9 Aralık 2015 Çarşamba

KIRIM SEFERLERİ


Azak Denizi’ni Karadeniz’den ayıran yarımadaya yapılan seferler. Kırım ilk defa on üçüncü yüzyılda Altınordu Devleti zamanında İslâm toprağı olma şerefine kavuştu. Bilâhare Karadeniz kıyıları Ceneviz kolonisi hâline geldi. İç kısımlarda bâzı müslüman hanlıklar hâkimiyet kurdular.
Osmanlı Delveti’nin Kırım’la ilk münâsebeti Fâtih Sultan Mehmed Han zamanında oldu. İstanbul’u ele geçirdikten sonra, Karadeniz’i bir Türk gölü hâline getirmeye karar veren Sultan, beklediği ilk fırsatı 1453’de buldu. Altınordu tahtında hak iddia eden ve Cenevizlilerle geçinemeyen Kırım hanı Hacı Giray, ittifak teklif ediyordu. Bu fırsat değerlendirilerek Kırım kuvvetleriyle beraber Cenevizlilerin elindeki Kefe kuşatıldı. Cenevizlilerin andlaşma isteyip yıllık üç bin duka altın vermeyi kabul etmesiyle de kuşatma kaldırıldı. Daha sonra geniş bir fütûhata girişip aleyhindeki müthiş ittifakın halkalarını teker teker kıran ve zamanın en kudretli sultânı durumuna gelen Fâtih Sultan Mehmed Han, bir çok mes’eleler yanında Kırım işini tekrar ele aldı.
Kırım’ın doğrudan doğruya Osmanlı Devleti’ne intikâli veya bu topraklar üstünde Osmanlılara bağlı bir devletin bulunması, Karadeniz’in batı sahillerinin büsbütün alınmasına hizmet edeceği gibi, bu sahillerin bir kısmını elinde tutan Boğdan Prensliği’nin sıkıştırılmasına, hattâ bu prensliği himaye eden Lehistan’ın tehdîd edilmesine de yarayacaktı. Ayrıca Kefe, Azak ve Menküb gibi Kırım şehirleri, büyük ticâret yolları üzerinde bulunuyordu. Bilhassa Astırhan, Kabil ve Ürgeç’ten gelen yol ile İran’dan geçen iki kervan yolunun üzerinden taşınan ticâret eşyası, Hind ve Çinhindi’nden gelen baharat ile Hazar denizi sahillerinden sevkolunan ipekler de, bu şehirlerin limanlarından Avrupa’ya ulaştırılıyordu. Bundan başka gemiler bu limanlardan buğday, kürk, deri, balık, havyar, balmumu ve tuz gibi malzemeyi de naklediyorlardı. Bâzı kaynakların haber verdiğine göre bu limanlardan bir günde dört yüz geminin yüklenip hareket ettiği bir gerçekti.
Kırım hanı Hacı Giray’ın 1466’da vefâtından sonra oğulları Nur Devlet ile Mengli Giray arasındaki taht mücâdelesi, Mengli Giray’ın zaferi ile sonuçlandı. 1475 senesinde Kırım hanı Mengli Giray, Cenevizlilerin baskısı sonucu Kefe beyi Eminek’i azletti. Bu azlin sebepleri arasında Eminek Bey’in Osmanlılarla anlaşmış olması da vardı. Eminek Bey bunu kabul etmeyerek Kefe civarını vurmaya ve Mengli Giray’la çarpışmaya başladı. Çarpışmalarda yenilen Mengli Giray, 1.500 kadar süvari kuvvetiyle Cenevizlilerin yanına kaçtı.
Bütün bu hâdiseleri yakından tâkib eden Fâtih Sultan Mehmed Han, Kırım’ın alınabilmesi için en müsait zamanın geldiğine hükmedip, Venediklilerle imzaladığı bir yıllık mütârekeden faydalanarak sadrâzam Gedik Ahmed Paşa’yı 1475 baharında 350 gemiden mürekkep bir donanma ile Kırım üzerine gönderdi.
