7 Haziran 2018 Perşembe

BAĞDAT


Târihte İslâmiyet’in büyük kültür merkezlerinden ve Osmanlı Devleti’nin eyâlet merkezlerinden. Bağdâd, Abbasîler zamanında İslâm âleminin başşehri idi. Başşehir olmadan önce, Dicle kıyısında bir köy olup, halîfe Mensur burayı îmâr ederek büyük bir şehir merkezi hâline getirdi. Kısa bir sürede şehirde medeniyet, ilim ve fazîlette önemli gelişmeler oldu. Az zamanda, siyâsî, sosyal ve ilmî gelişmeler kendini gösterdi ve şehir bütün Arab yarımadasının merkezi hâline geldi. İslâm dünyâsının dört bir yanından gelen ilim ve irfan sahiblerinin meskeni oldu.
Moğol istilâsına kadar Abbâsîlerin ve İslâm dünyâsının başşehri olan Bağdâd, bilhassa halîfe Hârûn Reşîd zamanında dünyânın en parlak ilim ve kültür merkezi idi. Halîfe Mu’tasım zamanında şehir payitaht olma özelliğini kaybedince, Samarra hilâfet merkezi oldu. Fakat yarım asır sonra, halîfe Mu’temid hilâfet merkezini tekrar Bağdâd’a taşıdı. Bir süre sonra Bağdâd şiî Büveyhoğullarının eline geçti ve hilâfet bir asır boyunca bu sülâlenin idaresinde kaldı. 1055 senesinde Selçuklular Bağdâd’ı ele geçirerek Büveyhoğulları hâkimiyetine son verdiler.
Halîfe Muktedi ve Mustazhir zamanlarında, süslü ve büyük binalara kavuşan Bağdâd, Abbâsîlerin son iki asrında sessiz bir duruma geldi. 1258 senesinde Moğol hükümdarı ve İslâm’ın büyük düşmanı Hülâgu, kuvvetli bir ordu ile şehri sarınca, son halîfe Mu’tasım Bağdâd’ı teslim etmeğe mecbur oldu. Hülâgu, burayı kendisine başşehir yapmak istediğinden, şehrin tamamen tahrîbatına mâni oldu. Eski ihtişamını kaybeden Bağdâd, 1339 senesine kadar İlhanlılara bağlı kaldı. 1340 senesinde şehir Celâyirlilerin eline geçti. On sene süren Celâyirli hâkimiyetinin son bulmasından sonra, sırasıyla; Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinin eline geçti.
Osmanlı pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleymân, Tebriz’i ele geçirip Bağdâd üzerine yürüyünce, Akkoyunlu hükümdarının tâyin ettiği Bağdâd beylerbeyi Tekeli Mehmed Han büyük Osmanlı kuvvetlerine karşı şehri ve ülkeyi savunmanın mümkün olmadığı fikriyle burayı boşaltarak, bütün kuvvetleriyle İran’a çekildi. Öncü olarak ordunun önünde giden Sadrâzam İbrâhim Paşa, hiç bir mukavemetle karşılaşmadan şehre girdi. İbrâhim Paşa ertesi gün emîr-i âlemi Ca’fer Bey ile Bağdâd’ın anahtarlarını Sultan’a gönderdi. Duruma çok sevinen Sultan; Ca’fer Bey’e beş yüz altın bahşiş vererek Bosna sancak beyliğini de tevcih buyurdu. Kânûnî Sultan Süleymân, 30 Kasım 1534’de büyük bir törenle Bağdâd’a girdi. Hanefî mezhebinin kurucusu ve büyük fıkıh âlimi imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’nin türbesini ziyaret eden Sultan, buranın tamir edilmesini emretti. Şehirde dört ay kalan Sultan, bir çok yerleri tamir ettirdi. Bu eyâlete, eski Diyarbakır beylerbeyi Süleymân Paşa’yı vâli tâyin etti.
