Tanzîmâtın ilânından sonra, medenî hukuk sahasında, Hanefî mezhebinin muamelâta (alış veriş, şirketler, hîbe v.b.) âid hükümlerinin maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunlar veya bu kânunları ihtiva eden mecmua. Asıl adı Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye olan ve İslâm hukukunun bir kısmını ihtiva eden Mecelle’nin; yeni bir kânun tekniği, veciz bir şekilde hazırlanmış olması ve ihtiyâçlara cevap vermekteki pratikliği en mühim husûsiyetlerindendir. Mecelle, her müslümanın bilmesi lâzım gelen biri fıkhın târîfi, doksan dokuzu kavâid-i külliye (genel hükümler) olmak üzere yüz maddelik bir mukaddime (önsöz-giriş) dâhil, on altı kitâbdan meydana gelir. Tamâmı birbirini tâkib eden 1851 madde olup, 1877 yılında Abdulhamîd Han zamanında tatbik edilmeye başlanmış, 1926’da yürürlükten kaldırılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde, Mecelle’den önce medenî hukuk sahasında olduğu gibi, diğer sahalarda da müracaat kaynağı; İslâm hukuku (fıkıh) kitapları ile bunlara uygun olarak verilen fetvaları toplayan kitaplar ve bunların ışığı altında, şeyhülislâmın tasdîki alınarak çıkarılan kanunnâmelerdi (Bkz. Hukuk ve Kânûnnâme)
Osmanlı Devleti sınırları içinde müslümanlarla gayr-i müslimler arasındaki dâvalar, on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğine kadar, İslâm hukukuna göre hüküm veren şer’î mahkemelerde görülüyordu. Ancak din bilgileri ile millî his, düşünce ve meziyetlerden mahrum olan Mustafa Reşîd Paşa; Devlet-i aliyye’nin selâmetini, batılı devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç ve dış işlerine müşterek olarak müdâhale etmelerinde görüyordu. Bu sebeble 1838’de İngilizlerle, Osmanlı sanayi ve ticâret hayatına ağır darbe vuran Baltalimam andlaşmasını imzaladı. Bir sene sonra da (1839), iyi niyetli fakat tecrübesiz bir pâdişâh olan Abdülmecîd Han’ı aldatarak, tamamen Avrupa’nın istekleri istikâmetinde Tanzîmât fermanını ilân ettirdi. Bu ferman ile geniş haklar elde eden gayr-i Müslimler ve Osmanlı ülkesine ticâret için gelen ecnebiler müslümanlarla, aralarındaki dâvaların kendi mahkemelerinde görülmesini istemeye başladılar. Ayrıca, Tanzîmât fermanının getirdiği batılılaşma düşüncesi neticesinde, Avrupa’nın bilhassa Fransa’nın ticâret kânunları alınmaya başlandı. Alınacak bu kânunların uygulanacakları şer’î mahkemelerden ayrı olarak, önce ticâret, sonra Nizamiye mahkemeleri kuruldu.
Bu mahkemelerde kânun ve nizâmların tatbîki sırasında bâzı zorluklar ortaya çıktı. Mahkemede tatbik edilen, medenî hukuka dayanan ticâret kânunları, Roma hukukunu esas alan Avrupa kânunları idi. Medenî hukuk ise, İslâm hukukuna dayanıyordu. Bu bakımdan, kaynak itibariyle, birbirinden tamamen ayrı oldukları için iki hukuk arasında uyum sağlanamıyordu. Ayrıca ticâret, temyiz ve nizamiye mahkemelerinde çalışan hâkimler de yalnız Avrupa kânunlarını öğrendiklerinden, ana hukuku teşkil eden İslâm hukukuna başvurarak mes’eleleri halledemiyorlardı.
