6 Ocak 2017 Cuma

HADİMİ


Osmanlı Devleti’nde yetişen büyük âlimlerden. İsmi Muhaımmed, künyesi Mevlânâ Ebû Sa’îd’dir. Hâdim’de doğduğu için Hâdimî nisbesi ile tanınmıştır. 1701 (H. 1113)’de Hâdim’de doğdu. 1762 (H. 1176)’da vefât etti. Kabri Hâdim’dedir. Babası Horasan illerinden olan Buhârâ’dan Anadolu’ya gelip, Hâdim’de yerleşen bir aileye mensûbdur. Babası pek çok âlim yetiştirmesi sebebiyle Fahr-ur-Rum (Anadolu’nun medâr-ı iftiharı, kendisiyle övündüğü) nâmı ile tanınan Kara Hacı Mustafa Efendi’dir.
Hâdimî hazretleri beş yaşında yüksek ilimleri sahibi olan babasından ilim tahsiline başladı. On yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Arabî ve Fârisî’yi öğrendi. On sekiz yaşına girince babası onu Konya’daki Karatay Meçlresesi’ne gönderdi. Bu medresede devrin meşhur müderrislerinden olan İbrâhim Efendi’den beş sene aralıksız ders aldı. Bu hocası ona icazet (diploma) verdikten sonra İstanbul’da bulunan devrin en meşhur âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendi’nin medresesine gönderdi.
Hâdimî, tam sekiz yıl da burada okudu. Zamanın ilim dili olan Arapça ve Farsça’da çok ilerleyip, ana dili gibi öğrendi. İstanbul’da zaman zaman bâzı câmilerde, dinliyenlerin çok istifâde ettiği vâzlar veren ve on dört sene memleketinden uzakta kalan Hâdimî, babasının vefâtı üzerine otuz iki yaşında, dört katır yükü kıymetli kitaplarla Hâdim’e dönüp babasının medresesinde müderrisliğe başladı. Bir kaç ay sonra evlendi. Sa’îd isminde bir oğlu dünyâya gelince, Ebû Sa’îd künyesiyle anılır oldu.
Hâdimî hazretleri bilhassa fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde yetişerek büyük bir âlim olup babasının medresesinde ders vermeye başlayınca, ilim öğrenmek için, her taraftan akın akın gelen yüzlerce talebe, bu medreseye sığmaz oldu. Hâdimliler ona, o medresenin yerine yeni bir medrese yaptırdılar. Hattâ kısa bir zaman sonra, bu medrese de kâfi gelmeyince, Hâdimî büyük izdihamla açık hava tedrisâtına başladı. Yaz aylarında şehirden on iki kilometre uzaklıktaki Kervan Pınar’da ders verirdi. Kışın ise Hâdim’de ki medresesine dönerdi. Arabî, Fârisî, usûl-i fıkıh, fıkıh, tefsir, hadîs, kelâm ve edebiyat gibi dersler okutan; başta oğulları Sa’îd, Abdullah, Emin ve Nu’mân efendiler olmak üzere, “Ayaklı kütüphâne” lakabıyla anılan Müftüzâde Muhammed Antakî, meşhur İsmâil Gelenbevî, Mehmed Kırkağaçî, Hâfız Osman Üskübî, Ahmed Ürgübî, Konyalı İsmâil Hakkı, Hacı İsmâil Kayserî gibi âlimler yetiştirdi. Hem din ilimleri, hem de fen ilimleriyle mücehhez olan Hâdimî’nin şöhreti, bir kaç yıl sonra Hadim ve Konya’nın sınırlarını çok aştı. Ünü bütün Anadolu’ya yayıldı. Hattâ en büyük ilim ve kültür merkezi olan İstanbul’dan bile ona talebe gelmeye başladı. Şöhreti Osmanlı sarayına kadar varan Ebû Sa’îd Muhammed Hâdimîyi önce Osmanlı pâdişâhı sultan üçüncü Ahmed, sonra da birinci Mahmûd Han, İstanbul’a davet ettiler.
