23 Haziran 2018 Cumartesi

ALİ PAŞA (Mehmed Emin)


Tanzîmât dönemi sadrâzamlarından. 1815 senesinde İstanbul’da doğdu. Babası Ali Rızâ Efendi, Mısırçarşısı’nda attârlık ve kapıcılık yapardı. Babasının fakirliği sebebiyle iyi bir tahsîl göremeyen Mehmed Emîn, Bâyezîd Câmii’nde bir müddet Arabî okudu. Hayâtını kazanmak mecburiyetinde olduğundan, vüzerâdan birinin yardımıyla dîvân-ı hümâyûn kalemine girdi.
Burada bir taraftan resmî kitabet ve muamelâtı öğrenirken, bir taraftan da Fransızca tahsiline başlayarak keskin zekâsı sebebiyle kısa zamanda tahsil hayâtındaki eksikliğini tamamladı. Kalemdeki âmiri tarafından, bir iddiaya göre fazla kısa boylu olması, diğer bir iddiaya göre de çalışkanlığı sebebiyle Âlî lakabı verildi ve bu adıyla anılır oldu. Babasının kapıcılık yapması sebebiyle Kapıcızâde de denilirdi.
Yedi sene kadar dîvân-ı hümâyûn mühimme tercüme kalemlerinde çalıştı. Burada Fransızcasını ilerletince, genç yaşta, memleket dışı vazife ve me’mûriyetlere tâyin edildi.
1835 senesinde, Avusturya imparatoru birinci Ferdinand’ın tahta geçişini tebrik için gönderilen hey’ette görev alıp Viyana’ya gitti. Sefaret ikinci kâtibi olarak bir buçuk sene burada kaldı. Mîzâcı ve o güne kadar olan yaşayış tarzı sebebiyle kısa zamanda oranın yaşayış tarzına uydu ve Avrupai fikirlerin te’sirinde kaldı.
1837 senesinde Petersburg’da yapılan askerî manevraları tâkib için Ahmed Fethi Paşa’nın maiyyetinde Rusya’ya gönderilip, dönüşünde dîvân-ı hümâyûn tercümanlığına getirildi. Mustafa Reşîd Paşa Londra elçiliğiyle vazifelendirilince, Âlî Efendi’yi yanında sefaret müsteşarı olarak götürdü (1838).
Mustafa Reşîd Paşa Paris’e gidince, yerine yirmi beş yaşlarında olan Alî Efendi’yi sefaret maslahatgüzarı olarak bıraktı. İngiliz sefiri Lord Rading’in tavsiyesiyle sadrâzam olunca da, onu rütbe-i ûlâ ile diplomasi mesleğinin en yüksek noktası olan hâriciye nâzırlığına getirdi (1846).
Kendisini yetiştiren Mustafa Reşîd Paşa vasıtasıyla mason olan Alî Paşa’ya, 1848’de vezirlik ve müşirlik rütbesi verildi. Mustafa Reşîd Paşa’nın sadâretten azledilmesinden sonra yine bu makama getirildi (1852).
Bu zamana kadar, Reşîd Paşa tarafından yetiştirildiği için muhâliflerine karşı onun en büyük destekçilerinden biri olan Âlî Paşa, makam hırsıyla velînîmet saydığı Reşîd Paşa’dan uzaklaştı. İki ay sürmeden de Mukaddes makamlar mes’elesi yüzünden azledildi. İzmir vâliliğine tâyin edilmesi yanında, Meclis-i âlî-i tanzîmât reisliği de kendisine verildi.
Kırım savaşı sonunda toplanan Viyana, konferansına Osmanlı delegesi olarak katılan Âlî Paşa, Mustafa Reşîd Paşa’nın 1855’de dördüncü sadâretinden istifa etmesi üzerine, ikinci defâ bu makama getirildi.
Bu sadâreti sırasında, gayr-i müslim tebeaya geniş imtiyazlar tanıyan, Avrupa devletleri elçileriyle beraber hazırladığı ıslâhat fermanını yayınlayıp, tanzîmâttan sonra başlayan ve Osmanlı Devleti’nin başına büyük gaileler açan, müslim, gayr-i müslim bağımsızlık hareketlerinin hızlanmasına sebeb oldu (1856). Bu ferman yayınlandığında, Fransız elçisi bile; “Osmanlı Devleti’nin bu kadar fedâkârlıkda bulunacağını hiç ummuyorduk” diyerek hayretini ifâde etmiş, Cevdet Paşa’nın nakline göre; koyu batı hayranı olarak bilinen mason Mustafa Reşîd Paşa bile bu kadarına dayanamayarak, bu fermanın; hâinler tarafından Avrupa’ya verilen, memleketi tahrîb vâsıtası olduğunu belirten bir lâyihayı Abdülmecîd Han’a sunmak mecburiyetinde kalmıştır (Bkz. Islâhat Fermanı).