Bu durum karşısında özellikle bu mahkemelerdeki hâkimlerin faydalanacağı bir medenî kânuna ihtiyâç duyuldu. Zâten Tanzîmât’tan sonra hukuk sahasındaki düzenlemelerde, medenî kânun mevzûu mühim bir mes’ele olarak ortaya çıkmıştı. Avrupa kültürü te’sirinde kalan bir kısım devlet adamları bu mahkemelerde Avrupa, bilhassa Fransa medenî kânunlarının uygulanmasına tarafdâr idiler. Hâlbuki bu kânunlar; batı insanının, aile, cemiyet, iktisâd ve siyâset anlayışının birer aynası durumunda olduğundan, Osmanlı cemiyetinin yapısına ters düşüyordu. Cevdet Paşa’ya göre, bir milletin temel kânunlarını böyle değiştirmek o milleti imha etmek (yok etmek) demekti. Netîcede devrin âlimleri böyle bir teşebbüsün karşısına çıktılar.
Bunun üzerine, Vekiller arasında medenî kânun ihtiyâcını karşılamak için 1855 (H. 1272) senesi başlangıcında fıkıh ilminin muamelât kısmına dâir,Metn-i metîn ismiyle bir kitap yazılmasına karar verildi. Rüşdî Molla Efendi’nin başkanlığında, aralarında Ahmed Cevdet Paşa’nın da bulunduğu devrin ileri gelen âlimlerinden teşekkül eden bir hey’et çalışmaya başladı. Alış-veriş bahsini Kitâb-ul-büyû’u hülâsa olarak hazırladı ise de, Metn-i metîn tamamlanmadan cemiyet dağıldı.
Bilâhare 1867 yılında İngiltere, Avusturya, Fransa ve Rusya o zamana kadar yapılanları yetersiz bulduğundan, şer’î mahkemeler dışında kurulan mahkemelerin ve buralarda tatbik edilecek kânun yapma çalışmalarının daha da geliştirilip, genişletilmesi için son haddine varan tazyiklerde bulundular. Yeni yapılacak kânun mevzuunda iki görüş ortaya çrktı. Birisi; Batı kültürü ve hukukunu benimseyen Âlî, Fuâd, Ticâret nâzırı (bakanı) Kabûlî ve Midhat paşaların müdâfaa ettiği görüş; o zamanlar pek çok devletin hukukuna te’sir eden Fransız medenî kânununun alınmasıydı. İstanbul’daki Fransız elçisi Marqui de Mousteir, Âlî Paşa’nın yakın arkadaşı olup, Fransız Code civil’i (medenî hukuku) hakkında malûmat vererek onların bu mevzuda fikirlerini destekliyordu. Aslında onlara bu fikri veren ve müdâfaa ettiren de Marqui de Mousteir idi. Bunların karşısında, kendilerinin de ilmini takdir ettikleri hatta Alî Paşa’ya ders vermiş olan meşhur hukukçu ve tarihçi, zamanın Adliye nâzırı Ahmed Cevdet Paşa ve beraberindekiler bulunuyordu. Onlara göre, hukukun en mühim unsurlarından olan Medenî kânunu, hıristiyan bir ülkeden almak mahzurluydu. Bunlara müslüman halkın uyabilmesi çok zordu. Bu sebeple İslâm medenî kaidelerinin sistemli bir şekilde bir araya toplanması kâfi idi. Hazırlanacak eser, müslümanlar için dînin hükmü, müslüman olmayanlar için ise kânun hükmünde olacaktı. Nihayet iki fikirden birisini tercih maksadıyla, bir kısım vekillerin de iştiraki ile, husûsî bir komisyon kuruldu ve iki taraf dinlendi. Uzun süren münazaralardan sonra, Ahmed Cevdet Paşa gurubunun görüşü uygun bulundu. Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında bir komisyon kuruldu. Hanefî mezhebinden alınacak en uygun hükümleri ihtiva edecek bir kitap hazırlamak üzere 1868 yılında Mecelle Cemiyeti adlı resmî bir kurul meydana getirildi. Zaman zaman geçici vazifelerle ayrılmakla beraber, cemiyetin başkanlığını Ahmed Cevdet Paşa yaptı. Mecelle’nin bütün kitablarının hazırlanmasında ifâde kuvveti ve üslûb güzelliğinde Cevdet Paşa’nın rolü büyükdür.