Haziran ayı başlarında Kefe önlerine gelen Gedik Ahmed Paşa, yaptığı teslim teklifine red cevâbı alınca, sahile bin atlı ile kırk bin dolaylarında yaya asker çıkardı. Şehir karadan ve denizden ablukaya alındı. Kaleye şiddetli top ateşi başlatılınca, Kefe halkı şehri teslim etmekten başka çâre olmadığını ileri sürerek komutanlarını tehdid ettiler. Buna rağmen üç gün mukavemet eden şehir, 9 Haziran’da teslim oldu.
Kefe’yi zaptettikten sonra donanmayı Azak Denizine sokarak Azak kalesini alan Gedik Ahmed Paşa, Menküb şehrini de kuşattı. Bu kale hem çok muhkem, hem de müdafii çoktu. Bir müddet top ateşi altında tutulan kale düşürülemedi. Bir kale için uzun süre oyalanmak istemeyen Paşa hileye başvurdu. Kale çevresinde küçük bir kuvvetle Zâğracı Yâkub Bey’i bırakarak esas kuvvetlerle bölgeden ayrıldı. Bir müddet kuşatmaya devam eden Yâkub Bey, kalenin muhasarasını kaldırıp oradan ayrılmaya kalkışınca, müdâfîler bu küçük kuvveti vurmak için kaleden dışarı fırladılar. Hâlbuki Yâkub Bey’in çekilmesi tamamen tertibden ibaretti. Çünkü biraz ilerde düşmanın bilmediği, pusuya girmiş asıl Türk kuvvetleri vardı. Menküblülerin önünden yavaş yavaş ve savaşarak geri çekilen Yâkub Bey’in kuvvetleri, düşmanı pusuya kadar götürdü. Kuvvetlerinin bir kısmı öldürülüp bir kısmı da esir edilen Menküb kalesi, kolayca zaptedildiği gibi, bu muvaffakiyetle Kırım kıyılarında bulunan bütün Ceneviz şehir ve limanları ele geçirildi. Hanlığa da Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmak şartıyla, Mengli Giray Han getirildi. Böylece Kırım hanlığı Osmanlılara bağlı hâle geldi. Osmanlı Devleti bu cihetten Lehistan’ı baskı altında tutup Avrupa’da daha rahat hareket etmeye başladığı gibi, gelişmekte olan Rus knezliğinin Karadeniz’e inme arzularını da uzun müddet engelledi.
Rus kuvvetleri ilk defa 1736’da Kırım yarımadasını istilâya muvaffak oldu. Hanlık merkezi Bahçesaray’ı zaptederek yakıp yıktılar. Zengin kütüphâneleri yok ederek, 1737 ve 1738’de de yağma ve tahriplerini sürdürüp, 1739’da Azak kalesini ele geçirdiler. 1748-1756 seneleri arasında Arslan Giray Han yarımadayı müdâfaa eden istihkâmları kuvvetlendirdiyse de bölgede yeni kaleler inşâ eden Ruslar tehditlerini arttırdılar.
Bu arada Rusya, Osmanlı Devleti himayesindeki Lehistan’ı işgal etti ve bir çok defa uyarılmasına rağmen işgali kaldırmadı. Kendilerine karşı çıkan Lehistanlılardan Osmanlı hududunu geçerek Kırım hanının haslarından olan Balta mevkiine iltica edenleri tâkib edip, hududu aşarak müslümanlardan bâzılarını da katletti. Karadağlıları isyâna teşvik etti. Bütün bu ahvâli değerlendiren dîvân-ı hümâyûn, Rusya’ya harb îlân etti.
