22 Kasım 2015 Pazar

KÖPRÜLÜLER


On yedinci asrın ortalarında iktidara geçtikten sonra, Osmanlı Devleti’nin gerilemesini uzun müddet durdurmaya, hattâ yeni fütûhata muvaffak olan bir vezir ailesi. Bu aile, bir çok âzası ile on yedinci asrın sonuna kadar sadrâzam, serdâr, sadâret kaymakamı ve kapdân-ı derya gibi, belli başlı devlet vazifelerinde bulunmuş, sonraki asırlarda yine güzide devlet adamları yetiştirmiştir.
On yedinci yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı Devleti’nde idâri, mâlî, askerî bakımlardan çöküntü başlamıştı. Uzun yıllar süren savaşlar sonunda, önceki dönemlerde olduğu gibi başarılar kazanılamamış ve bunun sonucu olarak da mâlî sıkıntılar baş göstermişti. Anadolu’da çıkan celâli isyânları, önce Kuyucu Murâd Paşa ve sonra da dördüncü Murâd Han tarafından şiddetli darbelerle önlenmiş ise de, bu değerli pâdişâhın genç yaşta vefât etmesiyle celâiîler yine hareketlenmeye başlamışlardı.
Bu arada sipâhî ve yeniçerilerin karışıklıklar çıkarmaları ve sık sık sadrâzam değiştirilmesi sebebiyle, kuvvetti bir otorite boşluğu meydana gelmişti. Sultan İbrâhim Han’ın başlattığı Girid seferinde, ilk zamanlarda zaferler kazanılıp kuvvetti kaleler fethedildiyse de, sonradan Venedik donanmasının Çanakkale boğazını ablukaya alması sebebiyle, Girid’deki askere yeterli asker ve mühimmat yardımı yapılamamış, yapılan bütün müdâhalelere rağmen bu abluka kaldırılamadığı gibi, Bozcaada, Semendirek ve Limni adaları Venedikliler tarafından işgal edilmişti.
Göreve getirilen bütün vezirler bu işlerin üstesinden gelememişler ve dördüncü Mehmed Han’ın pâdişâhlığının ilk sekiz yılı büyük sıkıntılar ve isyânlarla geçmişti.
Küçük yaşta tahta geçtiğinden, başlangıçta pek etkili olamayan dördüncü Mehmed Han, on beş yaşına geldiğinde karışıklıkların üstüne gitmeye başladı. İstanbul’da zorbalıklar yapıp, karışıklıklara sebep olan sipah ağalarını ve yandaşlarını yakalayıp, katlettirdi. Büyük ümitlerle göreve getirilen, fakat başarılı olamayan Boynueğri Mehmed Paşa’nın yerine dirayetli bir vezir aramaya başladı. Vâlide kethüdası Mimar Kâsım Ağa’nın tavsiyesiyle; güngörmüş, tecrübeli vezir Köprülü Mehmed Paşa saraya çağrıldı. Köprülü Mehmed Paşa, bu görüşmede devletin içinde bulunduğu güçlükleri îzâh ettikten sonra, bu güçlüklerin altından ancak, olağan üstü yetkilerle donatılmış olma hâlinde kalkılabileceğini, aksi takdirde başarılı olmanın mümkün olmadığını arzetti. Bunun üzerine dördüncü Mehmed Han, yaptığı işlere müdâhale edilmeyeceği, aleyhindeki şikâyetleri, kendi görüşünü almadan değerlendirmeyeceği, devlet me’mûriyetlerinde yapacağı tâyin ve azillere karışılmayacağı gibi büyük yetkilerle Köprülü Mehmed Paşa’ya sadrâzamlık mührünü verdi.

Köprülü Mehmed Paşa

Köprülüler ailesine adını veren paşa. Köprülü lakabını, zevcesinin memleketi ve kendisinin de yerleşme ve işden ayrı kaldığı zamanlarını geçirme yeri olup, o zaman Amasya sancağına bağlı bulunan ve bugün Vezirköprü adıyla anılan Köprü kasabasından aldı. Aslen Arnavud’dur. 1571 yılında Belgrad’ın Rudnik kasabasında doğmuş, devşirilerek İstanbul’a getirilip saraya alınmıştı. On yedinci yüzyıl başlarında girdiği sarayda önce 1613’de Matbah-ı âmirede, daha sonra Hazînede ve silâhdâr Hüsrev Paşa’nın yanında çalıştı. Çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle tanındı. Hazîneden sipahilikle taşraya çıkarıldı. Bir müddet sonra tımar alarak Köprü’ye gitti. Sancak beyinin kızıyla evlendi. Sarayda yanında hizmet gördüğü Boşnak Hüsrev Paşa yeniçeri ağası olunca, o da yeniçerilere katıldı. Hüsrev Paşa’nın sadrâzam olmasıyla da hazinedarlığa getirildi.
