16 Ekim 2019 Çarşamba

VAKIF


Mükellef kimsenin; kendi mülkü olan belli ve dayanıklı malının menfaatini bir şarta bağlamadan müslüman veya zımmî fakirlere bırakması. Vakıf; lügatte habs ve men etmek, alıkoymak mânâlarına gelir. Vakf yapanavâkıf, vakf edilen şeye mevkuf denir. Vakfı idare edene mütevellî,mütevellîyi kontrol edene nâzır, vakıf şartlarının yazılı olduğu belgeye devakfiye denir. Vakfedilen mal, sahibinin mülkünden çıkar. Satılmaz, bağışlanmaz, miras bırakılmaz. Vakıf, dünyâda insanlara ihsân ve ikrâm etmek gayesiyle kurulur. Vakıf, ibâdet değil kurbettir. Yâni sevâb kazanmak için yapılan bir iştir.
Vakıfların çok eski bir târihi olup, Peygamber efendimizden önceki peygamberler zamanlarında da vakıflar kurulmuştur. Önce dînî gayelere dayalı olarak kurulan vakıflar, zamanla sosyal gayelerle kurulmaya başlanmıştır. Dînî mânâda vakıf olmayıp cemiyeti ilgilendiren hususiyetlerinden dolayı vakıf adı verilmiş olan kuruluşlara, eski milletlerden Mısırlılar, Romalılar ve diğerlerinde de rastlanır.
İslâmiyet’in gelmesiyle hakîki hüviyetine kavuşan müesseseleri; müslümanları hayra, yardıma ve iyilik yapmaya teşvik eden âyet-ı kerîmeler, vakıf ile alâkalı hadîs-i şerifler, icmâ-i ümmet ve Sahâbe-i kiramın tatbikatı esaslarına göre kurulmuştur. İslâmiyet’te ilk vakıf Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm tarafından Hicretin üçüncü senesinde Medîne-i münevverede kuruldu. Peygamber efendimiz kendi mülkü olan yedi hurmalığı müslümanlığı, koruma maksadıyla vakfetti. Peygamber efendimizin sünnetine tâbi olan Hulefâ-i râşidîn ve diğer Eshâb-ı kiram da (radıyallahü anhüm) vakıflar yaptılar. Emevîler zamanında vakıf müessesesinde büyük gelişmeler oldu. Abbasîler zamanında İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri vakıf müessesesinin hukukî mâhiyetini tesbit etti. Orta Asya’dan Atlas okyanusuna kadar her tarafta câmiler, ribatlar, kervansaraylar, medreseler, tekkeler, mektebler, köprüler, yollar, hastahâneler, imâretler gibi pek çok hayırlar yapılarak vakf edildi. Büyük Selçuklular zamanında müslümanlar tarafından vakıf kurma işleri daha da hızlandı. Anadolu Selçukluları, Dânişmendliler, Gazneliler, Atabegler, Eyyûbîler ile Hindistan, Afganistan ve diğer müslüman ve Türk devletlerinde de vakıflar kuruldu. Mısır’daki Memlûklüler döneminde iyice gelişip yaygınlaştı.
Vakıflar, en büyük gelişmeyi Osmanlılar zamanında gösterdi. İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır” hadîs-i şerifini rehber edinen Osmanlılar, her sahada olduğu gibi, bu sahada da muazzam ve kalıcı eserler meydana getirdiler. Vakıf yoluyla te’sis edilen bu sayısız eserler muazzam Osmanlı ülkesini bir baştan diğer başa ağ gibi ördü. 1530-1540 seneleri arasında yapılan vakıflarla ilgili tahrirlere göre; yalnız Anadolu eyâletinde vakıf yoluyla 45 İmaret, 342 câmi, 1.055 mescid, 110 medrese, 154 muallimhâne, 1 kalenderhâne, 1 mevlevîhâne, 2 dârülhuffâz, 75 büyük han ve kervansaray kuruldu. Bu müesseselerde vazife yapan 121 müderris, 3.756 hatîb, imâm ve müezzin ile 3.229 şeyh, şeyhzâde, kayyım, talebe veya mütevellînin iaşe giderleri ve maaşları vakıf gelirlerinden karşılandı.
