun âcizane fikri budur Sultân’ım” diye cevap verdi. Bu fikri, orada bulunan Yahşî Bey, Tîmûrtaş Paşa, vezîriâzam Ali Paşa, şehzâde Yıldırım Bâyezîd ve diğer paşalar pek beğendiler. Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr da bu plânı yerinde buldu ve Sırp despotu Lazar’ın merkezi Priştine’ye doğru yürüdü. Düşman toprakları üzerinde yapılan bu yürüyüş günlerce sürdüğü hâlde, en küçük bir yağma ve tahribata yer verilmediğini Sırp kaynakları haber vermektedir. Gerçekten bu hareket İslâm’ı hıristiyanlara çok iyi tanıttı. İslâmiyet hakkında bilgileri olmayan halk, Türklerin korkusundan yardıma çağırdıkları kendi dindaşlarından çok çektiklerinden ve zulüm gördüklerinden bu davranışlar karşısında hayrete düştü. İdarecilerinin zulüm ve baskısından bıktıkları için bundan sonraki senelerde Türk İdaresini sevip arzu ve istekle beklediler.
Kosova sahrasına gelindiğinde düşmanla karşılaşılınca sultan Murâd derhâl harbe girişilmesini söyledi ise de Evrenos Bey havanın sıcak ve askerin yorgunluğu sebebi ile harbin ertesi güne bırakılmasını arzu ettiğinden öyle yapıldı.
Osmanlıların Balkanlardaki durumunu tâyin edecek olan bu muhârebede başkumandan olan sultan Murâd Han, âdet üzere ordu merkezinde bulunuyordu. Ordunun sağ kotuna Kütahya ve Hamid sancakbeyi şehzâde Bâyezîd kumandasında, Rumeli beylerbeyi Kara Tîmûrtaş Paşa ile Evrenos Bey ve diğer tecrübeli beyler, sol kola Karesi sancak beyi Yâkub Bey kumandasında olarak Anadolu beylerbeyi Saruca Paşa ile Kastamonu, Germiyan, Hamid, Teke, Menteşe ve Aydın kuvvetleri konuldu.
Merkez kuvvetlerinin önünde yeniçeriler ve onların önünde toplar vardı. Bu arada Evrenos Bey’in tavsiyesiyle ordunun sağ ve sol kanadlarının önüne biner okçu kondu. Sağ cenah okçu kumandanı Hamidoğlu Malkoç Bey ve sol kol okçu kumandanı da Hamidoğlu’nun oğlu Mustafa Bey idi. Veziriazam Ali Paşa pâdişâhın yanında bulunuyordu.
Haçlı ordusunun merkezinde bulunan Sırp despotu Lazar, birliklere komuta ediyordu. Sağ kolda Lazar’ın yeğeni ve dâmâdı Brankoviç, sol kolda ise Bosna kralı Tvartko’nun kuvvetleri vardı. Düşman kuvvetleri Sırp, Bosna, Macar, Ulah, Arnavud, Leh ve Çeklerden meydana gelip, mevcudu Osmanlı kuvvetlerinden fazlaydı. Bâzı rivayetlere göre bu ordu, 100, kimisine göre de 150 bin civarında idi.
Sultan, düşman kumandanına bir elçi hey’eti gönderdi. Hey’et, elçilik bayrağı ile ilerleyip kâfir komutanlarıyla görüştü. Onları İslâmiyet’e davet eyledi. Red cevâbı alınca, boş yere kan dökülmemesini, Osmanlı sultânının emrine girip cizye, harac vererek canlarını kurtarmalarını, yoksa bu işi kılıçların hâlledeceğini bildirdi. Fakat, Osmanlı sultânının bu merhametli dileğini red eden haçlı kumandanları, bu hareketle Osmanlının korktuğunu zannetti. Elçi hey’eti de geri döndü.
9 Ağustos günü ordusunu yeniden gözden geçiren sultan Murâd; “Yiğitlerim! Gâzilerim! Beğlerim! Bugün, gayret günüdür. Erlik zamanı, mertlik demidir. Bunca zaman Osmanlı hânedânı sizinle iftihar etmiştir. Şimdi dahî sizden, cihânı tutan şân ve şöhretinizi gösterecek merdâne hareketler bekler.
Erlerim! Alperenlerim! Beğlerim! Gâzilerim! Benim ile beraber hep birlikte tekbîr getirip küffâra saldırınız! Cenâb-ı Hak muininiz olsun!...” diyerek onları savaşa teşvik etti.
Muhârebe 9 Ağustos 1389 günü haçlıların top atışıyla başladı. Bu esnada Osmanlı ordusunun sol kolu sarsılır gibi oldu. Fakat şehzâde Bâyezîd’in bu kola yardımı ve düşman saflarını yarması, tehlikeyi uzaklaştırdı. Türk ordusunun kahramanlığı ve harp plânının mükemmelliği ve muvaffakiyetle tatbiki netîcesinde, güçlü haçlı ordusu, sekiz saat içerisinde bozuldu. Sağ kalan haçlı kuvvetleri geri çekilip, çâreyi kaçmakta buldular. Muhârebenin kazanılmasında ve düşmanın imha ve tâkib edilmesinde, şehzâde Bâyezîd’in büyük rolü oldu. Haçlı kumandanı Lazar, oğlu ve yüksek rütbeli kumandanlar ile maiyyetleri esir edildiler. Murâd Han, zaferden sonra cenâb-ı Hakk’a şükrederek muhârebe meydanında dolaşırken, Miloş Obiliş adında yaralı bir Sırp asilzadesi tarafından hançerlenerek şehîd edildi. Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr’ın şehâdetinden önceki vasiyyeti üzerine şehzâde Bâyezîd Osmanlı sultânı oldu. Sultan Murâd Han’ın şehîd edilmesi üzerine Despot Lazar ve oğlu orada öldürüldüler. Kosova zaferi netîcesinde; Osmanlı Devleti Balkanlara kesin olarak yerleşti ve Sırp krallığı yıkılarak, Sırbistan, Türk hâkimiyetine geçti. Bölgeye, Türk ve İslâm nüfûsu iskân edilerek bu hâkimiyet pekiştirildi.

İkinci Kosova Meydan Muhârebesi

İkinci Kosova meydan muhârebesi, Osmanlı Devleti’nin siyâsî ve askerî târihinde çok önemli yeri olan birinci Kosova (1389), Niğbolu (1396), Varna (1444) ve daha bir çok muhârebeleri de İhtiva eden bir savaş zincirinin son halkasıdır. Osmanlıların Avrupa’daki ilerleyişini durdurmak için, hıristiyan devlet ve milletler her mağlûbiyetin ardından yeni ittifaklar kuruyorlardı. Bilhassa Büyük Macaristan İmparatorluğu’nu kurmayı gaye edinen Jan Hunyad her fırsatta Osmanlılara karşı haçlı seferi işini üzerine alıyordu.
Nitekim Osmanlı sultânı ikinci Murâd Han (1421-1451) devrinde, 1444’deki Varna mağlûbiyetinin öcünü almak hissiyle, Macar kral naibi Jan Hunyad; Almanya, Polonya, Romanya ve diğer ülkelerden doksan bin kişilik bir ordu topladı. İlk olarak, kendisiyle birlikte hareket etmeyen Sırbistan’ı işgal etti. Bu arada Arnavutluk beyi İskender de kendisine yardımcı kuvvet göndereceğini vâdetti.
