13 Haziran 2015 Cumartesi

HASAN HÜSAMETTİN UŞAKİ


Evliyanın büyüklerinden ve Uşâkî yolunun kurucusu. İsmi, Hasan, lakabı Hüsâmeddîn’dir. 1475 (H. 880) senesinde Buhârâ’da doğdu. Soyu hazret-i Hüseyin’e ulaşır. Hacı Teberrük isminde bir tüccarın oğludur. Anadolu’ya gelip, Uşak’ta yerleştiği için Uşâkî denildi. Sonra İstanbul’a gelerek, Kasımpaşa’da, kendisi için yaptırılan dergâhta, tâliblerine ilim öğretti. Hac farizasını îfâ ettikten sonra, dönüşünde 1594 (H. 1003) senesinde Konya’da vefât etti.
Hüsâmeddîn Uşâkî, ilk tahsîlini babasının nezâret ve himayesinde tamamladı. Babasının vefâtı üzerine ticâretle meşgul olmaya başladı. Üzüntü içinde uyuduğu bir gece, rüyasında ona şöyle denildi: “Boş yere ticâretin zahmetini çekmek, hakîkat ehli için zarar ve ziyandır. Arzun âhiret ticâreti, yâni Allahü teâlâya kavuşmak olsun. Gayen sonsuz sermâyeyi elde etmek ise, dünyâ mallarından yüz çevirip, Anadolu’nun güzel şehirlerinden Uşak’ta oturan Seyyid Ahmed-i Semerkandî hazretlerine varıp teslim ol. Uzlet köşesine çekilip, dâima Rabbin ile ol!”
Bu manevî işaretten ve aldığı emirden sonra kendinde bir başkalık hisseden Hüsâmeddîn Uşâkî hazretleri, bir an önce bu zâta kavuşmak arzusu ile yanıp tutuşmaya başladı. Babasından kalan bütün mallarını, servetini ve kurulu ticâret düzenini kardeşi Mahmûd Çelebi’ye bağışlayıp, kalbinden dünyâ sevgisini uzaklaştırdı. Durmadan içini yakan aşk ateşinin te’siri ile, yaya olarak Buhârâ’dan ayrılıp yola çıktı. Aylarca süren zahmetli ve meşakkatli yolculuktan sonra Seyyid Ahmed-i Semerkandî hazretleri ile karşılaşıp ona bağlanarak sâdık bir talebesi oldu. Hakîkî rehber olan bu büyük âlime bağlılığının kuvveti sayesinde kemâle kavuşup, evliyâlığın yüksek derecelerine ulaştı. Seyyid Emîr Semerkandî hazretleri, kısa zamanda evliyâlık makamına yükselen Hüsâmeddîn Uşâkî’ye, aldığı manevî emir üzerine hilâfetnâme verdi. Sonra Hüsâmeddîn-i Uşâkî, me’mûr edildiği Uşak şehrine giderek yerleşti.
Hocası Seyyid Ahmed-i Semerkandî’nin âhirete irtihâlinden sonra, yerine geçti ve talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda ismi duyulmaya ve şöhreti çok uzaklara yayılmaya başladı. O sırada devrin pâdişâhı, sultan ikinci Selîm Han idi. Pâdişâh’ın iki oğlundan biri olan şehzâde Murâd, Manisa’da vâli idi. Şehzâde Murâd, Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine, kendisinin sultan olup olamıyacağını anlamak üzere bir mektupla hizmetçisini Uşak’a gönderdi. Uşak’a varan haberci, doğruca Hüsâmeddîn-i Uşâkî’ye giderek, huzura kabul edilmesini rica etti. Huzura kabul edilen haberci, daha mektubu Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine vermeden ve ziyâreti hakkında bir şey söylemeden, Uşâkî hazretleri ona; “Git! Şehzâdeye söyle! Hemen İstanbul’a hareket etsin. Filan gün saltanat tahtına oturacaktır” dedi. Haberci, hemen Manisa’ya dönerek müjdeyi şehzâdeye bildirdi. Şehzâde Murâd, vakit geçirmeden İstanbul’a hareket etti. Balıkesir’e geldiğinde, vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa’nın gönderdiği elçilerle karşılaştı. Elçiler, sadrâzamın mektubunu şehzâdeye verdiler. Mektubu okuyan şehzâde, bu mektupta babası sultan İkinci Selîm’in vefât ettiğini öğrendi. İstanbul’a giderek, Hüsâmeddîn-i Uşâkî’nin haber verdiği zamanda, sultan üçüncü Murâd Han namıyla tahta geçti.
Bu hâdiseden sonra, sultan Murâd Han’ın, Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine karşı sevgisi ve hürmeti çoğaldı. Onun kâmil bir zât olduğuna güveni bir kat daha ziyâdeleşti ve İstanbul’a davet etti. Bunun üzerine Hüsâmeddîn-i Uşâkî, Uşak’tan ayrılıp, İstanbul’a geldiğinde; Pâdişâh erkânı ve büyük bir halk topluluğu tarafından hürmet ve tazim ile karşılandı. Aksaray civarında oturması için kendisine bir ev tahsis edildi. Bir müddet orada kalan Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretleri, Pâdişâh’a yakınlığından istifâde etmek isteyenlerin verdiği sıkıntıdan dolayı, Uşak’a dönmeye karar verdi. Yol hazırlıklarının yapıldığını haber alan Pâdişâh, bu büyük zâtın İstanbul’da kalması için ricada bulundu. Uşâkî hazretleri, sultan üçüncü Murâd Han’ın ricasını kabul edip, İstanbul’da kalmaya karar verdi. Pâdişâh’ın emriyle Kasımpaşa civarında Kendi adına bir dergâh inşâ edildi. Hasan Uşâkî burada uzun zaman kalarak, çok talebe yetiştirdi. Sohbetlerinde çok kimseler kemâle geldi. Hilâfet verdiği talebelerini Anadolu’nun çeşitli yerlerine, halka doğru yolu göstermeleri için gönderdi.
Şöyle anlatılır: “İnsanların kalabalığından rahatsız olan Hüsâmeddîn-i Uşâkî, Pâdişâh’tan hacca gitmek ve Resûlullah efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem ziyaret etmek için izin istedi. Pâdişâh ona izin verdi. Sefere çıkmadan önce, oğlu Mustafa Efendi’ye hanımının hâmile olduğunu söyleyerek; “Bizim fânî âlemi terketmemiz yakındır. O saâdetli oğlumun ismini Abdürrahîm koy ve kendisinin ilim ve terbiyesi ile meşgul ol” diye vasiyette bulundu.
Hüsâmeddîn-i Uşâkî, hac farizasını yerine getirip geri dönerken, Konya’da rahatsızlandı ve orada vefât etti. Cenaze namazı Konya’da kılındı. Vasiyeti üzerine İstanbul’a götürülmek üzere yola çıkarıldı. Konya vâlisi, yola çıkmadan önce Hüsâmeddîn-i Uşâkî’nin kokmaması için ilaçlatmak istedi. Fakat oğulları ve talebeleri buna karşı çıkarak, Uşâkî hazretlerinin kokmıyacağını söylediler ve ilaçlatmadılar. Mübarek bedeni, hiç kokmadan İstanbul’a getirildi ve şimdiki kabrinin bulunduğu yere defnedildi.
Hüsâmeddîn-i Uşâkî, çeşitli eserler yazdı. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1-Evrâd-ı kebîr, 2- Hizb-üt-tesbîh, 3- Ahzâb-ı Usbûiyye, 4- Şerhu virdi Settâr.