Mecelle cemiyeti tutanağında Cevdet Paşa, şöyle der: “Fıkıh ilminden asrın ihtiyâçlarına göre her gün ortaya çıkan hâdiselere tatbîki yetebilecek bir eserin vücûda getirilmesi işi, âcizlerine havale buyrulmuş olduğundan, irâde gereğince Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliye dâiresinde toplanılarak, fıkhın muamelât kısmından vukuu çok olan ve asrın muamelelerine göre gereği açık olan maddeler konusunda büyük Hanefî hukukçularının muteber söz ve reyleri toplanarak çeşitli kitaplara ayrılmak ve Ahkâm-ı adliyeye verilmek üzere bir Mecelle hazırlanmıştır.”
Mecelle cemiyetinin diğer azaları şunlardır:
1- Ahmed Hilmi Efendi: Mecelle’nin bütün kitaplarının hazırlanışına iştirak etmiştir. Kastamonulu olup, tahsilini İstanbul’da yapmıştır. Fıkıh ilminde mütehassıs idi. 1888 yılında vefât etmiş olup, Fâtih türbesi hazîresinde medfûndur.
2- Seyfeddîn İsmâil Efendi: Mecelle cemiyeti çalışmalarının tamâmında bulunmuştur. Harputludur. Ahmed Cevdet Paşa’nın ders arkadaşı idi. Müderrislik ve kazaskerlik payesini kazandı. 1882’de İstanbul’da vefât etti. Kabri Haydarpaşa’dadır.
3- Filibeli Halîl Efendi: Ailesi aslen Bursa’lı olup, Filibe’ye göç etmeleri üzerine o da burada doğdu. Zamanın sayılı âlimlerinden idi. Huzur derslerine iştirak etmiş, sultan Abdülmecîd Han’ın teveccühünü kazanarak saray hocalığı yapmıştır.
4- Şirvânîzâde Ahmed Hulûsî Efendi: Amasya’da doğdu. Mecelle’nin on üçüncü kitabının hazırlanmasında büyük emeği geçti. Galata kâdılığı yaptı. Anadolu kazaskerliği payesini kazandı. 1899’da Amasya’da vefât etti.
5- Kara Halîl Efendi: O zaman Amasya’ya bağlı Mecitözü kazasında doğdu. Konya’da meşhur Vidinli Mustafa Efendi ile Abdurrahmân Efendi’nin derslerinde bulunarak icazet aldı. Fetvâ eminliği yaptı, önce, İstanbul kâdılığı, sonra da Anadolu kazaskerliği payesini kazandı. Osmanlı Devleti’nin 114’üncü ve sultan ikinci Abdülhamîd Han’ın ilk şeyhülislâmı idi. 1880’de İstanbul’da vefât etti. Fâtih Câmii avlusunda medfûndur.
6- Ahmed Hâlid Efendi: İstanbul’da doğdu. 117’nci şeyhülislâm Mehmed Cemâleddîn Efendi’nin babasıdır. Mecelle’nin dokuz kitabında imzası vardır. İstanbul kâdısı oldu. Anadolu kazaskeri payesini kazandı. 1882’de vefât etti. Fâtih Câmii avlusunda medfûndur.
7- Alâaddîn Efendi (İbn-i Âbidînzâde): Hanefî mezhebinde büyük fıkıh âlimi Seyyid İbn-i Âbidîn hazretlerinin oğludur. Şam’da doğdu. Tahsîlini orada tamamlayıp, İstanbul’a geldi. 1868 senesinde Mecelle cemiyeti azâlığına tâyin edildi. Mecelle’nin ilk beş kitabının tedvinine iştirak etti.
8- Ömer Hilmi Efendi: İstanbul’da doğdu. Fetvahane eminliğine tâyin edildi. Çeşitli ilmî rütbeleri kazanarak, hukuk mekteblerinde Mecelle ve İslâm hukuku ile ilgili dersler verdi. Temyiz mahkemesi reîsi iken vefât etti (1889). Ömer Hilmi Efendi, Mecelle’nin son dört kitabının hazırlanmasında emeği geçmiş ve kendisinden çok istifâde edilmiştir.