Yine aynı târihlerde Karaman eyâletinde vakıf yoluyla 3 imâret, 75 câmi, 319 mescid, 45 medrese, 272, zaviye, 2 dârülhadîs, 31 dârülhuffâz, 4 muallimhâne, 2 dârüşşifâ, 14 kervansaray, Rûmi eyâletinde ise; 10 imâret, 93 câmi, 218 mescid, 35 medrese, 275 zâviye, 13 muallimhâne ve 17 kervansaray vakıf yoluyla te’sis edildi.
Te’sis edilen bu vakıflar gördükleri hizmetlere göre değişiklik arz ederdi. Yukarıda zikredilenlerden başka, su yolları, su kemerleri, çeşme ve sebiller, yollar, kaldırımlar, aşevleri, dul ve yetim evleri, çocuk emzirme ve büyütme yuvaları gibi vakıf eserleri te’sis edilmiştir. Bunlardan başka namazgah, kütüphâne, dükkân, misafirhane, kuyular, çamaşırhane, halâ, han, hamam, bedesten, türbe, iskele, deniz feneri, ok ve güreş meydanları, esir ve köle âzâd etmek, fakirlere yakacak te’min etmek, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kâse ve kapların yerine yenilerini almak, gâzilere at yetiştirmek, ağaç dikmek, borçan hapse girenlerin borcunu ödemek, dağlara geçitler kurmak, öksüz kızlara çeyiz hazırlamak, borçluların borçlarını ödemek, dul kadınlara ve muhtaçlara yardım etmek, çocukları baharda açık havada gezdirmek, mekteb çocuklarına gıda ve yiyecek yardımı, fakirlerin ve kimsesizlerin cenazesini kaldırmak, bayramlarda çocukları ve kimsesizleri sevindirmek, kalelere, istihkâmlara veya donanmaya yardımda bulunmak, kış aylarında kuşların beslenmesi, hasta ve garîb leyleklerin bakımı ve tedavisi gibi pek çok maksadlarla çeşitli vakıflar kurulmuştur. Müslümanların iki mukaddes beldesi olan Mekke ve Medîne şehirlerine, İslâm dünyâsının her tarafında binlerce vakıf te’sis edilmiştir. Bilhassa Osmanlı sultanlarının, devlet adamlarının ve diğer hayır sever kimselerin meydana getirdikleri vakıflarla, her sene Osmanlı ülkesinden buralara ulaştırılan vakıf gelirleri bütün İslâm dünyâsının şükran hislerini kabartacak seviyeye ulaşmıştır.
Din ve ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlığın hizmetine tahsis edilmiş olan, insanların bedenî ve ruhî hastalıklarını tedâvî etmek gayesiyle kurulmuş vakıf hastahâneler, dârüşşifâlar ve tımarhaneler de önemli vakıf müesseseleridir. Bu sağlık kuruluşları ile ilgili bâzı vakfiyelerde bir takım ilâçların formülleri bildirilmiş, bu formüllere göre yapılan ilâçların hastaların tedavisinde kullanılması istenilmiştir. Sosyal hizmetler yönünden pek önemli olan imâretler ise, seyahatin meşakkati altında yorgun düşen yolcuların istirâhatini te’min ederek, din ve kültür birliğinin kurulmasını sağlamış, açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ümidsiz kimselere bir sığınak vazifesi görmüş, dînî ve insanî vecîbeleri en iyi şekilde yerine getirmiştir, imâretler bünyesinde yer alan dârüşşifâlar, halkın poliklinik ve hastahâne hizmetlerini görmüştür. Bu hizmetler devrin en selâhiyetli tıp otoriteleri eliyle parasız olarak yapılırdı. İmarethaneler yüzlerce yetime maaş bağlamak, binlerce fakirin karnını doyurmak, dul kadınları himaye altına almak, yetim ve fakir çocuklarını okutmak üzere mektepler açmak gibi hizmetlerle gerçekten Türk hayırseverliğinin takdirle yâdedilecek birer şefkat âbidesi hüviyetinde idiler.
Şehirlerarası nakliyenin sağlanması için pek çok yol, köprü ve kalelerin inşâası önemli ticâret yolları üzerindeki konak yerlerinde kervansaraylar kurulması vakıflar sayesinde gerçekleşmiştir. Sokakların aydınlatılıp temizlenmesi ve bâzı şehirlerin muhtelif yerlerinde bahçeler açılması gibi hizmetler de vakıf yoluyla yaptırılmıştır.
