Paris andlaşmasını yapan devletlerin elçilerinin katıldığı, 1876’da İstanbul’da yapılan bir konferans. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın saltanatının, ilk aylarında yapılan bu konferansa, İstanbul veya Elçiler konferansı da denilmiştir. Bu sırada devlet iç ve dış siyâset bakımından çok zor ve karışık bir durumda idi. Balkanlarda Bulgaristan mes’elesi vardı. Karadağ ve Sırplar ile savaşlar devam etmekte idi. Abdülhamîd Han’ın tahta çıkmasından bir ay sonra, Sırbistan’ın en önemli yerleri ele geçirildi. Sırp ordusu, Osmanlı ordusu karşısında dağılacak hâle geldi. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki isyânı bastırması üzerine, Avrupa devletleri ve bilhassa Rusya, muhtelif propaganda vâsıtalarından istifâde ederek, mübalağalı ve yalana dayalı bir iftira kampanyası açtı. Türklerin hıristiyanları zâlim bir şekilde boğazladığını yayarak, Avrupa kamuoyunu Osmanlı Devleti aleyhine çevirmişlerdi. Özellikle Sırp isyanının başarı ile biteceğine ve Balkanlarda Osmanlı Devleti aleyhine umûmî bir ayaklanma olacağına inanan ve bu hususta her türlü fitne fesadı yaymaktan geri durmayan Rusya; devamlı asker ve silâh yardımı yapmasına rağmen, Sırpların hezimete uğraması karşısında büyük bir telâş ve asabiyete kapılarak mes’eleyi tek başına, asker kullanarak ve harbi göze alarak halletmeye karar vermiş görünüyordu.
Rusya, Balkanlar ve Osmanlı hıristiyan tebeası hakkında köklü tedbirler alınmasını Avrupa devletlerine bildirdi ise de, Avrupa devletleri böyle bir müdâhalenin harple neticeleneceğini düşünerek Rusya’nın taleplerine uymadı. Bunun üzerine Rusya, bu işi yalnız başına halletmeye karar verdiğini açıkladı. Aynı zamanda Beserapya ve Anadolu sınırlarına asker yığmaya başladı. Sonra da Osmanlı Devletine bir ültimatom vererek, bütün cephelerdeki harekâtın durdurulmasını, kırk sekiz saat zarfında durdurulmadığı takdirde bunun savaş sebebi sayılacağını bildirdi.
Çıkacak bir harb, Osmanlı Devleti için akıbeti meçhul bir mâcerâ olabilirdi. Sırp, Bulgar, Bosna-Hersek hâdiseleri süresince, sahte katliâm haberleri yayan Avrupa devletlerinin ise, Osmanlı Devleti lehine müdâhalede bulunma ihtimâli yoktu. Ordunun yorgun ve subay kadrolarının eksik olduğu bu zamanda, Rusya ile yapılacak yeni bir harp felâketle neticelenebil irdi. Bu düşüncelerle Osmanlı Devleti mütârekenin iki ay devam etmesi şartıyla Rus ültimatomunu kabul etmek mecburiyetinde kaldı (1 Kasım 1876).
Rusya’nın, Osmanlı hıristiyan tebeasının tek hâmisi durumuna gelerek, Balkan İhtilâfının çözülmesi teşebbüsünü İngiltere’nin elinden alması ve yapılması muhtemel bir harpte Osmanlı Devleti’ni yenmesi ihtimâli üzerine, İngiltere hükümeti harekete geçmek mecburiyetinde kaldı. Çünkü bu durum İngiltere’nin Hindistan yolunu tehlikeye sokardı. Bunun için İngiliz hükümeti, 5 Kasım’da muhtariyet ve ıslâhat mes’elelerinin, Paris muahedesini imza eden devletlerin iştirakiyle akdedilecek bir konferansta görüşülmesini teklif etti. Konferansa katılacak devletlerden Rusya, Prusya, Avusturya, konferansın Avrupa’da yapılmasını istediler. Ancak bu teklif İngiltere ve Fransa tarafından reddedildi. Neticede Osmanlı Devleti’nin de konferansa iştirakini sağlamak için konferansın İstanbul’da yapılması kararlaştırıldı. Rusya, konferansı kabul etmekle beraber; konferansta alınacak kararların Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmesini te’min etmek maksadıyla, hudutlardaki ordularını teyakkuz durumuna geçirdi. Osmanlı Devleti andlaşmayı kabul etmezse, savaşa başlayacaktı. İşlerin iyice sıkıştığı bir sırada, sadrâzam Mütercim Rüşdî Paşa, ihtiyarlığını bahane ederek istilâ edince, Midhat Paşa sadrâzam oldu.
