3 Ekim 2018 Çarşamba

AZİZİYE SAVUNMASI


Doksanüç harbi diye târihe geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus muhârebesinde, Erzurum’daki Azîziye Tabyası’nda Ruslara karşı gerçekleştirilen müdâfaa. 24 Nisan 1877’de Ruslar Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmişler, batıda Tuna boyundan ve doğuda Kars cihetinden saldırıya geçmişlerdi. Doğu cephesinde ordumuzun başkumandanlığını Gâzi Ahmed Muhtar Paşa, yapıyordu. Kabiliyetli ve cesur bir asker olan Ahmed Muhtar Paşa, Kars’ı alan Rus ordusu karşısında askerini muhafaza ederek programlı bir şekilde Erzurum’a çekilmişti. Bu çekilme sırasında yaptığı Halyaz, Zivin, Gedikler ve Yapnîler meydan savaşlarında zafer kazanmış, hattâ sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından taltif görerek “Gâzi” ünvânını almıştı. Askerimiz kuvvet ve teçhizat yönüyle üstün Rus ordusu karşısında, silâh ve yiyecek bakımından iyi şartlarda olmaması sebebiyle Erzurum’a kadar çekilmeye mecbur kalmıştı.
Erzurum’a yaklaşan Rus ordusu kumandanı, Ahmed Muhtar Paşa’ya elçi göndererek teslim olmasını istedi. Paşa, komutanları ile yaptığı istişareden sonra “Kesinlikle hayır” cevâbı verdi. Teslim teklifi şehirde duyulmuş, halk galeyana gelmişti. Çocuğundan ihtiyarına, kadınından hastasına kadar halkın, kanlarının son damlasına kadar Moskof kâfirlerine karşı savaşıp vatan ve namuslarını şehîd oluncaya kadar müdâfaa edeceklerine karar aldıklarını Gâzi Ahmed Muhtar Paşa’ya bildirmişlerdi. Göz yaşlarını tutamayan kumandan, hey’et başkanının alnından öptükten sonra, sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın gönderdiği telgrafı gösterdi. Pâdişâh, telgrafında; “Şu anda bulunduğunuz yer, Asya’nın en mühim noktası ve düşmanın göz diktiği yerdir. Bu sebeple Erzurum’u büyük bir tehlike beklemektedir. Allahü teâlâ muhafaza eylesin, epeydir ordumuzda görülen dağılma ve çöküntüler bu sefer de meydana gelir, Erzurum’a bir zarar olur, istilâya düçar olursa, böyle elemli bir olayın devletimizin maddî ve manevî varlığında açacağı yarayı size anlatmaya lüzum yoktur. Şu hâlde, asıl iş görecek ve devletin üzerindeki nîmet hakkını gözetip, milletimizin sizden beklediği şerefi isbât edecek gün bugündür. Namus ve şerefimizi muhafaza edemezsek bu, kıyamete kadar târihimizden silinmeyecek ve askerlik şerefimize sürülmüş acıklı bir leke olacaktır...” diyordu. Bu telgraf halka duyuruldu. Herkes, balta, satır, kılıç, süngü, tüfek, tabanca ne bulduysa tedbirini alıp büyük bir heyecan içinde Rusların Erzurum’a yaklaşmasını bekliyordu. Bu arada halkın içinde gizliden gizliye faaliyet gösteren Osmanlıyı içten vurmaya çalışan ermeni ve yahûdîler, menfî propaganda yaparak halkın savaş azmini kırmaya çalıştılar. Teslim olunduğunda can ve mal emniyetinin, olacağını, aksi hâlde herkesin kılıçtan geçirileceğini söyleyerek Rusların vâdlerini tekrar ediyorlardı. Fakat, buna aldıran olmadı. Ne pahasına olursa olsun savaşacaklardı!..
Gâzi Ahmed Muhtar Paşa da, savunma tedbirlerini almış, tabyalara güvendiği komutanları vazîfelendirmişti.