Kırım-Giray Han’ın 1769 yılı başında Beserabya’dan Rusya içlerine bir akın yapıp binlerce esirle dönmesi, savaşı fiilen başlatmış oldu. Sadrâzam ve serdâr-ı ekrem Yağlıkçı Mehmed Emîn Paşa, İstanbul’dan hareket ederek 1 Mayıs’da Dobruca’ya geldiği sırada Rus kuvvetleri Hotin’i kuşattılar, ancak kaleden çıkan Osmanlı askeri Rus ordusunu dağıttı. Rus komutanı Prens Galitsin, kuvvetlerini ancak üç ayda toparlayıp yeniden Hotin’i kuşattı. Bu seferde de kale müdafii Ahıskalı Hasan Paşa kaleden çıkarak düşman ordusunu bozdu.
Bu arada sadrâzam kışlamak üzere orduyu Hotin yakınlarından İsakçı taraflarına çekince, Hotin müdafileri de kaleyi terkederek İsakçı’ya geldiler, Böylece Türk başarısıyla başlayan savaş, 1769 sonbaharı başında Hotin’in düşmesiyle Rusların lehine döndü. Ruslar Kafkasya’ya da girerek Osmanlı Devleti’ne tâbi bâzı toprakları işgal ettiler.
Rus donanması, Baltık denizinden çıkıp Atlas okyanusuna, oradan da Akdeniz’e geçti. Mora’ya asker çıkarıp rumları ayaklandırdığı gibi, Çeşme limanındaki Osmanlı donanmasını da yaktı.
Kont Panin ise 60.000 askerle Bender kalesini kuşattı. Kont Romanzoo 30.000 askerle Boğdan’ın büyük bir kısmını işgal edip, serdâr-ı ekrem İvazzâde Halîl Paşa kuvvetlerini bozdu ve binlerce askerini kılıçtan geçirdi.
Prens Dolgoruki 90.000 askerle Kırım’ın kapısı olan Orkapı kalesini muhasaraya başlayıp üç ay sonra ele geçirdi. Rus çariçesi ise, Kırım hânı üçüncü Selîm Giray’a Osmanlı’dan ayrılması şartıyla Kırım’ı müstakil bir devlet olarak tanıyacağına dâir söz verdi. Böylece Kırım kuvvetlerini, Osmanlı ve Rus tarafdarı olmak üzere, ikiye bölüp savaştan çekilmelerini sağladı. Kırım’da Ruslara karşı sâdece Osmanlı kuvvetleri savaştı. Fakat uzun süre yardım alamadıklarından onlar da başlarındaki Kırım seraskeri silâhdâr İbrâhim Paşa ile beraber teslim oldular (13 Temmuz 1771). Prens Dolgoruki bütün yarımadayı işgal etti ve bu suretle Kırım’daki fiilî Osmanlı hâkimiyeti 296 yıl sonra sona ermiş oldu.
Diğer cephelerde savaşın sona ermesinden sonra 21 Temmuz 1774’de Küçük Kaynarca andlaşması imzalandı. Bu andlaşmanın üçüncü maddesine göre Kırım, Bucak, Kuban, Yedisan, Çankboyluk ve Yedickul tatarları, bağımsız olarak kendi istekleriyle Cengiz soyundan seçilecek hanlar tarafından, eski yasa ve törelerine göre yönetilecekler, Rusya ve Bâb-ı âlî hanın seçimine karışmayacaktı. Tatarlar müslüman olduklarından, aynı zamanda halîfe olan sultana karşı dînin emirlerine uygun davranacaklardı. Ruslar Yeni kale, Kerç, Kılburun kalelerini ele geçirerek, görünüşte bağımsız olan Kırım’ı devamlı karıştırdılar. Kırım halkı tarafından seçilen ikinci Sâhib Giray Han, Rus tehlikesini görerek müslüman halkın desteğini de alıp, Osmanlı Devleti’ne yanaşınca, mirzalar ayaklanarak Han’ı İstanbul’a kaçmaya mecbur ettiler. Fakat tahta çıkarmak istedikleri Devlet Giray, Ruslar tarafından desteklenen Şahin Giray’ın saldırılarına karşı koyamadı. Şahin Giray, bir kısım mirzaları kendi tarafına çekip Rusların yardımıyla Devlet Giray’ı yendi. Fakat Rus sarayında uzun süre bulunup onlardan etkilenmişti. Her hareketiyle Ruslara hayranlığını belli eder olduğundan, müslüman halk ayaklanınca, yaralı olarak kaçıp Rusya’ya sığındı.