1632 yılında Amasya sancakbeyi olan Köprülü, burada gösterdîği başarıdan dolayı İstanbul ihtisâb ağalığına getirildi. Sonra sırasıyla tophâne nâzırlığı, sipâhî birlikleri ağalığı yaptı. Bağdâd kuşatmasına Çorum sancakbeyi olarak katıldı. Kemankeş Mustafa Paşa’nın sadrâzamlığı sırasında önce saray kapı ağalığına, sonra da ıstabl-ı âmire ağalığına getirildi. Sadrâzam sultanzâde Mehmed Paşa zamanında siyâsette gösterdiği başarılar sebebiyle iki tuğlu vezir yapılarak Trabzon beylerbeyliğine gönderildi.
1647 yılında sultan İbrâhim’in hanımına has olarak verilen Şam’a, vergi tahsildarı oldu. Daha sonra Sivas’da celâli Vardar Ali’yi te’dîb ve uzaklaştırmakla görevlendirdiyse de yapılan çarpışmada tutsak düştü. Fakat İbşir Paşa tarafından kurtarılarak yine celâlîler üzerine gönderildi. Ertesi sene, Katırcıoğlu isyânını bastırmakla görevli iken, halka zulmettiğinden dolayı yakalanması için hakkında hatt-ı hümâyûn çıkan Boynueğri Mehmed Paşa üzerine gönderildi. Aldığı tedbirlerle bu işi de kısa sürede hâlletti. Bundan sonra İstanbul’a dönerek dördüncü Mehmed Han’ın saltanatının ilk yıllarında kubbe veziri oldu. Bir süre sonra sadrâzam Gürcü Mehmed Paşa tarafından azledilerek Köstendil’e sürüldü. Bilâhare bir müddet Köprü’de kaldı. Boynueğri Mehmed Paşa’nın sadâreti esnasında iç ve dış buhranın had safhaya ulaştığı sırada, reîsülküttâb Mehmed Efendi ve mimarbaşı Kâsım Ağa’nın teklifleriyle sadrâzamlığa getirildi.
Köprülü Mehmed Paşa, yıllarca süren devlet hizmeti sırasında dürüst ve kabiliyetli bir yönetici olarak ün yaptı ve çok tecrübeler kazandı. Sadrâzamlık teklif edildiği zaman pâdişâhla görüştü; kendisinden önceki sadrâzamların ne kadar kabiliyetli olurlarsa olsunlar asker ve saray müdâhaleleri sebebiyle iş yapamaz duruma geldiklerini, geniş yetkiler verilmediği takdirde kendisinin de başarılı olamayacağını arzetti. Bunun üzerine dördüncü Mehmed Han, Paşa’ya o güne kadar görülmemiş yetkiler vererek, sadrâzamlık makamına getirdi ve çok duâlar etti (14 Eylül 1656). Paşa bu sırada seksen yaşındaydı.
Köprülü Mehmed Paşa, sadrâzam olduktan sonra saray mensupları, ihtiyar paşanın bir iş yapacağını tahmin etmeyerek, kendisine ehemmiyet vermeden âdetleri üzere hükümet işlerine karışmaya devam etmek istediler. Bunun üzerine Mehmed Paşa, Pâdişâh’a te’sir edip işlerine engel olmak isteyen hasodabaşı Halîl Ağa’yı tekaüde ayırıp, yerine Safer Ağa’yı getirdi. Bozcaada’nın düşman eline geçmesine sebeb olan Abaza Ahmed Paşa’yı İstanbul’a getirterek derhâl îdâm ettirdi. Bunun üzerine sipahilerin ayaklanma çıkarmak istediklerini öğrenince, yeniçerileri kendi tarafına çekip, bütün sipahi elebaşlarını öldürttü. Kilit mevkilere; güvenilir, dürüstlüğüyle tanınan kişileri getirdi.
Devletin içte ve dışla büyük buhranlar geçirdiği bir sırada, içerdeki bâzı gayr-i müslim unsurlar da büyük ümide düşmüşlerdi. Hattâ bu arada ortodoks kilisesinin mevcudiyetini Fâtih Sultan Mehmed’in himaye ve müsamahasına bağlı olduğunu unutan Rum patriği üçüncü Partenios’un, devletin bu karışık vaziyetinden istifâde ile Ortodoks kilisesine bağlı olan Eflâk ve Boğdan voyvodalarını isyâna teşvik ettiği, ele geçen mektubundan anlaşıldı. Ayrıca rumların yeniçeri kıyafetine girip isyân edeceklerine dâir haberler alan Köprülü Mehmed Paşa, derhâl patrikhâneyi bastırdı. Nitekim içeride bu iddiaları doğrulayıcı mâhiyette kırk-elli kat dolama, fes ve yeniçeri üsküfü elde edildi. Bundan sönra rum patriği Partenios’u huzuruna çağıran sadrâzam, devlete karşı giriştiği bu hareketlerin karşılığı olarak, verdiği bir emirle onu Parmakkapı’da îdâm ettirdi (24 Mart 1657).