9- Muhammed Emin Efendi (Bağdâdlı): Bağdâd’da doğdu. Tahsîlini Bağdâd’da tamamladı ve orada müftî oldu. 1867’de İstanbul’a tâyin olundu. Mecelle azâlığına seçildi, ilk kitaptan îtibâren Mecelle’nin dört kitabının hazırlanmasında vazife gördü. 1891’de İstanbul’da vefât etti.
10- Ömer Hulûsî Efendi (Gerdan-Kıran): Gümüşhânelidir. Tahsîlini ikmâlden sonra müderrislik yaptı. Şehzâdelere hocalık yaptı. İstanbul kâdısı oldu. Anadolu ve Rumeli kazaskerliği payelerini kazandı. Mecelle hey’etine seçildi. Mecelle’nin beşinci kitabından itibaren dört kitabın meydana getirilmesinde bîlfiîl çalıştı. Bir ara Cevdet Paşa reislikten uzaklaştırıldığında, cemiyete reislik etti.
11- Yûnus Vehbi Efendi: İstanbul’da doğdu. Tahsîlini ikmâlden sonra, Isparta kâdısı oldu. Mecelle komisyonuna seçildi.
12- Abdüssettâr Efendi: Kırımlıdır. Müderris olarak tedris hayâtına atıldı. Hukuk mektebinde müderrislik yaptı. Fıkıh sahasında derin bilgisi vardı.
13- Abdüllatîf Şükrü Efendi: Mecelle’nin 6, 7 ve 8. kitaplarının hazırlanmasında vazîfe gördü.
14- Îsâ Ruhî Efendi: Şirvan’da doğdu. Tahsîlini tamamlayıp Meclis-i tedkîkât-ı şer’iyye âzâlığına tâyin olundu. Mecelle cemiyetinde vazîfe alarak Mecelle’nin beşinci kitabı olan Kitâb-ür-Rehn’in hazırlanmasında vazîfe gördü. İstanbul’da vefât etti.
1885 târihinden itibaren, fetva emîni Muhammed Nûrî Efendi, Meclis-i maârif reisi Ali Haydar Efendi, Meclis-i tahkikat âzasından El-Hac Muhammed Efendi, Sadreyn müsteşarı Abdullah Şâkir Efendi de, yeni üye olarak cemiyetin çalışmalarına iştirak etmişlerdir.
Mecelle hey’eti muayyen günlerde toplanır, yazılacak mevzûların tertib ve tahrîri görüşülerek, kaleme alınmak üzere içlerinden birine havale olunurdu. Karar yazıldıktan sonra da tekrar kısım kısım maddeler üzerinde bir daha görüşülür, sonra kabul olunan şekilde tesbit olunur ve her madde yazılış bakımından, reis Cevdet Paşa’nın tashîhinden geçerdi.
Her kitap hazırlandıkça eshâb-ı mucibe (gerekçe) mazbatasıyla (tutanağıyla) meclis-i vükelâya (vekiller meclisi) takdîm olunur, meclis-i vükelâ da iyice müzâkereden sonra bâzı mühim maddelerin esbâb-ı mûcibesi gösterilerek arz tezkeresiyle (yazısıyla) hilâfet makamına takdîm edilirdi. “Mucibince (gereğince) amel oluna” irâdesi çıktıktan sonra mâbeyn-i hümâyûn (saray) baş kâtipliğinden çıkan irâde, sadrâzamlık makamına tebliğ edilirdi.
Mecelle’nin kitapları muhtelif târihlerde, ayrı ayrı neşredilerek yürürlüğe konmuştur. Mukaddime ile bey ve şirâ (alış-veriş) mevzuunu ihtiva eden ilk kitabı 1870’de, on altıncı ve sonuncusu olan kaza kitabı da 1877’de neşredilmiştir.
