12 Aralık 2019 Perşembe

TEKALİF-İ ŞERİYYE


İslâm hukukunda müslim ve gayr-i müslim vatandaştan tahsîl edilen mikdârı ve nisbeti belli mâlî mükellefiyetler. Bunlar; zekât, öşür, cizye, harac, gümrük vergisi, rikâz, lukâta ve ganîmetdir.
Zekât: Her müslümanın tam mülkü olan nisâb mikdârındaki zekât malının, belli zamanda, belli mikdârını zekât niyyeti ile ayırıp, emredilen müslümanlara vermektir. Zekât, namaz gibi İslâm’ın beş şartından biridir. Zekât vermeği farz bilmemek, vermediği için üzülmemek, günâha girdiğini bilmemek çok tehlikelidir. Mükellef yâni âkıl-bâliğ ve hür olan müslüman erkek ve kadının şartları bulununca zekât vermeleri farzdır.
Zekât malı dört çeşittir:
1- Senenin ekseri zamanında çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanlar. Muayyen adede göre belli sayıda hayvan zekât olarak verilir. Meselâ koyunun nisabı kırkdır. Kırkdan az koyunu olan, zekâtını vermez. Kırkdan yüz yirmiye kadar koyunu olan yalnız bir koyun verir.
2- Altın ve gümüş: Altının nisabı 96 gr, gümüşünki 672 gr.’dır. Bu kadar altını ve gümüşü olan bunların zekâtını verir.
3- Ticâret için alınıp, ticâret için saklanılan mal (ticâret eşyası): Bunların kıymeti yâni alış fiyatı, alış-verişde kullanılan altın veya gümüş paradan hangisi ile nisâb mikdârı oluyorsa onunla hesâb edilir. İkisi ile de nisâb mikdârı oluyorsa, fakirlere daha faydalı olanı ile hesâb edilir.
4- Yağmur suyu veya nehir ile sulanan, haraclı olmayan bütün topraklardan (öşürlü toprak olmasa bile) ve vakıf topraklardan çıkan şeyler. Bunların zekâtıçıkan mahsûlden onda bir olarak verilir. Buna Öşür denir. Motor ve dolap gücü ile sulanan araziden zekât olarak yirmide bir alınır.
Bu dört çeşit maldan, zekât hayvanları ile toprakdan elde edilen mallaraemvâl-i zahire (görünen mallar) denir. Bunların zekâtlarını devletin sâî denen zekât me’murları toplar. Yine devlet, yollarda raslanılan müslüman tüccarın ticâret mallarının zekâtını da âşir denilen zekat me’murları vasıtasıyla toplar. Toprak mahsûllerinden alınan zekâta öşür dendiği gibi bu şekilde yolcu tüccarlardan alınan zekâta da öşür denir. Aralarında sâdece isim benzerliği vardır. Toprak mahsûllerinden onda bir; yolcu tüccarın ticâret eşyasından kırkda bir alınır.
Zekât bir ibâdettir; vergi değildir. Devletin zekâtı toplaması, bu ibâdeti yerine getirmeleri hususunda müslümanlara yardımcı olmak içindir.
Devlet, topladığı zekâtları; fakirler, miskinler, zekât me’murları, âzâd olacak köleler (mukâtebler), cihâd ve hac yolunda muhtâc olanlar, borçlular ile parasız kalan yolcular olmak üzere yedi sınıf kimseye verir, başka yere dağıtamazdı. Aksi hâlde beytülmâlin diğer kısımlarından bunu tanzim etmek, ödemek mecbûriyetindeydi.
Cizye: Zımmîlerin (gayr-i müslim vatandaşların) hür ve mükellef erkeklerinden seneden seneye alınan şahsî vergi. Herkesin mâlî kudretine göre değişirdi. Zenginden kırk sekiz, orta hallilerden yirmi dört, fakirlerden on iki dirhem gümüş olarak alınırdı. Ödeme kolaylığı sağlamak için taksitle alındığı da olurdu. Kadın, sabi, kötürüm, âmâ, felçli, pîr-i fâni (çok yaşlı) ve papaz olanlardan cizye alınmazdı. Cizye alınmakla, gayr-i müsiim vatandaşlar zımmîlik vasfını kazandıkları için İslâm devletinin emniyet ve himayesine hak kazanırlardı (Bkz. Cizye).