Muhammed Hâdimî’nin İslâm ahlâkı ve hukuku ile ilgili eserlerinden bâzıları şunlardır: 1-El-Berîkat-ül-Mahmûdiyye, 2- Dürer haşiyesi, 3-Haşiye alâ Tefsir-i Nebî lil-Beydâvî, 4- Risâlet-ün-fî sulûki nakşibendiyye, 5- Risâlet-ül-Huşû’ fis-salât, 6- Risale fî hakk-il-istihlâf, 7- Arâyis-ün-Nefîsi fî ilmil Mantık, 8- Menâfi-uddekâik. Bu eseri, Mecelle’nin külli kaidelerine kaynak olmuştur.
On sekiz çeşit ilim açısından Besmele’nin mânâ ve hikmetlerini ortaya koymak için kaleme aldığı Şerh-ul-Besmele adlı eseri, Niğdeli müderris Ahmed Efendi tarafından Tuhfet-ül-Besmele adıyla şerhedilip basılmıştır.
Hâdimî’ye âid, muhtelif konulardaki yirmi altı risale bir arada, 1886 senesinde Konyalı müderris Abdülbasir Efendi tarafından İstanbul’da Matbaa-i âmirede bastırılmıştır.
Zaman zaman Konya’ya gelip, Alâeddîn Câmii’nde vâz eden Hâdimî, şâir ruhlu olduğundan, ders ve vâzlarında vezinli ve kafiyeli sözler de söyler, dinleyenleri kendinden geçirirdi. Bugün ancak bir kaç tanesi elde bulunan şiirlerinin ve ilâhilerinin, aslında bir dîvân dolduracak kadar çok olduğu rivayet edilmektedir.
“Kâmil odur ki koya her yerde bir eser;
Eseri olmayanın yerinde yeller eser”
diyen Hâdimî’nin Peygamber efendimize olan muhabbet, hürmet ve tazimini dile getiren, O’nu medheden ve O’nun şefaatini isteyen uzun bir manzumesinin başından ve sonundan ikişer dörtlük şöyledir:
“Fakîrem, kapına geldim,
Şefaat yâ Resûlallah!
Mukırrem, suçumu bildim,
Şefaat yâ Resûlallah!
Nazar kıl ayn-i re’fetden,
Nasîb eyle şefâatden,
Fakirem cümle ümmetden,
Şefaat yâ Resûlallah!
Günahkârım, yüzüm kara,
Korkarım, atarlar nâra,
Meğer sende ola çâre,
Şefaat yâ Resûlallah!
Ümmetin “Hadimi” ahkâr,
Alemde nâkıs u ebter,
Meğer lutf olmasa âher,
Şefaat yâ Resûlallah!”
1762 (H. 1176) senesinin kış mevsiminde 61 yaşında iken üç gün yatakta yatıp, dördüncü gün âhirete irtihâl eden Ebû Sa’îd Muhammed Hâdimî hazretlerinin, başta çocukları olmak üzere, yetiştirdiği pek çok talebesi, memleketin her tarafına dağılmış, gittikleri yerlerde müftîlik ve müderrislik yapmışlar, halkı irşâd etmişlerdir. Onun soyundan gelen insanlar içerisinde de bir çok ilim adamı yetişmiştir.
Hâdim’de onun adına bir kütüphâne, Beşir Ağa’nın himmet ve delaletiyle yaptırılmış, 1761 yılında Dîvân-ı hümâyûn hâcegânından Osman Şuhûdî Efendi’nin kitapları talebenin istifâdesi şartı ile buraya vakfedilerek, ilim ve irfan erbabına açılmıştır. Kütüphânede, Selçuklular devrinden îtibâren yazılmış, yüzlerce değerli yazma nüsha yer almış, bunlar vakıf kaydını taşıyan mühürle mühürlenmiştir.
Hâdimî Kütüphânesi’ndeki 717 cild (1121 kitab) yazma ve basma kitab, Konya’daki Yûsuf Ağa Kütüphânesi’ne nakledilmiştir. Tamâmı bu kütüphânede muhafaza edilmektedir.
Berîka adıyla meşhûr eserinden tercüme edilen bölümler kıymetli bir ahlâk kitabı olan ve Hakikat Kitabevi tarafından yayınlanan İslâm Ahlâkıkitabında yer almıştır.

