11 Temmuz 2019 Perşembe

AŞIK ÇELEBİ


On altıncı asır Osmanlı âlim ve şâirlerinden. İsmi Pîr Mehmed’dir. Şiirlerinde Aşık mahlasını kullandığından bu adla meşhurdur. Babası Seyyid Natta lakabıyla anılan, zamanın meşhûr âlim ve şâirlerinden Ali Çelebi’dir. Soyca Peygamber efendimize dayanır. Bursa’da doğduğu da rivayet edilen Âşık Çelebi, 1520 (H. 926) yılında Üsküb’e bağlı Prizren kasabasında doğmuştur. 1572 senesinde Üsküb’de vefât etti. Kabri oradadır. Vefâtına Bursalı şâir Cenânî; “Aşık sefer eyledi cihândan (976)” mısra’ını târih düşürmüştür.
Dedesi Seyyid Muhammed Natta, aslen Bağdâdlı olup, Seyyid Emîr Buhârî ile görüşmüş ve beraber sefere çıkıp Bursa’ya yerleşmiştir. Emîr Buhârî, Sultan Yıldırım Bâyezîd Han’ın kızıyla evlendiğinde, Seyyid Muhammed Natta da vezir İshâk Paşa’nın kızını aldı. Bu evlilikten Âşık Çelebi’nin babası olan Seyyid Ali dünyâya geldi. Seyyid Ali, iyi bir tahsil gördükten sonra, 1512 (H. 918) târihinde İnegöl’e kâdı oldu. Daha sonra sırasıyla Karatuva, Üsküb ve Sofya kâdılıklarında bulundu. Seyyid Ali’nin Müeyyidzâde Abdurrahmân Çelebi’nin kızıyla olan evliliğinden, beşi erkek biri kız olmak üzere, altı çocuğu oldu. Bunlardan biri de Âşık Çelebi’dir.
Çocukluğu Rumeli’de geçen Âşık Çelebi, 1535 (H. 942) târihinde İstanbul’a geldi. Gençlik devresini İstanbul’da geçirdi. Pîr Mehmed, Kasımpaşa müderrisi Sürûrî Çelebi, Kalenderhâne müderrisi Taşköprüzâde Efendi, Mahmûd Paşa müderrisi Arabzâde Âbdulbâki Efendi, Sahn müderrisi Saçlı Emîr Efendi Balıkesir Karasılı Hasen Çelebi ve Ebüssü’ûd Efendi gibi zamanının büyük âlimlerinden okuyarak iyi bir medrese tahsili gördü. Fenârî Muhyiddîn Efendi’den mülâzim oldu. (Asistan olarak bir müddet onun yanında çalıştı.) Bir taraftan dînî ilimleri tahsil eden Âşık Çelebi diğer yandan zamanın; Zatî, Taşlıcalı Yahyâ ve Hayalî gibi mühim şâirleri ile tanıştı ve edebî bilgilerini arttırdı. Genç yaşta İstanbul şâirleri arasında önemli bir mevki kazandı.
Tahsilini tamamladıktan sonra 1541 (H. 948) târihinde Bursa’ya yerleşerek Emîr Buhârî evkafının mütevellîliği vazifesinde bulundu. Bir ara mahkeme kâtipliği yaptı ve 1546 (H. 953) târihinde İstanbul’a döndü. İstanbul kâdısı olan eski medrese hocası Saçlı Emîr Efendi’nin himayesiyle mahkeme kâtibi oldu. Daha sonra kâdı oldu. Sırasıyla 1547 (H. 957) târihinde Silivri, Priştine, Serfiçe, Narda ve nihayet 1562 (H. 970) târihinde Alâiye kâdılığında bulundu.
Âşık Çelebi bu vazife esnasında Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın;
“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.”
mısra’ıyla başlayan meşhur gazelini beşleyerek (tahmis ederek) pâdişâha takdîm etti. Bu tahmis Sultân’ın çok hoşuna gitti. Niğbolu kâdılığı oradan da Rusçuk kâdılığına terfi ettirildi.
