Osmanlılar zamanında, İstanbul’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi Yûsuf bin Ali’dir. Dedesi Kaya Bey diye anılmıştır. Lakabı Sinânüddîn ve Zeynüddîn’dir. Sünbül Sinân diye şöhret buldu. Zamanının büyüklerinden idi. 1529 (H. 936)’da İstanbul’da vefât etti.
Merzifon’da 1451 (H. 856) yılında doğan Sünbül Sinân, bulûğ çağına kadar Isparta’nın Borlu kasabasında ilim tahsil etti. Oradan İstanbul’a geldi. Fâtih Sultan Mehmed Han ve sultan İkinci Bâyezîd Han devrinin meşhur âlim ve evliyâsı olan Efdalzâde Hamîdüddîn Efendi’den ders aldı. Sultan İkinci Bâyezîd Han’ın hocası olan Çelebi Halîfe’nin, Yedikule’deki dergâhına gelip, ilim öğrenmeye, feyz ve teveccühlerine kavuşarak kemâle gelmeye başladı.
Sünbül Efendi, hocasının verdiği dersleri ve vazifeleri eksiksiz yerine getirirdi. Nefsini terbiye etmek için, uzlete çekilip, gayret ederdi. Çelebi Halîfe onu sık sık odasına çağırır, başbaşa sohbetlerde bulunurdu. Bol bol teveccüh eder, kalbinde bulunan feyzleri, onun kalbine akıtırdı. Zahirî ilimlerde de, bildiği ne varsa, hepsini Sünbül Sinân’a öğreterek, halîfesi olacak şekilde yetiştirdi. Bu bilgileri pekiştirmesi için onu Mısır’a gönderdi.
Mısır hükümdarı Kaçmaz Sultan, Sünbül Sinân hazretlerine büyük bir hürmet gösterdi. Kendi yaptırdığı câmide, halkı irşâd etme vazifesi verdi. Mısır ulemâsı ve evliyâsı, sohbetlerine ve ilmine hayran kaldılar. Kur’ân-ı kerîme, sünnet-i seniyyeye olan bağlılığını, âlimlerin ictihâdlarına uymaktaki gayretini pek beğendiler. Bu sebeple ona saygı ve hürmette kusur etmemeye azamî gayret gösterdiler.
Sünbül Sinân, Mısır’da insanlara üç yıl kadar dînin emir ve yasaklarını öğretti. Hasta kalblere, irfan pınarlarından şifâlar sundu. Allahü teâlânın kendisine ihsân ettiği feyz ve bereketlerden, onları da nasîbdâr etti. Bu sırada İstanbul’da bulunan hocası Çelebi Halîfe; hacca gitmek üzere yola çıktığını, Şam’dan Mekke-i mükerremeye giden yol güzergâhını tâkib edeceğini, bu yolculuğa Sünbül Sinân’ın da katılmasını bildiren bir mektup gönderdi.
Sünbül Sinân, mektubu alır almaz, hazırlıklarını yapıp Mısırlılarla helâllaştı. O sene hacca gideceklerle yola çıktı. Uzun bir yolculuktan sonra Mekke-i mükerremeye vardılar. Sünbül Sinân hac vazifesini yaparken, İstanbul’dan gelen hacılarla görüştü. Onlar, Şam’dan dokuz konak mesafede Tebük veya Hasa korusunun olduğu yere geldiklerinde, Çelebi Halîfe’nin vefât ettiğini söylediler. Bir de vasiyeti olduğunu ve; “Bu vasiyeti Sünbül Sinân’a veriniz” diye emrettiğini bildirdiler. Sünbül Sinân hazretleri, hocası Çelebi Halîfe Muhammed Cemâleddîn Efendi’nin vefâtına çok üzüldü. Kur’ân-ı kerîm hatmi ve hatm-i tehlîl (yetmiş bin defa Kelime-i tevhîd) okudu. Hocası vasiyetinde; 1- Kendisinin, Kâbe-i muazzamaya gidecek hacıların yolu üzerine defnedilmesini, 2- Sünbül Sinân’ın İstanbul’a gidip, Koca Mustafa Paşa’daki dergâhında talebelere ders vermeye başlamasını, 3- Kızı Safiye Hâtûn ile evlenmesini istiyordu. Sünbül Sinân hac vazîfesini tamamladıktan sonra, bu vasiyeti yerine getirmek üzere İstanbul’a hareket etti. İstanbullular, Sünbül Sinân’ı büyük bir kalabalık hâlinde karşıladılar. Koca Mustafa Paşa’daki dergâhta bulunan talebeler de, yeni hocaları Sünbül Sinân hazretlerine büyük bir hürmetle bağlandılar. Sünbül Sinân, burada, zahiri ve manevî ilimlerde binlerce talebe yetiştirdi. Huzuruna gelip de isteyeni boş göndermezdi. Talebelerinin içinde Merkez Efendi’yi çok severdi. Onu, teveccühleri ile yetiştirip, olgunlaştırdı. Ona kızını vererek, kendisine dâmâd eyledi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını otuz yedi yıl İstanbullulara duyurdu. Pâdişâhlar dahî, Sünbül Sinân hazretlerinin huzuruna gelir, onun feyz ve bereketlerinden istifâde etmeye çalışırlardı. Sünbül Sinân, Cuma ve kıymetli gecelerde, İstanbul’un büyük câmilerinde vâz ve nasîhatlerde bulunurdu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük şeyhülislâmlarından Ahmed İbni Kemâl Paşa, Sünbül Sinân’a büyük bir hürmet gösterir, geldiği zaman, kendisini en üst tarafa oturturdu.
Sünbül Sinân’ın vefâtından sonra, talebeleri okutmak üzere, yerine dâmâdı Merkez Efendi geçti.
Sünbül Sinân hazretlerinin, Sünbülî tarikatının usûl ve erkânı hakkında yazdığı Risâlet-ül-Etvâr ile Risâle-i tahkîkiyye adlı eserleri vardır.
Mürşîd-i kâmili ne sanırsın?
Muhammed Çelebi isminde bir talebesi anlatır: “Sünbül Sinân hazretlerine talebe olmuştum. Dergâhında hizmetiyle şerefleniyordum. Bir gün kendisinden izin alarak Gelibolu’ya gittim ve orada bir haram işleme durumu ile karşı karşıya kaldım; nefsim harama meyletti. Tam işlemek üzere idim ki, yanımda hocamı gördüm. Onu görür görmez, utancımdan kıpkırmızı oldum. Ne yapacağımı şaşırmış bir hâlde haramdan uzaklaştım. İstanbul’a gidecek olan bir gemiye binerek İstanbul’a geldim. Hemen dergâha koştum. Hocam Sünbül Sinân ile kapıda karşılaştım. Beni görünce; “Ey Çelebi! Sen mürşid-i kâmili ne sanırsın? O, talebesini gözetmez ise, şeytan ve nefs, onu hevâsına uydurup helak eder, çabucak tövbe-i nasûh eyle. Bir daha da böyle işleri yapmaya kalkma” buyurdu. Bundan böyle nerede bir haram ile karşılaşsam, hemen hocam hatırıma gelir, onun himmeti bereketi ile haramlar gözüme çok kötü görünürdü.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Numâniyye tercümesi (Mecdî Efendi); sh. 371
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1069
3) Sefînet-ülevliyâ; cild-3, sh. 232
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-14, sh. 350