İstanbul’dan gönderilen Baht Giray, Osmanlı yardımcı kuvvetleriyle gelerek tahta çıktıysa da Şâhih Giray, tekrar Rus askeriyle gelip duruma hâkim oldu. Rus kuvvetleri Kefe ve öteki limanları işgal ettiler. Bu arada Avrupâ’daki siyâsî bulanıklıktan istifâde eden Rus çariçesi Katerina, Kırım’a prens Potemkin kumandasında yetmiş bin kişilik bir kuvvet sevkettikten sonra bir beyânname yayınlayarak Kırım’ı ilhak ettiklerini açıkladı (1783).
Osmanlı Devleti’nin üç asırdır elde tutmasına rağmen, muhtariyetine müdâhale etmediği Kırım hanlığı böylece ortadan kalktı. Prens Potemkin kısa bir müddet içinde hepsi yüksek tabakadan olmak üzere 30.000’den fazla Kırımlıyı, işkence ve idamlarla katletti. Bütün toprak sahiplerini de aynı şekilde yok ederek mallarına el koydu. Kırım’a Rus göçmenleri getirip yerleştirdi. Yüzbinlerce Türk, Karadeniz sâhiline yığılarak Osmanlı topraklarına göçebilmek için çâreler araştırdı. Bunların yarısından çoğu rus askerinin kılıcı altında, bir mikdârı da hastalık, açlık ve soğuk gibi sebeplerle can verdi. Çok az bir kısmı Balkanlara, Anadolu’ya veya İstanbul’a gelebildi.
Kırım’ın işgali ve Rusya’ya ilhakı üzerine Şahin Giray ve tarafdârları Osmanlı idaresinden ayrılarak Ruslara güvenmenin ne demek olduğunu anladıkları zaman iş işten geçmişti. Bir süre sonra sıranın kendisine de geleceğini anlayan Şâhin Giray İstanbul’a kaçtı. Bâb-ı âlî tarafından tutuklanıp Rodos’a sürüldü ve îdâm edildi.
Daha sonra Ocak 1784’de İstanbul’da Rusya ile yapılan bir görüşme sonunda Kırım’ın İlhakı resmen tanındı.

1853-56 Kırım Harbi

1800’lü yıllarda dünyâda iki büyük İslâm devleti vardı. Biri Osmanlı Devleti, diğeri ise, Hindistan’daki Gürgâniye hükümdarlığı idi. Her iki devlet İslâmiyet’in bekçisi idiler. İslâmiyet’in büyük düşmanı olan İngilizler ise devamlı bu iki devleti nasıl yok edebileceğini planlamakla meşguldü. Önce Gürgâniye Devleti’ni parçalamaya karar verdiler. Böylece hem Asya’daki müslümanları başsız bırakacaklar, hem de Hindistan’ın hazînelerine ve ticâretine hâkim olacaklardı. Fakat Osmanlı Devleti’nin buna mâni olmasından korkuyorlardı. Bunun için Osmanlı Devleti’yle Rusya arasında savaş çıkarmaya çalıştılar. Sıcak denizlere inme hayaliyle yanıp tutuşan Rusya’yı devamlı tahrik ettikleri gibi, sadrâzam Mustafa Reşîd Paşa’yı da kandırarak Rusya’ya karşı düşmanca tavır takınmasını te’min ettiler. İngilizlerin asıl maksadını anlayamayan Rus çarı birinci Nikola, bu devlet ile Osmanlı toprakları hakkında görüşmeye karar verdi. 