Şarkta (doğuda) hemen her büyük şehirde bez (kumaş vs.) satılmak için yapılan, sonraları muhtelif eşya alış-verişine tahsis olunan kapalı çarşı. Aslı bezistan, bezzâzistân olup, bedestan ve daha sonra da bedesten denilmiştir. Fâtih Sultan Mehmed Han’a âid Arapça bir vakfiyede İstanbul’daki eski bedestene Sûk-ul-Bezzâziye, yâni bezzazlar çarşısı denilmektedir.
İstanbul’da; ikisi büyük çarşı içinde, biri Galata’da olmak üzere üç bedesten vardır. Kapalı Çarşı’daki bedestenlerin eskisine Bedesten-i atîkyâni eski bedesten, diğerine Bedesten-i cedîd yâni yeni bedesten denilirdi. Burası Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde yapıldı. Yeni bedestene, eskiden burada sandal denilen pamuk-ipek karışımı bir nevî kumaşlar satıldığı için Sandal bedesteni de denilmiştir. Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi’nde sandal bedesteni için; “Bunda bedesten-i atîk gibi zîkıy-met (kıymetli) cevahir mekûlesi (gibi) eşya satılmaz; cümle harîre (ipek) ve elbise-i fâhireye müteallik mallar bey’ olunur (satılır)” demektedir.
Bedestenler; taş yapılı, üstleri kalın kubbeler ile örtülü, dört tarafı demir kapılı, sağlam ve geceleri bekçilerin nezâreti altında bulunduğundan emin ve mahfuz binalardır.
Tam emniyetli yerler olduğundan, içlerindeki kasalarda ve ambarlarda para ve kıymetli eşya saklanırdı. Bedestenlerde kasaların korunması için yeraltında yerler ve ayrıca dört tarafı demir kapılı yirmi sekiz mahzen, dükkânların altında da sandıklar vardı. Yirmi sekiz mahzenin dördü köşelerde, yirimi dördü de duvarların içindedir. Bunlar üç dükkâna bir mahzen düşmek üzere yapılmıştır. İstanbul bedesteni bin sekiz metre kare olup, içeriden bakılınca on beş, dışarıdan bakılınca yirmi üç kubbeli görünmektedir. Bu bedestenler altı metre kalınlıkta dört duvar ile sekiz filayağı üzerine kurulmuş olup; kubbelerin sekizi filayakları üstüne oturmaktadır. Halk ve esnaf kıymetli eşyalarını az bir ücretle bedestenlerde muhafaza ederdi. Bu eşya ve paranın sahipleri ölür veya eşya ve para unutulur da mirasçı çıkmazsa, beytülmâla (hazîneye) kalırdı.
Bedestenin muntazam ve emniyetli bir muhafaza teşkilâtı vardı. On iki kişiden ibaret olan bu muhafızlara bölükbaşı ünvânı verilirdi ve bunların fermanları vardı. Birbirlerine kefil idiler. Biri Nânpâreci diğeri Küçük ağaadında iki zabit bunlara nezâret ederdi. Bedesten her sabah, duâlı ismi verilen bölükbaşı tarafından duâ edilerek merasimle açılır, akşamları yine merasimle kapanırdı.
Esnaf, münâdî ve muhafızlar bu şekilde teşekkül ettikten sonra sabahları kaba kuşlukta gelirler, bekçilerin ve müstakil hizmetleri olanların girip çıkması için Çarşû-yi kebîr açıldığı esnada da inciler kapısının arkasından tak tak vurarak buyurun duâya diye seslenirler, esnaf ve ahâlî içeri girdikten sonra tam ortada muhafızlık dolabının önünde sıralanılırdı. Bekçibaşıdan kıdem îtibâriyle bir sonra gelen ve adına duâcı denilen bölükbaşı tarafından pâdişâhın ve askerin selâmetine, gelmiş ve geçmiş bölükbaşı ve esnafın ruhlarına rahmet niyaz edilir, ayrıca Selâten Tüncînâduâsı okunur, akabinde de yüksek sesle; “Ey cemâat-i müslimîn! Tavcılık yapılmayacak, mal kapatılmayacak, kefilsiz mal alınıp satılmayacak” gibi tenbîhâttan sonra çarşıda alış-veriş başlardı. Yüksek değerdeki mallar yalnız Perşembe günleri müzayede olunurdu. Bunların tellâllarına huzur münâdîsi denirdi.
