22 Haziran 2018 Cuma

ALİ SUAVİ


Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yetişen yazar ve ihtilâlci. 1839 senesi Ramazan bayramında İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğdu. Babası Çankırı’nın Çay köyünden olup, İstanbul’da yerleşmiş Kâğıt mühreciliğı (parlatıcılığı) yapan Hüseyin Ağa’dır. Ali Süâvî medrese tahsîlini tamamladıktan sonra, Sami Paşa’nın maârif nâzırlığı sırasında girdiği imtihanda başarı göstererek, Bursa Rüşdiyesi’ne muallim-i evvel tâyin edildi. Halk tarafından hakkında yapılan şikâyetler yüzünden, bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Bursa’dan ayrılınca, Simav’a giderek Kuşlu Medresesi’nde ders verdi ve bir müddet Rüşdiye’de baş muallimlik vazifesinde bulundu. Bu sırada hacca giden Ali Süâvî, dönüşte Sami Paşa’nın himayesiyle Filibe Rüşdiyesi’ne hoca olarak tâyin edildi. Daha sonra Sofya’da ticâret mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrîrat müdürlüğü yaptı.
Aynı zamanda vâiz olan Ali Süâvî, görevli bulunduğu Simav, Bursa ve Filibe’de verdiği vâzlarla dikkati çekti ve görevinden azl edildi. 1867 senesinde İstanbul’a dönen Süâvî bir taraftan Şehzâde Câmii’nde vâzlar veriyor, diğer taraftan Filip Efendi’nin Muhbir adlı gazetesinde yazarlık yapıyordu. Bir süre sonra devlet aleyhinde şiirler yazmaya başladı. Bu durum gazetenin kapatılmasına ve Ali Süâvî’nin Kastamonu’da ikâmete mecbur edilmesine yol açtı. Kastamonu’da iken Mustafa Fâzıl Paşa’nın daveti üzerine kaçıp Paris’e gitti. Yolculuğunun büyük kısmını Nâmık Kemâl ve Ziya Paşa ile birlikte yaptı. Paris’de Mustafa Fâzıl Paşa ve arkadaşlarıyla yapılan toplantıdan sonra, burada alınan karar üzerine Muhbir gazetesini çıkarmak için Londra’ya gitti. Gazetenin daha ilk nüshalarından îtibâren kararlaştırılmış hedeflerin dışına çıktığı görüldü. Bu yüzden Yeni Osmanlılar ve diğer erkân ile arası bozuldu. Nâmık Kemâl ve Ziya Bey, mektup yazarak gazetenin altındaki resmî cemiyet mührünü çıkarmasını istediler. Muhbir, Londra’da bir kaç nüsha çıktıktan sonra, matbaada çalışan bir Rum’un matbaa âletlerini çalıp satması yüzünden kapandı.
Lo’ndra’da bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Süâvî, sultan Abdülazîz’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a geri döndü. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın mâbeyn feriki olan İngiliz Saîd Paşa’nın yardımı ile Galatasaray Sultânisi’ne müdür tâyin edildi. Kötü idaresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk halkının örf ve âdetlerine uymayan davranışları yüzünden kısa zaman sonra bu görevden azledildi. Bu olaydan sonra Abdülhamîd Han’a ve idaresine düşman kesilen Ali Süâvî, Sultân’ı tahttan indirmeye ve yerine beşinci Murâd’ı pâdişâh yapmaya karar verdi. Bu konuda İngilizlerin de desteğini sağladı. Bunun için gizli olarak çalışmaya başladı. Etrafına topladığı beş yüz kadar göçmen ile 20 Mayıs’ta beşinci Murâd’ın bulunduğu Çırağan Sarayı’nı basarak, beşinci Murâd’ı dışarı çıkardı. Bu sırada yetişen Beşiktaş muhafızı Hasan Paşa’nın vurduğu bir cop darbesiyle Ali Süâvî olay yerinde öldü (1878). Yıldız Sarayı civarında bir yere gömüldü. Bugün yeri kaybolmuştur. İngiliz olan karısı Mary, olay gecesi derhâl kendisini bekleyen gemi ile Londra’ya kaçtı (Bkz. Çırağan Vak’ası).
Abdülhamîd Han’ın hatıratında İngiliz ajanı olduğunu söylediği Ali Süâvî, Çırağan Vak’ası ile bir çok kimsenin felâketine sebeb olmuştur. Nâmık Kemâl, Ali Süâvî hakkında Abdülhak Hâmid’e gönderdiği bir mektupta şöyle demektedir: “Ali Süâvî hiç de senin tahminin gibi bir adam değildi. Bir çehre nümayişine aldanmışsın. Onunla iki sene arkadaşlık ettim. O öyle bir adam ki, garazkâr ve dünyâda misli görülmedik bir şarlatan idi. Ben her şeye öyle kolay inanmadığım hâlde, bana kendini yedi-sekiz dil biliyormuş gibi gösterdi. O kadar câhil, cehâletiyle beraber o kadar da mağrur idi. Türkçe üç satır bir şey yazsa, âleme maskara olurdu.”
O; klasik tahsîl görmeden hoca olan, bir hıristiyan kadınla evlenen, din âlimliği iddiasında iken İslâmiyet’in emir ve yasaklarına uymayan, dâima ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, yalan söylemekten çekinmeyen bir kişiliğe sahipti. Zamana ve duruma göre her kalıba girmesi, başkalarını küçük görmesi sebebiyle kimseyle geçinememiştir. 1870 senelerinde hilâfetin dinde yeri olmadığını söylemiş ve yazmış, dinde çeşitli yeniliklerin yapılabileceği iddiasında bulunmuştur. Süâvî’nin bu sapık fikirleri daha sonra Cemâleddîn-i Efgânî tarafından geliştirildi. Dinde reform fikrini, yaygınlaştırmak için çok gayret gösterildi.
Karanlık bir kişiliği olan Ali Süâvi’nin bilinen eserleri, Kâmûs-ül-Ulûm vel-Maârif, Âlî Paşa’nın siyâseti, Hukuk-üş-Şevârî ve Hîve Hanlığı’dır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Büyük Türkiye Târihi; cild-7, sh. 162
 2) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 312
 3) Resimli Türk Edebiyatı; cild-2, sh. 1702
 4) Târih Sohbetleri; cild-2, sh. 101
 5) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-13, sh. 108
 6) Ali Süâvi ve Çırağan Sarayı Vak’ası (Uzunçarşılı, Belleten, sene-1944); cild-8, sayı-71, sh. 111
 7) Yakın Çağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar I. (K. Bilgegil, Ankara- 1976); sh. 115
 8) Sarıklı İhtilâlci Süâvî (M. C. Kuntay, İstanbul-1946)
 9) XIX, Asır Türk Edebiyatı Târihi; sh. 204
10) Ali Süâvî’nin Görüşleriyle Türkler ve Türklük (Süheyl Ünver, Hayat Târih Mecmuası); sene-1973, sayı-4-5)
11) Ali Süâvî ve Galatasaray Lisesi (B. Şehsuvaroğlu, Belgelerle Türk Târihi Dergisi sayı-9); sh. 38
12) Bir Darbenin Anatomisi; sh. 360