9 Ocak 1853’de Sen-Petersburg’un kışlık sarayında verilen bir baloda, İngiliz elçisine Osmanlı Devlet’nin topraklarını paylaşmayı teklif etti. Ancak İngiltere bu teklifi red ettiği gibi, durumu Bâb-ı âlî’ye de bildirdi. Bunun üzerine Rusya, Osmanlı Devleti hakkında tek başına tedbirler almaya kalkıştı. İstanbul’a prens Mençikof’u elçi olarak gönderip, Fransa’nın Kudüs’de daha önceleri katolikler adına sağladıkları imtiyazları, Ortodokslar lehine çevirmek ve Ortodoks tebeânın himayesinin Rusya’ya verilmesini istedi. Fakat İngilizlerin yardım edeceklerine, zafer kazanacağına böylece Osmanlı Devleti’nin bir numaralı adamı olacağına inandırdıkları Mustafa Reşîd Paşa, bu teklifleri red edip Mes’elenin diplomatik yollardan çözümünü önledi. Bunun üzerine Avusturya İmparatorluğu ile Prusya Krallığı, İstanbul ve Petersburg’a kendi hakemliklerinde bir konferans toplanıp savaşın önlenmesini teklif ettiler. Rusya bu teklifi kabul ettiği halde Mustafa Reşîd Paşa reddetti. Böylece iki devlet arasında münâsebetler tamamen kesildi. Rusya harb îlân etmeden Eflak ve Boğdan’ı işgâl etti. Bunun üzerine Mustafa Reşîd Paşa’nın ikna etmesiyle sultan Abdülmecîd Han, 4 Ekim 1853’de Rusya’ya harb îlân etti.
Tuna cephesinde savaş Türk topçu ateşiyle başladı (23.10.1853). İlk gün Ruslar 300 asker kayıp verdiler. Ömer Paşa 27 Ekim’de Vidin’den doğuya doğru Tuna dirseğini geçerek Romanya’ya girdi. Kalafat’ı aldı. Tutrakan ve Yerköyü’nden de Romanya’ya asker sokan Ömer Paşa, Oltenisa meydan muhârebesinde Rus kuvvetlerini bozdu (5.11.1853). Binlerce ölü ve yaralı veren Ruslar bozgun hâlinde Bükreş’e kaçtılar.
Anadolu cephesinde de müşir Abdülkerîm Nâdir Paşa, Kafkasya’da harekâtda bulunup Şeyh Şâmil ile irtibat kurdu. Şeyh Şâmil vasıtasıyla Kafkasya’daki yerli ahâliden Ruslara karşı destek sağlandı. Fakat Tuna cephesindeki başarı, bu cephede sağlanamadı. Bunun üzerine Abdülkerîm Nâdir Paşa’nın yerine erkân-ı harbiye reisi olan Ahmed Paşa cephe kumandanı oldu.
Bu arada Rus Karadeniz donanması, Sinop’da yatan 12 parçalık Türk filosunu bastı (30 Kasım 1853). Filonun tamâmı imha edilince iki binden fazla Osmanlı bahriyelisi şehîd oldu. Sinop’un müslüman mahalleleri bombardıman edilerek tahrib edildi. Bir çok sivil de şehid oldu.
Bunun üzerine İngiltere, Rusya ile diplomatik münâsebetlerini kesti. Rus çarının Kudüs’de katoliklere karşı Ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların Akdeniz’e inmesini istemeyen Fransa’yı da yanına alıp 1854 Mart’ında Rusya’ya resmen savaş îlân etti. İki devlet, Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı.
Bu arada Rusya; “Çarlık, Yunanlılara İstanbul’u kazandırmak için Balkanlarda Osmanlı, İngiltere ve Fransa ile savaşıyor” propagandasıyla Yunanlıları kandırarak ayaklandırmaya çağırıyordu. Yunanlılar, Ayasofya’da âyin yapmak hayaliyle Rus vadine aldanıp, para, mühimmat ve teşkilâtçı subay yardımı da alarak Epir ve Teselya’da ayaklandılar. Yunan ayaklanmasını bastırmak için Keçecizâde Fuâd Paşa görevlendirildi. Fuâd Paşa, 1 Nisan 1854’de Yunan kuvvetlerini yendi. Bu ayaklanma Fransa’nın da Atina ve Pire’ye asker çıkarmasıyla bastırıldı.