On altı kitabın isimleri ve içerisindeki madde mikdârı şöyledir:
1- Kitâb-ul-büyû’ (alış-verişle ilgili hükümler): Bir mukaddime ile yedi bâbdan teşekkül eder.
2- Kitâb-ul-İcâre (Kira ile ilgili hükümler): Bu mukaddime, sekiz babı ihtiva eder. Altı yüz onbirinci maddeye kadardır.
3- Kitâb-ul-Kefâle (Kefalet ile ilgili hükümler): Bir mukaddime ile üç bâbdan meydana gelir. Altı yüz yetmiş ikinci maddeye kadardır.
4- Kitâb-ul-Havale (Havale ile ilgili hükümler): Bir mukaddime, iki bâbtır. Yedi yüzüncü maddeye kadardır.
5- Kitâb-ür-Rehn ve Kitâb-ül-Vedîa (Rehin ve vedîa ile ilgili hükümler): Bir mukaddime ile dört bâbtır. Yedi yüz altmışbirinci maddeye kadardır.
6- Kitâb-ül-Emânât (Emânet ile ilgili hükümler): Bir mukaddime ile üç bâbtır. Sekiz yüz otuzikinci maddeye kadardır.
7- Kitâb-ül-Hîbe (Bağışlama ile ilgili hükümler): Bir mukaddime ile iki bâbtır. Sekizyüz seksen ikinci maddeye kadardır.
8- Kitâb-ül-Gasb vel-İtlâf (Başkasının malına el koyma ve ziyân etme ile ilgili hükümler): Bir mukaddime ile iki bâb’a taksim olunmuştur. Dokuz yüz kırkıncı maddeye kadardır.
9- Kitâb-ul-Hacr vel-ikrâh veş-Şufa (Tasarrufdan men, icrah ve şuf’a ile ilgili hükümler): Bir mukaddime ile üç babı ihtiva eder. Bin kırk dördüncü maddeye kadardır.
10- Kitâb-üş-Şirket (Ortaklıklarla ilgili hükümler): Bir mukaddime ile sekiz bâbtır. Bindört yüz kırk sekizinci maddeye kadardır,
11- Kitâb-ül-Vekâle (Vekâletle ilgili hükümler): Bin beş yüz otuzuncu maddeye kadardır.
12- Kitâb-üs-Sulh vel-İbrâ (Sulh ve ibra ile ilgili hükümler): Bin beş yüz yetmiş birinci maddeye kadardır.
13- Kitâb-ül-İkrâr (İkrarla ilgili hükümler): Diğer kitaplarda mevcûd olan mukaddime kısmıbu kitapta yoktur. Dört bâb üzerine tedvîn edilmiştir. Bin altı yüzon ikinci maddeye kadardır.
14- Kitâb-üd-Da’vâ (Dâva açma ve dâvaların görülmesi ile ilgili hükümler): Bir mukaddime ve iki bâbtır. Bin altı yüz yetmişbeşinci maddeye kadardır.
15- Kitâb-ul-Beyyinât vet-Tahlîf (Deliller ve yeminle ilgili hükümler): Bir mukaddime ile dört bâbtır. Bin yedi yüz seksen üçüncü maddeye kadardır.
16- Kitâb-ül-Kazâ (Hüküm verme ile ilgili hükümler): Bir mukaddime ile dört babı ihtiva eder. Bin sekiz yüz elli birinci maddeye kadardır.
Görüldüğü gibi Mecelle’de mevzular, kitab başlığı altında toplanmıştır. Her kitab ile alâkalı ıstılahlar (terimler) o kitabın mukaddimesi (girişi) olarak verilmiş, sonra bu kitaplar, mevzuları içerisindeki farklılıklara göre bâblara, bâblar da fasıl denen kısımlara ayrılmıştır. Bir kitabda yeri geldikçe yakın alâka ve irtibatından dolayı başka kitabın mevzûundan bahsedilmiştir. Bu, tertip bakımından bir kusur değildir. Nitekim fıkıh kitaplarında ve bugünkü kânûnî mevzûâtda da durum böyledir. Kitaplardaki hükümler maddeler hâlinde sıralanmış, bâzı maddeler, fetva kitaplarından misâl olarak alınan mes’elelerle îzâh edilmiştir.