Osmanlı sultânı birinci Ahmed Han zamanına kadar Bağdâd’da kayda değer siyâsî bir hâdise olmamış, zaman zaman ayaklanmalar görülmüşse de bu olaylar kolaylıkla yatıştırılmıştır. Birinci Ahmed Han devrinde meydana gelen Celâlî ayaklanmaları, Bağdâd’daki düzenin de bozulmasına sebeb olmuş ve bu durum kısa zamanda düzeltilmiştir. Birinci Ahmed Han’dan sonra eyâletlerde başlayan anarşi, Bağdâd’da da görüldü. Yeniçeri subaylarından Bekir Subaşı ve azaplar ağası Mehmed Kanber, yönetimi zorla ele geçirdi. Bağdâd vâlilerinden Hâfız Ahmed ve Kemankeş Ali paşalar, bunların nüfuzlarını kırmaya çalıştılar ise de başaramadılar. Eyâletin İran’a yakın olmasından dolayı, Safevîlerin duruma karışmak ihtimâli olduğundan, fazla ileri gidemediler. Bir süre sonra iki zorba birbirlerine düştüler. Mehmed Kanber, Vali Yûsuf Paşa ile birlikte, Bağdâd’dan uzaklaşan Bekir Subaşı’yı öldürmek istedi. Durumu öğrenen Bekir Subaşı, sür’atle Bağdâd önlerine gelerek şehri kuşattı ve kısa bir süre sonra ele geçirdi. Düşmanlarını çeşitli işkenceler yaparak öldürdü ve halka zulmetti. Bu sırada halkın büyük bir kısmı Bağdâd’dan göç etti. Kuraklık ve kıtlık da sefâheti artırdı.
Diyarbakır beylerbeyi Hâfız Ahmed Paşa, Osmanlı sultânı tarafından Bağdâd’daki karışıklığı bastırmakla görevlendirildi. Bekir Subaşı’nın, Safevîler’den yardım isteyeceğini ve bu zemîni hazırlamış olduğunu öğrenen Hâfız Ahmed Paşa, sultana Bekir Subaşı’nın Bağdâd vâliliğine getirilmesini arzetti. Teklif uygun görüldü. Hâfız Paşa ordusu ile Bağdâd önlerine varınca, durumdan haberi olmayan Bekir Subaşı bir taraftan Osmanlı ordusuyla savaşırken, bir taraftan da Safevî hükümdarına haber göndererek yardım istedi. Safevî hükümdarı Şâh Abbâs, Hemedân emîri Safî Kuli Han kumandasında bir ordu gönderdi. Bekir Subaşı, şehrin Safevî Devleti koruması altında olduğunu; Osmanlı ordusu Bağdâd önünden çekilmezse, iki devlet arasında harb çıkabileceğini bildirdi. Hâfız Ahmed Paşa bu durum karşısında, komutanlarıyla istişare ettikten sonra Bağdâd vâliliğinin Bekir Subaşı’ya verildiğini bildiren emirnameyi kendisine gönderdi. Bunun üzerine Bekir Subaşı, İran askerlerini Bağdâd’dan kovdu. Bekir Subaşı’nın bu hareketine kızan Şâh Abbâs, ordusu ile Bağdâd üzerine yürüyerek, şehri ele geçirdi ve Bekir’i îdâm ettirdi. Halkın silâhlarını topladıktan sonra binlerce Ehl-i sünnet müslümanı öldürdü. Şehrin büyük bir kısmını tahrîb etti ve İmâm-ı a’zam ile Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin türbelerini yıktırdı.
Bu sırada Osmanlı Devleti’nin başında çok küçük yaşta olan dördüncü Murâd Han bulunuyordu. Pâdişâh, Hâfız Ahmed Paşa kumandasındaki bir orduyu Bağdâd üzerine gönderdi. Hâfız Ahmed Paşa, Bağdâd’ı kuşattı. Fakat İran ordusunun şehre yardıma gelmesi, Osmanlı ordusunu İki cephede harbe mecbur bıraktı. Yorgun olan Osmanlı ordusu, hastalık ve açlıktan bir hayli sarsıldığı için, Hâfız Ahmed Paşa kuşatmayı kaldırdı. 1630 (H. 1040) senesinde sadrâzam Hüsrev Paşa Bağdâd’ı tekrar kuşattı. Kırk gün süren bu muhasara da başarısızlıkla sonuçlandı.
1637 (H. 1046) senesinde dördüncü Murâd Han, Bağdâd’a sefere çıktı. Yeniçeri yeni bir nizamda, sipahi ayrı bir düzende, ahâli, velî, derviş, talebe herkes ayrı bir sevinçteydi. Sivaslı Abdülmecîd Şeyhî Efendi’nin elinden, hazret-i Ömer’in kılıcını beline kuşanan Pâdişâh, ordusunun başında 8 Mayıs 1637 (H. 1046) târihinde, Şeyhülislâm Yahyâ Efendi ve âlimlerle birlikte, İstanbul’dan yola çıktı. Sultan, Konya yoluyla Haleb’e vardı. Vezîriâzam Bayram Paşa’nın Birecik’te vefâtı, Pâdişâh’ı üzüntüye boğdu ve Tayyar Mehmed Paşa’ya vezîriâzamlık verildi. Osmanlı ordusu, İstanbul’dan hareketinin yüz doksan yedinci günü Bağdâd önlerine ulaştı.
