6 Şubat 2019 Çarşamba

KAFKASYA VE HARPLERİ


Karadeniz ve Hazar denizi arasındaki bölge ve burada vuku bulan harbler. İslâmiyet Kafkasya’ya ilk defa hazret-i Ömer zamanında girdi (642). İslâm devletinin İran orduları serdârı olan Sürâka bin Ömer, Azerbaycan’ı fethedip, Dağıstan’a girdi. Sonraki kumandan Abdurrahman bin Râbia da Dağıstan ve Gürcistan’ın bir çok yerlerini alıp İslâmiyet’i yaymaya başladılar. Halîfe Hişâm bin Abdülmelik zamanında (724) Kafkasya tamamen fethedilerek İslâm ülkesine katıldı.
796 yılında henüz müslümanlığı kabul etmemiş olan Hazarların hücumlarıyla müslümanların yoğun olarak yaşadıkları Derbend düşünce, bu hâkimiyet sona erdi. Neticede iki yüz yıl devam edecek olan İslâm ve diğer kavimler arasındaki mücâdele başlamış oldu.
Sultan Melikşâh zamanında bölgeye akınlarda bulunan Selçuklular, bir kısım Türk kabîlelerini Dağtstan taraflarına yerleştirdiler. Sonraları Selçuklu Devleti’ni yıkan Moğollar buraya da hâkim oldular.
Moğol te’sirinin azalmasından sonra bölgede idareyi ele geçiren Şirvanşahlar, 1335 yılına kadar Dağıstan yöresinde hüküm sürdükten sonra, İran şahı Tahmasb bu devleti yıkıp topraklarını ele geçirdi.
1548’de Kânûnî Sultan Süleymân Han İran seferinden dönerken ikinci vezir Ahmed Paşa’yı Gürcistan taraflarına yolladı. Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’ya ilk fiilî hareketi olan bu seferde, bir buçuk ayda başta Tortum ve Akçakale olmak üzere yirmi mühim kale alındı. Daha sonra fethedilen yerler bir sancak yapılarak, ümerâdan biri sancakbeyi olarak tâyin edildi (1555).
On beşinci asrın ikinci yarısında, Orta Asya ticâretinin mühim iskelelerinden olan Azak ve Kefe’nin Osmanlıların eline geçmesi, siyâsî ve ticarî sahada önemli idi. Osmanlı Devleti kudret ve nüfuzunu Orta Asya’ya kadar sokmak ve şiî olan İran’ı, Osmanlılarla Orta Asya sünnî hanlıkları arasında sıkışık vaziyette bırakmak, İran’ın bâzı Avrupa devletleri ve Papalık ile ittifakına karşılık Orta Asya’daki sünnî devletlerle anlaşmak istiyordu. Ancak bunun için evvelâ bu devletlerle sınır birliği sağlamak gerekiyordu. Bu sayede Osmanlı hükûmeti’nin îcâbında Gürcistan, İran ve Kuzey Kafkasya üzerine yapacağı bir seferde, askerin zahire ve sâir levazımının kolayca nakli için emin ve kestirme bir yol bulması îcâb ediyordu.
Bunu sağlamak için Azak denizine akan Volga nehri ile Don nehrinin birbirine en yakın noktasından bir kanal açılarak, bu iki nehrin birleştirilmesi düşünüldü. Böylece İstanbul’dan çıkan Osmanlı donanması, Karadeniz’den Azak denizine, oradan da Don ve Volga nehirlerinden geçerek Hazar, denizine ulaşabilecekti. Bu sayede de doğudaki bir askerî hareket için kısa sürede asker ve mühimmat nakli mümkün olabilecek, Rusların Orta Asya’ya yayılması ve Karadeniz’e açılma siyâsetlerinin önüne kuvvetli bir duvar çekilebilecekti.
1568 yılında Kefe beyi Kâsım Paşa bu işle vazifelendirilerek bölgeye gönderildi. Hem iki nehir arasında kanal açacak hem de Ejderhan’ı zaptederek Osmanlı Devletiyle sünnî Orta Asya hanlıkları arasında bağlantı kuracaktı. Fakat Kırım hânı Devlet Giray’ın ve Rus çarının entrikaları sonunda başarı sağlanamadı (Bkz. Astırhan seferi).