Bu arada müttefik kuvvetleri, 31 Mart’da Gelibolu’da toplandı. İngiliz kuvvetlerine Lord Raglen, Fransız kuvvetlerine mareşal Arnard kumanda ediyordu. Tuna boyunda ise, Ömer Paşa 17 Nisan’da Küçük Eflak ve Sırbistan arasındaki Kalafat muhârebesinde Rus taarruzunu püskürtüp, düşmanı Karayova’ya kadar seksen kilometre kovaladı. Müttefik donanmasına Odesa’dan ateş edilmesi üzerine şehir topa tutuldu. Sekiz gemilik müttefik filosu on beş Rus gemisini batırıp, istihkâm ve tahkimatlarını, mühimmat depolarını, tersane te’sislerini tahrib ederek on üç gemiyi de ele geçirdi.
15 Mayıs’da Ruslar Güney Dobruca’da mühim bir Türk kalesi olan Silistre’yi muhasaraya başladılar. 80.000 kişilik Rus ordusu, kaleyi savunmakta olan Mûsâ Paşa’nın emrindeki 10.000 kişilik kuvvet karşısında buzguna uğradı. 41 gün içinde yaralanma ve ölüm sebebiyle bir kaç defa kumandan değiştirmek zorunda kalan Ruslar, 25 Haziran’da 15.000 ölü, 25.000 yaralı vererek muhasarayı kaldırdı. Ömer Paşa’nın kuvvetleri karşısında da duramayan Ruslar, 6.000 kayıp verdikten sonra Romanya’yı boşaltıp Boğdan’a çekildiler. Rus kuvvetlerinin yerine 6 Ağustos’da Türk kuvvetleri girdi. Rus zulmünden bıkan Romanyalılar, Osmanlı kuvvetlerini sevinçle karşılayıp büyük merasimler tertib ettiler. Hıristiyan olmalarına rağmen Büyük Bükreş kilisesinde duâ edip, Osmanlı hâkimiyetinde bulunmalarına sevinçle şükrettiler.
Osmanlı Devleti ve müttefikleri Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile andlaşma yapıp, Eflak, Boğdan ve Tuna’nın güvenliğini bunlara vererek Kırım’a saldırmaya karar verdiler. İngiliz ve Fransız donanması Baltık’a açılıp Rusları taciz etti. Temmuz ayından beri Varna’da bulunan 55.000 kişilik müttefik kuvvetleri Eylül ayında Kırım’a hareket etti. 14 Eylül 1854’de Kırım’a çıkartma yapıldı.
Müttefik kuvvetlerin hedefi, Rusların Karadeniz’deki en kuvvetli ve müstahkem liman şehri Sivastopol’du. 19 Eylül’de Eskihisar mevkiinden hareket eden müttefik kuvvetleri, prens Mençikof idaresindeki elli bin Rus askeri ile Alma’da muhârebeye tutuştu. Rus kuvvetleri beş bin ölü, on iki bin yaralı verip, bozguna uğrayarak Sivastopol’a çekildi. Orada çok çetin bir savunmaya başladılar. Sivastopol’u kuşatan müttefik kuvvetler, şehir yakınındaki Balaklava limanını işgal ettiler. 25 Ekim’de Balaklava ve 5 Kasım’da İnkerman savaşlarında Ruslar 90.000 askerle savaşmalarına rağmen, Osmanlı kuvvetlerinin kahramanca çarpışması sebebiyle yenildiler. Bu yenilgileri hazmedemeyen prens Mençikof kederinden ölünce, yerine general Gorçokof tâyin edildi,
Tuna cephesinde Rusları bozguna uğratıp bu taraftan gelebilecek tehlikeleri bertaraf eden Ömer Paşa, Şubat başında Kırım’a gelip 17 Şubat 1855’de Gözleve meydan muhârebesinde Rus ordusunu bozdu.
