24 Temmuz 2015 Cuma

MAHMUT ŞEVKET PAŞA


Son devir Osmanlı sadrâzamlarından. Kumandan ve devlet adamı. Basra mutasarrıfı Kethüdâoğlu Bağdâdlı Süleymân Bey’in oğludur. 1856 senesinde Bağdâd’da doğdu. İlk tahsîlini Bağdâd’da gördükten sonra İstanbul’a gelerek önce Harbiye’ye girdi. 1882’de de Mekteb-i erkân-ı harbiye’den (kurmay) yüzbaşı rütbesiyle me’zûn oldu. O sene Mısır’a sevk olunmak üzere Girid’de toplanan fırkaya (tümen) tâyin olunarak Girid’e gitti. Bir müddet sonra oradan dönüp 1883’de Harbiye mektebinde silâh bilgisi ve atış tâlimi nazariyeleri muallimliği yaptı. Bir sene kadar Almanyalı müşir Kampatner Paşa’nın daha sonra da Von der Golç Paşa’nın emrinde çalıştı. Satın alınan mavzer tüfeklerinin yapılışını tedkîk etmek ve nezârette bulunmak üzere teşkîl olunan komisyonun âzası olarak Almanya’ya gitti. 1884’de kolağalığa, 1886’da binbaşılığa terfî ettirildi. 1889’da kaymakam (yarbaylık) rütbesiyle muayene komisyonu reis muavinliğine tâyin edildi. İki sene sonra da miralaylığa (albay) terfî ettirildi. Almanya’da kaldığı dokuz-on senelik müddet içinde çeşitli askerî manevralarda, top tâlimlerinde ve Mağdeburg’da, 1892’de çeşitli milletlere mensup iki yüz elli subayın katıldığı seri ateşli top ve zırhlı kale tatbîkâtlarında bulundu. 1894’de Osmanlı zabitlerinden meydana gelen bir komisyonun reîsi olarak Fransa’ya gönderildi. Zırhlı kuleler ve ateşli silahlar hakkında incelemelerde bulundu. Dönüşünde mirlivalığa yükseltildi. 1899’da Tophâne-i âmire tecribe ve muayene dâiresi reis vekilliğine tâyin edildi. 1901’de Feriklik rütbesine terfî ettirildi. O sene Mekke-i mükerreme ile Medîne-i münevvere arasında telgraf hattı döşetme vazifesiyle Hicaz’a gönderildi. Orada kaldığı bir sene içinde, Mekke şerîfi Avnür-Refîk ve Hicaz vâlisi Ahmed Râtib paşalarla anlaşamayarak İstanbul’a döndü. Tophane’deki vazîfesine iade edildi. 1905’de birinci ferik rütbesiyle Kosova vâliliğine tâyin edildi. 1908’de Birinci Meşrûtiyet’in ilânından sonra Üçüncü ordu kumandanlığına ve ilâveten Rumeli vilâyeti müfettiş-i umûmî vekilliğine tâyin edildi. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen azınlıklarla işbirliği yapan, İttihâd ve Terakkî komitacılarıyla anlaşarak, sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı harekete geçti. İngilizler ve İttihâdolar tarafından plânlanan ve İstanbul’da zuhur eden 31 Mart ayaklanması üzerine Selanik’te toplanan Hareket ordusunun kumandanı olarak İstanbul’a geldi. 24 Nisan’da Topkapı ve Edirnekapı’dan şehre girerek yol üzerindeki karakolları teslim aldı ve harbiye nezâretini işgal etti. Pâdişâh’a sâdık paşalar saraya gelerek, Yıldız ve civarındaki birliklerin, Hareket ordusuna karşı kullanılması için izin istediler. Kan dökülmesini istemeyen sultan İkinci Abdülhamîd Han; “Tüfekçilerin silâhları toplansın, kimse silâh atmasın. Müslümanı müslümana kırdırmam” diyerek, teklifi reddetti. Kuvvetli ve talimli askerleri bulunmasına rağmen, büyük fitne çıkmaması için bunu kullandırtmadı.