Anadolu içlerine doğru yürümelerine Erzurum’u tek engel olarak gören Rusların başlıca gayesi şehri ele geçirmekti. Ayrıca yerli ermeni ve yahudîlerden de faydalanıyorlardı. Hâcibey adlı bir hâinin kumandasında, 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece, saat ikide harekete geçen düşman, Azîziye tabyasına gece baskını düzenledi.
Baskın için, Müdürge ve Tasmahur köylerinin ermenilerini ve Vank kilisesi papazlarını kullandılar. Müslüman kılığına giren ve Osmanlıca’yı çok iyi bilen bu hâinlerin yardımıyla Vank deresindeki nöbetçileri şehîd ettiler. Büyük bir sessizlik içinde Aziziye tabyasına girerek ikinci ve üçüncü kesimlerinde uyuyan yüzlerce askerimizi şehîd ettiler. Tabyanın birinci kesimi biraz kenarda kalıyordu ve komutanları kaymakam (Yarbay) Bahri Bey, uyanıktı. İkinci ve üçüncü kesimlerdeki gürültüyü işitmiş, baskına uğradıklarını anlamıştı. Derhâl silâh başı ederek şiddetli bir müdâfaaya başladı. Türk askerini toplu katliâmdan kurtaran kaymakam Bahri Bey, yaralanmasına rağmen bunu askerlerden gizleyerek müdâfaaya devam etti.
Gece yarısı top ve tüfek seslerini duyan Erzurumlular, müezzinin; “Ey Erzurumlular! Ey ahâlî!.. Moskof kâfirleri Aziziye’yi bastı. Allah’ını seven, eli silâh tutan herkes, askerimizin yardımına koşsun!.. Vatanını seven yetişsin!..” nidası üzerine gece karanlığında sokaklara döküldüler. Bunlar arasında Nene Hâtûn da vardı.
Askerini silâh başı eden Gâzi Ahmed Muhtar Paşa, Aziziye istihkâmından telgrafla haber almaya çalışıyor, fakat; “Harb oluyor!..” cevâbından başka bir şey öğrenemiyordu. Paşa, üç tabur alarak Topdağı’na çıktı. Oranın kumandanı Müşir Hasan Tahsin Paşa ile birleşti. Ortalık iyice aydınlandıktan sonra Aziziye istihkâmlarından birinde şiddetli çarpışmaların olduğunu, diğer iki tabyada ses seda çıkmadığını gördü. Ahmed Muhtar Paşa, Kapdan Mehmed Paşa kumandasında iki tabur askeri Aziziye’ye gönderdi. Kapdan Mehmed Paşa, askerleriyle Azîziye istihkâmının ortasındaki kışlaya doğru yaklaşınca Ruslar tarafından ele geçirilmiş olan kışlanın mazgallarından şiddetli bir tüfek ateşine tutuldu. Bunun üzerine Kapdan Mehmed Paşa, kışlayı kuşattı. Üçüncü kısımda çarpışma hâlâ devam ediyordu. Artık Erzurum halkı da yetişmişti, Hücum ederek istihkâmın içine girdiler. Düşmanla muhârebe göğüs göğüse cereyan ediyordu.
Bu arada, tabyanın birinci kısmından hâlâ çarpışmaya devam eden Bahri Bey’den, Ahmed Muhtar Paşa’ya “Gece, baskın ânında yaralandığını, askere belli etmeden çarpışmaya devam ettiğini, acele yardıma gelinmesini” bildiren bir haber geldi. Yardıma gönderilen Kapdan Mehmed Paşa ve halk, Bahri Bey’in bulunduğu kısma geçti. İki ateş arasında kaldığını gören düşman bozguna uğrayarak kaçmaya başladı. Halk ve asker takibe başladılarsa da Rusların ateşi karşısında durakladılar. Hâdiseyi dikkatle tâkib eden Topdağı’ndaki istihkâmlarımız Ruslara karşı ateşe başladılar. Bu durum karşısında başarı elde edemeyeceklerini anlayan Ruslar geri çekildiler.