Akşam olup herkes gittikten sonra üç kapı kapanır, yalnız kuyumculara açılan inciciler kapısı, çarşının tamamen boşalmasına kadar yarım açık bir vaziyette kalır, kapıda bekçi durur ve burada büyük dolapların altlarına, kuyumcuların akşam muhafaza için bırakıp sabahleyin tekrar aldıkları sandıklara mallar konurdu. Ondan sonra o kapı da kapanırdı. İçerde kalan nöbetçi bölükbaşı ile bir de yamağı tarafından, ellerinde kalın bir sopa ve bir de tabanca olduğu hâlde bedestenin içi güzelce arındıktan ve kimsenin kalmadığına kanâat getirildikten sonra bunlar gidip nöbet mahalline otururlardı. Bundan sonra bu muhafızlar, el tetikde, lenbah (kulak) tıkırtıda sabaha kadar nöbet beklerlerdi.
Bedesten aynı zamanda İstanbul’un Emniyet sandığı idi. İstanbul halkı ağzı mühürlü sandıklarını, kasalarını buraya koyar, karşılığında da bir makbuz alarak gönül huzuru ile bırakıp giderlerdi. Sahibi geldiği zaman bir bölükbaşının nezâretinde mahzenine yâni sandığın konulduğu yere gidilir, bölükbaşı kenarda durarak; emânet sahibi, sandığından alacağını aldıktan, koyacağını koyduktan sonra mühürleyip mührü bölükbaşıya gösterirdi. Muhafızlar yalnız bunların bozulmasından mes’ûl tutulurdu. Eşya muhafazası ile tellaliye ücretinin yüzde yirmisi bekçıbaşı denilen ser muhafıza âid olup, bakıyyesi diğer on bir bölükbaşı arasında eşit olarak taksim olunurdu.
Bedestenlerde alış-veriş yapan esnafa, muailim anlamına gelen, ayrıca tacir anlamına da kullanılan Hâcegân veya Hâcegî denilirdi. O devirde dolap sahibi Hâcegî olmak, esnaf için erişilebilecek en üstün mertebe idi. On yedinci yüzyılda tüccarların lonca sandığı vardı. Bu sandıkta esnaftan muhtaç olanların cenazesine, telâlların hastalığına ve bir çok hayırlı işlere paralar dağıtılırdı.
İkinci Mahmûd Han devrinde bedestene ahşap bir mescid de ilâve edilmiştir.
Galata’daki bedesten ötekilerden çok küçük olup, Perşembe pazarında idi.
Ankara bedesteni ise Ankara kalesinin yamacındaki hanlar semtinde, Kurşunlu han yanında bulunur ve Mahmûd Paşa bedesteni adıyla anılırdı. 1464 târihinde yazılan Enverînin Düsturnânâme-i Enverî adlı târihî eserinde; Ankara bedesteninin, Fâtih’in sadrâzamı Mahmûd Paşa tarafından yaptırıldığı ve tacirlerin buradan alış-veriş yaptığı bildirilmektedir ki, bu bedesten Celâli isyânlarında zarar görmüştür.
Ankara bedesteninin 18x49 m. ölçüsündeki orta salonunu kapatan on kubbe, dört filayağı üzerine oturmaktadır. Bedestenin dört tarafından yanlarındaki çarşılara açılan dört büyük kapısı vardır. Bedesten, sâhib olduğu yüksek kubbeleri ve kemerleri ile ilk devir Osmanlı mîmarlık san’atının güzel örneklerinden biridir. Anadolu’nun ve Rumeli’nin pek çok yerinde bedestenler bulunmaktadır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Seyâhatname (Evliya Çelebi, İstanbul-1314); cild-1 sh. 617
2) Türk San’atı (C.B. Arseven; İstanbul-1928); sh. 115
3) Mecelle-i umûr-ı beledîyye; sh. 790
4) Eski Eserler Ansiklopedisi (N. Rüşdî, İstanbul-1938); sh. 34
5) Rehberi Seyâhin (Mamboury, İstanbul-1925); sh. 335
6) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh. 187