Aralık ayı başlarında Avusturya, Rusya, Fransa, İngiltere, Prusya ve İtalya devletlerinin mümessilleri İstanbul’a gelerek önce aralarında bir toplantı yaptılar ve konferansta hâlledecekleri önemli mes’eleleri görüştüler. Buna göre; Sırbistan’ın savaştan önceki durumu muhafaza edilecek. Karadağ’a, Arnavutluk ve Hersek’ten bâzı yerler verilecek. Bosna Hersek ile Bulgaristan’a ayrılacak yerlerin idâresinin Sırbistan valilerine bırakılması, buralarda Türkçe yanında mahallî dillerin resmî dil olması; asayişin muhafazası için birleşik bir askerî teşkilâtın kurulması, bu bölgelerin vergilerinin bir kısmının mahallî idareye bırakılması ve Avrupa devletlerinin göndereceği delegelerden meydana gelen bir komisyonun kurulması ile reformların kontrolüne müsâade edilmesi şeklinde bir takım karârlar aldılar.
Midhat Paşa bu konferansta müsbet bir netîce alınması için önceden meşrûtiyetin îlânının şart olduğuna inanıyordu. Bu maksadla, bir Kânûn-i esâsî hazırlıklarını hızlandırdı. Fakat Midhat Paşa’nın meşrûtiyet, hususunda kulaktan dolma bir malûmattan başka, köklü, geniş bilgisi ve herhangi bir incelemesi yoktu. Ona, Odyan Efendi adında orta seviyede bir hukukçu rehberlik ediyordu (Bkz. Kânûn-i Esâsî).
23 Aralık 1876’da Haliç’teki Tersane binasında altı Avrupa devleti ile Osmanlı Devleti’nin temsilcileri toplandılar. Konferansın başladığı gün, Birinci Meşrûtiyet ve Kânûn-i esâsî îlân edildi. Meşrûtiyetin îlânı toplar atılarak halka duyuruldu. Konferansta bulunanlar top seslerini işitince, konferans başkanı ve hâriciye nâzırı Safvet Paşa, bu topların, meşrûtiyetin îlân edildiğini bildirmek için atıldığını, bütün tebeanın hürriyete kavuştuğunu ve artık konferansa lüzum kalmadığını söyledi. Rus delegesi; “Nümayişi bırakalım da mevzûmuza geçelim” diyerek konferansa devam etmek istediklerini bildirdi. Bunun üzerine Osmanlı delegeleri konferansı terkettiler. Fakat Midhat Paşa, meşrûtiyeti sultan Abdülhamîd’e karşı beynelmilel bir muahede ile te’minât altına aldırmak için Avrupa devletleriyle bir rejim muahedesi akdetmeye bile kalkışmaktan çekinmeyip, akıl hocası Odyan Efendi’yi konferansa katılan devletlerin delegelerine gönderdiyse de, hepsi; “Bu, sizin iç mes’elenizdir. Biz karışmayız” cevâbını verdiler.