1576’da İran şahı Tahmasb’ın ölümünden sonra yerine geçen ikinci İsmâil ve ondan sonraki Hüdâbende zamanında İran kuvvetleri Osmanlı idaresindeki Gürcistan’a saldırdılar. Bu hareketler karşısında İran’a harb açıldı. Lala Mustafa Paşa serdârlıkla vazifelendirilerek Kuzey İran taraflarına gönderildi. Ardahan’dan Gürcistan’a giren Lala Mustafa Paşa, 1578’de Çıldır’da Tokmak Han idaresindeki İran kuvvetlerini yenerek, Gürcistan’da ilerlemeye başladı. Tiflis’i alarak eyâlet merkezi yaptı ve Mehmed Paşa’yı beylerbeyi nasbetti. Sonra Şirvan taraflarına giderek Derbend’i merkez yaptı, beylerbeyliğine Özdemiroğlu Osman Paşa’yı getirdi. Kış yaklaştığından Lala Mustafa Paşa Erzurum’a döndü. Özdemiroğlu Osman Paşa ise harekâta devam ederek Kuzey Kafkasya’nın büyük bir kısmını fethetti (Bkz, Özdemiroğlu). Bu fetihlerin sonunda İranlılarla İstanbul andlaşması yapıldı (1590) ve alınan yerler merkezi Ahıska olan Çıldır beylerbeyliğine bağlandı.
1603 yılında Şâh Abbâs, Avrupa devletleri ve Papalık’la ittifak kurduktan sonra harb îlân etmeksizin ânî bir baskınla Tebriz’i ele geçirdi. Aileleri ve silâhlarıyla beraber serbestçe çıkıp gitmek şartıyla teslim olan askerleri katletti. Şâh bundan sonra Selmas, Hoy, Meraga ve Nahcivan gibi yerleri kolaylıkla ele geçirip Erivan üzerine yürüdü. 1604 Kasım ayı başlarında Erivan’a girip, kaleyi kuşattı. Şâh’ın teslim teklifine kale müdafii Şerîf Mehmed Paşa; “Kalenin her taşı için bir baş vermedikçe ve sizin gibi ayak takımı olan din düşmanlarının kellelerinden kule yapmadıkça mümkün değildir” cevâbını verdi. Sık sık tekrarladığı hurûc hareketleriyle şiî ordusuna büyük kayıplar verdirdi. Yaklaşık yedi ay boyunca az bir kuvvetle büyük bir orduya karşı kahramanca müdâfaa savaşı veren Şerif Mehmed Paşa’nın elinde 500 kadar asker kalmıştı. Dışardan da yardım alamayınca vire ile teslim oldu (28 Mayıs 1604). Tebriz’den sonra Nahcivan ve Erivan’ın da Safevî hâkimiyetine geçmesi üzerine, Karabağ ve Şirvan’daki Türkmen oymaklarıyla Gürcistan prensleri Şâh Abbâs’a tâbi olduklarını bildirdiler. Osmanlı vâlisi olan Gürcü hükümdarları birer Safevî vâlisi durumuna geldiler. Şâh Abbâs ise Karadağ ve Şirvan taraflarına akıncılar göndererek yağma ettirdi. Kars ve kalesindeki sünnî câmilerini yakıp yıkarak viraneye çevirdi.
Bu târihlerde Anadolu’da celâlî isyânlarının büyümesi ve Avusturya ile yapılan harb gibi sebeplerle Kafkasya ile ilgilenilememiş, fethedilen yerler hemen tamamen elden çıkmış; Seki, Gence, Lori, Tumanis, Tiflis, Derbend (Demirkapı), Bakü, Şamahı ve hattâ Kars bile Safevî hâkimiyetine geçmişti (Bkz. İran Harpleri).