Fâtih Sultan Mehmed’in tâyin ettiği patrikten itibaren bu üçüncü Partenios’a kadar bütün rum patrikleri, milleti tarafından seçildikten sonra bizzat pâdişâhlar tarafından kabul olunurlarken, bundan sonra kendilerine karşı yapılan bu imtiyazlı muamele kaldırılarak, vezîriâzamlar tarafından kabul edilmeleri kânun olmuş ve bu tarz, tanzîmâta kadar devam etmiştir.
Eski sadrâzamlardan Siyâvuş Paşa, Köprülü’nün kendisini Şam beylerbeyliğinden alma emrine karşı gelerek isyân çıkartınca, Köprülü kendisinin idamını istedi. Siyâvuş Paşa’nın saraydaki yakınları buna mâni olmak için müdâhale ettiklerinde, Köprülü derhâl istifa etmek için huzura çıktı. Fakat dördüncü Mehmed Han kendisine güvendiğini, hizmetlerine devam etmesini emrederek, Siyâvuş Paşa’nın idamı için hatt-ı hümâyûn verdi. Bundan sonra saraydaki ağaların hepsini görevden alan Köprülü Mehmed Paşa, yerlerine emîn devlet adamlarını yerleştirdi (23 Haziran 1657).
İstanbul’da kudret ve iktidarını gösteren Köprülü Mehmed Paşa, Venedik’le olan uzun ve yıpratıcı savaşı sona erdirmeye, Çanakkale ablukasını kaldırmaya ve Girid’in fethini tamamlamaya karar vererek, sefer hazırlıklarına girişip yeni bir donanma hazırlattı. Fakat bütün bu çalışmalara rağmen kapdân-ı derya Topal Mehmed Paşa, Çanakkale boğazındaki ablukayı kaldıramayınca cezalandırıldı. Bir süre sonra Venedik amirali Moçeniko bizzat kendi amiral gemisi başta olduğu hâlde, Osmanlı baştardesini zaptetmek üzere Kumkalesi önünden geçerek taarruz etti. Venedik amiral gemisi tam Osmanlı baştardesini almak üzere iken Kumburnu’ndaki metrislerden Kara Mehmed adındaki bir topçu tarafından atılan bir gülle, Venedik amirali baştardesinin barut mahzenine isabet ederek baştardeyi havaya uçurdu. Bu muvaffakiyetli isabet, bozulmuş olan kuvve-i mâneviyenin düzelmesini sağladı ve Osmanlıların galebesini te’min etti. Akdeniz’de Kuzey Afrika kıyılarındaki Osmanlı gemilerinden meydana getirilen yeni bir filoyla, Bozcaada ve Limni de Venediklilerden alınınca, bundan sonra boğazın Venediklilerce ablukası imkânsız hâle geldi. Yıllardır devleti uğraştıran bu mes’elenin hallolması, Köprülü Mehmed Paşa’nın siyâsî kudretini arttırdı.
Bundan sonra Köprülü ilk olarak Girid’in fethini düşünmekte idi. Ancak Erdel ve Anadolu’da isyânların çıkması bu hayırlı teşebbüse mâni oldu.
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu karışıklıklardan ve Venediklilerle meşgul olmasından dolayı isyân eden Erdel prensi Gyürgy Rakoczy, katoliklere karşı protestan direnişinin lideri olduğunu îlân ederek İsveç kralı yanında Eflak ve Boğdan prensleriyle de anlaşarak Macaristan ve Lehistan’ı fethetme hayâllerine kapıldı. Durumun vehâmetini sezen Köprülü Mehmed Paşa, dördüncü Mehmed Han’a durumu arzedip, bölgeye Kırım tatarlarının gönderilmesi gerektiğini bildirdi. Gönderilen hatt-ı hümâyûnla harekete geçen Kırım tatarları, büyük bir ordu ile gelerek Erdel’i itaat altına aldılar. Rokoczy, Varşova’dan çekilmek zorunda kaldı. 1657 yazı sonunda Vistül nehri yakınlarında yapılan savaşta da yenildi.