Mecelle’de kazuistik (mes’eleci) bir metod tâkib edilmiştir. Bu sebeble mes’eleler ayrı ayrı ve teferruatlı bir şekilde tanzim edilmiş, her mes’eleye göre ayrı ayrı kaideler ihtiva eden kânunlar hazırlanmıştır. Mecelle’nin bu metodla hazırlanmasında kaynaklık eden fıkıh kitaplarının da aynı tarzda hazırlanışı yanında, kaidelerin mes’elelere tatbik edilmiş olarak ortaya konması ve tatbîk edici mevkiindeki hâkimlere kolaylık olması gayesinin güdülmesi de rol oynamıştır.
Bütün bunların yanında Mecelle’ye muhteva olarak bakıldığında ekseriyetinin borçlar hukuku ile az bir kısmın eşya ve kaza (yargılama) hukukuna âid olduğu görülür. Mecelle cemiyeti tarafından hazırlanan mazbatada (tutanakda) da ifâde edildiği gibi, Mecelle’nin hazırlanmasında birinci derecede maksad; gelişen ticarî muamelelerle, ortaya çıkan problemleri hâlletmek, şer’î mahkemelerden çok, Nizamiye mahkemelerindeki hâkimlerin işlerini kolaylaştırmak, mümkün olduğu kadar İslâm hukukuna uymalarını te’min etmek olduğundan; fıkıh ilminin sâdece muamelât kısmı (kısmen borçlar, aynî haklar, şahsın hukuku ve usûl) tedvin edilerek (derlenip, toparlanarak) modern mânâda medenî hukuk tâbirinin ihtiva ettiği, aile, mîrâs ve diğer mevzuat ile ilgili mes’eleler, İslâm hukukuna göre dâvalara bakan şer’î mahkemelerde görüldüğünden bu mevzuların Mecelle’ye dâhil edilmesine lüzum görülmedi. Fakat sonraki târihlerde bu mevzuat üzerinde de çalışma yapıldı.
Mecelle cemiyeti, on altıncı kitabdan sonra, Mecelle’nin ikmâli ve lüzumlu değişiklikler ve izâhların konması mânâsında tâdiller yapmıştır. Bu suretle Mecelle cemiyeti, Mecelle ile ilgili çalışmasını 1888’e kadar devam ettirmiştir.
Mecelle cemiyeti bundan sonra hukuk mahkemesi usûlüne dâir 157 maddelik bir kânun lâyihası hazırladı ve Şûrâ-yı devlete takdîm etti. Fakat Şûrâ-yı devlet, müzâkere sırasında, Fransa ceza muhakeme usûlünü esas alarak değişiklikler yaptığı için, Mecelle cemiyeti bunu kabul etmedi. Harb sebebiyle Meclis-i meb’ûsân da çalışamadığından bu lâyiha kânunlaşamadı.
Bu sırada Mecelle cemiyetinin çalışmaları yavaşladı. Nitekim İkinci Abdülhamîd, Ahmed Cevdet Paşa’dan ne ile meşgul olduklarını sorduğunda, cemiyetin önceki çalışmalarından bahsettikten sonra, hâlen haftada bir toplandıklarını arz edince, Sultan, cemiyetin ihtiyâç hâsıl olduğunda tekrar toplanabileceğini ifâde ile kapattı (1889).
Daha sonra, Mecelle aile kânununa yer vermediği için, duyulan ihtiyâç üzerine 1917’de yine İslâm hukukuna göre 157 maddelik bir Hukûk-ı Aile Kararnamesi çıkarılmışsa da, 1919’da yürürlükten kaldırılmıştır.