Bu arada Rus çarı birinci Nikola ölmüş, yerine oğlu ikinci Aleksandır geçmişti. Kırım’da bulunan toplam müttefik kuvveti 202.000 kişiye ulaşmış, Osmanlı Devleti’yle yaptığı andlaşma ile Sardunya Krallığı da müttefiklerin yanında savaşa girip 16.000 askerini Kırım’a göndermişti.
24 Mayıs’da Kerç’i ve 28 Mayıs’da Anapa’yı alan müttefik kuvvetleri, 7 Haziran’da Sivastopol’a yaptıkları umûmî taarruzla Ruslara 20.000 asker zâyiât verdirip, 73 top ele geçirdiler. Müttefik kuvvetlerin verdiği kayıp beş bin idi.
Bu savaşın maddî kaynaklarını karşılamakta güçlük çeken Osmanlı Devleti, Mustafa Reşîd Paşa’nın sadâreti zamanında ilk defa dış borçlanmaya girdi. İngiltere ve Fransa’dan 5.000.000 altın borç alındı. Bundan sonra dış borçlanmanın sonu gelmeyecek ve 20 yıl geçmeden Türk mâliyesi iflâsın eşiğine adım atacaktır.
Müttefikler 1855 baharında büyük hazırlık yaparak Kırım’ın asker, mühimmat ve erzak stokunu takviye ettiler. Komuta kademesinde de değişiklik oldu. Fransız kuvvetlerinin başına general Pelisier, Lord Raglan’ın hastalıktan ölmesiyle de yerine İngiliz generali Simson tâyin edildi. 24 Mayıs’da Rusların Sivastopol’a asker sevkiyâtı yaptığı stratejik önemi olan Kerç boğazına müttefiklerin asker çıkartmasıyla harekât başladı. Buharlı savaş gemilerinden meydana gelen yirmi iki gemilik filo Azak denizine gönderildi. Rusların Karadeniz sahilleri işgal edilerek pek çok kayıp verdirildi.
Yaz boyu bütün şiddetiyle devam eden çarpışmalardan sonra Sivastopol’a karşı umûmî hücuma geçildi. Ruslar, büyük yardım almalarına rağmen 8 Eylül’de Malakit istihkâmlarının zaptedilmesi üzerine dayanamıyacaklarını anlayıp, şehri terketmeye başladılar. Müttefik kuvvetleri 9 Eylül’de Sivastopol’a girdiler. 11 ay süren muhasara çok kanlı olmuş, iki taraf da büyük kayıp vermiş ve Sivastopol harabeye dönmüştü.
Müttefikler, harekâta devamla Kılburnu zaferini kazanıp, Özi kalesini zaptetller. Bu cephede de Rusların hârbedecek gücü kalmadı.
Kafkas cephesinde ise, Ruslar Doğubâyezîd’i alarak Kars’ı kuşattılar (15 Temmuz 1855). Kars’ın tahkîmâtı pek iyi olmamasına rağmen, müşir Mehmed Vâsıf paşa, 15.000 askeriyle 40.000 kişilik Rus kuvvetlerine başarıyla karşı koydu. Devamlı takviye alan Ruslar, 29 Eylül’de umûmî taarruz yapıp, 7.000 ölü 10.000 yaralı verdilerse de geri çekilmediler. Kırım’da savaşın bitmesinden yararlanan Ömer Paşa, Kafkas cephesine yardım için Sohumkale’ye çıktı. İngur meydan muhârebesinde Rus ordusunu dağıttı (6 Kasım 1855) ve Kars üzerine yürüdü. Fakat uzun süredir ikmâl alamayan Kars açlıktan dayanamayacak hâle gelince düşmana teslim oldu (28 Kasım 1855).