İmâm-ı â’zam’ın türbesinin bulunduğu kısım daha önceden ele geçirilmişti. Pâdişâh’a, İmâm-ı â’zam’ın türbesini ziyaret etmesi teklif edilince; “Bağdâd, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, o yüce imâm’ı ziyarete gitmekten haya ederim” cevâbını verdi. Her türlü tedbir alınarak şehir kuşatıldı. Hücumların ardı arkası kesilmiyordu. Çarpışmaların şiddetlendiği bir günde, askerler garîp birisini huzura getirdiler. Elbisesi lime lime, elinde dalından yeni koparılmış akasya ağacından bir değnek, yüzünde de çok uzaklardan farkedilen fevkalâde bir nûr bulunan bu şahıs, Pâdişâh’ı bile bakışları ile te’sir altına alan ender bir şahsiyetti. Bu, Pâdîşâh’ın tanıdığı Azîz Mahmûd Hüdâî hazretlerinin yakınlarından mübarek bir zât idi. “Pâdişâh’ım! Hocamın emriyle İstanbul’dan buralara geldim. Gayretle çalışın. Bağdâd’ı Pazartesi’nden önce fethedin. Gecikirseniz sele düçâr olursunuz ve fetih müyesser olmaz. Mevtam sizi muhafaza buyursun” deyip çadırdan çıktı. Sultan Murâd Han, Azîz Mahmûd Hüdâî hazretlerinin bu himmeti için Allahü teâlâya hamd edip, mübarek ruhuna Fatihalar gönderdi. Kumandanlarını çağırıp, kalenin en kısa zamanda fethi için emir verdi.
19 Aralık’ta, Bağdâd’ın fethiyle netîcelenecek olan dehşetli vuruşmalar başladı ve 23 Aralık günü sadrâzam Tayyar Mehmed Paşa, alnından yediği bir kurşunla şehîd oldu. Bir gün sonra da ordu şehre girdi. Muhârebe meydanında şehîd düşen dördüncü Osmanlı sadrâzamı olan Tayyar Mehmed Paşa’nın şehâdetine ağlayan dördüncü Murâd, Kapdân-ı derya Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı vezîriâzamlığa tâyin etti. Nihayet 24 Aralık 1638 târihinde Şaban ayının on yedisinde Cuma günü Bağdâd fethedildi. Asker arasından nice kahramanlar çıktı. Kahramanlara şiirler, türküler söylendi. Nice Genç Osman’lar, gencecik yiğitler, Bağdâd’a girmekle, kaleye şerefli sancaklarını dikmekle nasiplendiler. Bağdâd Safevî vâlisi Bektaş Han, kalenin teslimi için Sultan’ın huzuruna kabul edildi. Teslim şartları görüşüldü. Teslimi kabul edemeyen İran askerleri, serbestçe çekilip gitmelerine müsâde edilmesine rağmen, baruthâneyi ateşe vererek masum kimseleri öldürmeye kalkıştılar. Hâdise üzerine, gereken cezaya çarptırıldılar. Bektaş Han da hanımı tarafından zehirlendi. O garip dervişin dediği gibi, Pazartesi günü çıkan bir fırtınadan sonra yağmur yağdı. Bağdâd ve çevresinde günlerce seller akıp, Safevî pisliklerini yıkadı. Osmanlı yepyeni, pırıl pırıl bir şehre sâhib oldu.
Bir ay dokuz gün süren Bağdâd muhasarasından sonra, on dört sene on bir ay on üç günden beri Safevî işgalinde bulunan Bağdâd, 1917 senesine kadar bir daha yabancı işgâlî görmemek üzere, Osmanlı topraklarına katıldı. Dördüncü Murâd Han, Bağdâd Fâtihi diye anılmaya başlandı. Sadrâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Safevî hükümdarı ile 1639’da zamanımıza kadar geçerliliğini koruyan Kasr-ı şîrîn andlaşmasım imzaladı ve İran, Bağdâd’ın Osmanlı Devleti’ne âid olduğunu tanıdı. Sultan Murâd Han, harap durumdaki İmâm-ı a’zam ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin türbelerinin tamiri için Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’yi vazifelendirdi ve küçük Hasan Paşa’yı şehre vâli tâyin etti. Emrine sekiz bini yeniçeri olmak üzere, on iki bin asker bıraktı ve bir süre sonra başka birlikler de yolladı.