Bu sırada Rus çarı Büyük Petro da fırsattan istifâde için Hazar sahillerinden Bakü’ye doğru ilerleyip Gîlân’la Mâzenderân ve Esterâbâd’ı tehdîd etmeye başladı. Bu ise, Osmanlı sınırlarının Rus çenberine girmesi ve Rusların Hazar’dan sonra Karadeniz’e inmesinin kolaylaşması demekti. Bu günlerde İran şahı birinci Hüseyin, isyân eden Afganlı Mahmûd Han’a esir olup, oğlu Tahmasb da İran’dan koğulunca, durumu dikkatle tâkib eden sadrâzam Dâmâd İbrâhim Paşa, İran’la 94 sene evvel akdedilmiş olan Kasr-ı şîrîn andlaşmasının, son durumlar sebebiyle, hükümsüz olduğunu açıkladı. Şark cephesinin emniyetini te’min etmek için de derhâl tedbirler alarak, Erzurum vâlisi silâhdar İbrâhim Paşa’yı Cenubî Kafkasya, Van vâlisi Köprülüzâde Abdullah Paşa’yı Azerbaycan ve Bağdâd vâlisi Hasan Paşa’yı da Hemedan ve Kirmanşah taraflarına serdâr tâyin etti. Gürcistan’ın Safevî hâkimiyetinde bulunan Karthli krallığına karşı derhâl harekete me’mûr olan silâhdar İbrâhim Paşa, bu krallığın payitahtı Tiflis ve en mühim şehri Gori kalelerini teslim alıp, kale anahtarlarını İstanbul’a gönderdi. Silâhdar İbrâhim Paşa’nın en mühim vazifesi, Rus çarı Büyük Petro’dan evvel Bakü’yü elde etmek idi. Fakat Tiflis’i ele geçirdikten sonra 132 gün boş vakit geçiren Paşa, Bakü’nün Ruslar tarafından işgaline sebeb olduğu için azledildi. Diyarbakır beylerbeyi Ârifî Ahmed Paşa serdâr oldu.
Bu günlerde Hazar boylarını işgal eden Büyük Petro, Afganlılara esir olan Şâh Hüseyin’in oğlu Tahmasb’ı himayesine almış, o da Gîlân, Mâzenderân ve Esterâbâd havalisinin Ruslara terkini kabul etmişti. Bu durum, Osmanlı-Rus münâsebetlerinin çok gergin bir şekle gelmesine sebeb oldu. Rusya’ya savaş açılması tartışıldıysa da, Nevşehirli Dâmâd İbrâhim Paşa orduya güvenmediğinden, Ruslarla sulhe karar verdi. Rus elçisi Nepluyef’le akdedilen altı maddelik andlaşma gereğince, Hazar boylarıyla Tahmasb’ın Ruslara terketmiş olduğu eyâletler Rusya’da kaldı. Buna karşılık, Rus çarı da Osmanlıların istediği Şirvan, Gence, Erivan, Mogan, Karabağ, Azerbaycan’ı verdi ve kısmen Irak-ı acem’in Osmanlı’ya ilhakında yardım taahhüd etti (1724).
Bu andlaşmadan sonra harekete geçen yeni serdâr Ârifî Ahmed Paşa, Nahcivan’ı zaptedip Revan (Erivan) üzerine yürüdü. Üç ay süren şiddetli muhasara ve muhârebeden sonra kale muhafızı Ali Kulu Han 28 Eylül 1724’de teslim oldu. Revan muhafızlığına Anadolu vâlisi Osman Paşa getirildi (Bkz. İran Harpleri).
