19 Ocak 2015 Pazartesi

İBRAHİM GÜLŞENİ


Evliyanın büyüklerinden. Halvetî yolunun Gülşenî kolunun kurucusu. İsmi, İbrâhim bin Muhammed, lakabı Gülşenî’dir. 1426 (H. 830) târihinde Azerbaycan’da doğdu. 1534 (H. 940) târihinde Mısır’da vefât etti.
Babası Emîr Muhammed, asîl bir Türk âilesindendir. Küçük yaşta yetim kalan İbrâhim Gülşenî’nin tahsîl ve terbiyesiyle amcası Seyyid Ali meşgul oldu. Çok zekî ve kabiliyetli olduğundan ilimde kısa zamanda akranlarını geçti. Zamanın âlimlerinden okuyup din ilimlerinde mütehassıs oldu. Semerkand ve Tebriz’e gidip Kâdı’l-kudât Mevlâna Hasan ile görüşüp, hürmet gördü. Kendisine sultan Uzun Hasan tarafından dîvân-ı hümâyûnda nişancılık vazifesi verildi. Haram ve şüphelilere düşmek korkusuyla oradan ayrıldı ve Seyyid Yahyâ Şirvânî’nin vekîli Dede Ömer Rûşenî’nin hizmetine girerek talebesi oldu. Çetin mücâhedelerde bulundu. Kalb gözü açıldı. Hocasından icazet ve Gülşenî lakabını aldı. Hocasının emriyle kâmil ve mükemmil (yetişmiş ve yetiştirebilen bir zât) olarak Tebriz’deki medreselerde dersler verdi.
İbrâhim Gülşenî, Allahü teâlânın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmaktaki gayreti ve tevazûu ile meşhur oldu. Kâfirler bile, onun güzel ahlâkını görünce İslâmiyet’i seve seve kabul ederlerdi. Çok kerâmetleri görüldü.
İbrâhim Gülşenî, Tebriz’de vâz ve nasîhat ediyordu. Yabancı biri gelip, İbrâhim Gülşenî’ye; “Senin akraban, kâdı ile işbirliği yaparak bana zulmetti. Yüz elli altınımı aldı” dedi. İbrâhim Gülşenî vâz ve nasîhati bıraktı. Mes’eleyi araştırdı ve şikâyetçinin haklı olduğunu anladı. Şemseddîn adındaki kâdıyı huzuruna çağırttı. Kâdıya; “Niçin haksız yere hükmettin?” deyince; Kâdı, “Sizin yeğeniniz olduğu için, hatırınıza riâyet ederek bu karârı verdim” dedi. İbrâhim Gülşenî; “Haksız yere karar verdiğin için bu hâlini her yere muhakkak duyurmak lâzımdır” dedi. Kâdı Şemseddîn özür diledi. Pişman olduğunu, tövbe ettiğini bildirdi. Çevrede bulunan kâdılar da araya girip, güçlükle Kâdı Şemseddîn’i bu zor durumdan kurtardılar. İbrâhim Gülşenî hazretleri, altınları yeğeninden alarak sahibine geri verdi.
Erdebil hânedânına mensub Şah İsmail, Tebriz’deki Ehl-i sünnet müslümanları ortadan kaldırmak için teşebbüse geçince, İbrâhim Gülşenî (rahmetullahi aleyh) bu fitneden kurtulmak için hicret etmek üzere iken yakalandı ve îdâmına karar verildi. O da; “Cenâb-ı Hak, İbrâhim aleyhisselâmı Nemrûd’un ateşinden nasıl kurtardı ise, inşâallah bizi de öyle kurtarır” diyerek tevekkül eyledi. Başına koydukları nöbetçinin ondaki üstün halleri görüp hayran olmasıyla serbest bırakılıp yol gösterildi. İbrâhim Gülşenî, oğlu Ahmed Hayâlî’yi de alarak Diyarbakır yoluyla Mısır’a gitti. Yolda herkesten çok hürmet gördü. Mısır’da daha önce gelip yerleşen hocasının talebelerinden Tîmûrtaş ve Şahin efendilerle görüşüp hürmet gördü. Kubbet-ül-Mustafâ denilen yere yerleşip talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda Mısır sultânı Gavri’nin sevgisine kavuştu. Başta Sultan olmak üzere herkes onun dersine koştu. Hükümdar ona Müeyyediye’de bir medrese yaptırdı. Gülşenî (rahmetullahi aleyh) oraya yerleşip Gülşeniyye yolunu anlatmaya başladı.
Yavuz Sultan Selîm Han Mısır’ı fethettiğinde İbrâhim Gülşenî hazretleri onu; “Azîzim, hayr-ı mukaddem ömrümün yârı safa geldin. Keremler eyledin. Gönlümün sultânı safa geldin” diyerek karşılamıştır. Sultan Selîm Han, Ehl-i sünnet büyüğü olan İbrâhim Gülşenî’ye çok saygı ve hürmet gösterdi. Pek çok yeniçeri ve sipâhî sohbetiyle şereflendi ve duâsına kavuştu.
İbrâhim Gülşenî’nin nâmı her yere yayıldı. Yavuz’dan sonra zamanın sultânı Kânûnî Sultan Süleymân Han onu İstanbul’a dâved edip çok hürmet gösterdi. Çıkrıkçılar başındaki Atik İbrâhim Paşa Câmii’nde vâz edip kısa zamanda İstanbulluların gönüllerinde taht kurdu. Gülşenî’ye devlet erkânından ve halktan pek çok kimse talebe oldu. Pâdişâh, şeyhülislâm, âlimler ve evliyâ onun ilimdeki üstünlüğünü takdir ettiler. İbrâhim Gülşenî, Sultan’dan izin alıp tekrar Mısır’a döndü. Vefâtından sonra yolunu oğlu Ahmed Hayalî devam ettirdi.
İbrâhim Gülşenî Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin Mesnevî’sine benzer ve eş olarak, Kırk gün içinde kırk bin beytlik Farsça bir mesnevî yazdı ki Mânevi ismini verdiği bu kitabı çok kıymetlidir. Ayrıca Arabî, Fârisî ve Türkçe dîvânları, Rûznâme ve Kenz-ül-cevâhir adlı eserleri vardır.
İbrâhim Gülşenî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “İşi Hak teâlâya havale etmek iyidir. Kin tutup, öfkelenerek bir müslümana zarar vermeye kalkmak, hattâ uğradığı bir zarara sevinmek caiz değildir.”
İbrâhim Gülşenî’nin geleceğini ve onun çok büyük bir âlim ve velî olacağını, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri iki yüz elli sene önce, Allahü teâlânın izniyle kerâmet olarak bildirmiştir.
Arapça ve Farça şiirlerinin yanında, Türkçe şiirleri de vardır. Bilhassa Dîvân’ı 24.000 beyti bulmaktadır. O, bu şiirlerinde tarikat neşvesi içinde ve bir mürşid olarak açık bir dil kullanmıştır. Bu bakımdan Türk tekke edebiyatı içinde müstesnâ bir yeri vardır.