Taksim kışlasında ve Taşkışla’da bâzı mukavemet hareketleri olduysa da, Hareket ordusunun şiddetli top ateşi karşısında kırıldı. Yıldız Sarayı’nın, Hareket ordusu tarafından işgal edilmesi sırasında, sultan Abdülhamîd Han mukavemet etmek isteyen askerlere; “Ben halîfe-i İslâm’ım. Müslümanı müslümana kırdırmam. Silâh çekmek isteyen ilk önce beni vursun, sonra diğer asker kardeşlerine kurşun atsın” diyerek çatışmanın ve kan dökülmesinin önüne geçti. Pâdişâh’ın emrine boyun eğen askerlerin silâhlarını teslim etmeleri üzerine 25 Nisan günü Hareket ordusu İstanbul’a hâkim oldu. Mahmûd Şevket Paşa örfî idare (sıkıyönetim) îlân ederek suçlu suçsuz demeden İttihâdçılara ve kendine muhalif pek çok kimseyi îdâm ettirdi. Etrafında topladığı yüzlerce Balkan çetecisiyle saraya girerek, kıymetli eşyaları yağmaladı. Hazîneyi, asırlardan beri toplanmış olan kıymetli yadigârları ve dünyânın en zengin kütüphânelerinden olan saray kitaplığını yağma ettirdi. Pâdişâh’ın altın arabası bile parçalanıp paylaşıldı. Kendisi Abdülhamîd Han’a muhalif olduğu halde, bu yağmaya dayanamayan Tevfik Fikret, bu hâdise için Han-ı Yağma adlı şiirini yazdı. Mahmûd Şevket Paşa İttihâd ve Terakkî’nin hâkimiyetini devam ettirmek için İstanbul’da tedhiş ve terör havası estirmeye başladı. Milletin can, mal ve nâmuş emniyeti kalmadı. Pek çok suçsuz kimse tutuklanarak hapse atıldı ve zulme uğradı. Sultan Abdülhamîd Han tahttan indirilerek Selânik’e gönderildi.
İstanbul’a hâkim olan Mahmûd Şevket Paşa; Birinci, İkinci, Üçüncü ordular müfettiş-i umûmîsi oldu. 1909’da kurulan Hakkı Paşa kabinesinde harbiye nâzırı oldu. İttihâd ve Terakkî tarafından yâver-i ekremlik ünvânı verildi.
Daha önceki devirlerde ordudaki subaylar arasındaki görüş ayrılıkları ve grublaşmalar onun harbiye nâzırlığı sırasında, had safhaya vardı. Pâdişâh’a, devletine, vatanına ve dînine bağlı subayları çeşitli bahanelerle ordudan uzaklaştırdı.
1910’da başlayan Arnavutluk isyânını bastırmak üzere sefere çıktı. Kumandasında seksen iki piyade taburu vardı. Arnavutluk isyânını şiddet kullanarak bastırdı. İsyana iştirak eden ve etmeyen bütün ahâlinin silâhlarını toplattı. Bu muamele esnasında erkekleri, kadınlarıyla kızlarının önünde sopalarla dövdürdü. İsyan yatışacağı yerde müzminleşti. Balkan harbi sırasında Arnavutluk’un tamamen elden çıkmasına sebeb oldu.
Roma elçiliğinden sadrâzamlığa getirilen Hakkı Paşa hükümetinin harbiye nâzırı olan Mahmûd Şevket Paşa, Trablusgarb kumandanı ve vâlisi Müşir İbrâhim Paşa’nın; “Buradaki askerlerin Yemen’e gönderilmesi, Trablusgarb’ın İtalya’ya teslimi demektir” diye itirazına rağmen, Trablus’daki askeri Yemen’e sevk etti. İtiraz ettiği için de İbrâhim Paşa’yı vazifeden aldı. Bu kâfi gelmiyormuş gibi Trablus’daki askeri mühimmat iâşe ve silâhları da İstanbul’a naklettirdi. Trablus’u askersiz, kumandansız ve mühimmâtsız bıraktı. Hıyanet derecesine ulaşan bu gafletinden sonra İtalyanlar Eylül 1911’de Trablusgarb’ı işgal ettiler. Ateş bacayı sardıktan sonra asker gönderildiyse de netice alınamadı. On iki adayı işgal eden İtalyanlar, Çanakkale boğazını topa tutarak, İstanbul’u tehdîde başladılar. Ordudaki subaylar, İttihâdcı ve Halâskârân-ı zâbitân diye ikiye ayrıldı. Makedonya vilâyetlerinde, iktidar ve muhalefeti tutan subaylar çeteler teşkil ederek birbirleriyle çarpıştılar. İstanbul’da bulunan Halâskârân-ı zâbitân mensupları, hükümeti tehdîd etmeye başladılar. Bu baskı ve tehdîdler karşısında, Mahmûd Şevket Paşa 1912’de sadrâzam ve diğer nâzırlarla birlikte istifa etti. Böylece İttihâd ve Terakkî iktidardan uzaklaşmış oldu.