1733’de kış sebebiyle kuvvetleri terhis edilmiş olan Topal Osman Paşa, Kerkük’de Nâdir Şâh’a yenilince, Osmanlı hükümeti Kafkasya’daki Osmanlı nüfuzunu güçlendirmek için Kırım hanı Kaplan Giray’a, Kafkasya’ya geçmesini emretti. Ayrıca Kalmukların reisi Mehmed Bey’e beylerbeyilik vererek Osmanlı Devleti’ne bağlanmasını sağladı. Buna rağmen Nâdirşâh, Osmanlı ordusunu Arpaçay meydan muhârebesinde yendikten sonra, Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan Şamahı, Gence, Kuri, Ordubâd ve Yezd şehirlerini ele geçirdi. Bu sırada Hindistan’ı fethe hazırlanan Nâdir Şâh’ın Gence vâlisi Genç Ali Paşa vasıtasıyla yaptığı andlaşma teklifi, Osmanlılar tarafından kabul edildi. Bu andlaşma ile Kasr-ı şîrîn muâhedesindeki hudud esas alındı. Ancak Sünnîliğe mütemayil olduğu hâlde şiî bir ülkede görüşünü belli edemeyen Nâdir Şâh’ın, Câferî mezhebinin beşinci mezheb olarak tasdik edilmesi hususundaki teklifini Osmanlı ulemâsı şiddetle reddetti.
Bu andlaşmadan sonra Hindistan tarafına dönerek Gürgâniye topraklarını işgal ve yağma eden Nâdir Şâh, geri döndüğünde Osmanlı Devleti’ne bağlı Dağıstan beylerine fermanlar gönderip kendisine itaat etmelerini istedi. Bu isteklerinin kabul edilmemesi üzerine de Şamahı taraflarına tecâvüz ederek sık sık yağma etmeye kalkıştı, fakat her defasında şiddetli mukabeleyle karşılaştı.
Bunun üzerine Nâdir Şâh, asker gönderip, Kerkük havalisinin henüz hasad edilmemiş mahsûllerini talan ettirdikten sonra kaleyi kuşattırdı. Teslim teklifini reddeden kale müdâfîleri İran askerine ağır kayıplar verdirerek geri çekilmeye mecbur ettiler. Bunu öğrenen Şâh, bir kaç yüz top ve büyük bir kuvvetle Kerkük’e gelip kaleyi kuşattı. Kale ancak üç-dört gün mukavemet edebildi. Nihayet canlarına dokunulmamak kaydıyla teslim olan kale müdâfîleri ve halkdan büyük bir kısmı katledildi.
13 Eylül 1743’de de Musul önlerine gelen Şâh, siperler kazdırıp kaleyi muhasaraya başladı. Uzun süre şehri topa tuttu. Kale müdâfiî Abdülcelîlzâde Hüseyin Paşa bütün gayretiyle çalışıp düşman saldırılarına mukabele ettiğinden, Şâh bu kaleyi alamadı.
1744 yılında tekrar harekete geçip Kars’ı kuşatan Şâh, bir ay süren kuşatmasında, şiddetli müdâfaaya dayanamayarak geri çekildi.
Bu tecâvüzler sonunda sefere karar veren Osmanlı hükümeti, Yeğen Mehmed Paşa’yı Anadolu vâliliğine getirip Şark serdârı yaptı. Emrindeki orduyla harekete geçen Yeğen Mehmed Paşa, Revan’ın kuzeyindeki Yagorvat sahrasına indi. Burada siperlenmiş olan Nâdir Şâh’ın kuvvetlerine karşı çarpışmaya başladı. Nâdir Şâh’ın kuvvetlerini ordugâhlarına, siperlerinin içine kadar sürüp ertesi gün siper alarak İran metrisleri üzerine yürüdü. Üç gün süren muhârebe sonunda İran ordusu iyice sıkıştırıldı. Fakat kat’î hücum karârı verildiği gün, Yeğen Mehmed Paşa’nın vefât etmesi her şeyi alt-üst etti. Muhârebenin şiddetlendiği sırada askerin bir kısmının geri çekilmesi sonunda, ordu yirmi bin kayıp vererek Kars’a çekildi. Bundan sonra eski sınırlar esas alınarak İran’la yeniden andlaşma yapıldı (4 Eylül 1746). İran, câferî mezhebinin beşinci hak mezheb olarak kabulü isteklerinden vaz geçti. Bir müddet sonra Nâdir Şâh’ın ölmesi ve İran’da uzun süre devam edecek olan iç karışıklıklar sebebiyle Kafkasya’daki mücâdeleler bundan sonra genellikle Rusya ile oldu.