Osmanlı iskân siyâsetini kolaylaştıran önemli unsurlardan biri olan ve Osmanlı Devleti’nin başlangıcından itibaren; ülkenin çeşitli yerlerinde kurulan tekkeler, ahî ocakları ve bunların masrafları vakıflar yoluyla karşılanmıştır. Ahiler, yerleştikleri yerlerde devlet politikasının propagandasını yaptıkları gibi, gelip gidenleri misafir etmişler, gerektiğinde harbe katılmış, halkı da bu işe teşvik etmişlerdir.
Kısaca; yüzyıllar boyunca İslâm ve Türk dünyâsında içtimâi nizâmın korunmasına fertler arasında yardımlaşma ve dayanışma yolu ile karşılıklı sevgi bağının kurulmasına, başka bir ifâde ile insanlığın dünyevî ve uhrevî saadetine hizmet eden birer sosyal kuruluş olarak önemli bir yer tutan vakıflar, Osmanlı devlet nizâmının kurulmasında ve devam etmesinde temel faktörlerden olmuştur.
Osmanlılar zamanında kurulan vakıf müesseseleri iki kısımda incelenmektedir. Birincisi; vakıf edilen şeyin bizzat kendisinden faydalanılan vakıflardır. Müessesât-i hayriye de denilen, câmiler, medreseler, mektebler, imâretler, zaviyeler, kütüphâneler, misafirhaneler, köprüler, hastahâneler, çeşmeler, sebiller ve kabristanlar bu kısma girer. İkincisi ise; vakfedilen şeyin bizzat kendisinden faydalanılmayan, fakat birincilerin sürekli ve düzenli bir şekilde işlenmesini te’min eden bina, arazi, nakit para v.s. gelir kaynaklarının teşkil ettiği vakıflardır. Bunlaraasl-ı vakf denilmektedir. Vakfedilen bu nesneler arasında bâzı köylerin tamâmı, her türlü zirâat işletmeleri, çiftlikler, tarlalar, üzüm bağları, bahçeler, mesken olarak kullanılan binalar, dükkânlar ve iktisadî gaye için yapılmış başka yapılar gibi gayr-i menkuller ve hayvan derisi, gemi, nakit para gibi menkuller görülmektedir. Mülkiyeti devlete ait olan ve arâzî-i mîrîye adı verilen toprakların da vakıf hâline getirildiği görülmektedir; buna vakf-ı irsâdî adı verilmektedir. Ancak vakfedilen şey bu arazilerin çıplak mülkiyeti değil, ya üzerinde çalışan kimselerin devlete ödemek zorunda oldukları vergiler veya arazinin tasarruf hakkı idi. Tahsis ve irsâd kabilinden evkâf adı da verilen bu vakıflarda esas olan, vakfedilen gelirlerin devlet bütçesinden karşılanması, gereken hizmetlere tahsis edilmesidir.
Osmanlılardaki toprak vakıfları da üç kısma ayrılmıştır:
Birincisi; sâhiblerinin, mülkü olan öşürlü ve haraclı toprakların vakfedilmesiyle meydana gelen toprak vakıflarıdır. Bunlar, mülkiyeti devlet tarafından satılmış veya imâr ve ihya maksadıyla kolonizatör Türk dervişlerine ve zaviye sahiplerine mülk olarak terk edilen boş toprakların vakıf hâline getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu toprakları vakıf sâhiblerinin kendileri veya adamları işlemektedir. Kiraya verildiği takdirde vakıf idarecisi toprağı işleyen köylülerden sâdece toprak kirası isteyebilmekte bunun dışında onlar üzerinde idâri ve inzibatî selâhiyetleri ve resmî sıfatları bulunmamaktadır.
İkincisi; mâlikâne-dîvânî sistemine bağlı toprakların vakfedilmesi hâlinde, vakfedilen şey, topraktan ve toprak üzerinde yaşayan köylülerden alınan her türlü vergiler olmayıp, sâdece toprağın kuru bir mülkiyet hakkıdır. Bu mülkiyet hakkına malikâne hissesi denilmekte olup, ümûmiyetle mahsûlün beşte biri, yedide biri veya onda biri olarak kabul edilmektedir. Vakfedilen bu haktır.
Üçüncü kısmı ise; bilcümle hukûk-ı şer’iye ve rüsûm-ı örf iyesi ile ve serbestiyât üzere vakfedilen topraklardır.
Burada söz konusu edilen vakıflardan birinci ve İkincisi vakf-ı sahih,üçüncüsü ise vakf-ı irsâdî’dir.