Âşık Çelebi, Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın vefâtından sonra yerine geçen oğlu sultan İkinci Selîm Han’a da Belgrad’dan İstanbul’a dönerken, yeni bir gazelini takdîm ederek iltifatına kavuştu. Karatûva kazası kâdılığı verildi. 1568 (H. 976) târihinde meşhur tezkiresini Pâdişâh’a, Arabî yazdığı Şakâik Zeyli’ni de Sadrâzam Sokullu Mehmed Paşa’ya ithaf etti. Mesâisi (İlmî çalışmaları) takdir görüp, mükâfat olarak kayd-ı hayât şartıyla (vefâtına kadar) Üsküb kâdılığı verildi.
Osmanlı ilim ve edebiyat hayâtının en parlak zamanında yaşayan Âşık Çelebi, doğru, neş’eli, vefâkâr bir zât idi. Edebî kültürü kuvvetli, medrese tahsili mükemmeldi.
Âşık Celebi’nin te’lif ve tercüme suretiyle yazdığı eserlerin sayısı ondan fazladır. Onun en mühim ve en çok şöhret kazanan eseri Meşâir-üş-şuarâ adlı şâirler tezkiresidir. Tezkire’de, diğer tezkirelerde olduğu gibi isimlerde hurûf-u hece tertibi tâkib edilmeyip, şâirler, ebced tertibi esas tutularak sıralanmıştı. Muasırı (aynı anda yaşadığı) şâirlerden İki yüz seksen iki zâtın terceme-i haliyle şiirlerinden seçilmiş parçaları ihtiva eden bu tezkirenin bir çok yazma nüshaları vardır. En mükemmel nüshası Millet (Ali Emîrî) Kütüphânesindeki yazmadır. Mısır ve Avrupa kütüphânelerinde de muhtelif yazmaları vardır.
Âşık Çelebi Tezkire’sinde en önemli taraf, doğru olarak yazdığı şâirlerin hayâtı yanında, şâirlerin hâlet-i rûhiyelerini de tahlil ve tasvir etmesidir.
Âşık Çelebi, Dîvân’ını Serfice kâdısı iken tertib etmeye başlamıştır. Dîvân, Kânûnî Sultan Süleymân Han, Muhyiddîn Efendi, Hoca Çelebi, Müftüzâde Efendi, Şerîfzâde, İznikli Ali Çelebi hakkında on dokuz kasîde, ile sultan İkinci Selîm Han için yazılmış bir murabbayı terci’ ve terkib-i bendlerle, murabba’, tahmis ve gazelleri ihtiva etmektedir.
Ayrıca; Hüseyn Vâiz-i Kâşifî’nin Ravdat-üş-şühedâ, İmâm-ı Gazâli’nin (rahmetullahi aleyh) Et-Tıbr-ul-Mesbûk fî Nesâyih-il-mülûk, Hatip Kasımoğlunun Ravdat-ül-Ahyâr, Taşköprüzâde’nin Eş-Şakâik-i Nu’mâniyye fî ulemâ-iddevlet-il-Osmâniyye olmak üzere Farsça, Arabça tercümeleriyle iki Hadîs-i Erbain tercümesi, Sokullu Mehmed Paşa’ya takdim ettiği Zeyl-i Şakâik, Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın Zigetvâr seferini anlatan Zigetvârnâme, Bursa’da Emîr Sultan vakıfları mütevellîsi iken yazdığı, Bursa’nın güzelliğini anlatan Şehrengîz-i Bursave edebî yazılmış mahkeme ilânlarını ihtiva eden Mecmûa-i Sülûk gibi kıymetli eserleri vardır.
Tezkiresi G. M. Meredith Owens tarafından Meşâir-üş-şuarâ or Tezkire of Âşık Çelebi (London-1971) isim ve târihiyle neşredilmiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Tezkire (Latîfî); sh. 237
 2) Esâmi; sh. 203
 3) Şakâyık’i Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); sh. 161
 4) Tezkiret-uş-şuarâ (Kınalızâde Hasan Çelebi); cild-2, sh. 589
 5) Güldeste-i Riyazi İrfân; sh. 488
 6) Osmanlı Müellifleri; cild-2, sh. 19
 7) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 1314
 8) Türk Klasikleri; cild-3, sh. 418
 9) Resimli Türk Edebiyatı Târihi; cild-1, sh. 616
10) Rehber Ansiklopedisi; cild-2, sh. 43