1739’da Belgrad andlaşmasıyla Azak’ı alan Rusya, Osmanlı Devleti nezdinde harekete geçerek Kabartaylara, devletler arasında anlaşmazlığa sebeb oluyor diye, bu bölgenin işlerine her iki devlet tarafından müdâhale olunmamasını da kabul ettirmişti. Sonradan bu andlaşmaya uymayarak Küçük Kabartay’ı ilhak edip, Büyük Kabartay’ı da tazyike başlamıştı. Osmanlı Devleti bir yandan bu ilhaka mâni olmak, bir yandan da Azak kalesini geri almak isterken 1768-1774 Osmanlı-Rus harbi başladı. Uzun süren savaşlar sonunda Osmanlı Devleti yenilerek Küçük Kaynarca andlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Andlaşmanın Kafkasya’yı ilgilendiren yirmi birinci maddesine göre Orta Kafkasya’nın kuzeyinde bulunan Küçük ve Büyük Kabartaylar Rusya’ya bırakıldı. Yirmi üçüncü maddeye göre de Kafkasya’da Ruslar tarafından alınan Gürcistan taraflarındaki Kutayis ve Şehriban’ın Osmanlı Devleti’ne, diğerlerinin ise, Gürcistan’a verilmesi kararlaştırıldı.
Bu andlaşma üzerine Kırım’ın da elden çıkmış olması, İstanbul’da büyük bir tepki ve infiale sebeb oldu. Fransa ve İngiltere hükümetleri de el altından Bâb-ı âlî’yî Rusya’ya karşı savaş için kışkırttılar. Nihayet İsveç’le ittifak kuran Bâb-ı âlî 13 Ağustos 1787’de Rusya’ya harb îlân etti.
Kafkas taraflarından da Rusları vurmak isteyen Osmanlı hükümeti, Çıldır vâlisi Süleymân Paşa vasıtasıyla Dağıstan ve Azerbaycan hanlarını ittifaka almaya teşebbüs etti ve Dağıstan hanlarının en kuvvetlisi olan Amme Han’dan istifâdeyi düşündü. Kabartay ümerâsı ve Buhârâ hanına da, Rusya’ya karşı akın düzenlemeleri için emir gönderdi.
Dağıstan ve Azerbaycan hanları, Osmanlı Devleti’ne sâdık kalacaklarına dâir yemin etmelerine rağmen, kendi aralarındaki mücâdelelere devam ettiklerinden bunlardan yeterince faydalanılamadı. Amme Han’ın Osmanlı emrine verdiği otuz bin kişilik kuvvetleri ise, asıl hedef olan Rusya’ya bağlı Gürcü prensi Ereğli Han’ın üzerine gönderilmesi gerekirken başka tarafa sevkedilerek hedeften uzaklaşıldı. Kafkas dağları, Türkiye ile Rusya arasında tabiî bir set iken, Rusların Gürcistan’a girmeleri Anadolu tarafındaki emniyeti ortadan kaldırdı. Bu arada Avusturya’nın da Rusya’nın yanında savaşa girmesiyle, muhârebe tamamen Osmanlılar aleyhine döndü. Netîcede Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1791’de Yaş andlaşması imzalandı. Bu andlaşmaya göre Osmanlılarla Rusya arasında Kafkasya’da, Kuban ırmağı sınır kabul edildi.
On dokuzuncu yüzyıl başlarında Gürcistan, birbiriyle savaşan bir kaç büyük beylik yüzünden çeşitli târihlerde Ruslar tarafından zaptedilerek, bölündü. Bu durum karşısında Gürcü Beylerinden on ikinci Gorg, Gürcistan’ı tamamen Ruslara bağlamak istedi. Rus çarı bu teklifi kabul ederek, önce bir Rus generali başkanlığında Gürcü hükümeti kurdu. 1801’de ise Gürcistan’ı ilhak etmek istedi. Bunun üzerine Mingrelya ve İmeretya beyi Salaman, Osmanlı Devleti’ne sığındı. 1804 ve 1805 yıllarında ise, Revan ve Bakü hanlıkları da Rus hâkimiyetini tanıdılar. Fakat bu bölgeleri Rus hâkimiyetine alan Tsitsianu, Bakü’de öldürüldü. Bunu bahâene eden Ruslar, Kafkasya’ya asker göndererek Dağıstan ve Kafkasya’nın büyük bir kısmını işgal edip Doğu Anadolu sınırına dayandılar.
