7 Mayıs 2020 Perşembe

EŞREFOĞLU RUMİ


Anadolu’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Abdullah bin Eşref bin Muhammed Mısrî olup, babasının ismi ile şöhret buldu. Babası Eşref Efendi, Mısır’dan İznik’e göç etti. Abdullah, İznik’de doğdu. Hacı Bayram-ı Velî’nin talebesi ve dâmâdı oldu. 1484 (H. 889) târihinde İznik’de vefât etti. Kabr-i şerifi ziyaret mahallidir.
Babasının terbiyesi altında büyüyen Abdullah, önce İznik medreselerinde çeşitli âlimlerden ders alarak, zamanın zahirî ilimlerinde yetiştikden sonra, Bursa’ya giderek Çelebi Mehmed’in medresesine girdi. Burada tefsir, hadîs ve fıkıh ilimlerini tahsil ederek söz sahibi âlimler derecesine yükseldi. Medreseyi bitirince hocası büyük âlim Alâeddîn Ali hazretlerinin yardımcısı oldu. Çelebi Mehmed Han Medresesi’nde bir müddet ders veren Abdullah, tasavvuf yoluna meyletti. Nefsini terbiye etmek, kalb aynasını cilalamak için kendi kendine uğraşmağa başladı. Bu yolda bir hoca bulmanın şart olduğunu düşünerek, kitaplarını dağıttı ve Bursa’daki Emîr Sultan’ın huzuruna gitti. Talebesi olup, hizmetiyle şereflenmek istediğini bildirdi. Emîr Sultan, Abdullah’ın tasavvufa tutkunluğunu görünce, onu; evliyânın büyüğü Hacı Bayram-ı Velî’ye gönderdi. Ankara’ya gidip, yeni hocasına teslim oldu. Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Abdullah’daki kabiliyeti keşfederek, nefsini terbiye edecek vazifeler verdi. Yaşı kırkın üzerinde ve büyük bir âlim olduğu hâlde hocasının emirlerine; “Başüstüne” diyerek sarıldı. Kendisine verilen hela temizleme vazifesini, bütün gayretiyle yapmaya başladı. Nefsinin isteklerini terkedip, istemediklerini yapmak için büyük gayret sarf etti. Buyurdu ki: “Hocam Hacı Bayram-ı Velî’ye on bir sene hizmet etmekle şereflendim. Bu zaman zarfında hocamın; “Üstadın huzurunda lüzumsuz konuşmak edebe aykırıdır” sözü üzerine, huzurunda bir kelime bile konuşmadım. Ancak sordukları suâllere kısa ve öz cevap verir, edebe, ziyâde dikkat eder idim.” Eşrefoğlu Abdullah, bu on bir senede pek çok imtihandan geçti. Hiç bir işten şikâyette bulunmadı. Sabrı, hocasına olan muhabbeti ve hürmeti üzerine, Hacı Bayram-ı Velî, kızı Hayrünnisâ’yı ona nikâh ederek zevceliğe verdi. Bir müddet daha hizmete devam eden Eşrefoğlu Abdullah, hocasından izin alarak Bayramiyye tarikatını yaymak üzere İznik’e gitti. Orada kendi iç alemiyle başbaşa kaldı. Hocasının ayrılığına ve onun hasretine fazla dayanamadı. Ayrıca, yükseldiği tasavvuf makamlarının daha ziyâde olması için tekrar Ankara’ya döndü. Hacı Bayram-ı Velî, damadını, tasavvuf yolunda derecelerinin ilerlemesi için tekrar İznik’e gönderdi ve nefsini terbiye etmesi için kırk gün halvete girmesini, sonra Ankara’ya gelmesini emretti. O da İznik’e gidip geldikten sonra, hocasının; “Hama şehrinde Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin torunlarından Şeyh Hüseyin Hamevî’nin huzuruna gidip, Kadiri yolunu öğreniniz” emrini aldı. Bu emri yerine getirmek üzere hazırlığa başladı. Hocasıyla vedâlaştı ve hanımı ile birlikte yola düştü. Zahmetli ve yorucu bir yolculuktan sonra, Hama’ya yeni hocasının huzuruna vardı. Hüseyin Hamevî, bu yeni talebesinin önce nefsini terbiye etmek üzere kırk gün halvet için bir hücreye koydu. Eşrefoğlu Abdullah, Hama’da da sıkı bir riyazet ve mücâhedeye tâbi tutuldu. Kırk gün içinde Hüseyin Hamevî, Abdullah’a ziyâde teveccühlerde bulundu. Bu kırk günlük imtihanı başarıyla veren Abdullah, tasavvufta pek yüce mertebelere çıkmış olarak icâzetnâme aldı. Hüseyin Hamevî’nin halîfesi olarak Rumeline (Anadolu’ya), Kâdirî yolunu yaymak üzere vazifelendirildi. Hüseyin Hamevî, Abdullah’ı Anadolu’ya uğurladıktan bir müddet sonra arkasından baktı ve; “Abdullah-ı Rûmî koca bir deniz imiş, bizde bulunan her şeyi çekip sinesine aldı” buyurdu.