Harâc: Gayr-i müslim vatandaşlardan alınan toprak vergisi. Her sene muayyen mikdârdaki sahadan alınan muayyen mikdârdaki haracamuvazzaf harâc denirdi. Arazi ekilmese de bu harâc alınırdı. Onda bir, beşte bir, dörtte bir, üçte bir ve mahsûlün yarısı arasında değişen haraca ise, mukâseme haracı denirdi. Senede bir kaç kere mahsûl alındığında her defasında bu harâc alınırdı (Bkz. Harâc).
Osmanlı Devleti’nin topraklarının çoğu mîrî arazi idi. Mîrî araziler İslâm hukukunda mâhiyet itibariyle harâcî arazî kabul edilirdi. Onun için bu arazilerden harâc vergisi alınırdı. Mülkiyeti devlete âid olan bu topraklar, ariyet yoluyla veya icâre-i fâsid (kira akdi) ile halka verilirdi. Her sene alınan kira, harâc yerine geçerdi. Mikdârları, haracın iki kısmına göre ayarlanırdı. Mîrî araziden haracı muvazzafa göre tesbit edilen kiraya; çift akçesi, basma akçesi, kulluk akçesi, resm-i zemîn, çift hakkı, boyunduruk hakkı, resm-i dönüm gibi adlar verilirdi. Bu isimler mahalline göre değişirdi. Rumeli’deki gayr-i müslimlerden alınan çift akçesine ispenç denirdi. Bağ ve bahçeler için on dirhem, Osmanlı akçesi ile kırk iki akçe vergi alınırdı, İslâm hukuku esas alınarak hazırlanan kanunnâmelerde, arazinin durumuna göre, çift akçelerin mikdârları değişirdi.
Yine mîrî arazilerden harâc-ı mukâsemeye göre tesbit edilen kiraya (haraca), Osmanlı vergi hukukunda öşür veya onun cem’i (çoğulu) olana'şâr denmiştir. Bu da zekât olan öşürden başkadır. Bu şekilde harâc alınan mîrî (beytülmâl) arazîden ayrıca öşür alınmazdı. Çünkü, İslâm hukukuna göre, harac alınan yerden bu vergi muaftı.
Gümrük vergisi muayyen ticâret yollarından geçen gayr-i müslim tüccardan, devletin âşir denilen me'muru tarafından alınan maldır. Tüccar, zımmî (gayr-imüslim vatandaş) ise, yirmide bir alınır. Harbî (dış ülkeden gelen, pasaportlu gayr-i müslim) ise, onların memleketinde Müslüman tüccardan ne kadar alıyorlarsa, o kadar, bu bilinmiyorsa, onda bir alınırdı.
Gayr-i müslimlerden alınan, harâc, cizye ve âşirin bunlardan aldığı mallar; yol, han, mekteb, mahkeme gibi umûmî ihtiyâçlara ve millî müdâfaaya sarfedilirdi. Memleket hududunu ve memleket içindeki yolları bekleyen Müslümanlara; köprü, mescid, havuz, kanal-ark açmaya ve tamirlerine,imâma, müezzine, hademe-i hayrât yâni hayır hizmetlerinde bulunanlara, İslâm ilimlerini, yâni din ve fen bilgilerini okutanlara ve okuyanlara kâdılara müftîlere vaizlere ve dîni, milleti, devleti yaşatmak için çalışanlara verilirdi. Bunlara, zengin olsalar bile çalışmaları, hizmetleri karşılığında âdete ve ihtiyâç eşyasının değerine göre, uygun bir pay verilirdi.