Birinci Nikola başa geçip Rusya’da mutlak bir hâkimiyet kurduktan sonra kendisinden önceki Rus çarlarının geleneklerine sâdık kalarak Kafkasya’daki Rüs nüfuzunu arttırdı. Azerbaycan’ı işgal etti. Öte yandan Navarin’de Osmanlı donanmasını yakan Ruslar, Osmanlı Devleti’nin protesto ve tazmînât talebine savaş açmakla cevap verdiler. Rus ordusu Avrupa’da Tuna nehrini geçtiği sırada, diğer bir ordu da Kafkas cephesinde hücuma geçti. Kars, Erzurum gibi yerleri aldı. Trabzon’a doğru ilerlemeye başladı. Bu fecî durum karşısında Bâb-ı âlî âcil olarak andlaşma taleb etmek zorunda kaldı. 1829’da Edirne’de imzalanan andlaşmayla Kafkasya ve Anadolu tarafında Anapa, Pati, Ahıska ve Ahılkelek kaleleri Rusya’ya bırakılıp, Rusya’nın Gürcistan hâkimiyeti de kabul edildi. Fakat buna rağmen Kuzey Kafkasya ve Dağıstan halkı tamamen Rus hâkimiyeti altına girmedi. Arazinin dağlık ve zaptı güç olması, Rusların buralara girmesine engel oldu.
Ruslar Kuzey Kafkasya’yı itaatleri altına almak için büyük kuvvetlerle bölgeye saldırdılar. Fakat bu devirde bölgede yetişmiş büyük âlimlerden İmâm Gâzi Muhammed, Nakşibendî şeyhi Kuralı Muhammed ile irtibat kurarak Ruslara karşı açacağı cihâd için fikirlerini aldı. Onun da teşvîkiyle 1829 yılında bir beyanname neşrederek Ruslara ve onlara bağlı olan Kafkas kavimlerine karşı fiilî mücâdeleyi başlattı. Bundan sonra Dağıstanlılar Rusya’ya karşı daha sistemli bir şekilde savaşmaya başladılar. Fakat Osmanlı Devleti Rusya ile Edirne’de imzaladığı andlaşmayla Kuzey Kafkasya dâhil bu bölgedeki haklarından vazgeçtiğinden, te’sirli bir siyâset gütmesi ve asker yollaması imkânı yoktu. Bununla beraber bütün Osmanlı ülkesinde bu hareketlerin başarısı için duâ edilmiş, en ufak bir başarı bile İstanbul’da şenliklere sebeb olmuştur. İmam, Gâzi Muhammed’in 1832’de şehîd edilmesinden sonra İmam olan Gamzat Bey, Ruslara bağlı Avar hanlığını ortadan kaldırdı. Fakat bir müddet sonra o da şehîd oldu. Yerine Şeyh Şâmil geçti.
Dağıstan’ın Gimri köyünden olan Şeyh Şâmil, çok iyi bir medrese tahsîli görmüş, İslâmî ilimlerde ileri derecede bir âlim idi. Meşhur velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin sohbetlerinde bulunarak tasavvuf yolunda da yetişmişti. Kabiliyetli ve teşkilâtçı bir lider olarak tanındı. Yirmi beş yıl boyunca topuyla tüfeğiyle tam teşkilâtlı büyük Rus ordularına karşı Dağıstan’ı kurtarmak için savaştı. Bir avuç askeriyle muazzam Rus ordularını bozup büyük kayıplar verdirdi. Onların ilerleyişini durdurdu. Fakat sonunda teslim olmak zorunda kaldı (1869), Ailesi rehin bırakılarak kendisi hac için serbest bırakıldı. İstanbul’a geldi. Abdülazîz Han bizzat karşılayarak izzet ikrâmda bulundu. Hac için gittiği Medine’de vefât etti.
