Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yetişen kıymetli bir paşa. İkinci Abdülhamîd Han’ın kahraman ve şehîd kumandanlarındandır. 1827 (H. 1243) senesinde Konya’nın Hadim kazasında doğdu: 1897 (H. 1315) senesinde yapılan Osmanlı-Yunan harbinde şehîd düştü.
Abdülezel Paşa on altı yaşında iken er olarak orduya girip asker oldu. On iki sene kadar Arabistan’da kalıp, Osmanlı ordusunda sadâkatla hizmet etti. Bu sâdık ve gayretli hizmetleri neticesinde çok sevilip subaylık rütbesi verildi. 1853’de Hüsrev Paşa’nın yâveri olarak Kırım muhârebesine katıldı. 1857’de Karadağ, 1868’de Girid isyânlarını bastırmak için vazîfe aldı. Gösterdiği başarılar üzerine her vazifesinin akabinde bir rütbe, çeşitli nişanlar ve madalyalar verildi. 1872 senesinde binbaşı rütbesi ile Giresun taburuna tâyin edildi. Bu taburla birlikte Sırbistan muhârebesine katıldı. Bu seferde, Aleksin mevkiindeki savaşta büyük kahramanlık gösterdi.
Plevne muhârebesine de katıldı. Bu sırada Mirliva yâni albay idi. Târihimizin altın sayfalarından olan Plevne müdâfaasında Gâzi Osman Paşa’nın mert ve kahraman silâh arkadaşlarından biri de Abdülezel Paşa idi. Bu savaşta da fevkalâde kahramanlık gösterdi. İstanbul’a dönünce, İkinci Abdülhamîd Han, Abdülezel Paşa’nın göğsüne kendi eliyle müstesna bir kahramanlık nişanı olan Plevne madalyasını taktı.
Abdülezel Paşa bundan sonra, jandarma teşkîlâtına tâyin edilerek Hicaz’a gönderildi. Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a geldi ve paşalığa yükseldi.
Anadolu terbiyesi ile büyüyen ve erlikten paşalığa yükselen bu köylü çocuğu, dînin emirlerine bağlı sâlih bir müslüman idi. Kur’ân-ı kerîmi ezberlemişti. Sesi güzel olup, serî okurdu. Yakın dostları onun devamlı hatim okuduğunu ve buna aralıksız elli sene devam ettiğini söylemişlerdir. Memleketi Hâdim’i ziyarete geldiğinde, dostlarından birine; “Cenâb-ı Hak, hafızlık nîmeti ve paşalık gibi iki rütbe bahşetti. Şimdi bir üçüncüsünü istiyorum, o da şehîdlik rütbesidir!” diyerek şehîd olma arzusunu dile getirmiştir.
Abdülezel Paşa, 1897 senesinde vuku bulan Osmanlı-Yunan harbinde Alasonya ordusunun İkinci tugay kumandanı idi. Yirmi altıncı ve son defa savaşa katılıyordu. Savaş başlar başlamaz, Yunan kuvvetleri Osmanlı hududlarına hücum etti. Ordusuyla Alasonya’da bulunan ve hücuma geçmek üzere hazır bekleyen Abdülezel Paşa, hücum emrini alır almaz, birliği ile Pınarhisar’a yürüdü. Hududa ulaşınca, bir avuç Osmanlı askerinin, hudut kulelerine hücum eden Yunan kuvvetlerine karşı kahramanca dövüştüğünü gördü. Üzerlerine yağmur gibi mermi ve top gülleleri yağdığı hâlde kahraman Osmanlı askerleri bu dehşetli hâle aldırmadan müdâfâ ediyorlar ve şehîdlik mertebesine, sevinerek koşuyorlardı. Abdülezel Paşa, bu hâli görünce hemen harekete geçti. Ancak düşmanın açtığı şiddetli top ateşinden bir türlü kulelere yanaşılmıyordu... Hiddetinden yerinde duramayan Paşa; “Aman yâ Rabbî! Cayır cayır yandıklarını ve şehîd düştüklerini görüyoruz da yardım için birtürlü yanaşmaya fırsat bulamıyoruz. Vatan evlâtları kulelerde mahvolacak. Ah bir akşam olsa, ortalık kararsa!” diye çırpınıyor ve çok üzülüyordu. Nihayet beklediği zaman geldi ve ortalık karardı. Hemen bir tabur asker alıp kulelerdeki askerleri kurtardı. Bundan sonra sabaha kadar tugayını mevzilere yerleştirip, savaşa hazır hâle soktu. Sabahın erken saatlerinde Yunan mevzilerini topçu ateşi altına aldı. Bir müddet sonra birliğine hücum emri verdi. Artık silâhlar konuşuyordu. Abdülezel Paşa, emrindeki tugayı ile düşmana yaklaştıkça, düşman adım adım geri çekiliyor ve bâzan da aniden saldırıyordu. Abdülezel Paşa’nın birliği, saldırılara kahramanca karşı koyuyor ve düşmanı püskürtüyordu. Abdülezel Paşa askerleri ile devamlı ön cephede çarpıştığından, yanındaki kumandanlar; “Paşa hazretleri, biraz geri çekilseniz! Düşman mermileri etrafınızda uçuşuyor!” dediler. Bunun üzerine Abdülezel Paşa şöyle dedi: “Ey oğul! Eceli gelmeden insan ölmez. Ben elli senedir böyle savaştım! Hamdolsun hiç bir şey olmadı. Hep şehîd olmayı aradım fakat kavuşamadım! Keşke şimdi kavuşabilsem. Ölmek korkusu ile yerimi terkedip geri çekilemem!...” Abdülezel Paşa, mermi sesleri arasında gür sesiyle emrindeki birliği teşvîk etmek için bir hitabede bulundu. Abdülezel Paşa, emrindeki birliğe yaptığı bu konuşma ile askeri şevke getirdi ve birden bire atına atlayıp mahmuzlayarak hücum etti. Emrindeki birlik de aynı arzu ile kendisini tâkib etti. Artık, Yunan askeri kaçıyor, kahraman Türk askerleri, Allah Allah nidalarıyla düşmanı kovalıyorlardı. Abdülezel Paşa yetmiş yaşında olmasına rağmen delikanlı çevikliğiyle at sürüyor, silâhını doğrultup kurşun atıyordu. Sonunda alnına bir düşman kurşunu isabet etti. Kanlar içinde yıkılmadan atının yelesine yapışarak bir müddet daha gitti. Mertebelerin en yücesi olan şehîdliğe kavuşmuştu. Durumu anlıyan Gemlik tabur komutanı onu atından indirdi. Sanki güler gibiydi, önce Pürnartepe’ye defnedildi. Sonra Alasonya’ya naklolundu. Kahramanlıkları dilden dile anlatılan bu şehîd kumandanın kabri üzerine, Sultan Abdülhamîd Han bir türbe yaptırdı (Bkz. Yunan Harpleri).