Buna rağmen Rakoczy, Pâdişâh’a bağlılığını tekrarlamaktan kaçınınca, Köprülü Mehmed Paşa büyük bir orduyla üzerine yürüdü (23 Haziran 1658). Kırım tatarları da harekete geçerek akın hareketlerinde bulundular. Eylül 1658’de krallığın merkezi olan Erdel Belgrad’ı zaptedilince, Rakoczy, Habsburg topraklarına kaçtı. Erdel prensliğine Acos Barccai getirildi. Osmanlı birlikleri Yanova, Şebeş ve Lagos kalelerine yerleşerek Erdel’in tekrar ayaklanmasını önlediler. Rakoczy 1660’da ölünce taraftarları, onun generallerinden biri olan Kemeny Janos’un çevresinde toplandılar. Habsburg’luların desteğini de alan Janos, kral îlân edildi. Sonra Barccai’yi öldürüp, ülkenin büyük bir bölümünü ele geçiren Janos, Osmanlı kuvvetlerine yenilip Habsburg topraklarına kaçtı. Bir süre sonra Habsburglulardan sağladığı birliklerle tekrar döndüyse de yakalanıp öldürüldü. Erdel prensliğine Apafi Mihâil’i getiren Köprülü Mehmed Paşa, Anadolu’da çıkan iç isyânları bastırmak için acele ile İstanbul’a döndü.
Nitekim Köprülü Mehmed Paşa’nın ve ordunun Avrupa’da olmasından istifâde eden Abaza Hasan Paşa, çıkardığı büyük bir isyân hareketiyle İstanbul üzerine yürümüştü. Bu tehlikeli durum üzerine Erdel isyânını bastıran Köprülü, hızla İstanbul’a gelerek orduyu Üsküdar’a geçirdi. Askerin kendisine bağlılığını sağlamlaştırmak için altı aylık maaşlarını peşin verdi. İsyanın elebaşılarına gizlice adamlar yollayarak aralarını açmaya çalıştı. Baskıyı hisseden Abaza Hasan Paşa, Eskişehir’e çekilirken, adamlarının çoğunu hem para almak, hem de sadrâzamı öldürmek için Osmanlı ordusuna katılmak üzere gönderdi. Köprülü Mehmed Paşa ise, sayısı 6.000’i bulan bu sahte askerleri tesbit edip hepsini öldürttü. Sonra harekete geçerek Abaza’nın üzerine yürüdü. Bu arada durmadan gerileyen Abaza Hasan Paşa, her geçen gün kuvvet kaybediyordu. Bu yüzden bir süre sonra barış çağrısında bulundu. Köprülü Mehmed Paşa ise bu barış çağrısına uymuş görünerek, tertiplediği bir ziyafette Abaza Hasan Paşa dâhil bütün isyâncı elebaşlarını ele geçirerek cezalarını verdi. Böylece bir darbe ile bütün isyâncıları zararsız hâle getiren Paşa, bundan sonra geniş bir araştırmaya girerek Anadolu’daki isyânlara karışmış, destek olmuş kişileri tespit edip cezalandırdı.
Anadolu’da huzuru sağladıktan sonra İstanbul’a dönen Köprülü Mehmed Paşa, Fransızların Girid’de Venediklilere yardım ettiklerini öğrenince, İstanbul’daki Fransız uyrukluları hapsedip Fransa’yla münâsebetleri kesti. Sonra da çok yorulduğunu bildirip, oğlu Şam beylerbeyi Fâzıl Ahmed Paşa’yı yerine teklif ederek istifa etti. Bu teklif üzerine sadrâzamlığa getirilen Fâzıl Ahmed Paşa, yola çıkıp İstanbul’a geldi aynı gün Köprülü Mehmed Paşa Edirne’de vefât etti (30 Ekim 1661). Cenazesi İstanbul’a getirilip Dîvânyolu’nda yaptırmış olduğu külliyedeki türbesine defnedildi.
Devletin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için gece-gündüz demeden çalışan Mehmed Paşa, Anadolu ve Rumeli’de bir çok hayır eserleri vücûda getirdi. Bozcaada’da câmi, mescid, mektep, hamam, dükkanlar, yel değirmenleri, Yanova’da câmi, mektep, dükkanlar, Rudnik’de câmi, mektep, Turhal’da han, Vezirköprü’de çeşme ve namazgah, Lefke’de Karaoğlanbeli denilen yerde câmi, mektep, han, Şam eyâletinde köprü, Şugur’da câmi, mescid, mektep, han, Gümüşhacıköy’de câmi, mektep ve han, Bolu sancağında Taraklı kasabasında câmi ve mektep yaptırmıştır. Bunların giderlerinin karşılanması için de; Limni, Yanova, Köprü, Osmancık, Merzifon, Akhisar, Bilecik ve daha bâzı yerlerde mülk köylerini bütün resimleri ve hâsılatı ile vakfetmişti. Ayrıca Erdel’de Arad kasabasında su yolu, Hendek ile Sapanca arasında uzun bir köprü yaptırmıştı. Hekimhanı ve Antalya’da da vakıfları vardı. Vefâtından önce, oğluna Anadolu’daki vakıflarını unutmamasını, Rumeli’deki yarım kalmış hayratı ile Çenberlitaşdaki te’sisleri tamamlamasını vasiyet etmişti.

Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa

Köprülü Mehmed Paşa’nın büyük oğlu, vezîriâzam. 1635 senesinde Köprü’de doğdu. Yedi yaşındayken babası tarafından İstanbul’a getirilip, tahsile başlatıldı. Devrin tanınmış ilim adamlarından evvelâ Osman Efendi’den sonra da Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’den ders aldı. Babası Köprülü Mehmed Paşa, devlet yönetiminde büyük başarılar göstermesine rağmen zaman zaman kuvvetli bir tahsîl görememesinin sıkıntısını çektiğinden, oğlunun tahsiline ehemmiyet verdi. Henüz on altı yaşındayken önce hâriç, sonra dâhil müderrisi tâyin edilen Fâzıl Ahmed, 1657 yılında yirmi iki yaşında iken sahn-ı semân müderrisliğine yükseldi. Fakat bir müddet sonra müderrisliği bırakarak idâri göreve geçti ve vezâretle Erzurum daha sonra Şam eyâleti vâliliğine tâyin olundu.
Şam’da iken halktan alınan iki ayrı vergiyi kaldırdığı için halk tarafından çok sevildi. Dürziler üzerine yürüyüp, Şihâboğulları ile Maanoğullarını itaate zorladı ve bunların isyân hareketlerini önledi. Bu zamana kadar voyvodalık ile idare edilen Sayda, Beyrut, Safed havalisi ile Maan ve Şihâboğullarının bulundukları bölgeyi bir beylerbeyilik hâline getirdi. Bu başarıları üzerine Halep beylerbeyiliğine tâyin edildi. Ancak babasının hastalığı ve vasiyeti üzerine Edirne’ye hareket etti. Aynı zamanda babasının vefâtı da vuku bulunduğundan, gelir gelmez sadârete tâyin edildi.
Köprülü Mehmed Paşa zamanında, Erdel isyânları bastırılıp Erdel prensliğine Apafi Mihâil getirilmiş, fakat Anadolu’da isyânlar çıktığı için bölgeye tam bir istikrar kazandırılamadan ordu geri dönmüştü. Avusturya Habsburg hânedânı bölgede devamlı karışıklıklar çıkarmış, serdâr Köse Ali Paşa’ya yenilmelerine rağmen tecâvüzkâr hareketlerinden vaz geçmemişti. Bütün bu mes’eleleri halletmek için İstanbul’da yapılan toplantıda Erdel’e sefer açılmasına karar verildi. Hazırlıklar yapılıp ordu Fâzıl Ahmed Paşa komutasında Belgrad’a geldiği zaman, Avusturya elçileri anlaşma için geldiler. Fâzıl Ahmed Paşa ise eski vaziyetin iadesini ve Kânûni Sultan Süleymân Han devrindeki gibi 30.000 altın verginin ödenmesini istedi.
Şartlarının Avusturya tarafından kabul edilmemesi üzerine Uyvar üzerine yürüyen sadrâzam ve serdâr-ı ekrem Fâzıl Ahmed Paşa, yolda karşısına çıkan bir Avusturya ordusunu mağlûb edip, 17 Ağustos’da Uyvar’ı kuşattı. Bu arada kaleye yardıma gelen 30.000 kişilik bir Avusturya ordusu daha mağlûb edilip, sekiz gün süren bir kuşatmadan sonra kale aman ile teslim oldu. Uyvar müdafileri mal ve canlarına en ufak bir zarar gelmeden kaleyi terkettiler.
Uyvar’ın fethiyle kalenin emniyeti gündeme geldi. Bunun sağlanması için civardaki bir takım kale ve palangaların fethi gerekiyordu. Bunların en önemlisi olan Novigrad yirmi yedi günlük bir muhasaradan sonra ve bilâhare diğerleri de fethedildi. Kırım atlıları ise, Moravya ve Silezya ile Macaristan’ın Avusturya işgalindeki arazisine bir akın düzenlediler.
