30 Ekim 2016 Pazar

MOHAÇ ZAFERİ


Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın 29 Ağustos 1526 târihinde Mohaç ovasında haçlılara karşı kazandığı zafer.
Osmanlı Türkleri; Rumeli’ye ayak bastıkları târihten îtibâren, bir buçuk asırdan fazla bir devirde, karşılarında ya hasım veya hasma yardımcı olarak hep Macarları görmüşlerdi. 1521 yılında sefere çıkan Kânûni Sultan Süleymân Han, Belgrad’ı fethederek Macarlara ağır bir darbe indirdi. Kânûnî’nin daha sonra Mısır isyânı ile uğraşmasını fırsat bilen Macar kralı Layoş, Osmanlıları Avrupa’dan atmak için yeni ittifaklar aramaya başladı. Bir taraftan şiî Safevî Devleti ile anlaşmak isterken, diğer yandan Alman imparatoru Şarlken ile dostluk te’sis etti. Osmanlı hakimiyetindeki Eflak ve Boğdan prensliklerini de kışkırtmaya başladı. Bu durum üzerine Macarlara kesin bir darbe vurmak isteyen Kânûnî Sultan Süleymân Han, Rumeli’deki ordu kumandanı ve devlet adamlarına gönderdiği fermanda ilkbahara Sofya’da toplanmalarını bildirdi. Anadolu beylerbeyi Behram Paşa ile Bosna sancakbeyi, Kırım hanı Saadet Giray ve diğer kumandan ve devlet adamlarının da sefere hazırlanmalarını istedi. 1526 baharında bütün hazırlıklarını tamamlayan Kânûnî Sultan Süleymân Han, önce hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin, Şeyh Vefâ’nın, dedesi sultan Bâyezid Han’ın ve babası Yavuz Sultan Selim Han’ın türbelerini ziyaret etti. Bunların rûhâniyetlerinden yardım ve duâ istirham eyleyip, onları cenâb-ı Hakk’a vesile yaparak zaferin müyesser olması için Allahü teâlâya yalvardı.
1526 yılı Nisan ayının 23’ünde yola çıkan ordu, Edirne-Filibe-Sofya-Niş üzerinden Belgrad yolunu tâkib etti. Sofya’da, Anadolu askerinin de katılması ile Osmanlı ordusunun kadrosu tamamlandı. Sofya’dan îtibâren sadrâzam İbrâhim Paşa kumandasında öncü kuvvetleri çıkarıldı.
Bu sırada Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın üzerlerine yürüyeceğini haber alan Macar kralı bir taraftan savaş hazırlıklarına başlamış, öte yandan Avrupa’nın bütün devletlerine başvurarak yardım etmelerini istemişti. Bu arada Osmanlıların hedefinin Budin olduğunu bilen Macar meclisi, kralı bizzat ordunun başında görevlendirdi.
Petervaradin ve Ösek kalelerinin alınmasından sonra Osmanlı ordusu Tuna’yı tâkib ederek yola devam etmek için gemiler üzerine kurulan köprüden Drava nehrini geçerken, Macar öncü kuvvetlerinin saldırısına uğradı. Fakat Osmanlı topçusunun zamanında ateş açması üzerine bu baskın püskürtüldü. Alınan esirler konuşturularak, Macar ordusunun Zigetvar’ın doğusundaki Mohaç ovasında bulunduğu öğrenildi.
Osmanlı ordusu hem ağır yürüyor hem de harp tertibatı alıyordu. Sağ kolda vezîriâzam ve Rumeli beylerbeyi İbrâhim Paşa, sol kolda Anadolu beylerbeyi Behram Paşa, merkezde pâdişâh, yeniçeri ağası ve kapıkulu askerleri her seferdeki gibi yerlerini almışlardı.
Macar süvarileri birbirlerine zincirlerle bağlı ve atları da talimli olduğundan, hücum edecekleri cepheleri alt-üst edebilirlerdi. Hele 40-50 bin kişilik bir süvârî kuvvetinin önünde durulamıyacagını tecrübeli akıncılar iyi biliyorlardı. Fakat bunların hücumlarının ancak, önlerinden kaçıp, sür’atle gerilerinden ve yanlarından vurmakla önlenebileceğini öğrenmişlerdi.
Mohaç sahrasında toplanan harp meclisinde Semendre beyi Yahyâ Paşazade Bâli Bey’in bu tarzdaki îkâz ve tavsiyesi üzerine ordu yeni bir harp nizâmı aldı. Evvelâ ordunun ağırlıkları geride bırakıldı. Savaşta ise, ordunun iki kanadını açarak Macar süvârî kitlesinin içeri alınıp topların önüne çekilerek geriden ve yandan vurulması kararlaştırıldı. Yeniçeriler bu defa geriye alındı. Bunların önlerine zincirle birbirlerine bağlı toplar yerleştirildi. Kapıkulu süvarisi ile Bosna beyi Hüsrev Bey’in deli (akıncı) kuvveti ihtiyatta kalıp ihtiyâç olmadıkça harbe iştirak etmiyeceklerdi. Bu toplantıdan sonra komutanlar, emrindeki kuvvetleri harp meydanına yerleştirerek düzene soktular.
Muhârebe öncesi Osmanlı ordusunun mevcudu iki yüz elli bin, Macarlarınki ise iki yüz bin civarında idi. Macar kralı, kumandası altındaki Macarlardan başka, Alman, Leh, Çek, İtalyan ve İspanyollardan mürekkep yetmiş bin kişilik zırhlı şövalyelere de çok güvenmekte idi.
Her zamankinin aksine Osmanlı askeri hemen hücuma geçmeyip, yerlerinde kımıldamadan beklediler. Bu durum düşman komutanlarını şaşırttı. İkindi vaktine kadar bekleyen birleşik haçlı kuvvetleri, daha fazla sabredemeyerek hücuma geçti. Macarların gelişini, İngiliz yazarı Fair Fax Dovvney şöyle anlatmaktadır:
“... Macar süvârî alayları, başlarında krallık bayrağına sarılmış kral Louis olduğu hâlde, hücuma kalktılar. Zırhlı gömlekli şövalyeler, sanki bir cirit oyununda yarış yerinde geçit yapıyorlarmış gibi, savaş meydanına girdiler... Fevkalâde iyi işlenmiş olan zırhları, her bir atlıyı, müteharrik bir çelik kale hâline getirmişti. Gökte top top olmuş bulutlar, bayrakların, flamaların parlak renklerini sönükleştiremiyor, çelikten göğüs siperlerinin ve at koşumlarının parıltısındaki parlaklığı kararlamıyordu. Bunların karşısında ise gösterişten uzak, sultanlarına tam itaatli, şehid olmayı büyük bir arzu ile bekleyen, yalçın kayalar gibi sert, dudaklarında duâlar eksik olmayan Osmanlı ordusu vardı.
Macarlar önce tırıs, sonra dört nala saldırdılar. Sanki çelikten bir çığ, gümbürdiyerek yuvarlandı da, toprak bunun altında sarsıldı. Çatal bayraklar rüzgârla şakırdarken, mızraklar düşmana doğru sivrilmişti. Binlerce at nalının yere vurmasından hâsıl olan korkunç bir uğultunun dalga dalga yayılması ile keskin savaş naraları yükseldi. Ehl-i Sâlib’in ruhu kıyam etmiş, ortalığı sarsıyordu.”
Böylece Macarlar bu son Osmanlı plânına vâkıf olmadıkları için, altmış bin kişilik zırhlı süvarileriyle eski Osmanlı plânı zanniyle asıl merkeze hücum ile işi hâlledeceklerini ümit etmişlerdi. Osmanlılar ise Macarları merkeze çekmek suretiyle imha etmek istiyorlardı. Macar kumandanlarından Piyer Pereney ile Papaz Pol Tomori bütün kuvvetleriyle vezîriâzam kumandasındaki Rumeli askeri üzerine hücum ettiler. Osmanlı merkez kuvvetleri plân mucibince geri çekilip düşmanı içeriye aldılar. Anadolu kuvvetlerinin yandan tazyiki ile Macar kuvvetleri daha içeri alınıp, topların önüne getiriliyordu. Bâli Bey kuvvetleri ise, sür’atle düşmanın arkasını çevirerek Macar süvarilerini ikiye ayırdılar. Bundan başka Macarların bizzat kral Layoş kumandasındaki ikinci kolu Anadolu kuvvetleri üzerine yâni Pâdişâh’ın bulunduğu ordugâhın kalbine doğru hücum ettiler. Kendisini muvaffak olmuş gören düşman iyice içeri girdi. Bu arada Pâdişâh’ı esir veya öldürmeye yemin eden Markzali ismindeki şövalyenin kumandasındaki kırk kişilik fedaî müfreze tarafından Pâdişâh’ın üzerine ok yağdırıldığı, hattâ zırhına bir kaç isabet olduğu hâlde sultan Süleymân yerinden kımıldamıyordu. Hattâ Markzali ve iki arkadaşı Pâdişâh’ın yanına kadar gelmeye muvaffak oldu. Kânûnî kılıcını çekerek, bu namlı üç Macar şövalyesini öldürdü.
Macarların kral kumandasındaki kuvvetleri de içeriye alınıp topların önüne çekildikten, gerileri de akıncı ve deli kuvvetleri tarafından çevrildikten sonra, üç yüz top birden ateşe başladı. Kendisini muzaffer olmuş sanan Macar ordusu karma karışık bir hâle geldi. Panik başladı. Beraberlikleri kaybolan Macar tümenleri küçük müfrezeler şeklinde kendi başlarına çarpışmaya başladılar. Kânûnî, umûmî kumandaya tamamen hâkimdi. Bir taraftan Bâli Bey, diğer taraftan Hüsrev Bey, Kânûnî’nin emri gereğince iki taraftan kıskacı kapatıyorlardı. Bu andan îtibâren yarım saat içerisinde ortada Macar ordusu diye bir şey kalmadı. Osmanlı kılıcından kurtulabilenler gece karanlığında bilmeyerek bataklığa saplanıp boğuldular. Bizzat kral ikinci Layoş da kendini kurtaramadı ve atıyla beraber bataklığa sürüklenip boğuldu.
Bir Fransız tarihçisi Mohaç muhârebesini anlatırken; “Târihte hiç bir savaş gösterilemez ki, Mohaç’da olduğu gibi, bir tek muhârebe bütün bir milletin istikbâlini asırlar boyunca ortadan kaldırsın!..” demektedir. Gerçekten de Mohaç zaferinin neticesi pek mühim olmuş, 637 yıllık büyük Macar krallığı târih ve siyâsî coğrafyadan silinmiştir. Zaferin diğer bir parlak cephesi ise, Türk zayiatının pek az olmasıdır. Osmanlı târihlerine göre Türk şehîdleri çok az idi. Yaralılar ise bir kaç bini geçmiyordu. Buna mukabil düşmandan kaçıp kurtulabilenler hemen hemen hiç yoktu.
Cihân târihinin en kesin imha muhârebelerinden olan Mohaç zaferinin kazanılması, birinci derecede başkumandan olarak Kânûnî Sultan Süleymân’a, ikinci olarak Bâli Bey’e aitti. 31 Ağustos’ta yâni muhârebeden iki gün sonra, Mohaç sahrasında Türk ordusu muazzam bir geçit resmi yapmış ve muzaffer başkumandanını selâmlamıştır. Ertesi gün 1 Eylül’de Pâdişâh, akıncılar başta olmak üzere, orduya Macaristan’ın ve başkent Budin’in fethini emretmiş, halkın esir alınmasını ve yağmayı menetmiştir. Nitekim Mohaç savaşı ile Orta Avrupa’nın açılan kapısından giren Osmanlı ordusu, 3 Eylül sabah namazından sonra, Tuna’nın batı kıyısından kuzeye doğru hareket etmek suretiyle, Macaristan’ın fethine giriştiler.