Çocukları ile birlikte Ankara’ya giden Abdullah-ı Rûmî, kayınpederi Hacı Bayram-ı Velî’nin yanında bir müddet daha kaldıktan sonra İznik’e yerleşti. Bir dergâh kurarak, talebelerine ders vermeye, Kâdirî yolunu yaymaya ve mücâhedeler yaptırmağa, gurur, kibir, ucb gibi kalb hastalıklarından kurtarmaya büyük gayret gösteriyordu. Bu şekilde gayretli çalışmaları çevreden işitilmeğe başladı. Bursa’dan, İstanbul’dan ve diğer vilâyetlerden akın akın gelip talebesi olmakla şereflenmek istiyenler çoğaldı. Sadrâzam Mahmûd Paşa bile talebelerinden oldu. Abdurrahmân-ı Tirsî en üstün talebesi idi. Vefâtında onu yerine vekil bıraktı ve kızı Züleyhâ ile evlendirdi.
Abdullah-ı Rûmî, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethinden önce,Müzekkin nüfûs isimli eserini yazdı. Bundan başka Tarîkatnâme, Delâil-ün-nübüvve, Fütüvvetnâme, İbretnâme, Mâzeretnâme, Elestnâme, Nasîhatnâme, Hayretnâme, Münâcâtnâme, Cinân-üt-Cenân, Tâcnâme, Eşref-üt-tâlibîn gibi eserleri vardır. Dîvân’ı meşhur olup, Yûnus Emre tipinde tekke edebiyatı şiirleri söylemiştir. Şiirlerinde Rûmî mahlasını kullanmıştır.
Eşrefzâde-i Rûmî’nin Tövbeye Gelşiiri meşhurdur:
Ey hevâsına tapan
Tövbeye gel tövbeye
Hakk’a tap haktan utan
Tövbeye gel tövbeye
Nice nefse uyasın
Nice dünyâ kovasın
Vakt ola usanasın
Tövbeye gel tövbeye
Nice beslersin teni
Yılan çıyan yer anı
Ko teni besle cânı
Tövbeye gel tövbeye
Sen dünyâ-perest oldun
Nefsün ile dost oldun
Sanma dirisin, öldün
Tövbeye gel tövbeye
Sen teni, sandın seni
Bilmedin senden teni
Odlara yaktın cânı
Tövbeye gel tövbeye
Gör bu müvekkilleri,
Yazarlar hayru şerri
Günahtan gel sen berü
Tövbeye gel tövbeye
Ey miskin Âdemoğlı
Usan tutma âlemi
Esmeden ölüm yeli
Tövbeye gel tövbeye
Göçer bu dünyâ kalmaz
Ömür payidâr olmaz
Son pişman assı kılmaz
Tövbeye gel tövbeye
Tövbe suyıyla arın
Dime gel bugün yarın
Göresin hak dîdârın
Tövbeye gel tövbeye
Eşrefoğlu Rûmî sen
Tövbe kıl erken uyan
Olma yolunda yayan
Tövbeye gel tövbeye
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Menâkıb-ı Eşrefzâde (A. Veliyyüddîn Burûsevî, Üniversite Kütüphânesi; T. Y. No: 270)
 2) Eşrefoğlu Divânı (A. Halet Çelebi, İstanbul-1945)
 3) Türk Klâsikleri; cild-3, sh. 32
 4) Osmanlı Müellifleri; cild-1 sh. 17
 5) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 406
 6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-11, sh. 376
 7) Tûc-üt-tevârih; cild-5. sh. 171
 8) Şakâyık-ı nu’mâniyye Tercümesi; sh. 225
 9) Tomar-ı Turuk-i aliyyeden Kâdiriyye Silsilesi (Sâdık Vicdanî, İstanbul-1340); sh.48