Kış mevsimi yaklaştığından ordugâhı Belgrad kışlağına taşıyan Fâzıl Ahmed Paşa, baharda yeni bir sefer açmayı plânlıyordu. Fakat kış mevsimi başlar başlamaz Avusturya ordusu harekete geçerek Zigetvar üzerine yürüdü. Bunu haber alan Fâzıl Ahmed Paşa, Halep beylerbeyi Gürcü Mehmed Paşa’yı önden düşman üzerine gönderip, kendisi de büyük bir kuvvetle yola çıktı. Fakat düşman Zigetvar kuşatmasını kaldırıp geri çekildi. Baharda Avusturya kuvvetleri tarafından muhasara edilen Kanije kalesini kurtaran Fâzıl Ahmed Paşa, civardaki birkaç kaleyi de fethetti. Uyvar’ın fethinden sonra peş peşe gelen başarılar, Avrupa’da heyecanın artmasına sebeb oldu. Zîrâ Avusturya’ya doğru önemli bir engel kalmamıştı. Başta Papalık olmak üzere, İspanyollar, Saksonya ve Brondenburg, Avusturya’ya asker ve para yardımında bulundular. Fransa kralı on dördüncü Louis de 5.000 Fransız gönüllüsü gönderdi. Bu kuvvetlerle birleşen Avusturya ordusu, başkumandan Montecuculi emrine verildi. Bu sırada Kanije’ye yakın Komer ve Egerseg kaleleri de Türk kuvvetleri tarafından zaptedildi.
Fâzıl Ahmed Paşa ise, ordusunun başında Saint Gatthard (Sen Gotar) mevkiine geldiğinde, mareşal Montecuculi kumandasındaki; Alman, Fransız, İspanyol ve diğer müttefiklerin kuvvetleriyle karşılaştı. İki taraf arasında yalnızca Raab nehri vardı. Alman kumandanı köprü teşkîlâtı noksan olan Osmanlı kuvvetlerinin nehri geçmelerini bekledi ve Türk topçusunun bombardımanı karşısında nehir kenarındaki kuvvetlerini gerideki ormana çekti. Köprülüzâde de müsait bir yerinden nehri geçip düşmanı bastıktan ve Raab yahut Yanıkkale’yi aldıktan sonra Viyarça’ya doğru gitmek plânını tatbik etmek istiyordu. Ancak ilk plânda köprünün yapımının gevşek tutulması, asker geçirilirken yıkılmasına sebeb oldu. Ayrıca altı bin kadar askerle sür’atle karşıya geçirilen Bosnalı İsmâil Paşa, düşman kuvvetlerini ormana kadar sürdü.
Sabahtan ikindiye kadar devam eden bu harbin ilk safhası Osmanlıların galibiyeti ile bitti. Fakat düşman tâkib edilerek veya gerekli tedbirler alınarak elde edilen muvaffakiyet değerlendirilemedi. Bu sırada yağan şiddetli yağmur, Osmanlı kuvvetinin bulunduğu yerdeki hareket kabiliyetini yok etti. Bu fırsattan istifâde eden Montecuculi, şiddetli bir taarruzla dört bin kadar Osmanlı askerini şehîd etti. Ancak kendi ordusunun da askerce zayiatı az değildi.
Fâzıl Ahmed Paşa’nın bu muvaffakiyetsizliği muahedeye te’sir etmedi. Bir şans eseri olarak kazanılan Sen Gotar muhârebesinden sonra düşman kuvvetleri bir adım ileri gidemedi. Osmanlı ordusu da Vasvar’a döndü. Burada Avusturya murahhasları ile yapılan görüşmeler sonunda Vasvar’da barış imzalandı.
Buna göre Avusturyalılar Erdel’de işgal ettikleri topraklardan çekilecekler, Erdel prensi Apafi yerinde kalacak ve prenslik Osmanlı himayesinde bulunacaktı. Yıkılan kaleler tekrar yapılmayacak, karşılıklı elçiler ve hediyeler gönderilecek, iki devlet arasında bundan önce imzalanan andlaşmalar da yürürlükte kalacaktı.
Fâzıl Ahmed Paşa bu andlaşmadan sonra bölgeden ayrılmayıp, Viyana’dan gelecek olan tasdikli muahede metnini bekledi. Tasdikli metin geldikten sonra, Belgrad’a döndü. Muahede hükümlerinin tatbikatına nezâret etmek üzere kışı Belgrad’da geçirip sonra Edirne’ye döndü (15 Temmuz 1665).