RÜYÂSINDA ONU GÖRDÜ

Bir zelzele yüzünden Hüsâmeddîn-i Uşâkî’nin türbe ve dergâhı harâb olup çökmüştü. Kabir, sokak zemininden çok aşağı kaymıştı. Yağmur suları kabre doluyordu. Zamanın Pâdişâhı sultan İkinci Abdülhanud Han bir gece rüyasında onu gördü. Uşâkî hazretleri Sultân’a; “Kabrimdeki mahzuru izâle ediniz” dedi. Sultan uyanınca, hemen yakını Hacı Ali Paşa’yı huzuruna çağırıp, rüyasını ona anlattı. Sultan Abdülhamîd Han, dergâhın yerini bilmiyordu. Hacı Ali Paşa’ya dergâhın ve türbenin yerini bulmasını söyledi. Hacı Ali Paşa, Kasımpaşa’da dergâhın ve türbenin yerini araştırarak buldu. Dergâhın zelzeleden ve su baskınından sonra yıkık ve dökük bir hâlde olduğunu Sultân’a bildirdi; Sultân’ın emri ile, dergâh ve türbe yeniden yaptırılarak şimdiki hâline getirildi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Sefînet-ül-evliyâ; cild-4, sh. 179
 2) Mir’ât-ı İstanbul; cild-1, sh. 529
 3) Hadîkat-ül-cevâmî; cild-2, sh. 23
 4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-14, sh. 77