Nihayet konferans, görüşmelerini tamamlayıp kararlarını Bâb-ı âlî’ye bildirdi. Konferans kararlarında, Sırbistan ve Karadağ’ın eski statüsünü muhafaza etmesi, Bulgaristan’ın doğu ve batı diye iki vilâyete ayrılması, Bosna-Hersek ve Bulgar vâlilerinin konferansa katılan altı devletin oyu ile seçilmesi ve yapılacak diğer ıslâhatların da bu devletler nezâretinde yapılması istendi. Konferans sonunda alınan nihâî kararlar Bâb-ı âlî’ye bildirildiği sırada, İngiliz murahhası Lord Salisbury de Abdülhamîd Han’a gizli bir arîza sunmuştu. Lord bu arızasında; parasız, hazırlıksız ve müttefiksiz bir hâlde bulunan Osmanlı Devleti’nin Rusya ile harb edemeyeceğini, konferans kararlarının kabulü ile bir Osmanlı-Rus harbine sebebiyet verilmemesini bildirmişti. Lord ayrıca nihâî kararlarda, Bâb-ı âlî’nin ısrar ettiği bâzı noktaların tâdil edildiğini, eğer konferans kararları bu haliyle kabul edilmezse elçilerin İstanbul’u terkedeceklerini arzetmişti.
Bâb-ı âlî son kararları da reddetme karârı aldı. Fakat Abdülhamîd Hah, hükümetin bu karârı üzerine Osmanlı Devleti’nin mahvına sebeb olacak bir savaşın çıkmasını önlemek için, durumun geniş kadrolu bir meclisde bir kere daha gözden geçirilmesini istedi.
Bunun üzerine Midhat Paşa geniş kadrolu bir meclis kurdu. Meclisde; müşirler, ferikler, yüksek mahkeme reisleri, devlet şûrası üyeleri, nazırlar, patrik ve hahamlar gibi rûhânî reisler bulunuyordu.
Mecliste görüşmelerin başlangıcında Tersane konferansı kararlarını okuyan Midhat Paşa; “Teklifleri işittiniz. Bu teklifler ya kabul edilecek veya toptan reddedilecektir. Kabul edilirse, Devlet-i âliye istiklâlini kaybetmiş duruma düşecek, reddedilirse, harp edilecektir” şeklinde bir konuşma yaptı. Bundan sonra söz alan eski sadrâzam Rüşdî Paşa da; “Bize yapılan teklifler devletimizin istiklâl ve bütünlüğünü parçalamaktadır. Bu teklifler asla şâyân-ı kabul değildir. Devletimizin haklarını korumak için her fedâkârlığı yapmalıyız. Tekliflerin reddi lâzımdır” dedi. Subhi Paşa ve Rauf Bey de aynı fikri savundular.
Daha sonra Midhat Paşa’nın fikirlerini sorduğu gayr-i müslim temsilcilerinden Galatasaray Lisesi müdürü Sava Paşa ermeni patriği yerine meclise gelen Enfiyeciyan, rum, yahûdî mümessilleri coşkun ifâdelerle konferans kararlarının reddini istediler. Zâten onlar için tehlikeli bir durum sözkonusu olamazdı. Çünkü çıkacak harp sonunda Osmanlı Devleti mağlûb olursa, onların bir zararı olmayacaktı. Aksine Osmanlı Devleti yenilirse, belki bütün Rumeli’yi kaybedecek ve yerine hıristiyan devletler kurulabilecekti. Bu yüzden rahat bir şekilde tekliflerin reddini istiyebiliyorlardı.
Bu sırada yine Midhat Paşa’nın tertibiyle ilim talebesi sokağa dökülerek, savaş isteği ile nümayişler yaptırılıyor, halk da buna teşvik ediliyordu. Abdülhamîd Han, memleketin son derece nâzik bir durumda olduğunu görüp, savaşa girmenin büyük felâket olacağı düşüncesiyle bir kısım tâvizlerle anlaşma yapmayı istedi. Ancak, toplanan meclisde konferans kararları reddedildi.
Tersane konferansına katılan devletler, verdikleri ültimatomun reddedilmesi üzerine, delegelerini birer birer İstanbul’dan çektiler. Balkan ve Doğu mes’eleleri hâlledilmedi ve Osmanlı-Rus savaşı çıktı (Bkz. Doksanüç Harbi).
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mir’ât-ı Hakîkât; Sh. 206
2) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 291
3) Siyâsî Târih (R. Uçarol); sh. 254
4) Siyâsî Târih (Tahsin Önal); sh. 290
5) Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye (Bernard Lewis); cild-2, sh. 218, 224
6) Midhat Paşa Reformer or Revolutionary (E. Kural Shaw, Yayınlanmamış doktora tezi, Harvard Universty-1975)