Şeyh Şâmil’den sonra yerine geçen Muhammed Emîn, bir süre daha Kafkasların batı bölgesinde mücâdelesini sürdürdü. Fakat o da mağlûb olup bölge Ruslar tarafından ele geçirilince, on binlerce Türk Anadolu’ya göç etti.
Birinci Dünyâ savaşı sırasında Kafkas cephesinde ilk tecâvüz Ruslar tarafından vâki oldu (31 Ekim 1914). Doğu Bâyezîd’in kuzey tarafından tecâvüze başlayan Ruslar, Kars’dan hareketle 1 Kasım’da hududu geçerek, Pasin ve Eleşkird’e doğru ilerlediler. İki ordu arasındaki ilk mühim vak’a 6 Kasım’da başlayıp altı gün süren Köprüköy muhârebesi idi.” Bu muhârebe neticesinde Ruslar geri atıldı. 11 Kasım’dan 19 Kasım’a kadar süren karşı Türk taarruzları ile Ruslar, Azap koyu muhârebesinde mağlûb edildi. Fakat iyi keşif yapılamayıp düşman tâkib olunamadığından nihâî netice elde edilemedi.
22 Aralık 1914’de Enver Paşa’nın sırf şan ve şöhret uğruna girişmiş olduğu Sarıkamış harekâtı, Osmanlı târihinin en büyük felâketlerinden biri oldu. Büyük bölümü daha düşmanı görmeden soğuktan donmak suretiyle ve bir kısmı da düşmanın karşısında olmak üzere yaklaşık 90 bin kişinin şehîd düşmesi neticesinde; Osmanlıların değil Kafkasya, Doğu Anadolu’yu dahi koruyacak gücü kalmadı (Bkz. Sarıkamış Harekâtı).
Nitekim 1916 yılı başlarında karşı taarruza geçen Ruslar, 16 Şubat’ta Erzurum’a, sonra da Muş ve Bitlis’e girdiler. Aynı zamanda Karadeniz kıyısı boyunca da gelişen Rus taarruzu sonucunda 19 Nisan’da Trabzon, 25 Temmuz’da ise Erzincan düştü.
1917 yılında Rusya’da bolşevik ihtilâli oldu. İhtilâl sebebiyle muharip bir kuvvet olma vasfını kaybeden Rus ordusu harbden çekilince, Lehistan’ın Brest-Litovsk şehrinde Almanya ve müttefikleriyle Rusya arasında andlaşma imzalandı. Osmanlı Devleti’ni, sadrâzam Talat Paşa’nın temsil ettiği bu andlaşmayla Türk-Rus hududunu alâkadar eden yerlerin halk oylaması sonucu belirlenmesi kararlaştırıldı. Fakat bu sırada Kafkasya’da Azerî, Türk, Ermeni ve Gürcü unsurlardan meydana gelen Cenubî Kafkasya devleti kurulduğu için, Osmanlı Devleti bir ültimatom vererek; Batum, Ardahan ve Kars’ı bu devletten istedi. O sırada ordusu henüz teşkilâtlanmamış olan Rusya, bunu kabul etmek zorunda kaldı.
30 Ekim 1918 Mondros mütârekesinden sonra, Osmanlı Devleti Batum ve Ardahan’dan çekildi ve buraları İngilizler işgal etti. Temmuz 1920’de ise, İngilizlerin çekilmesi üzerine Gürcistan hükümeti bölgeyi işgal etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin protestosundan ve askerî harekâta geçmesinden sonra; Batum, Ardahan ve Artvin Türk ordusu tarafından alındı. Fakat 16 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan Türkiye-Rusya andlaşmasıyla Batum Gürcistan Sovyet Cumhuriyetine bırakıldı.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, 3/1, 3/2, 4/1, 4/2
2) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna)
3) Rusya Tarihi (A.N. Kuran); sh. 331, 417, 420
4) Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyâseti (Dr. Cemâl Gökçe)
5) Belgelerle Türk Târihi Dergisi; sayı-3-24
6) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi (Danişmend); cild-3, 4
7) Osmanlıların Kafkas İllerini Fethi (Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu)