Kânûnî Sultan Süleymân Han’ın Ser-mîmârân-ı Hassa (saray mimarlarının başı) Mîmâr Sinân’a yaptırdığı büyük su te’sisleri.
Sultan, on altıncı yüzyılda İstanbul’un artan nüfûsunun, su ihtiyâcını karşılamak için, şehrin kuzeyinde bulunan Belgrad ormanlarından, su getirilmesini emretmişti. Bu emir üzerine Mîmâr Sinân, bölgedeki vadi ve tepeler üzerinde incelemeler yapıp, seviye farklarını bileşik kaplar prensibi ile ölçerek, dere sularının şehre gelebileceğini tesbit etti ve derelerdeki suların debilerini ölçerek Pâdişâh’a arzetti. Mîmâr Sinân, arkadaşı Nakkaş Sâî Mustafa Çelebi’ye anlatarak, yazdırdığı Tezkiret-ül-Bünyan’da, Kırkçeşme su yollarının yapımı hususunda şunları söylemektedir:
“Bir seher vakti, cihân saltanatının ve gökyüzünün güneşi, pâdişâhların en yüreklisi, yiğidi ve şereflisi, en önde geleni, tâlii, ferahlık ve saadetle simgelenmiş, Allah’ın rahmet ve mağfiretine erişmiş, sultan Selîm Han’ın oğlu sultan Süleymân Han, Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun ve onu Cennet’ine ulaştırsın, bir gün Kâğıthâne ovalarında gezinirken, yolu bir çayır çimenliğe düşer. Orada serap gibi akan bir suyun çer çöp içerisinde kaybolup, bu suyolunun yer yer harâb olduğunu ve buradan akan suyun, hayat çeşmesi gibi kara topraklar içerisinde yok olduğunu görür.
Âlemin sığındığı saâdetli Pâdişâh’ın gözüne, bu saf suların İstanbul’a getirilmesi kolay görünür. İstanbul’daki susuzluğu gidermek için, boşa akan bu suları şehre getirmek niyetiyle, Pâdişâh sarayına geldiklerinde ileri gelenleri toplayıp, suların şehre eskiden nasıl geldiğini sorar.
Tarihçilerin bildirdiklerine göre: Kostantiniyye şehrini kuran “Yanko bin Madyen” bu şehri kurarken yedi tepeyi kalenin içerisine alıp, şehri yedi tepe adası diye adlandırmış. O zaman büyük binalardan akan yağmur sularını toplamak için, sarnıçlar inşâ etmiş. Bugün Çukurbostanlar, Atmeydanı altındaki Binbirdirek de onlardandır. Sonra bir kral, Kırkçeşme kemerlerini yapıp, o yönden su getirmiş, bu te’sisler harâb olunca, suları toprağa karışmış, diye Pâdişâh’a arzetmişler. Merhum ve mağfur Pâdişâh; “Her san’atın bir üstadı ve her dağın bir ferhadı vardır. Bu kârı (işi) mîmâr ile müşavere lâzımdır. Bunun lâzım olan amelisidir, ilmîsi değildir” demiş ve zamanın Süleymân-ı ins-ü cân’ı bu zayıf karıncasına (Sinan’a) yüksek emirlerini vererek; “Bu becerikli mîmârın akan suyun İstanbul’a gelmesi hususunda dikkat ve ihtimam etmesi dünyâyı kaplayan maksudı şerîfimdir” diye, bu kullarına su yollarının yapılmasını sipariş etmiştir.
Bu hakir dahî, Allahü teâlâya tevekkül eyleyip, hevâyî terâzu (su terazisi) ile, vadilerin alçak ve yüksek yerlerini yoklayıp, yer yer eski su yollarını takip edip, bu ulu emrin doğrultusunda hareket edebilmek için, Allah’ıma yalvararak dedim ki: “Ey bizim rızkımızı veren, ey her şeye kadir olan Allah’ım! Ancak kıymeti toz kadar olan bu karıncanın (Sinan’ın), bu zavallı kulunun, zamanın Süleymân’ının hizmetinde sözüne îtibâr edilebilmesi için yardım et. Sonra çeşitli yerlerden kaçarak çimenler içerisinde kayıp olan suların, alçak bölgelere akdığını gördüm. Pınar başından îtibâren dağların kenarlarından aşağı bölgelere yayılan suları hendeklerle derelere getirip, bir bent yaparak mühendislik ilmi ile, tahtalar üzerine lüleler geçirerek debilerini ölçtüm. Diğer derelerdeki ağaç ve bitkilere bakarak, karşılaştırma yapma sureti ile Pâdişâh hazretlerine dedim ki: “Saadetlü Pâdişâh’ım! Bu kara topraktaki yeşillikler hayat veren suyun bulunduğunu göstermektedir. Bu vadilerde su vardır ve yarım günlük yola kadar olan yolları da bulunmaktadır. Bu su yollarının tamam olması Pâdişâhımızın emrine bağlıdır.”
Süleymân-ı ins-ü cân, bu zayıf karınca ile meşveret edüp, saadetle buyurdular kî: “Bu, suların gelmesi ne tarikle mümkin ola?” Ben dahi; “Pâdişâhım! Bunda iki tarik (yol) vardır: Biri oldur ki, bendelerinizin hadd-u hasrı yok. Buyurun her biri hizmette can verir. Biri dahi budur ki, ücretle herkese dest-i mezîd (çok para) tâyin oluna, hazîne sarf olınup, üstadiyetle işlene. “Merhum ve mağfûrunleh; “Evvelki tedbirin bize fâidesi olmayup el hayrı olup tedbir sonra olan tedbirdir ki, kendü malımızdan ücret ile getürdüğüm kimsenin zerre mikdârı hatırı rencide (kırılmış) olmaya” diyü buyurdular.
Bu âciz karıncanın (Sinan’ın) bu şekildeki tedbirine aferin diyerek ve iyi haberden ferahlık duyup sevinerek, o zamanki ağalardan Keylûn (Kilûn) Ali Ağa demekle tanınan ve sonra Mısır Paşası olan zâtı, bina emîni tâyin ettiler. Pâdişâh’ın İstanbul’daki bir çok mûtemed adamları ile usta insanlar toplandı. Uygun bir gün ve saatde su yollarının etrafını açıp tâmirine başlandı. Kısa müddet sonra bu suya dâir havadisler herkesin ağzına yayıldı ve bina emîninin kulağına da geldi.
Zamanın sultânı Süleymân’a, vezirleri dahi hazînenin muhafazası gerektiğini bildirerek, bu işin durdurulmasını istemişler. “Pâdişâh’ım, bu suyun akıtılması herkes için büyük bir feyiz kaynağı olduğu gibi, çok büyük hayır işidir. Ancak, ortada su mevcut değilken yalnız mîmârın sözü ile hazîneden para sarf etmek suretiyle suyun şehre geleceğini kim te’min edebilir? Bu kadar dağları delmek ve kazmak için hudutsuz para sarf etmek gerekecektir. Bu mîmâr gaipten haberdâr mıdır ki bu mikdâr lüle su vardır, diye bildirir? Bu mîmâr bilmez mi ki çeşmelere gelen su yollarını yaparken, su başka yöne de kaçar? Her su yolunun suya delil olmayacağı gibi, her çimenlik de orada bir menba bulunduğunu göstermez” diyerek merhumu üzüp su getirilmesi hususundaki sevincine engel olup gazaba gelmesine ve kararsızlığına sebeb olmuşlar. Ben bütün bunlardan gafil, derelerdeki suları toplayıp, lülelerden akıtmak için gerekeni yaparken ve en sonraki deredeki işlere başlarken saadetlü Pâdişâh, her zaman ava geldiği yoldan çıkageldi. Bu gelişlerinde yanında çok az kişi vardı. Bina emîni ile selamlayıp durduk.
Pâdişâh hazretleri; “Mîmâr, bu derede ne mikdâr su var?” dediği mahalde ben de; “Saadetlü Pâdişâh’ım, tahmin olunan üzre yazılmıştır, 5 lüledir” dediğimde, bina emîni atılıp; “Pâdişâh’ım mîmâr bendeniz bu acayip fende mahirdir ve üstâd-ı kâmildir. Zîr-i zeminde nihan (yeraltında görünmeyen) suyu, rûy-ı zemindeki gibi bilir. Bu bâbda halk-ı âlemin hilâfında bir özge mânâya vâsıldır” dediği anda, anladım ki bu işte çok dedikodu olmuştur.
Pâdişâh’ın geldiğini gördüğüm zaman, hemen içinde su olan yukarıdaki derelere adamlar gönderip lülelerin takılmasını te’min etmiştim. Cihân Pâdişâhı; “Hani arzolunan sular nerededir? Gel göster” dediklerinde, yola düşüp ikinci dereye varınca korkdum ve ruhum canımdan çıkmış gibi kendimden geçtim, Allahü teâlâya duâ ederek, o hâkimi mutlaka yalvararak dedim ki:
“Yâ ilâhi, âlim-ü dânâsın,
Cümle ezdâddan müberrâsın,
Beni vâdi-i gamda zâr itme,
Şeh yanında zelîl ü hâr itme!”
Cümle ezdâddan müberrâsın,
Beni vâdi-i gamda zâr itme,
Şeh yanında zelîl ü hâr itme!”
Pes (sonra) ol dereye vardık ki, otuz lüle su arz olunmuştur. Tahtalarıyla lüleleri konmuş. Otuz lüle su akdığından mâda, üzerinde ziyâdesi on lüle miktarı su taşıp akar. Saadetlü Pâdişâh ol bâb-ı musaffayı (temiz su) gördükte, bir miktar safa hasıl edüp; “Mîmâr! Gel berü su hemen bu mudur? Gayrı yerlerde dahi var mudur?” dediklerinde; “Belî saadetlü Pâdişâhım, iki derede dahi bunların emsali hâliya (hâlen) Pâdişâh devletlerinde, câridir (akmaktadır). Pâdişâhım, arz olunan yüz lüle amma, ziyâdesi elli lüle dahi olmak muhakkaktır. Husûsan eyyâm-ı bâhûrda (yazın sıcak günlerinde yâni 29 Temmuz - 8 Ağustos arası asla sular bundan eksik akmaz” diyü duâlar eyledim.
Saadetlü Pâdişâhım ile bir dereye daha gidüp, orada da bir çok lüle suyun aktığını görup ve o temiz sulardan safa ile içerek, sonra bir dereye daha gittiler. O derede de temiz suyun letafet ve akışını görünce, mubârek kaşlarının çatıklığı gidüp gazap deryâsındaki dalgaları tamamen sakinleşti ve bu âcizi, hil’at giydirerek mükâfatlandırdı ve yüceltdi ve akranımdan üstün tuttu.
Böylece nifak çıkaranların başlarının yaptıkları kötülükleri giderek, hayat veren su gibi tereddüdden bir eser kalmadı. Saadetlü Pâdişâh, onlara iltifat etmeyip, bu hakiri iltifatları ile sevindirdi ve devletin tahtına dönerken Allah’ın hikmeti ile, dilimden şu sözler döküldü: “Saadetlü Pâdişâhım! Bu bendeniz su yolları binasında nice tasarruf-ı hâssım (özel maharetim) vardır. Cümleden biri bu derelerin herbirinde havuzlar ve kâfirî (kâfire âit) mermer oluklar olmakdır. Bürûr-ı eyyam (günlerin geçmesi) ile yıkılub zîr-i zeminde (toprak altında) bînişân (kayıp) olmuştur. İnşallahü teâlâ Pâdişâh-ı cihân-penâh devletinde, ankarîb (pek yakında) zuhur etmek ümid olunur” dedim. Bu sözlerimi doğru olarak kabul edip, sevinçli olarak Saray-ı hümâyûnlarına yollandılar. Allah’ın hikmeti o derelerin her birinde çok yerde kârgir yüksek havuzlar süslü mermer oluklar bulundu. Binâ emîni, bunların her sefer bulunuşunda, saadetlü Pâdişâh’a müjdeciler gönderdi. Yine bir müddet sonra, şevketlü Pâdişâh devletle gelüp çıkan havuzlar ve mermer olukları seyredüp bu hakiri hediyeler vererek ve iltifatlar ile mutlu etti ve mahsûd-i ayân-ı rûzigâr oldum (zamanın ileri gelenleri beni kıskandı).
Kemerlerden biri Uzunkemer demekle meşhurdur. Yüksekliği 20 zra’ (9,6 m) ve uzunluğu 1.220 zra’dır (585,6 m) ve biri dahi Kovukkemerdir ki temeli ile beraber yüksekliği 70 zra’ (33,6 m)’dir. Gözlücekemerde bir kaç yüksek kemerdir. Mağlovakemeri üç tabakadır. Köprü gibi yolu vardır, atlı geçer. Yüksekliği 65 zra’ ve temeli 18 zra’ (13,5 m)’dir.
Ondan sonra suyollarını tamir ederek, 962 senesi Zilkadesi başında (17-26 Eylül 1554) başlanıp, 971 târihinde (21 Ağustos 1563 - 9 Ağustos 1564) tamam olmuştur. Masraf olarak 40.263.063 akçe sarf olunmuş, sonra büyük feyezanda yıkılan Muallakkemer’in (Mağlovakemeri) tekrar inşâsı için 9.791.044 akçe sarf olunmuştur. Böylece sayısız zahmetlerden sonra Kırkçeşme semtine su akmaya başladı. Cihân Pâdişâhına müjdeciler gönderildi. Kânûnî devrinde 1 akçe 3,5 kırat =0,7 g gümüş (85 ayar).
Meğer o sırada saadetlü Pâdişâh adam gönderip, taze gelen sudan, saraylarına getirtmişler. Bâzı kimseler bunda taze su râyihası yok, eski sudur diye karşı çıkmışlar. Bu hakîr, Pâdişâh’ın ayaklarının tozuna yollandığında, Bâzıları; “Bunda taze su râyihası (kokusu) yok, dâhi eski sudur” diye sebebini sorduklarında cevap verdim: “Saadetlü Pâdişâh’a malûmdur ki bu suyu künk ile getirmedim. Bu bir ırmaktır ki kârgir yollar ile revâne eyledik (akıttık), gıll-ü gîşden pâk âyn-ı tâbnâkdır (her türlü kirlerden korunmuş berrak sudur)” deyü duâ eyledim. O zaman sadrâzam olan saadet sahibi zât, Kırkçeşme başından itibaren bir çok yerde başçeşmeler yapılmasını, sakaların her yere su yetiştirmesini istedi. Rahmetli Cihân Pâdişâhı buyurdular ki: “Benim maksûdum bu su her mahalleye revâne ola, ulaşa. Çeşme bina olacak yerde çeşme ve kabiliyet olmayan yüksek yerlerde tatlı kuyular ola ki, su içine uğraya. Tâ kim her yerde pîr-ü zaîf ve dul hâtûnlar, uşacık oğlancıklar destiler ve bardaklarını doldurup, devâm-ı devletime duâ eyleyeler”
“Kırkçeşme te’sislerinin yapımı 1554 yılında başlamış, 1563 yılında tamamlanmıştır. 46 kilometre uzunluğundaki Kırkçeşme isâle hattının dokuz sene gibi kısa bir müddet içerisinde bitirilmesi, o devirdeki teşkilâtın çok mükemmelliğinin bir delilidir.
Bu büyük eserin maliyeti o zamanın parasıyla 50 milyon akçeyi geçmiştir. Kırkçeşme’de 300’den fazla çeşme Mîmâr Sinân zamanında yapılmış, daha sonra 590’ı bulan çeşmelerle İstanbul halkına su dağıtılmıştır. Kırkçeşme isâle hattına başlandığı sıralarda, Süleymâniye Câmii ile Rüstem Paşa Câmii inşâatı gibi pek çok yapının inşâatı devam etmekte idi.
Kırkçeşme yapıları; sulama, çökeltme havuzu, üstü kapalı kanallar, galeriler, kum yıkama tertibatı, kemerler, havuzlar, maksemler (taksim yerleri), dağıtma şebekesi, su terazileri (maslaklar), debi ölçme tertibatı ve çeşmeleri ile hiçbir eksikliği bulunmayan çok sağlam ve teknik yönden mükemmel bir su te’sisidir.
Kırkçeşme te’sislerinin suları yer üstünde mevcut sulardır. Bu sular ızgara denilen su alma tertibatı ile alınarak isâleye verilmektedir. Dere üzerinde eşik şeklinde bir bağlama yapılarak, su kabartılmakta ve yan tarafta önüne düşey ızgaralar konmuş bir su alma ağzından alınan sular kapalı bir kanala sevk edilmekte idi. Kapalı kanal dâire şeklinde yapılmış bir çökeltme havuzuna bitişerek oradan tekrar üstü kapalı kanal veya galerilere giriyordu. Bu çökeltme havuzlarının içerisinde biriken kumları temizlemek için tertibat yapılmıştı.
Kırkçeşme te’sislerinin isâle (iletim) hattı, esas iki koldan ibarettir ve isâle şehrin kuzeyindeki Belgrad ormanlarında başlamaktadır. Bu iki ana kolun doğusunda olan kol üzerinde, yedi su kemeri vardır. Bunların en büyüğü Kırıkkemer ile Paşakemeridir. Batı kolunda ise, Kurtkemeri ile Uzunkemer bulunmaktadır. Kollar Başhavuz denen bir havuzda birleşmekte, oradan da Ali Bey deresi üzerindeki Mağlovakemerinden ve Lekeciköy yakınında Güzelcekemerden geçip Cebeciköyden gelen kol ile birleştikten sonra, çeşitli büyüklükteki kemerler üzerinden Eğrikapı maksemine, oradan da şehre girmektedir.
Bu bölgedeki su almalarda suyun bulanıklığını azaltmak ve yüzen cisimlerin girmesine engel olmak için, Bağlama şeklindeki eşikler vasıtasıyla su kabartılmış, ızgaralar yardımıyla da yüzen cisimler tutulmuştur. Çökertme havuzları, oldukça derin ve dâire şeklinde yapılmıştır. Çökertme havuzları çok büyük boyutlandırıldığı için, kumlar rahatlıkla bu havuzlarda tutulabilmekte ve suyun bulanıklığı azaltılmaktadır. Galeriler, kanallar 55 cm. genişliğinde, 175 cm. yüksekliğinde bakım ve tamir için içerisinde 1 kişinin rahatlıkla yürüyebileceği ebadda yapılmıştır. Kanalların üstü üçgen şeklinde harçlı sal taşları ile kapatılmıştır.
495 seneden fazla zamandan beri çalışan galeri ve kanallarda hemen hiç bir arıza görülmemiş, sağlam ve teknik yönden mükemmel yapılardır.
Kırkçeşme te’sislerinin yapı elemanları ve özellikleri şunlardır:
Su kemerleri: Kemerler sağlam taşlar ile kısa sürede yapılmıştır. Bunlar içerisinde Mağlovakemeri, Kırıkkemer, Uzunkemer ve Güzelcekemer en önemlilerindendir. En uzunu ve hacimlisi 711 metre uzunluktaki Uzunkemer en yükseği ise 36 metre ile Mağlovakemeridir. Mağlovakemerinin inceliği, haşmeti ve mühendislik bakımından önemi, o târihe kadar yapılan kemerlerin hiç birisiyle kıyaslanamaz.
14 katlı bir binanın yüksekliğinden fazla olan Mağlovakemerinde, üst kemerin kalınlığı 3,05 metre, altkemerinki ise, 4,5 metredir. Bu narinlikteki bir kemerin zelzele, rüzgar gibi yatay te’sirlere mukavemet etmesi ancak esaslı inşâî tedbirler almakla mümkündür. Mîmâr Sinân’ın aldığı tedbirler ise, mühendislik bakımından fevkalâde ilginç ve mükemmeldir.
Gerek Roma ve gerek Helenistik devirlerde yapılan su kemerlerinde kemer kalınlığı, yukarıdan aşağıya sabit tutulmuş ve bu yüzden de bu kemerlerin çoğu yıkılmıştır.
Mîmâr Sinân; Uzunkemer, Kavukkemer ve Güzelcekemerde ayak kalınlıklarını temelden üste doğru azalacak şekilde yapmış ve böylece yatay kuvvetlere, karşı dayanıklı bir yapı meydana getirmiş, bileşke kuvvetin dâima orta üçte birde kalmasını sağlamıştır. Buna mukabil Mağovakemerinde çok daha güzel bir çözüm bulmuş, kemer kalınlıklarını çok küçük tutarak ağırlıklarını azaltmış, yatay kuvvetlere dayanabilmeleri için ayakları kemerlere dik yönde aşağı doğru pramit şeklinde genişleterek stabiliteyi arttırmıştır.
Mağlova kemeri’nde vadinin ortası iki katlı dört kemer ile geçilir. Alt kemerlerin açıklıkları 16.75, üst kemerlerindeki ise, 13,45 metredir. Bu çözüm tarzı stabiliteyi çok arttırmakta, ayrıca estetik yönünden güzellik sağlamaktadır.
Kırkçeşme te’sislerindeki pek çok kemerden altısının boyutları şöyledir:
Doğu Kolu Üzerinde: Uzunluk: Yükseklik:
Paşakemeri 102 m. 16,40 m. iki ve bir kat
Kırıkkemer 408 m. 35 m. üç katlı
Kuzey Kolu Üzerinde:
Kurtkemeri 305,40 m. 14,21 m. bir katlı
Uzunkemer 710 m. 25 m. iki katlı
Baş Havuzdan Sonra:
Mağlovakemeri 258 m. 36 m. iki katlı
Güzelcekemer 165 m. 29,5 m. iki katlı
Başhavuz: İki kolun birleştiği başhavuz dâire şeklindedir. Değişik seviyelerden gelen kolların suyu burada birleştirilmiş, suyun bir mikdâr havalandırılıp durultulması ve kumların tutulmasından sonra ana kola sevki sağlanmıştır. Havuz kenarları yüksek yapılarak içerisine hayvanların düşmesi ve kirletilmesi önlenmiştir.