1921’de yine, Mecelle’ye, lüzumlu görülen ilâve tadilât yapmak üzere bir Mecelle ta’dîl komisyonu kuruldu. Komisyonun ilâve ettiği maddeler arasında; “îcâb ve kabul, telefon ve telgrafla dahî olur” gibi yeni maddeleri vardır.
Bundan sonra 1923’de Ahkâm-ı şahsiyye ve aynı yılda kurulan Usûl-i muhâkemât, ikmâl ve Kânûn-ı medenî, Ukûd ve Vâcibât komisyonları Mecelle üzerindeki çalışmalarını devam ettirdi.
1926’da bâzı değişikliklerle tamamen tercüme ettirilen İsviçre medenî kânunu ile bu kânun içinde yer alan borçlar hukuku kabul edilip, yürürlüğe girdi. Böylece 57 seneden beri tatbik edilen Mecelle, tatbikat kânununun; “Kânûn-ı medeniyye borçlar kânununa muhalif olan ahkâm ile Mecelle mülgadır” diyen 43. maddesiyle mer’iyyetten kaldırılmış oldu. Bununla yalnız Mecelle değil, İslâm hukukunun kaldırıldığı îlân edilmiş oldu.
Mecelle ilk kitabının mer’iyyete giriş senesi olan 1869 (H. 1286)’dan itibaren o târihte Osmanlıya bağlı Mısır, Hicaz, Suriye, Ürdün, Lübnan, Kıbrıs ve Filistin’de tatbik olunmaya başladı. Hattâ Bulgaristan emareti teşekkül ederken Mecelle’yi kendi lisanlarına tercüme ederek kânunlarına esas kabul etmişlerdir. Ürdün’de 64 sayılı Muhâkemât-ı hukûkiyye kânunu ve 1928’de yapılan bâzı tadilâta rağmen Mecelle hükümleri mer’iyyette kalmıştır. Pek çok tadilâta rağmen, Irak’da Mecelle’nin izlerine rastlanır. Bilhassa İsrail, Mecelle’nin tatbîkâtına Osmanlı hâkimiyetinde iken başlamış, 1922 senesine kadar devam etmiştir. Daha sonra İngilizler burayı işgal etmişler, fakat Mecelle’yi yürürlükteki kendi hukukî mevzuatları ile karışık olarak tatbike devam etmişlerdir. Hattâ İsrail müstakil idareye kavuştuktan sonra da Mecelle’yi yürürlükten kaldırmamıştır. Bugün Mecelle’nin te’siri müslüman devletlerden daha çok, İsrail’de görülür. İsrail Devleti tarafından hazırlanan kitabın giriş kısmında bugünkü İsrail hukukçularının Osmanlı hukuk sistemini bilhassa Mecelle’yi iyi bilmeleri îcâbettiği ve bunların bir çok dâva ve mes’elelerde müracaat olunacak hükümler taşıdığı ifâde edilmektedir. Yine 1965’de hazırlanan İsrail ceza kânununda da Mecelle hükümleri kendisini hissettirmektedir. Ayrıca İsrail aynî haklar kânununun pek çok hükümlerinin de Mecelle ahkâmını ihtiva ettiği bilinmektedir.
Lübnan 1932, Mısır ve Suriye 1949, Irak ise 1953 yılında Mecelle’yi sâdece mer’iyyetten kaldırmalarına rağmen, yeniden tedvîn ettikleri mevzuatta, Mecellenin izlerini tamamen silememişlerdir.
Hattâ 1951’de Ürdün’de aile hukuku ve 1953 senesinde Suriye’de şahsî hukuk, Osmanlı aile hukukunun yerini alıncaya kadar yalnız Mecelle değil, diğer bir kısım Osmanlı hukuku mevzuatı da mer’iyyette (yürürlükte) idi.
Mecelle’ye muhtasar (kısa, öz) ve mufassal (geniş) çeşitli dillerde şerhler yazılmıştır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1- Dürer-ül-Hukkâm Şerhu Mecellet-ü-Ahkâm: Bu şerh, Temyiz mahkemesi reîsi, fetva emini, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecelle hocası ve adlîye vekîli Ali Haydar Efendi tarafından yazılmıştır. Mecelle şerhleri içinde en meşhuru ve en genişidir. Dört cild olan eser, Arapça’ya da tercüme edilmiştir.
