Osmanlı merkez teşkilâtında vazîfeli devlet tarihçisine verilen ünvân. Vekâyinüvis de denilen bu kimseler; kendilerinden önce yazılan hâdiseleri toplayıp yazmakla beraber esâs olarak, hizmette bulundukları zamanın hâdiselerini kaydetmekle vazifeliydiler.
Arabça vak’a ile Farsça’daki yazan, kayd eden mânâlarına gelen nüvis kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen vak’anüvis ünvânı, Osmanlı târihinde on sekizinci yüzyılın başlarından îtibâren yaygın şekilde kullanıldı. Osmanlı Devleti’nde vak’anüvislik ismiyle resmî bir me’mûriyet ihdas edilmeden önce, vak’aları yazan kimseler için şehnameci veya şehnâmenüvis ünvânı kullanıldı, Bu kimseler, pâdişâhların evsâfını, şân ve zafer günlerini kayd ederek şehname tarzında manzum eserler meydana, getirdiler. Meselâ Kanunî Sultan Süleymân’ın şehnâmenüvisi Fethullah Arif Çelebi idi. Şehnamenüvisler on altıncı asır sonlarında yaşayan Lokman zamanına kadar eserlerini manzum yazdılar. Şehnâmenüvis Lokman, sultan üçüncü Murâd Han zamanına kadar olan şehnameyi nazmedip, sultan üçüncü Mehmed Han zamanına âid vukuattan hiç birşey yazmadığı için vazifeden alındı. Şehnâmenüvis Lokman’dan sonra müteferrikalık ile dîvân-ı hümâyûn kâtiblerinden Tâlîkîzâde Kâtib Mehmed Çelebi, kısmen manzum ve kısmen mensur olarak sultan üçüncü Mehmed Han devrindeki hâdiseleri yazdı.
Resmî olarak ilk vak’anüvis, Halepli Mustafa Nâimâ Efendi olup, meşhur târihini sadrâzam Amcazade Hüseyin Paşa’nın emriyle yazmış ve eserineRavzat-ül-Hüseyn fî hülâsât-i ahbâr-il-hâfîkeyn adını vermiştir. Nâimâ Efendi bu târihine 1591 (H. 1000) senesinde başlamış ve kendinden evvel yazılmış husûsî târihlerden istifâde etmiş, ayrıca, bâzı hâdiselere şâhid olanların mütâlâalarını eserine kaydederek 1591-1659 yılları arasındaki hâdiseleri anlatmış, böylece târihî olayları mükemmel bir şekilde yazmıştır. Yavuz Sultan Selîm Han zamanına kadar olan hâdiselere yer veren ve Hoca Sâdeddîn Efendi tarafından yazılan Tâc-üt-tevârih,muhtelif târihlerden istifâde edilerek vücûda gelmiş ise de, resmî vak’anüvisin yazdığı bir târih değildir. Gerek Tâc-üt-tevârih’den evvelki, Âşıkpaşazâde, Oruç Bey, Bihişti gibi târihler; gerekse sonraki Alî, Peçevî, Selânikî gibi târihler de vak’anüvisler tarafından yazılmış değildir.
Nâimâ’dan sonra Rifat Efendi isminde bir zâtın vak’anüvis olduğu elde edilen vekâyinâme müsveddelerinden anlaşılmaktadır. Tarihçi ve vak’anüvis Râşid, Rifat Efendi’nin müsveddelerinden istifâde etmiş hattâ bâzı yerlerini aynen târihine almıştır. Şu hâlde vak’anüvis olan Rifat Efendi, Nâimâ’nın bıraktığı yerden yazmışsa da eseri müsvedde hâlinde kalmış ve Râşid’e devredilmiştir.
Râşid’den sonra devamlılık vasfı kazanmış olan vak’anüvislik, İbrâhim Müteferrika matbaasının kuruluşundan sonra, vak’anüvislerin kendilerinden önce yazılanlardan derleme ve te’lif suretiyle meydana getirdikleri ile, kendi hizmet zamanlarına âid zabt ve tedvîn ettikleri vekâyinâmelerinin sırasıyla basılması düşüncesi doğmuştur.
Nâimâ’dan ve Rifat Efendi’den sonra 1715’de vak’anüvisliğe, getirilen Râşid Mehmed Efendi, 1723’de Haleb kâdılığına tâyin edilinceye kadar, bu vazîfede kaldı ve sultan üçüncü Ahmed Han’ın pâdişâh oluşundan îtibâren vak’aları kaydetmeye başladı.
Bu târihten önceki hâdiseleri Zübdet-ül-vekâyiât’tan faydalanarak hazırladı ve eserinin birinci cildini meydana getirdi.
On sekiz ve on dokuzuncu yüzyılda değerli eserler bırakan vak’anüvisler görev yaptılar. Bunların eserleri günümüze kadar gelmiş olup, çok önemli bilgiler ihtiva etmektedir.
1909 Mayıs’ında, Defter-i Hâkânî ve Maârif nâzırlıklarında bulunmuş olup, darülfünûn Osmanlı ve devletler târihi muallimi son vak’anüvis Abdurrahmân Şeref bu vazifeye tâyin olundu. Kasım 1909’da kurulan Târih-i Osmânî encümeni reisliğine de getirilip, vefâtına kadar bu sıfatını da muhafaza eden Abdurrahmân Şeref Bey’in vak’anüvisliği, Osmanlı saltanatının ilgâsına kadar sürdü.
On sekizinci asır başlarında beylikçi, teşrifatçı, rüûs ve tahvil gibi Dîvân-ı hümâyûn kalemleri arasında yer alan, daha sonra Bâb-ı âlî’de sadâret mektubculuğu ve âmedî kalemleriyle irtibatlı olan vak’anüvislik, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar devam etmişse de, zaman zaman bilhassa Tanzîmât devrinde ihmâle uğradı.
Vak’anüvisler daha çok inşâ ve şiir san’atında mahir, umumiyetle hâcegânlık rütbesine ulaşan kâtibler arasından seçilmiş olup, edebî vasıfları daha ağır basmaktadır. Bununla beraber sayıları az, fakat eserleri ve şahsiyetleriyle daha çok itibâr gören ilmiye sınıfı mensubu vak’anüvislerin, edebî kudretleri yanında, ilmî tarihçilik anlayışına da sâhib oldukları söylenebilir. İlmî ve meslekî üstünlüğü yanında dindar ve güzel ahlâk sahibi kimseler arasından seçilen vak’anüvisler, hizmette bulundukları zamanın vak’alarını tesbit ve kaydetmek gibi aslî vazîfeleri yanında, kendilerinden önceki vak’anüvislerin eksik bıraktıkları devrin târihini de yazmakla vazifeliydiler.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Rehber Ansiklopedisi; cild-17, sh. 325
2) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı (Uzunçarşılı); sh. 64
3) Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü; cild-3. sh. 574