Ganimet: Harpte kâfirlerden zorla alınan maldır. Beşte biri beytülmâle ayrıldıktan sonra, kalan beşte dördü gâziler arasında taksim edilir. Bir kimse hükümdârın izni ile yahut kuvvet sâhibi kimseler dâr-ül-harbe girip baskın yapsalar, almış oldukları mallardan, ganimet olduğu için, beşte biri beytülmâle konmak üzere alınırdı. Kuvveti olmayan kimseler, hükümdardan izinsiz dâr-ül- harbe gidip bir şeyler alsalar, almış oldukları şeylerden beşte biri alınmaz. Münye kitabında kuvvetli olmak için dört kişi olması gerektiği bildirilmiştir.
Rikâz: Yeraltında yaratıldığı günden beri sabit bulunan mâdenler ile gömülü olan definelerdir. Mülk olan, öşür ve harâcî arâzîlerde bulunan mâdenlerin beşte biri devlete (beytülmâle), geriye kalan ise, arâzi sahibinin olur. Mîrî (devlete âid) arazide bulunan mâdenlerin hepsi devlete âiddir.
Ganimetin ve yerden çıkarılan mâdenlerin beşte biri; yetimlere, miskinlere ve parasız kalan yoksullara verilir. Bunların üçünde de önce (Benî Hâşim) ve (Benî Muttalib) olanlara verilir.
Lukata: Önceki İslam devletlerinde olduğu Osmanlılar’da da, herhangi bir yerde sahipsiz bir mal (lukata) bulan; sahibine vereceğinden eminse, sünnet-i şerife uyarak malı korumak için alırdı. Yerde helâk olacak ise muhakkak alırdı. Çünkü helâk olacak malın alınması farzdır. “Arayan olursa, bana gönderin!" diyerek iki kimseyi şahid yapar ve kalabalık bir yerde tarif ederek sahibini arardı. Sahibi çıkmayacağını veya bozulacağını anlarsa aramayıp beytülmâle verirdi. Beytülmal yoksa sadaka verir, bulan fakir ise kendisi kullanabilirdi. Birine verildikten veya kullanıldıktan sonra, sâhibi çıkarsa, ya değerini ödemeyi kabul eder, yahut bulana veya fakire tazmin ettirirdi. Tazmin eden sevab kazanırdı.
Lukata, hastahânelere verilir veya fakir cenazelerini kaldırmaya harcanırdı. Çalışamayacak hâlde olan kimsesiz fakirlere de verilirdi.
Tekâlif-i şeriyye olarak toplanan mallar, devletin elinde emânettir. Onları, hakkı olanlara ulaştırmak hükûmetin vazifesidir.
Bütün bu yollarla para ve malların toplandığı beytülmâl bir nevî sigorta vazifesi görürdü. İşçi, me'mur ve emeklilere ev, maaş verir, geçimlerini sağlar, rahat ve mesud yaşamalarını temin ederdi. Devlet fakirden para almaz, kimsesizleri, fakirleri, açıkgöz ve menfaatperestlerin ellerine bırakmaz ve devlet ayırım yapmadan her fakire bizzat yardım ederdi. Devlet, bir âile reisi ölünce, fakir ailesine maaş bağlayıp, herkesi mes'ûd eder, kimseyi aç ve açıkta bırakmazdı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye; sh. 290
2) Bedâyi-us-sanâyi; cild-7, sh. 114
3) El-İhtiyâr; cild-4, sh. 126
4) El-Ahkam-us-sultâniyye; sh. 126
5) Osmanlı İmparatorluğunda Cizye (Boris Christoff Nedkoff), Belleten, cild- 8, sayı 32, sh. 599
6) İslâm Târihi Ansiklopedisi; cild-8, sh.181, cild-5, sh.23, cild-8 sh. 193, cild, 10 sh. 145
7) Osmanlı Tarih Deyimleri ve Tâbirleri Sözlüğü; cild- 3; sh. 439
8) Redd-ül-Muhtâr; cild-2, sh. 57