Bağdâd vâlilerinin emirlerine çok geniş arazi verildiği için, sultan dördüncü Murâd’ın vefâtından sonra vâliler zaman zaman aşiret ayaklanmaları ve yeniçerilerin çıkardığı hâdiselerle uğraşmak mecburiyetinde kaldılar. Kara Mustafa Paşa’nın 1667’deki vâliliği sırasında Basra vâlisi Hüseyin Paşa’nın çıkardığı ayaklanma yatıştırılmışsa da, Basra’ya çeşitli yerlerden saldırmalar oldu. Bir çok aşiretler ayaklandı. Devlet, Avrupa sınırlarında çetin savaşlarla uğraştığı için, Bağdâd ve dolaylarına asker gönderemedi. Karlofça andlaşması yapıldıktan sonra, bölgeye gönderilen kuvvetler düzeni yeniden sağladı.
1704 senesinde Bağdâd’a vâli tâyin edilen Eyüplü Hasan Paşa, yirmi sene kadar süren vazifesi sırasında eyâletteki bütün âsî ve çapulcu aşiretleri itaat altına aldı. Yiyecek ve yakacaktan alınan bâzı vergileri kaldırdı. Bölgede emniyeti sağlamak için Osmanlı merkez teşkilâtının küçük bir numunesi olan Kölemenler ocağının temelini attı.
Bağdâd, 1733 senesinde İran hükümdarı Nâdir Şâh tarafından kuşatıldı. Yedi ay süren bu kuşatmada başarılı olamayan Nâdir Şâh, yardıma gelen Topal Osman Paşa’ya yenildi. Nâdir Şâh on senelik bir aradan sonra Hind seferi dönüşünde tekrar Bağdâd’a saldırdı ise de, başarılı olamadı ve bir süre sonra öldürüldü. Ahmed Paşa’nın ölümünden sonra merkezden tâyin edilen vâliler, Kölemenler karşısında tutunamadılar ve sultan 1749 senesinde Ahmed Paşa’nın dâmâdı Süleymân Paşa’yı Bağdâd’a vâli tâyin etmek mecburiyetinde kaldı. Kölemen idâresinin Bağdâd’da gerçek kurucusu olan Süleymân Paşa, on iki sene süren vâliliği sırasında eyâlette, her yönden güveni ve düzeni sağladı.
Süleymân Paşa’nın ölümünden sonra gönderilen vâliler, bölgede çıkan isyânları bastıramadılar. 1779’da vâliliğe tâyin edilen Kölemen ocağından Büyük Süleymân Paşa asayişi te’min etti ise de 1802’de ölünce, sonraki vâliler zamanında âsâyiş yeniden bozuldu. 1827-1829 Osmanlı-Rus savaşında Bağdâd eyâletinin para göndermemesi üzerine, bölgeye gönderilen Ali Rızâ Paşa şehir halkının yardımıyla şehre girdi ve asayişi bozan Kölemen ocağını ortadan kaldırdı. Ali Rızâ Paşa Bağdâd vâlisi oldu. Bundan Midhat Paşa’ya kadar Bağdâd’a tâyin edilen Osmanlı vâlilerinin hepsi bölgede devlet otoritesini kuvvetlendirmeye çalıştılar. Midhat Paşa vâli olduktan sonra Degere olayı diye bilinen önemli ayaklanmayı bastırarak, Necid bölgesinin de Osmanlı Devleti’ne bağlanmasını sağladı. Çeşitli îmâr faaliyetlerinde bulunan Midhat Paşa’dan sonra Bağdâd’a gönderilen vâliler de Bağdâd’ı îmâr etmeğe ve devlet otoritesini kuvvetlendirmeye çalıştılar. Birinci Dünyâ harbi sırasında, 1917’de Bağdâd İngilizlerin işgaline mâruz kaldı. 1923 senesine kadar hukuken Osmanlılara bağlı kalan Bağdâd, Lausanne (Lozan) muâhadesinden sonra Irak Krallığı’nın başşehri oldu.