BİR ŞEHÎDÎN SON SÖZLERİ!..
Abdülezel Paşa, şehîd olduğu son savaşında askerlerine şöyle hitâb etmiştir. “Askerlerim! Yiğitlerim! Kahraman evlâtlarım? Dînimize, namusumuza ve vatanımıza göz diken düşmana haddini bildirmenin tam zamanıdır! Bilirsiniz ki hâinler korkak olur. Biz düşman üzerine yürürsek onlar kaçarlar. Hep beraber Allah, Allah! diyerek hücum edelim!...”
Sonra da Papalivata, Tırpan ve Misfaki tepelerini göstererek şöyle dedi: “Aslanlarım! Şu gördüğünüz tepenin zaptı bizim için çok mühim ve pek şanlı bir muzafferiyet kazandıracaktır. Siz ki Milona geçidi gibi en zor geçidi aşıp, en çetin yerlere hücum ederek Osmanlı’nın kahramanlığını bütün cihâna gösterdiniz. Siz kahramanların evlâtlarısınız. Allahü teâlânın yardımı ile, şu tepenin Üzerinde vuku bulacak kahramanca bir hücumla zâten gözü yılmış olan düşmanı tamamen perişan edeceğinizi, sancağımızı oraya dikerek Osmanlının şânını yücelteceğinizi ümîd ediyorum. Eğer bu tepeyi zaptederseniz önümüzde çiçeklerle süslenmiş geniş bir zafer sahrası açılacak. Bütün İslâm âlemi ve Osmanlılar, sizin bu kahraman muzafferiyetinizden dolayı ilân-ı şükran ve iftihar edeceklerdir. Analarınız sizi bugün için doğurdu, bugün için büyüttü!
Yeryüzünde bulunan bütün müslümanların kıymetli halîfesi şevketli pâdişâhımız Abdülhamîd Han hazretleri sizi bugün için yetiştirdi. Vatan bugün sizden fedâkârlık bekliyor! Hülâsa bugün şan ve namus, devlet ve millet sizin süngülerinizle ayakta duracaktır...
Eğer arslanlar gibi bir hücumla şu tepeyi zaptedecek olursanız, namusu korumuş ve vatanı yüceltmiş olursunuz. Devletimizin gelecekteki zaferlerine de öncülük etmiş olacaksınız.
Asker evlâtlarım! Size son bir vasiyetim vardır ki, bu vasiyetimin yerine getirilmesini rica ederim! Eğer ben şu tepeyi zaptettiğinizi ve oraya hâkim olduğunuzu görmeden şehâdet şerbetini içersem, benim cesedimi şehîd olduğum yere defnetmeyin. Bu tepeyi mutlaka ele geçirin ve benim için o tepe üzerinde bir kabir kazarak oraya defnedin! Şayet bu tepeyi ele geçiremeyecekseniz, bırakın cesedim bu topraklar üzerinde kurtlara kuşlara yem olsun!
Evlâtlarım! Sizin dağları aşan hücumunuza böyle tepeler elbette dayanamaz. Bu bakımdan mutlaka bu tepeyi zaptetmenizi istiyorum!..
Tevfîk-i ilâhî rehberimiz, imdâd-ı peygamberi yaverimiz, teveccühât-ı celîle-i hazret-i hilâfet-penâhî, fark-ı iftihârımız da efserimiz (tacımız) dır. Haydi arslanlar! Arş ileri dâima ileri...”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) 1897 Osmanlı-Yunan Harbi (G. Kurmay Başkanlığı Yayını, Ankara); sh. 97
2) Resimli Târih Mecmuası; sh. 3002
3) Şehîd-i Mübeccel Abdülezel Paşa’nın Hayâtı ve Şehâdeti (Mustafa Özkul, İstanbul-1975)
4) Hadim ve Hâdimiler Bibliyografyası (Nûman Hâdimoğlu, Ankara-1983); cild-1, sh. 147