2- Rûhu Mecelle: Musul vâlisi Hacı Reşîd Paşa’nın sekiz cild olarak tâb olunmuş kıymetli bir şerhidir.
3- Mir’ât-ı Mecelle: Kayseri müftîsi ve fıkıh âlimi Mes’ûd Efendi tarafından Arapça olarak yazılmıştır. Mecelle’nin kaynakları hakkında yazılmış kitapların en genişidir.
4- Şerh-ul-Mecelle: Lübnanlı Salim İbn Rüstem Baz tarafından Arapça olarak te’lif edilmiştir.
5- Mecelle-i Ahkâm-ı Adlîye şerhi: H. M. Ziyâeddîn Türkzâde tarafından yazılmış geniş bir şerhtir.
6- Evkâf-ı Hümâyûn İdare Meclisi reisi Kuyucaklızâde Mehmed Atıf Bey tarafından başlanılan Mecelle Şerhi, şarihin vefâtı üzerine tamamlanamamış ve Kitâb-üş-Şirket’te kalmıştır. Eksik olmasına rağmen Mecelle şerhleri içinde meşhurdur.
7- Tatbîkât-ı Mecelle: Mansûrizâde Mehmed Sa’îd Bey tarafından te’lif edilmiştir.
8- G. Sinapran’ın Fransızca olarak kaleme aldığı Code Civil Ottomanisimli eseri de Mecelle şerhlerindendir.
Bunları okuyan garb bilginleri, İslâm hukukuna ve İslâm dînindeki sosyal bilgilerin inceliğine ve çokluğuna hayran kalmaktadırlar. AyrıcaMecelle’nin İngilizce tercümesi de vardır.
MECELLE’NİN ÜSTÜNLÜĞÜ
Mecelle bir şaheser olup, Avrupalı hukukçular da takdirlerini ifâde etmişlerdir. Ahmed Cevdet Paşa bu hususda şöyle der:
“Avrupa kıt’asında en evvel tedvin olunan kanunnâme, Roma kânûnnâmesidir ki, Kostantiniyye (İstanbul) şehrinde bir cemiyet tarafından tertib ve tedvin olunmuştu. Avrupa kanunnâmelerinin esâsıdır. Fakat Mecelle-i Ahkâm-i Adliyye’ye benzemez. Aralarında pek çok fark vardır. Çünkü o, beş-altı kânun bilen kişi tarafından yapılmıştı. Bu ise, İslâm hukukunu bilen, fıkıh âlimi olan zâtların marifetiyle, Allahü teâlânın koymuş olduğu yüce İslâm dîninden alınmıştır. Avrupa hukukçularından olan ve bu defa Mecelle’yi mütalaa ve Roma kanunlarıyla mukayese eden ve her ikisine de sâdece birer insan eseri nazarıyla bakan bir zât dedi ki: “Dünyâda, ilmî bir cemiyet vasıtasıyla iki defa kânun yapıldı. İkisi de İstanbul’da oldu. İkincisi tertibi, düzeni ve içindeki mes’elelerin hüsn-i temsil ve irtibatı dolayısı ile evvelkinden çok üstün ve müreccâhtır (tercih olunur). Aralarındaki fark da insanın o asırdan bu asra kadar medeniyet âleminde kaç adım atmış olduğuna bir ölçüdür.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Dürer-ül-hükkâm (Ali Haydar Efendi)
2) Medenî Hukuk Cephesinde Ahmed Cevdet Paşa (Ebü’l-Ûlâ Mardin)
3) Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı (Fâtıma Aliyye)
4) Mecelle (A. Himmet Berki)
5) Osmanlı Hukuk Târihinde Mecelle (O. Öztürk),
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ehediyye
7) Rehber Ansiklopedisi.
8) An Introduction to Islamic Law; sh. 93