Haçlı kuvvetleri, Osmanlıları Avrupa’dan atmak tasavvuru ile hareket ederken, Arnavutluk’un başkenti Kroya’da uygulanan Türk kuşatması ikinci ayını doldurmuştu. Şehrin su yolları kesilmek suretiyle kalenin teslîmi sağlanmış, sonra da Arnavutluk bölgelerinin fethi için harekâta başlanmıştı. Bu sırada Jan Hunyad’ın yoğun savaş hazırlıklarını öğrenen İkinci Murâd Han, Arnavutluk seferini yarıda bırakarak ordusu ile Edirne doğrultusunda harekete geçti. Yürüyüş sırasında, Haçlı ordusunun Tuna’ya geldiği, Vidin komutanı tarafından haber verilince, ikinci Murâd, ordusunun yürüyüş hedefini Sofya olarak değiştirdi ve Sırbistan’a istihbarat için casuslar gönderdi.
Jan Hunyad ise, Sırbistan’dan çıkarak Osmanlı topraklarına girdikten sonra 1448 Ekim ayı ortalarında Kosova’ya geldi. Onu müteakip seksen-yüz bin kişilik bir kuvvetle de sultan Murâd yetişti. İki ordunun mevcudu eşit durumda olmasına rağmen, Osmanlılar top gibi devrin en üstün ateşli silâhlarına sahipti. Müttefik ordusu ağır zırhlı olup, çeşitli milletlerden meydana geliyordu. Türkler ise, muhârebe eğitim ve tecrübesi ile üstün taktik kabiliyet vasıfları yanında, sarsılmaz bir îmân birliği içindeydiler. Sultan Murâd Han, Türk-islâm an’anesi gereğince, muhârebeden önce, sulh teklif etti. Sulh, Haçlı taassubu ile red edilince, düşman ordusu hakkında bütün bilgiler değerlendirilerek, harp nizâmı alındı. Osmanlı ordusunun merkezinde ikinci Murâd Han, sağ kolda Rumeli beylerbeyi Turahan Bey, sol kolda, Dayı Karaca Paşa bulunuyordu. Merkez kuvvetlerinin önünde toplar mevzîlendirilmişti. Öncü kuvvetler, akıncı beylerinden Mihaloğlu Hızır Bey ve Îsâ Bey, ihtiyat da Saruca Paşa’nın kardeşi Sinân Bey kumandasında toplanmıştı.
Hunyadi Yanuş’un kumandasındaki müttefik ordusunun sağında Macarlar, Sicilyalılar, sol kolda ise, Almanya, Polonya, Romanya kuvvetleri vardı. Bu savaşta Haçlı ordusunda da önemli ölçüde top bulunup merkez kuvvetlerinin önüne konulmuştu.
17 Ekim 1448 târihinde Hunyadi Yanuş, muhârebeyi zaferden emin bir şekilde taarruzla başlattı. İlk gün iki ordu da bulundukları mahalden ayrılmayıp, top, tüfek ve oklarla birbirlerine üstünlük sağlamaya çalıştılar. Asıl muhârebe ikinci gün öğleye doğru başladı. Varna meydan muhârebesinde olduğu gibi, düşmandan önce taarruza geçen Türk birlikleri şiddetle saldırdılar. Ancak haçlıların zırhlı elbiselerinin, Türk kılıç ve oklarının etkisini azaltması ve özellikle Macar kuvvetlerinin şiddetle direnmeleri neticesinde, akşama kadar devam eden savaşta Türk birlikleri kesin netîceye ulaşamadı.