Sultan İbrâhim devrinde başlayan Girid’in fethi, iç karışıklıklar, Avrupa seferleri sebebiyle zamanında yardım gönderilememesi ve deniz yolunun Venedik donanmasının nakliye gemilerine taarruzu yüzünden uzamıştı. Ayrıca henüz fethedilmeyen kalelerin Avrupadan sürekli destek görmesi ve tahkim edilmesi mücâdeleyi Osmanlı aleyhine etkiliyordu. Avusturya cephesindeki savaşı bir andlaşmayla sona erdiren Fâzıl Ahmed Paşa, artık bu mes’eleyle ilgilenebilirdi.
Bu arada Girid serdârı Ankebut Ahmed Paşa’nın imdat mektubu göndermesi üzerine, hemen bir meclis toplanıp bu işin halledilmesi gerektiği karârı alındı. Mühimmat ve donanma tedârikine başlanıldı. Tehlikeyi sezen Venedik, elçi gönderip barış teklifinde bulunduysa da huzura kabul edilmedi. Dördüncü Mehmed Han Girid serdârlığına bizzat sadrâzam Fâzıl Ahmed Paşa’yı getirdi. Fâzıl Ahmed Paşa hazırlıkların tamamlanması üzerine 15 Mayıs 1666’da Edirne’den hareket etti. Gümülcine, Serez, Selanik ve Yenişehir yolu üzerinden Tesalya’ya gelerek Asker toplanması için bir kaç ay burada bekledi. Bu arada Eğriboz adasıyla Benefşe ve Selanik iskelelerinden, donanma muhafazasında Girid’e asker, mühimmat ve cephane nakledildi. Fâzıl Ahmed Paşa da 3 Kasım’da Benefşe’den yola çıkıp 6 Kasım’da Girid’e çıktı. Kışı Hanya’da geçirip, 25 Mayıs 1667’de Kandiye muhasarasını başlattı. Kandiye, yirmi altı ay süren uzun ve şiddetli çarpışmalar sonunda, 5 Eylül 1669’da vire ile teslim oldu ve Girid’in fethi tamamlandı (Bkz. Girid ve Seferleri).
1669-1670 kışını Girid’de geçiren ve meydana gelen hasarların büyük bir bölümünün onarılmasına bizzat nezâret eden Fâzıl Ahmed Paşa, üç buçuk yıl kaldığı adanın yönetimini vezir Ankebut Ahmed Paşa’ya bırakarak 1670 Mayıs’ının ilk günlerinde Girid’den ayrıldı.
1669 yılı Haziran’ında Pâdişâh Yenişehir yaylasında bulunduğu sırada bir elçi gönderip Leh kralı ve Tatar hanından şikâyetle himaye edilmesini ve Avrupa tarafına olan seferde Osmanlı ordusunda hizmetinin kabulünü istirham eden Ukrayna Kazakları Hatman’ı Doreşenko’nun isteği kabul edilmiş ve kendisine bayrak, tuğ ve mehterhâne gönderilmişti. Ancak Lehistan, Doreşenko üzerine saldırılarını yoğunlaştırarak bir kaç palangasını zaptetti. Bunun üzerine Lehistan’a karşı harekete geçmeye karar veren dördüncü Mehmed Han, Fâzıl Ahmed Paşa’yı da yanına alarak Edirne’den yola çıktı. Birinci Lehistan seferi denilen bu sefer sırasında Podolya’nın merkezi ve Lehistan’ın en müstahkem kalelerinden biri olan Kamaniçe, dokuz gün süren kuşatmadan sonra alındı (27 Ağustos 1672). Düşmanda bu kalenin kaybedilmesi şoku sürerken, Halep vâlisi Kaplan Paşa’yla Kırım hanı Selîm Giray ve Doreşenko’nun komutasındaki birlikler, Lehistan’ın ünlü başkomutanı Jan Sobieski’nin savunma hatlarını yarıp, Polonya içlerine girdiler ve irili ufaklı bir çok kaleyi ele geçirdiler. Bunun üzerine Lehistan çok ağır şartlar altında andlaşma imzalamak zorunda kaldı. 18 Ekim 1672’de Bucaş’da imzalanan bu andlaşmayla, Podolya, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir eyâlet hâline getirildi. Ukrayna, Osmanlı Devleti’ne bağlı Kazak Hatmanı Doreşenko’ya bırakıldı ve Lehistan’ın Osmanlı Devleti’ne her yıl 220 bin duka altın ödemesi kararlaştırıldı. Podolya, eyâlet olarak Osmanlı Devleti’ne bağlandığı için henüz fethedilmemiş kale ve palangalar Lehistan tarafından terkedildi. Ancak muahede, başta başkomutan Jan Sobieski olmak üzere Lehlilere çok ağır geldi ve Lehistan diyet meclisi bu andlaşmayı tesdîk etmediği gibi, haracı göndermeyip, bâzı kaleleri de teslim etmediler. Bunun üzerine 1673’de ikinci Lehistan seferine çıkıldı. Lehistan ise, savaş hazırlıkları yapıyor ve Avusturya’dan yardım alıyordu. Diğer taraftan Eflâk ve Boğdan voyvodaları Ghika ile Stefan, Osmanlı Devleti’ne ihanet edip, Lehistan safına geçtiler. Jan Sobieski kumandasında bir ordunun Hotin’i muhasara ettiği haberi ordugâha gelince, dördüncü M’ehmed Han, Fâzıl Ahmed Paşa’yı serdâr tâyin ederek o tarafa gönderdi. Kendisi Babadağı kışlağına döndü. Bu arada kale ve Turla köprüsü muhafazasına 30.000 kişilik bir kuvvet ayırıp, Sarı Hüseyin Paşa komutasına verildi. Kaplan Mustafa Paşa da 12.000 kişilik bir kuvvetle Yaş’a gönderildiğinden, Türk ordusu bir kaç parçaya bölünmüş oluyordu.
