On yedinci yüzyıl dîvân şâirlerinin önde gelenlerinden. 1572 senesinde Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğan şâirin asıl adı Ömer’dir. Babası Kırım hânının nedimi, şâir Mehmed Bey, dedesi Ali Paşa’dır.
Nef’î iyi bir tahsîl görüp Arabça ve Farsça’yı öğrendi. Genç yaşta şiir yazmaya başladı ve büyük istidadı ile dikkati çekti. Kırım hânı Canibey Giray’ın tavsiyesiyle, birinci Ahmed Han devrinde, Kuyucu Murâd Paşa’nın himayesinde İstanbul’a geldi.
Kısa zamanda tanınan şâir, sunduğu kasîdeler sayesinde birinci Ahmed Han’dan iltifat gördü ve onun maiyyetinde Edirne’ye gitti. Daha sonra Muradiye mütevellîliğine tâyin edilip bir müddet bu görevde kaldı.
Birinci Ahmed Han ve sultan Genç Osman’a, Kuyucu Murâd, Nasûh, Dâmâd Mehmed ve Halil paşalara müteaddid kasîdeler yazan Nefî, şöhretinin zirvesine dördüncü Murâd Han zamanında ulaştı. Sultan Murâd Han; Nefî’yi sever, onu has meclislerine çağırır, sohbetlerine dâhil ederek şiirlerini büyük ihsânlar ve pek değerli hediyelerle mükâfâtlandırırdı.
Sevdiği ve büyük bildiği kimselere kasîde söylemekte üstâd olan Nef’î, hicivlerıyle de meşhurdur. Devrin en nüfuzlu devlet adamlarını da hicvetmekten geri durmadı. Nitekim söylediği bu hicviyelerden dolayı 1632’de boğdurularak öldürüldü.
Nefî, Osmanlı şiir dilinde kuvvetli bir ahenk vermeye, onu kulaklarda devamlı yankılar bırakan bir ses san’atı hâline getirmeye çalışmıştır. Şiirlerini bir takım gür sesli mısra’larla söylemiş ve bu mısra’larda kuvvetli bir ses ve söz anlaşması sağlamıştır. Nefî’ye göre şiirin, estetik zevki yükselmiş kişiler tarafından beğenilmesi ve mânâ bakımından olduğu kadar söz bakımından da kusursuz olması gerekir. Şiirlerinde İran etkisinde bir söyleyiş, fakat ısrarlı bir açıklık vardır. Yabancı kelimelerle ördüğü mısra’larında bile, cümle yapısının sağlam ve doğru bir Türkçe ile kurulduğu görülür. Yabancı kelimeler yerine Türkçe karşılıkları konunca bu şiirler kolaylıkla anlaşılır.
Nef’î dîvân edebiyatında İran şiirini çok yakından kavramış şâirlerden biridir. Bu sebeple üslûbunda İran çeşnisi görülür. Fakat bu çeşni, taklid derecesinde değildir. Nefî, İran’ın belli başlı kasîde ve gazel üstâdlarına hayran olmakla beraber, kendisinin de onlar derecesinde hattâ daha üstün olduğuna inanır.
Nefî’nin asıl san’atkârlığı, kasîdelerinde ve bu kasîdelerin tasvir bölümlerinde görülür. Kasidelerinde bir harp tasviri yapıyorsa; kelimeler, o çağlardaki savaşların kılıç şakırtılarını verir gibidir. Bahardan söz ediyorsa şiirinde İstanbul’un zengin bahar âlemlerinin ses, koku ve çiçekleri ile esen serin rüzgârını yaşatır.
Şâir, dîvân edebiyatında bir kasîde üstadı olarak tanınmıştır. Kasidelerinde yaşanılan âlemden çok, yaşamak istenen zengin; güzel, iyi bir âlemin hayâli vardır. Bu âlem bir doğu şâirinin aşırı hayalciliği ile ve doğu efsâneleriyle süslenmiştir. Kasidelerinde övdüğü insanların parlak şahsiyetleri karşısında, güneşi bir zerre gibi gösterecek kadar mübalağalı, dar görüşlüleri şaşırtacak ölçüdedir. Şâir hemen her methiyesinde, bir devlet adamını, görmek istediği ideâl bir büyük adam olarak düşünmüş, yeryüzünde gördüğü insanlardan ziyâde kendi hayâlinde yaşattığı kahramanları övmüştür.
Şâirin, kasîdeciliği ölçüsünde kuvvetli bir tarafı da, hicviyeciliğidir. Asrının büyüklerinde bir yükseklik görmek isteyerek onları övmüş, hayâlindekileri bulamayıp, şahsiyetlerinde hayâl kırıklığına uğradığı insanları isekötülemiştir. Hicviyeleri bâzan kaba ve çirkin denecek kadar san’attan, hele şâirin kendi san’at anlayışından uzak söyleyişleridir. Bâzı güzel hicivleri ise, keskin zekâsının eseri kuvvetli birer hiciv örneği olarak zamanımıza kadar gelmiştir.
Eserleri: 1- Türkçe Dîvânı: Sözüm redifli meşhur na’tla başlar. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerini medheden bir kasîde ile devam eder. Bundan sonra elli yedi kasîde vardır. Bunlardan on ikisi dördüncü Murâd, sekizi birinci Ahmed, beşi şeyhülislâm Mehmed Efendi, dördü genç Osman, dördü ise Nasûh Paşa hakkında olup, diğerleri yine mühim şahsiyetler için yazılmıştır. Bu manzumeleri terkîb-i bend şeklinde yazılmış bir Sakînâme ile pâdişâhın ok atışı, Kandilli kasrı, şeyhülislâm Yahyâ Efendi, musâhib Mûsâ Çelebi vb. için kaleme alınmış olan dokuz manzume tâkib eder. Yüz on dokuz gazel, bir müseddes-i mütekerrir, kıt’alar, matla, on beş rubâî ile dîvân tamamlanır. Dîvân’ın umûmî kütüphânelerde pek çok nüshası vardır. Biri Bulak matbaasında 1836’da, diğeri İstanbul’da 1852’de olmak üzere iki defa basılmıştır.
2- Farsça Dîvân: Türkçe dîvânına nisbetle daha az şiirden meydana gelir. Dîvân’da, sekiz na’t, sekiz kasîde, bir sakînâme, bir fahriyye, yirmi bir gazel, yüz yetmiş bir rubâî bulunmaktadır. Türkiye ve Avrupa kütüphânelerinde bir çok yazma nüshası mevcuttur. Türkçe’si 1944’de İstanbul’da neşredilmiştir.
3- Sihâm-ı Kazâ:Hicivlerini bir araya toplayan mecmua henüz basılmamıştır. Yazma nüshaları birbirinden farklıdır. Hicviyelerinden bâzıları nezîh ve nükteli olmakla beraber, bâzıları kaba, çirkin ve edeb dışıdır.
4- Tuhfet-ül-Uşşâk: Doksan yedi beytlik Farsça bir kasîdedir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Büyük Türk Klasikleri; cild-5, sh. 105
2) Rehber Ansiklopedisi; cild-13, sh. 68
3) Resimli Türk Edebiyatı Târihi; cild-2, sh. 653
4) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-6, sh. 4596
5) Edebiyat Târihi Dersleri (A. Sırrı Levend, İstanbul-1938); sh. 238
6) Nefî (Prof. Dr. Abdülkâdir Karahan, KTB)
7) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi; cild-3, sh. 1622