FATİHA TEFSİRİ

Hâdimî hazretlerinin İstanbul’a ikinci davet edilişi şöyle vuku bulmuştur: İstanbul dârüsse’âde ağası Hacı Beşir Ağa birara Peygamber efendimizin türbesinde vazifelendirilip, harem ağalığı yapmıştı. O şöyle anlatmıştır:
İstanbul’a gelmiştim. Sultan birinci Mahmûd han, Harameyn-i şerîfeynden malûmat almak için beni huzuruna çağırmıştı. Hâl hatırdan sonra müşahade ettiğim hâdiselerden sordu. Ben de şöyle anlattım: Efendimizin mübarek Kabr-i şeriflerinde gece temizlik yapmak için çalışıyordum. Gece yarısına doğru Cibril kapısından bir zât içeri girip bana selâm verdi ve doğruca Peygamber efendimizin mübarek kabrinin ayak ucuna gitti. Bir müddet bekledi ve Kabr-i şerife karşı bâzı şeyler sordu. Daha sonra edeble, arka arka giderek, huzurdan ayrıldı. Yanıma geldiğinde kim olduğunu sordum. “İsmim Muhammed, Diyâr-ı rûm’danım. Hâdim’de ikâmet ediyorum” dedi. “Bu gece yarısı ziyaretinizin hikmeti nedir?” dedim. “İmâm-ı Birgivî’nin (rahmetullahi aleyh) kitabını şerh ediyorum. Buradaki hadîs-i şerifleri Resûlullah efendimize arz eyleyip sahih olduğunu öğrendim” dedi.” Anlatılanları hayretle dinleyen Sultan birinci Mahmûd Han, Hâdimî hazretlerini İstanbul’a davet etti. Davetnameyi bizzat Konya vâlisi Ali Paşa, Hâdim’e giderek takdim etmiştir. Bir ay sonra İstanbul’a varan Hâdimî’ye Ayasofya Câmii’nde bir ders vermesi teklif edildi. Derste pâdişâh, sadrâzam, Hâdimî’nin hocası olan şeyhülislâm müderris Kazâbâdî Ahmed Efendi ve diğer devlet ricali de bulunacaktı. Hâdimî, hocasının bulunduğu mecliste vâz edemiyeceğini edeble belirterek affını istedi. Ancak şeyhülislâm, irâde-i seniyye (pâdişâh emrinin) bulunduğunu, dersin mutlaka yapılması gerektiğini söyleyerek, onu mahşerî bir kalabalık ile dolu olan Ayasofya Câmii’nin kürsüsüne çıkardı.
Sonradan bir risale hâlinde neşredilen Fâtihâ Tefsîri’ni kürsüde büyük bir vukufla ve şâhâne bir hitabet örneği hâlinde takrir eden Hâdimî’nin bu dersi, hocası olan şeyhülislâmın sevincinden ağlamasına sebeb oldu. Bu takrirden sonra, Topkapı Sarayı’na çağrılıp tebrik ve taltif edilen Hâdimî’ye İstanbul’da kalması teklif edilmiştir. Bu iltifatlara teşekkür eden ve lisân-ı münâsible Hâdim’e avdet etmek istediğini arzeyleyen Hâdimî, İstanbul’dan bâzı kitaplar daha satın alarak, bu defa iki deve yükü kitapla Hâdim’e dönmüştür. Bundan sonra, okuyup araştırma ve eğitimin yanısıra, eser yazmaya da başladı. Kur’ân-ı kerîm sûrelerinden bâzılarının cildler hâilinde tefsiri olan ilk eserlerini, talebeleri beyâza çekip çoğaltmış ve kitap hâline getirmiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 39, 159, 373, 415, 587, 837
 2) Tabakât-ül-usûliyyîn; cild-3, sh. 116
 3) Osmanlı Müellifleri; cild-1, sh. 296
 4) El-A’lâm; cild-7, sh. 68
 5) Esmâ-ül-müellifin; cild-2, sh. 313
 6) Mu’cem-ül-müellifîn; cild-11, sh. 301
 7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-16, sh. 334
 8) Rehber Ansiklopedesi; cild-7, sh. 17
 9) İslâm Ahlâkı