BİR TEK OT KOPARMADILAR!

J. Michelet adlı Fransız yazarı, Mohaç seferine giden ordudaki disiplini ve mükemmelliğini, hayranlıkla şöyle belirtiyor: “... Başta Yavuz Sultan Selîm Han ve Kanunî Sultan Süleymân Han olmak üzere bir çok pâdişâh devrinde, Türkler, hıristiyanlara harpte itidal ve zaferde yumuşaklık göstermeyi öğretmişlerdi. 1526’da 200.000 kişi, ekilmiş tarlalara ayak basmadan ve bir tek ot koparmadan, yaya olarak ülkeyi bir baştan öbür başa kat etmiştir.”

ÖLÜRSEK ŞEHÎD, KALIRSAK GÂZÎ!

Kânûnî Sultân Süleymân, gece geç vakitlere kadar namaz kılıp, secdede göz yaşı dökerek Allahü teâlâya yalvardı. Askerinin muzaffer olması için Yâsîn-i şerifler okuyarak, âlim ve evliyâyı cenâh-ı Hakk’a vesile eyledi. 29 Ağustos 1526 sabahı, namazdan sonra birlikte yerlerini aldılar. Pâdişâh zırhlı elbisesini giymiş ve bir ak ata binmişti. Başında bir tolga ve tolganın üzerinde de üç sorguç görülüyordu. Savaş kıyafeti ile orduyu son bir defa teftiş etti. Dalgalanan şanlı sancak altında, ellerini gök yüzüne açarak yaşlı gözlerle;
“Yâ Rabbî! Kudret ve kuvvet senden! İmdât ve himaye senden! Ümmet-i Muhammed’e yardım et” diye duâ etti.
Bütün mücâhidler, Pâdişâh’ın bu duâsına “Âmîn!..” dediler. Sonra mücâhid Gâzilerine dönerek; “Ey şu mübarek sancak-ı şerîf (sevgili Peygamberimizin sancağı) altında toplanan müslümanlar!.. Ey yeniçeriler, azaplar, sipahiler!.. Humbaracılar, çarhacılar, akıncı beylerim!.. Erlerim, erenlerim, askerlerim! Cümle âlem bilir ki, müslümanlar, yalnız ve sâdece Allah rızâsını kazanmak için cenk ederler. İşte biz buralara kadar, İslâm dîninin yayılmasını engelemek isteyen fitnecilerle savaşmaya geldik. Ölürsek şehîd, kalırsak gâzi... Gayri göreyim sizi...” deyince, gâzileri coşkun bir yiğitlik dalgası ve alev alev yakan bir îmân rüzgârı sardı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Târih-i Peçevî; cild-1, sh. 113
2) Mohaç Meydan Muhârebesi (Geza Perjes, çev. Şerif Baştav, Ankara-1988)
3) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh. 324
4) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-2, sh. 115
5) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh. 353
6) Rehber Ansiklopedisi; cild-12, sh. 178
7) Kânûnî ile 46 Yıl; sh. 29
8) Münşeât-us-selâtîn; cild-1, sh. 569