Balkan Harbi sırasında Alasonya ordusu kumandanlığına tâyin olunan Mahmûd Şevket Paşa, bu vazifeyi kabul etmeyerek istifa etti. Böyle mühim bir harbdeki vazifeyi kabul etmeyişinin sebebini de kendine mâbeyn başkâtibi Ali Fuâd Bey tarafından sorulan bir soruya verdiği cevâbda; “Canım efendim ne yapayım. Bu, benim şöhretimi ve şeref-i askerîmi ihlâl etmek, için yapılmıştı. Şöhretimi nasıl feda ederim?” diyerek vatan ve millet hususundaki kayıtsızlığını beyân etti.
İktidardan uzaklaşan İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin 23 Ocak 1913’de düzenledikleri kanlı Bâb-ı âlî baskınından sonra, Kâmil Paşa zorla sadrâzamlıktan istifa ettirilince, sadrâzamlığa Mahmûd Şevket Paşa getirildi. Onun sadâreti döneminde Balkan harbi devam etti. 30 Mayıs 1913 Cuma günü Osmanlı Devleti ile Balkan müttefikleri arasında yedi maddelik, Londra barış andlaşması imzalandı. İttihâd ve Terakkî zihniyetinde olan Mahmûd Şevket Paşa, kendinden önceki sadrâzam Kâmil Paşa’yı ihanetle itham edip Edirne’yi kurtarmayı vâdederken, bütün Rumeli’yi Balkan devletlerine terk edip Midye-Enez hattını hudûd kabul etti. Bu suretle Edirne de sınır dışında kaldı. Arnavutluk’la, adaların geleceği ise, büyük devletlere terk edilmek suretiyle elden çıkarıldı.
Mahmûd Şevket Paşa, yaptığı işler sebebiyle İttihâd ve Terakkîciler arasında şöhret sahibi oldu. Onun bu şöhreti, meclisteki muhalif meb’ûslardan başka İttihâdcıları da düşündürüyordu. Bu sebeble günün birinde bütün devlet idaresini ele geçirip kendilerine mevkî ve makam vermemesinden endişe ediyorlardı. Muhalif milletvekilleri, onun bâzı kötü icrâatlarını tenkid etmekten çekinmiyorlardı. Bu tenkidlere şiddet ve tehdîtle karşılık veren Mahmûd Şevket Paşa’ya karşı muhalefet şiddetlendi. Hattâ bu muhalefet kampanyasına İttihâd ve Terakkî meb’uslarından da katılanlar oldu. Mahmûd Şevket Paşa’nın gün geçtikçe orduda artan nüfuzundan çekinen Talat Bey (Paşa), çeşitli planlar hazırladı ve Paşa aleyhinde yolsuzluk iddialarının çıkarılmasını teşvik etti. Talat Bey ile birlikte harekete geçen Selanik milletvekili yahûdî Emanuel Karaso ile İsmâil Canbolat, Mahmûd Şevket Paşa’nın aleyhinde uğraşırken, Talat Bey ve arkadaşları da İttihâd ve Terakkî umûmî merkezinin hükümet üzerinde nüfuz sahibi olması için çalıştılar. Mahmûd Şevket Paşa’nın daha kuvvetlenmesine ve tahakkümüne tahammül edemedikleri için, onu ortadan kaldırma yollarını düşündüler. Bütün muhalif unsurları, Mahmûd Şevket Paşa aleyhine kullanmaya çalıştılar. İttihâd ve Terakkî ileri gelenleri, Hürriyet ve îtilâf fırkasının gayr-i memnunları, İttihâd ve Terakkî’ye düşmanlık besleyen halk, tahsil ve yetişme tarzlarıyla kuru bir gurura kapılan okumuşlar, gayr-i müslim azınlıklara mensup banker, sarraf gibi kimseler, müslüman olup Türk olmayan unsurlar; Mahmûd Şevket Paşa hükümetini devirmek için birlikte çalıştılar.