Bu arada Türkleri gece baskını ile rahatça yeneceğini sanan Jan Hunyad, şiddetli bir taarruza karar verdi. Fakat sultan Murâd Han, zamanında tedbirlerini aldığı için bu saldırı neticesiz kaldı. Muhârebenin üçüncü günü olan 19 Ekim sabahı haçlı kuvvetleri her iki kanattan taarruza başladılar. Jan Hunyad, ordusunun ağırlık merkezini sağ kanada kaydırmıştı. Dolayısıyla muhârebenin en şiddetli cereyan ettiği yer, düşmanın sağ kanadı ile Türk sol kanadının bulunduğu kesimdi. Muhârebenin iyice kızıştığı sırada sultan Murâd Han, sahte ric’at taktiğini tatbik ederek, geri çekildi. Sağ ve sol kollar açılarak, müttefiklere Osmanlı merkez kuvvetleri hedef tâyin ettirildi. Türklerin kaçtığını zanneden haçlı ordusu, zafer kazandık hissiyle merkez istikâmetine ilerledi. Merkez safha safha geri alınırken, düşmanın iyice dağıldığı tespit edilerek karşı taarruza geçildi. Merkeze giren düşman kuvvetleri, yandan ve geriden sarılarak iyice çevrildi. Durumu anlayan haçlılar, ümitsizce karşılık vermeye çalıştılar. İşte o zaman savaş en şiddetli ve korkunç hâlini aldı. Mehterânın heybetli ve gür sesi, boru uğultuları, at kişnemeleri, naralar, silâh şakırtıları, mücâhid gâzilerin “Allah! Allah!..” nidaları, feryatlar, duâlar, koca ovayı elli dokuz yıl önce olduğu gibi bir daha inletti. Gürsesli komutanlar; “Koman Gâziler!.. Vurun koç yiğitler!.. Bugün can verip şan alacak gündür! Analar ne yiğitler büyütürmüş gösterin! Zafer bizimdir!..” diyerek askerlerini coşturuyordu. Osmanlı bayrakları dalgalanıyor yiğitler kükremiş arslanlar gibi ileri atılıyordu.
Cihân pâdişâhı sultan Murâd Han da vaktin geldiğini görüp, şehâdeti dört gözle bekleyen yeniçerilere; “Koman yiğitlerim! Haydi arslan yürekli gâzilerim!.. Göreyim sizi!..” diyerek şiddetli bir taarruz başlattı. Artık düşman tamâmiyle kıskaca alınmıştı. Kıran kırana olan bu müthiş mücâdele bir müddet devam etti. Haçlılarda çarpışacak hâl kalmamıştı. Sür’atle imha ediliyor, kaçacak yer arıyorlardı. Etrafları çepeçevre kuşatılmıştı. On yedi bin haçlı öldürüldü. Ancak kralları Jan Hunyad, gecenin karanlığından istifâde ederek emrindeki bir kaç askeriyle kaçmayı başardı.
Sultan Murâd Han, zaferin sonunda cenâb-ı Hakk’a hamd edip şükür secdesine vardı. Bu cenkte şehâdet mertebesine kavuşan 4.000 şehidin cenaze namazlarını kıldırıp defnettirerek aziz ruhlarına Fatihalar hediye etti.
İkinci Kosova meydan muhârebesi neticesinde, Türklerin Balkanlardan atılamayacağı kesinleşti. Avrupalılar taarruzu bırakıp müdâfaaya geçtiler. Balkanlarda başlatılan, menfaat mücâdelesi, hoşgörü ve adalet prensiplerini tatbik etme siyâsetince Osmanlılar lehine neticelendi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Tâc-üt-Tevârih (Hoca Sa’deddîn); cild-1. sh. 174, cild-2, sh. 237
 2) Neşrî Târihi; cild-1, sh. 260, 293
 3) Tevârîh-i Âl-i Osman (Âşıkpaşa-zade); sh. 203
 4) Hayrullah Efendi; cild-4, sh. 54, cild-2, sh. 203
 5) Osmanlı Târihi, (Uzunçarşılı); cild-1, sh. 252, 446
 6) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-2, sh. 184, 505
 7) Varna ve II. Kosova Muhârebeleri ve İkinci Murâd; sh. 71 v.d.
 8) Büyük Türkiye Târihi; cild-2, sh. 296, 424
 9) Münşeât-üs-Selâtin, (Kosova Fetihnâmesi); cild-1, sh. 112
10) Kosova Zaferi Ankara Hezîmeti (Fatma Aliyye Hanım)
11) Rehber Ansiklopedisi; cild-10, sh. 253