BESMELE’NİN FAZÎLETİ

İbrâhim Gülşenî, bir gün talebeleriyle sohbet ediyordu. Bir ara talebeler; “Efendim! Allahü teâlânın ihsânı ile kabirdeki ölülerin azâbda veya nimet içinde oldukları bilinebilir mi? Duâ ederek azâbda olanın azabı kaldırılır mı?” diye sordular. İbrâhim Gülşenî de; “Allahü teâlânın sevdiklerinden biri bir kabre uğradığında, kabirdekinin azâb içinde olduğunu gördü.
Aradan bir müddet geçtikten sonra, tekrar o kabrin yanına uğradı. Kabre teveccüh ettiğinde, azabın kaldırılmış olduğunu gördü. Hayret ederek düşünceye daldı. O sırada kendisine bir hitâb geldi. Hitâbda; “Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o çocuğu ilim öğrenmeye gönderdi. Çocuk Besmele’yi öğrenince, Besmele’nin hürmetine babasının azabı kaldırıldı” deniyordu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî (Muhyî Gülşenî, Ankara-1982)
 2) Şakâyık-ı nu’mâniyye zeyli (Atat); sh. 67
 3) Sefînet-ül-evliyâ; cild-3, sh. 106
 4) Esmâ-ül-müellifin; cild-1, sh. 26
 5) Kâmûs-ül-a’lâm, cild-1, sh. 580
 6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1008
 7) Rehber Ansiklopedisi; cild-8, sh. 43
 8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-14, sh. 135
 9) Türk Klâsikleri; cild-4, sh. 308