Sadrâzam ve Harbiye nâzırlığını birlikte yürüten, Bâb-ı âlî baskını ile iş başına geldiğinin dördüncü ayını idrâk eden Mahmûd Şevket Paşa, 11 Haziran 1913 günü saat 11.30 sıralarında Bâyezîd’deki harbiye nezâretinden otomobiliyle çıkıp Bâb-ı âlî’ye gitmek üzere Bâyezîd meydanını geçip, Çarşıkapı’ya sapacağı sırada bir cenaze alayı ile karşılaştı. Topluluk, paşanın Çarşıkapı’ya sapacak otomobilinin yolunu kapadı. Bu sırada meçhul silâhlı kişiler tarafından açılan tabanca ateşiyle yaralandı. İsabet eden beş kurşundan birisi paşanın sağ yanağına isabet etti. Arabasında bulunan İbrâhim Bey de aldığı kurşun yaralarının te’siriyle orada öldü. Paşanın otomobili harbiye dâiresine götürüldü. Mahmûd Şevket Paşa Şûrâ-yı askerî dâiresine kaldırılarak, tedavisine başlandı. Kurşunlardan birinin paşanın sağ şakağını delerek beynini tahrîb ettiği görüldü. Bütün müdâhalelere rağmen, yarım saat sonra öldü. Ertesi gün Ayasofya Câmii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra, Hürriyet-i Ebediye tepesine götürülerek defnolundu.
Mensubu olduğu İttihâd ve Terakkî ileri gelenlerinin tertipleri sonucunda mı, yoksa muhalifleri tarafından mı vurulduğu kesin olarak aydınlanmamış olan bu cinayet, İttihâdcıların azarak muhaliflerini sindirmesine yol açtı. Katillerinden bâzıları yakalandıysa da cinayetin esası aydınlanamadı. İbnül Emin’in bildirdiğine göre, meşhur İttihâdçı Cemâl Paşa, vak’a ânında İstanbul muhafızı iken suikasttan haberi olup lüzumlu tedbiri almamıştır.
Cebir, geometri ve askerî konulara dâir eserleri olup; Arapça, Almanca, Fransızca dillerini bilen Mahmûd Şevket Paşa, İttihâd ve Terakkî’nin zulüm ve işkencelerine âlet olmasının cezası olarak; “Su testisi su yolunda kırılır” ve “Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur” kâidesince muhtemelen kendisini o makamlara getirenler tarafından öldürüldü.

ABDÜLHAMÎD HAN’A GÖRE, MAHMÛD ŞEVKET PAŞA!..

Sultan İkinci Abdülhamîd Han Hâtırât’ında, Mahmûd Şevket Paşa’nın öldürülmesiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Hareket ordusu kahramanının şöhretinden halâs olmak (kurtulmak) ve Enver Bey’e (Paşa) harbiye nâzırlığı yolunu açmak için, Mahmûd Şevket Paşa’yı güpegündüz kurşunlayıp öldürdüler. Bir taşla iki kuş vurmak istiyorlardı. Hem ikide bir önlerine çıkan meşhur bir kumandanın gölgesinden kurtulmak, hem de ondan yanaymış gibi davranıp günün muhaliflerini bir çırpıda temizleyivermek... Nasıl avcı taburlarını kışkırtıp Hareket ordusunu İstanbul kapılarına getirmişler ve beni düşürmüşlerse, bu sefer de Mahmûd Şevket Paşa’nın kan dâvası ve asayiş bahanesiyle bütün muhaliflerini astılar, sürdüler, birer köşeye sindirdiler...
... Dört yıl önce Takvîm-i vekâyî’de okumuşdum: Mahmûd Şevket Paşa’nın öldürüleceği yer ve saat hükümetçe daha önceden haber alınmışken, koca bir sadrâzam ve harbiye nâzırı güpegündüz ve harbiye nezâretinin önünde bir yâveriyle birlikte parça parça ediliyor ve on yedi kurşun atılıyor da yine bir polis, bir jandarma eri meydana çıkmıyor. Otomobille kaçamayan bir topal olmasaydı belki olayın suçluları da kolluk me’mûrları gibi ortaya çıkmazlardı.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) İttihâd ve Terakkî İçinde Dönenler, sh. 66, 163, 192
2) Son Sadrâzamlar; cild-3, sh. 1869
3) Rehber Ansiklopedisi; cild-11, sh. 163
4) Hâtırât-ı Siyâsiyye (Cemâleddîn Efendi); sh. 25, 52
5) İkinci Abdülhamîd Han’ın Hâtıra Defteri; sh. 20, 165
6) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-7, sh. 231
7) Görüp işittiklerim; sh. 18, 58, 71, 98
8) Türk inkılap Târihi; cild-2, kısım-1, sh. 253
9) Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Târihi; cild-17, sh. 9959
10) İkinci Meşrûtiyetin Îlânı ve Otuzbir Mart Hâdisesi (F. Reşit Unat, Ankara-1985); sh. 68 v.d.