Ana isâle hattı: Galeriler Ali Bey deresini Mağlova kemeri, Cebeciköy deresini Güzelcekemer vasıtasıyla geçtikten ve çeşitli kollarla birleştikten sonra, çok sayıda irili ufaklı kemerlerden geçerek, Eyyûb kubbesine, oradan da Eğrikapı maksemine ulaşmaktadır. İsâle hattı üzerinde, Eyyûb semtine su verilmek amacıyla, Rami kışlasının doğusunda bir kubbe yapılmıştır. Buradan verilen suların debileri lülelerle ölçülerek çeşitli semtlere dağıtılmıştır.
Eğrikapı maksemi: Ana dağıtım merkezi olup çok enteresan bir yapı arzeder. Çeşitli zamanlarda tamir edilmiş ve ilâveler yapılmıştır. Galerilerden gelen suların lüleler yardımı ile debileri ölçülerek çeşitli kollara dağıtılır. Bugün harab bir hâldedir.
Şehir içi dağıtımı: Kırkçeşme suları şehre şu şekilde dağıtılmakta idi:
1- Eyyûb üzerindeki kubbeden Eyyûb’e.
2- Eyyûb’deki kubbe ile Eğrikapı maksemi arasındaki bölgeden yine Eyyûb’e.
3- Eğrikapı maksemınden;
a) Eğrikapı makseminden sulukule maksemine, oradan Yenibahçe’den Aksaray Sarıgüzel’e,
b) Eğrikapı makseminden Kırkçeşme Tezgahçılar taksimleri arasından çeşitli yerlere.
c) Eğrikapı makseminden, Kırkçeşme Tezgahçılar taksimleri arasından Azaplar cihetine.
d) Kırkçeşme Tezgahçılar taksiminden, Tahtakale, Yeni Câmii, Küçük Pazar cihetine.
e) Kırkçeşme Tezgahçılar taksiminden, Aksaray cihetine, oradan Sultanahmet ve Ayasofya’ya.
Kubbeler ve maksemler: İsâle hattı şehir içerisine girdikten sonra, hâkim yerlerde kubbeler ve maksemler yapılmıştır. Kubbeler bir bekçi kulübesi gibi olup, ekseri suyun bir çok yere ayrıldığı veya birleştiği noktalara yapılmıştır. Üzerleri kubbe şeklinde olduğu için bu ad verilmiştir. Maksemler ise, yalnız belirli bir ölçü ile debiyi dağıtmak için yapılmıştır. Maksemlerde su bir havuz içerisine alındıktan sonra, ekseni su yüzeyinden 96 mm. aşağıda havuzun düşey duvarlarına yerleştirilen, dâire kesitli kısa borular yardımı ile ölçülerek dağıtılır. Ekseni su seviyesinden 96 mm. aşağıda, iç yüzeyleri duvarla aynı olan 26 mm. iç çaplı kısa pirinç borudan, (Lüle = nozzle) akan debi 1 lüledir. 1 lüle = 36 It/dak = 4 kamış = 8 masura
Su terazileri: Kule şeklinde yapılan su terazilerinin iki değişik fonksiyonu vardır:
a) İsâle hattı üzerinde basıncı sınırlayarak aşırı basıncı önlemek.
b) Debiyi ölçerek dağıtmak. Su terazilerinin en üstünde ekseri taştan oyulmuş bir sandık olup, aynen maksemlerde olduğu gibi, debi, lülelerle ölçülerek dağıtılmıştır.
Kırkçeşme te’sislerindeki bendler: Büyük bend 1560 yılında yapılmıştır. 1724-1748 senelerinde ve son olarak sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından, tamir edilmiş ve yükseltilmiştir. Aynı dere üzerindeki sultan İkinci Osman bendi 1620’de, Ayvan bendi 1765’de, Kirazlı bend ise, 1818 yılında yapılmıştır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mîmâr Sinân ve Kırkçeşme Te’sisleri; (Kâzım Çeçen, İstanbul İski Yayını - 1988)
2) Mimarbaşı Koca Sinân Yaşadığı Çağ ve Eserleri; sh. 440
3) Tezkiret-ül-bünyân