Osmanlılar, Bağdâd’ı fethettikten sonra şehri eyâlet merkezi hâline getirdiler. Bu eyâlet on sekiz sancağa ayrılmıştı. Bunlardan; Merkez, Hille, Zengî-âdâb, Cevâzer, Rumâhiye, Cengule ve Karadağ tımar ve zeamet usûlüne bağlı idi. Dertenk Geylan, Karaniye, Demirkapı, Kirind, Vâsıt, Semâvat, Beyat, Derne, Debalâ, Alî Sâyih sancaklarında tımar ve zeamet uygulanmaz, beylerine has tâyin edilirdi. Bağdâd merkez sancağı ise salyâne usûlü (senelik olarak verilen maaş) ile idare olunurdu. Bağdâd beylerbeyinin sancaklara paşa ve beylerini tâyin etmek gibi özel yetkileri vardı. Zaman zaman İran şahlarına elçi göndermek veya gelen elçileri kabul etmek, buradan geçerek İstanbul’a gidecek olanlarını işin gereğine göre, yollamak veya oyalamak yetkisine sâhib bulunurlardı. Bağdâd’da Kânûnî devrinden başlamak üzere çeşitli zamanlarda altın, gümüş ve bakır paralar bastırılmıştır. Şehre nöbetle her sene İstanbul’dan yeniçeri ocağından seçilen 3000-5000 kişilik bir muhafız kıt’ası gelirdi. Ayrıca şehirde Yerli kulu denilen mahallî bir askerî kuvvet de vardı.
Bağdâd, Osmanlı yönetimine geçtikten sonra, Osmanlı pâdişâhları ve vâlileri tarafından îmâr edildi. Kânûnî Sultan Süleymân, İmâm-ı a’zam’ın mezarını buldurup adına türbe, câmi ve medrese yaptırdı. Abdülkâdir-i Geylânî türbesi ve Câmii için zengin vakıflar kurdu. Sultan dördüncü Murâd bunları tekrar tamir ettirdi. Türbelerin kafes şebekesi som gümüşten yapıldı. Altın ve mücevherli yüzlerce kandil kondu. Kapıları ve eşikleri gümüşten yapıldı. Osmanlı vâlileri şehre su getirmek, köprüler, su bendleri yaptırmak, bir çok yeni bina ve çarşı kurmak gibi bayındırlık işlerine önem verdiler. Sultan Abdülhamîd Han zamanında Ankara-Bağdâd demiryolu bağlandı. Şehirde, rüşdiye, îdâdî ve san’at okulları açıldı.
Etrâfını saran hurma ağaçları, süslü câmileri, türbeleri ve minareleri ile güzel bir görünüşe sâhib olan Bağdâd, iki kilometrelik bir surla çevrilidir. Şehirde 665 câmi ve mescid vardı. Hüseyin Paşa, Murâd Paşa ve Haseki Mehmed Paşa câmileri, Osmanlı devlet adamları tarafından yaptırılmıştır. Şehirdeki câmilerin büyük kısmı Abbasîler zamanında yapılmıştır. Pek çok medrese ve mekteb bulunan Bağdâd’daki Mercâniye ve Hulefâ medreselerinde yüksek ilimler öğretildi. Ayrıca altı dârülkurrâ ve yetmiş kadar dârül-hadîs, yedi yüze yakın tekke, iki yüz çeşme ve yüz, sebil vardı. At meydanında Murâd çeşmesi, Haydar Çelebi, Hüseyin Paşa, Mustafa Paşa, Hasbullah Çelebi, Ebû Bekr Hoca sebilleri güzel birer Osmanlı eseridir. Ayrıca çok sayıda han, hamam, saray, konak ve çarşılar şehri süslemiştir. Bağdâd kılıçları ve ceylan derisi özengileri dünyâca meşhurdu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Târihi Cevdet; cild-1, sh. 339
 2) Cihânnümâ (Kâtib Çelebi; İstanbul-1135)
 3) Seyâhatnâme; (Evliya Çelebi, İstanbul-1314) cild-1, sh. 186, cild-2, sh. 404
 4) Târih-i Nâimâ; cild-2, sh. 264
 5) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-3, sh. 1937
 6) Târihi Peçevî; cild-1, sh. 206
 7) Büyük Türkiye Târihi; cild-4, sh. 128, cild-5, sh. 252, cild-13, sh. 391
 8) Osmanlı İran Siyâsî Münâsebetleri; sh. 169
 9) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-2, sh. 173, cild-3, sh. 348, 371.
10) Osmanlı Devleti Târihi; (Hammer); cild-5, sh. 1406, cild-9, sh. 243
11) Osmanlı Devleti Târihi; (Uzunçarşılı) cild-2, sh. 348, cild-3, kısım-1, sh. 199
12) İslâm Târihi Ansiklopedisi; cild-3, sh. 21