Vakıf, faydalanılması mübâh ve mümkün olan mülk ve maldan olur. Vakfedilen maldan yalnız veya en sonra bir mescidin veya fakirlerin faydalanmasını bildirmek şarttır. “Şu arazim fakirlere sadaka olarak ebedî bir vakıftır. Şu malım Allah için vakıftır” gibi vakfa mahsûs sözlerle vakıf yapılır. Âdete göre zenginler de istifâde edebilir. Vâkıfın yâni vakfedenin, vakfı idare için tâyin ettiği kimse nâzır ve mütevellî olur. Vâkıf, malını mütevellîye teslim eder. Nâzır ve mütevellî sonra ölürse, bunların vasiyet ettiği olur. Bunlar yoksa, kâdı yâni hâkim bir mütevellî tâyin eder. Bu tâyinde vâkıfın evlâd ve yakınlarından ehil olanların tercih hakları vardır. Vakıf sahibinin tâyin ettiği mütevellî, nâzırın bilgisi altında vakfı idare eder. Akd ve alış-veriş yapar. Malını vakfeden kimse bunu hâkime tescil ettirdikten, yâhud mutevellîye teslim ettikten sonra vaz geçemez. Mülkümü vakfettim diyen kimse, tescil ettirmeden önce vazgeçebilir.
Vakfın gelirinden, önce tamir, sonra hizmet edenlerin ve nâzırın ücretleri ödenir. Vakıf binaların tamirleri, içinde parasız oturmaya hakkı olanların malları ile yapılır. Yapamazlarsa kâdı (hâkim) bunları çıkarıp, kiraya yerip, ücretleri ile tamir ettirir, sonra bunlara teslim eder. Kiracı bulunmazsa hâkim tarafından harâb bina satılıp, parası ile başkası alınıp, mütevellîye teslim edilir. Başkasını satın alamazsa para fukaraya dağıtılır. Bu işi ancak kâdı yapar. Fakat kâdı vâkıfın şartlarına aykırı hüküm veremez. Herkesin bu şartlara uyması lâzımdır. Ancak kâdının hıyanet eden mütevellîyi ve nâzırı azletmesi vâcibdir.
Binâ, tarla, kuyu gibi nakledilmeyen şeyler sözbirliği ile vakfolunur. Nakledilmeyen şey ile birlikte buna lâzım olan naklolunan şey de İmâmeyne göre vakfolunur. Vakfedilmesi âdet olan menkûl mallar yâni taşınabilir şeyler İmâm-ı Muhammed’e göre yalnız olarak da vakfolunur. Bu imâma göre altın, gümüş, yâni para da vakf olunur. Hacm ve vezn (tartı) ile ölçülen şeylerin hepsi böyledir. Hacm ile, vezn ile ölçülen eşya satılıp bedelleri ve vakıf paraları fakirlere ödünç verilir ve müdârebe yolu ile sermâye olarak tüccara verilir ve kâra ortak olunur. Vakfın hissesine düşen kârlar fakirlere sadaka verilir. Vakfolunan paranın misli hep vakfın emrinde kalması lâzımdır. Bununla bir şey satın alınmaz ve borç ödenemez. Buğdaylar fakir olan köylüye tohumluk olarak ödünç verilip yeni mahsûlden ödenmek şartı ile vakfolunur. Sütü fakirlere verilmek üzere inek vakfolunur. Ev eşyası gibi vakfı âdet olmayan şeyleri vakfetmek caiz değildir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 825
2) Rehber Ansiklopedisi; cild-17, sh. 325
3) Evkâf-ı Hümâyûn Nezâretinin Târihçe-i Teşkilâtı ve Nüzzârın Terâcimi ahvâli (Hüseyin Hüsâmeddîn Efendi ve İbnülemin Mahmûd Kemâl İnal, İstanbul-1336)
4) İstanbul Vakıflar Tahrir Defteri 953 (1546) Târihli (Ö.L. Barkan ve E.H. Ayverdi, İstanbul-1970)
5) Vakıflar (Ali Himmet Berki, İstanbul-1946)
6) On yedinci asır Türk Vakıflarının İktisâdi boyutu (Bahâeddîn Yediyıldız), Vakıflar Dergisi, sayı-18, sh. 5
7) İslâm Târihi Ansiklopedisi; cild-10, sh. 133
8) Vakıflar (İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü, İstanbul-1984)
9) Menşe’i ve Târihi Gelişimi Açısından Vakıflar (Nazif Öztürk, Ankara-1983)