Islâhat fermanının îlânı üzerinden çok geçmeden isyânlar başgösterdi. Elde ettikleri serbestlikden iyice şımaran gayr-i müslimler, bununla yetinmeyerek daha başka isteklerde bulundular. Devlette mâlî ve iktisadî buhranların da başlamasıyla Âlî Paşa’ya tepkiler çoğaldı. Bu tepkileri gidermek isteyen Âlî Paşa, bâzı mâlî tedbirler alıp, pâdişâhı da razı ederek bunlara saraydan başladı. Ve iktisâda riâyet edilmesine dâir hatt-ı hümâyûn yayınlattı. Fakat tedbirler iyi sonuç vermeyince, mâlî ve siyâsî buhran gittikçe büyüdü. İşlerin altından kalkamayınca, sadâretten istifa etti.
Yerine geçen Mustafa Reşîd Paşa’nın, hâriciye nâzırlığı teklifini kabul etmeyince, Meclis-i âliyye âzâlığına tâyin edildi. Bir süre sonra, Mustafa Nailî Paşa sadrâzam olunca, hâriciye nâzırlığına getirildi (1857). Mustafa Reşîd Paşa’nın tekrar sadrâzam olmasına rağmen, hâriciye nâzırlığına devam eden Âlî Paşa, onun ölümü üzerine üçüncü defâ sadârete getirildi (1858) ve iki sene sonra azledildi. Bir ay sonra Meclis-i âlî-i tanzîmât reisi oldu. Bir sene sonra da tekrar hâriciye nâzırlığına getirildi.
Sultan Abdülazîz’in tahta geçişinden bir süre sonra, Kıbrıslı Mehmed Emîn Paşa’nın azli üzerine dördüncü defa sadârete tâyin edildi. Devlet hizmetinde ağır davranması sebebiyle aynı yıl azledilerek, yerine samîmi arkadaşı, kendisi gibi Reşîd Paşa yetiştirmelerinden olan Fuâd Paşa sadrâzam oldu. Fuâd Paşa’nın ısrarlı isteği üzerine tekrar hâriciyi nâzırlığına getirildi. Fuâd Paşa’nın iki sadâreti ile Yûsuf Kâmil ve Mütercim Rüşdî paşaların sadâretleri zamanında aynı görevde kaldı.
Bir yandan Girid isyânı, bir yandan da Sırp mes’elesi yüzünden iyice bunalan Mütercim Rüşdî Paşa istifa edince, beşinci defa sadârete getirildi. Sadrâzam olur olmaz; Fransa, İngiltere ve Avusturya’nın baskılarıyla Meclis-i vükelâdan karar çıkartıp Belgrad’ı Sırplara teslim etti. Girid’e ise bizzat giderek rum tebeaya Fransa medenî kânununa göre hüküm veren karışık mahkemeler kurdu ve çeşitli imtiyazlar tanıdığı gibi, hıyanet derecesine varan imtiyazları ıslâhat adı altında gerçekleştirdi. Girid’in bu şekilde adetâ elden çıkmasına çok üzülen Ziya Paşa, duygularını;
Sadr-i âlî-i zemâne ne yapardı acebâ
Köprülüzâde şu hengâmede sağ olsa idi
Kapucuzâde ile farkı budur Köprülü’nün
Birisi almış idi, diğeri verdi Girid’i.
dörtlüğüyle dile getirmişti.
Girid’e verdiği muhtariyet ve Belgrad’ın Sırplara teslimi sebebiyle basından da çok şiddetli tepki gören Âlî Paşa, meşhur Âlî Paşa Kararnâmesi’ni yayınlayarak basın hürriyetini kısıtladı. Bu kararname, hükümete (Alî Paşa’ya) basın kânunundan bağımsız olarak gazeteler hakkında kovuşturma hakkını veriyordu.
Bu kararname, tanzîmâtçılar arasında yol ayırımına sebeb oldu. Yeni Osmanlılar adı ile teşkîlâtlanan grup, Âlî Paşa’ya cephe aldı. Bu grubdan olan Ali Süâvî, Nâmık Kemâl, Agâh Efendi ve Ziya Bey (Paşa), İstanbul dışında mecburî ikâmete tâbi tutulunca, bir yolunu bulup Paris’e kaçtılar. Orada çeşitli gazeteler çıkarıp, Âlî Paşa aleyhinde yazılar yazdılar.
Fransız tarafdârlığı sebebiyle Devlet-i âliyyeyi Fransız siyâsetine ters düşmeyecek bir şekilde yöneten Âlî Paşa, ıslâhat fermanı ile artan muhtariyet isteklerini yatıştırmak istedi. Bu sebeble, gayr-i müslim tebeanın müslümanlar seviyesinde tahsîl görmeleri için Galatasaray Lisesi’ni kurdu. Müslüman olmayan halkın gayri menkûl alabilmeleri için kânunlar çıkardı. Meclis-i vâlânın gördüğü vazifeleri mülkî ve adlî olarak ikiye ayırmak suretiyle, Şûrâ-i devlet ve Dîvân-ı ahkâm-ı adliye dâirelerini teşkil etti. Dâhiliye nezâretini kurdu.