Kars’ın düşmesiyle harb fiilen bitti ise de Ruslar sulhe yanaşmadı. Ancak Avusturya’nın ültimatomu üzerine sulhu kabul etti. 1856 Şubat ayında Viyana protokolü ile sulhun ana hatları kabul edildi ve savaş sona erdi. Savaşa askerî güçleriyle yardım eden İngiltere ve Fransa bu yardımlarına karşılık Osmanlı Devleti’nden Tanzîmât fermanını te’yid eden ve onu tamamlayan Islâhat fermanının yayınlanmasını istediler. Devrin sadrâzamı Âlî Paşa ile Fransız ve İngiliz elçilerinin ortaklaşa hazırladıkları yeni ferman, andlaşma imzalanmadan önce îlân edilerek; binlerce şehîd, dayanılmaz mâli külfet ve sıkıntılara malolan başarıların meyvesini göstermelik olarak savaşa giren Osmanlı müttefikleri topladı. Osmanlı Devleti’nin iç ve dış siyâsetinde yabancı müdâhalesine her zaman açık kapı bırakan bu ferman, Osmanlı toplumu ve ekonomisini Avrupa ekonomisinin nüfuz sahası içine sokarak bağımlı hâle getirdi. Bu ferman sayesinde çeşitli mezheblere bağlı hıristiyan tebeaya Rusların harb öncesi teklif ettiği haklardan daha fazlası verildi (Bkz Islâhat Fermanı). Bu fermanın yayınlanmasından sonra görüşmelere Paris’de devam edildi. Osmanlı Devleti Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Avsturya-Macarıstan ve Prusya’nın katıldığı Paris görüşmeleri 30 Mart 1856’da sonuçlandı (Bkz. Paris Andlaşması).
Kırım savaşı, Osmanlı Devleti’nin toprak kaybına sebeb olmamasına rağmen, siyâsî olarak aleyhine oldu. Devlet iktisâden çöktü. Müttefikler kârlı çıktı. Osmanlı Devleti’ni Rusya ile meşgul eden İngiltere az bir kuvvetle savaşa girip asıl maksadını gizledi ve büyük devletlerin dikkatini o yöne çekerek Hindistan’daki Gürgâniye İslâm Devleti’ni yıktı. Topraklarını işgal ederek, Hindistan hazînelerine sâhib oldu ve ticâretini geliştirdi. Ayrıca Ortadoğu ve Hindistan yolunda rakibi olan Rusya’yı Osmanlıyla çatıştırarak zayıflattı. Islâhat fermânıyla gayr-i müslimlere verilen haklar sonunda, bir çok yerde bağımsızlık hareketlerinin çıkmasına sebeb olundu. Fransa ise Ortadoğu’yu karıştırarak günümüze kadar süren hâdiselere sebebiyet verdi. İtalya müttefiklerden siyâsî yardım alarak birliğini kuvvetlendirip, tamamladı. Rusya savaştan mağlûb ayrılmasına rağmen, andlaşmaya aykırı hareket edip, büyük ideâlini önce siyâsî olarak, sonra da her türlü hareketlere teşebbüs ederek devam ettirdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-4, bölüm-1, sh. 365 v.d.
 2) Fâtih Sultan Mehmed’in Siyâsî ve Askerî Faaliyeti (M.E.B., İstanbul-1971); sh. 271 v.d.
 3) Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-13, sh. 111 v.d.
 4) Rusya Târihi (Prof. Dr. A. Nimet Kurat; T.T.K. , Ankara-1987); sh. 289, 326
 5) Türkiye ve Kırım Harbi (İstanbul Askeri Matbaası-1943)
 6) Rehber Ansiklopedisi; cild-10, sh. 94
 7) Kırım Harbi (Hayreddîn Bey)
 8) Eshâb-ı Kirâm (A. Fârûkî Serhendî); sh. 141
 9) Kırım Savaşı (Hayat Târih Mecmuası; 1967/2), sayı-7, sh. 14