O gün Aziziye kurtarılmış, asker ve halktan 1000 civarında şehîd verilmiş, 2300 civarında Rus öldürülmüştü.

ÖNCE VATAN!..

Sene 1877, aylardan Kasım. Ruslar Erzurum’a kadar geldiler. Kasıp kavuran dondurucu soğuğa rağmen, kalplerde alev alev yanan vatanı müdâfaa etme sevgisi var. Aziziye tabyalarına giren Ruslara karşı Erzurumlu kadın, erkek, çocuk ve ihtiyarlardan meydana gelen gönüllüler ordusu, Türk’ün târihine, başka bir milletin harp târihinde eşi bulunmayan çok şanlı bir savaş yazdılar. Târihe altın harflerle yazılan bu savaşta, Türk kadını asırlardır teriyle yoğurduğu yurt toprağını kanıyla sulayarak asaletini göstermiş, vatan müdâfaasında aşılmaz bir kale olduğunu bir defa daha isbatlamıştı.
Erzurum kalesinde müdâfaa için hazırlanan Gâzi Ahmed Muhtar Paşa’ya gelen gün görmüş yaşlı ihtiyarlar şunları söylediler:
“Vatan ve millet uğrunda kanlarımızın son damlasına kadar savaşmağa hazırız. Birbiri üzerine yığılacak şehîdlerimizle ikinci bir kale meydana getireceğiz. Bütün aile ve çocuklarımızla bu asil gayenin önünde öleceğiz, ama bu şehri bırakmıyacağız...”
Yiğit dadaşların bu sözleri karşısında gözleri yaşaran Ahmed Muhtar Paşa, düşmanı muhakkak yeneceklerini söyliyerek yaralı kalplerine su serpti.
Kasım ayının 22. gecesi sabaha iki saat kala Topdağı’nda bulunan Aziziye tabyasında ateş başladı ve hemen yayıldı. Erzurum ayağa kalkmıştı. Ortalık ağarırken iç kale Ayaz Paşa mahallesindeki câminin müezzini 80 yaşındaki Hacı Abdullah minareye çıkarak; düşmanın Aziziye istihkâmına girdiğini, eli silâh tutan herkesin düşman üzerine yürümesini bütün gücüyle söyledi. Diğer minarelerden de halk teşvik edilince; silahıyla, kazmasıyla, yabasıyla herkes Aziziye istihkâmına doğru akmaya başladı. Gözü yaşlı analar; “Haydi yiğitlerim, haydi ağalarım, sizin gibi dadaşlara kurban olayım. Şu düşmanın hakkından gelin, bizi ayaklar altında çiğnetmeyin! Analarınız sizi bugün için doğurdu” diyerek sel gibi akan kalabalığı teşvik ediyordu.
Asker ve halk Aziziye tabyalarına varmıştı. Çocuğundan, kadınından, erinden, yer yer şehîd ve yaralılar çoğalmıştı. Ama buna rağmen yavrusunun şehîd düştüğüne bakmıyarak kurşun sıkmaya devam eden gözü yaşlı analar, beride anasının düşman kurşunu ile kanayan kalbini sarmadan ileriye atılan yiğit yavrular, daha ötede dedesinin, ağabeyinin, emmisinin yaralarını sarmaya çalışan genç kızlar görülüyordu.
Tabyalarda saatlerce süren kanlı boğuşma neticesinde, Rus askeri binlerce ölü ve yaralı bırakarak selâmeti kaçmakta buldu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Anadolu’da Rus muhârebesi 1876-1877 (Gâzi Ahmed Muhtar Paşa, İstanbul, tarihsiz); cild-2, sh. 129
 2) Mir’ât-ı hakikat (İstanbul-1983); sh. 364
 3) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 300
 4) Başımıza Gelenler; cild-3, sh. 779