1869 senesinde, hâriciye nâzırı olarak çok yardımını gördüğü yakın arkadaşı Fuâd Paşa’nın ölümü üzerine bu vazifeyi de üstlendi. Tâkib ettiği politikanın baş kaynağı olan Fransa’nın, Fransa-Prusya muhârebesinde yenilmesi, devletin Avrupa’daki mevkiini sarstı ve Âlî Paşa’yı yeni bir siyâset yolu aramaya sevk etti. Bu arada Rusya; Paris muahedesinin en önemli hükmü olan Karadeniz’in tarafsızlığı maddesini tanımadığını bildirince, Londra’da toplanan konferansta boğazlar mukavelesini tâdil eden yeni mukaveleyi kabul etmeye mecbur oldu (1871).
Meydana gelen hâdiseler yüzünden manen ve sağlık yönünden bir hayli sarsılan Âlî Paşa, 1871 senesi Eylül’ünün yedisinde Bebek’te bulunan yalısında öldü. Cenaze namazı Yeni Câmi’de kılındı. Tezkiyesini yapan Yenikapı mevlevî şeyhi Osman Efendi’nin, üç defa; “Bu zâtı nasıl bilirdiniz?” diye sormasına rağmen, cemâatten hiç ses çıkmadı. Daha sonra Süleymâniye Câmii yanına gömüldü.
Osmanlı cemiyetinin çözülme zamanında ciddî bir eğitim görmeden zekâsı ve entrikalarıyla devletin en üst makamlarını yıllarca elinde tutan Âlî Paşa, tenkîd edilmekten hoşlanmazdı. Hırs ve kapris sahibi idi. Rakiplerine karşı acımasız olan Paşa, mevkiini korumak için pâdişâha karşı alçak gönüllülüğü ileri dereceye götürür, kan-ter içinde kalır, yürürken ayakları titrerdi. Pâdişâh bütün bunları bilmesine rağmen, devrinde iyi yetişmiş adamı olmadığından ve Avrupa devletleri ile arayı açıp devleti bir harbin içine itmemek için sadârette bulunduruyordu. Nitekim ölümü üzerine, Abdülazîz Han; “Cenâb-ı Hak, devletimizi şu sıska herifin belâsından kurtardı” demekten kendini alamamıştır.
Alî Paşa, Bâb-ı âli’ye hıristiyan me’mûr alınması yasağına da aldırmamış, yüksek mevkiler elde ettikten sonra, ermenilere ziyâde itibâr ederek, hâriciye nezâreti dâiresinde teşkil olunan tahrîrât-ı hâriciye odasına ermenilerı doldurmuştu. Onlar da, yavaş yavaş orada çalışan müslümanların işlerine son verip, dâireyi tamamen ele geçirdiler. Cevdet Paşa bu hususta; “Öyle görünüyor ki, Âlî Paşa, ehl-i İslâm’dan umûr-i hâriciyyeye âşinâ âdemler yetişirse, kendisine râkib olurlar deyü havf ederdi” demektedir.
Yaptığı icrâatlarla Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlayanların başında gelmesine rağmen, bâzı çevrelerce ısrarla büyük devlet adamı olarak gösterilen Âlî Paşa, yedi defa hâriciye nezâretine, beş defa da sadârete getirildi. Sekiz sene üç ay on dokuz gün sadârette kaldı. Bu süre zarfında, ölümünden sonra hayırla anılacak hiç bir eser yaptırmadı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Ma’rûzât (Ahmed Cevdet Paşa); sh. 4
 2) Tezâkir (Ahmed Cevdet Paşa); cild-1, sh. 38 v.d.
 3) Mirat-ı Hakikat; sh. 41 v.d.
 4) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3050
 5) Vesâik-i Târihiyye ve Siyâsiyye Tetebbuâtı (Hayreddîn)
 6) Târih Musâhebeleri (A. Şeref)
 7) Son Sadrâzamlar (İbn-ül-Emin Mahmûd Kemâl); cild-1, sh. 3
 8) Türkiye ve Tanzîmât (Engelhard; Terc. Ali Reşad); sh. 7
 9) Târih-i Lütfi; cild-7, sh. 46 v.d.
10) Ricâl-i Muhimme-i Siyâsiyye (Ali Fuâd Türkgeldi, İstanbul 1928; sh. 61
11) Verd-ül-hakâyık (Rıfat Efendi, İstanbul-târihsiz); sh. 43
12) Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı (Fatma Âliye Hanım, İstanbul-1332); sh. 95
13) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Zuhuri Danışman); cild-12. sh. 244
14) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 165
15) Eshâb-ı Kiram; sh. 371