Turla nehrinin karşı yakasında Hotin’i korumakla görevli Sarı Hüseyin Paşa, Jan Sobieski kumandasındaki 80.000 kişilik düşman ordusunun taarruzuna uğrayınca, kuvvetleri dağıldığından kale, Lehliler tarafından zaptedildi (Kasım 1673). Bunun üzerine Kırım kuvvetleri de yanında olduğu hâlde Hotin önüne gelen Fâzıl Ahmed Paşa, kaleyi kolayca ele geçirdi.
Rusların Doreşenko’nun bâzı kalelerini aldıkları haber alınması üzerine, Leh seferinden vazgeçilerek, Kazak hatmanına yardım edilmek üzere, Osmanlı ordusu Ukrayna’ya girdi. Bâzı kale ve palangalar alındı. Leh elçisi gelip Podolya ve Ukrayna’nın iadesi şartıyla anlaşma istediyse de kabul edilmedi. Bu arada Fâzıl Ahmed Paşa’nın hastalanması üzerine, 1675’de Lehistan serdârlığına İbrâhim Paşa tâyin edildi. Şişman İbrâhim Paşa, kısasürede kırk sekiz kale ve palangayı fethedince, Lehistan tekrar andlaşma istedi. 27 Ekim 1676’da Zorawno’da imzalanan andlaşma ile Podolya ve Ukrayna Osmanlı hâkimiyetinde kaldı.
Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa ise, 1676 Ekim ayında Pâdişâhla beraber Edirne’ye dönerken yolda hastalığı daha da arttı. Kemerburgaz’daki Karabiber çiftliğinde bir süre dinlenmesi uygun görüldü. Ancak 2 Kasım’ı 3 Kasım’a bağlayan gece burada vefât etti. Cenazesi İstanbul’a getirilerek babasının Dîvânyolu’ndaki türbesine defnedildi.
Zekî, bilgili, alçak gönüllü ve hayırsever bir sadrâzam olan Fâzıl Ahmed Paşa, 15 yıl 4 ay süren vazifesi boyunca; ilme ve ilim adamlarına kıymet verdi. Babasının Dîvânyolu’ndaki türbe ve medresesinin yakınına bir kütüphâne kurarak kendi kitaplarını buraya devretti. Kendisi çok zengin olmadığından, hayratı babasınınkiyle kıyaslanamayacak kadar azdır. Uyvar, Kamaniçe ve Kandiye’de birer câmisi ve İzmir’de inşâatı, sonradan tamamlanan kargir bir hanı vardır.

Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa

Köprülü Mehmed Paşa’nın küçük oğlu, Fâzıl Ahmed Paşa’nın kardeşi. 1637’de Vezirköprü’de doğdu. Ağabeyi Fâzıl Ahmed Paşa gibi iyi bir medrese tahsili görüp, ilmiye sınıfına girdi. Yetişme çağında genellikle ağabeyi Fâzıl Ahmed Paşa’nın yanında bulunup bir takım savaşları gördü, tecrübe edindi. Yönetici olarak yetiştirildi. 1680’de eniştesi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın tavsiyesi üzerine yedinci vezir oldu.
1676’da altıncı vezirlik, ikinci Viyana kuşatması sırasında Edirne’de sadâret kaymakamlığı, sonra Silistre beylerbeyliği ve serdârlığı yaptı. 1684’de kubbe veziri olarak İstanbul’a geldi. Bir kaç ay sonra üçüncü vezirlik, sonra Çanakkale ve Sakız muhafızlığı yaptı. Abaza Siyâvuş Paşa’nın sadrâzamlığında sadâret kaymakamlığına tâyin edildi. Sultan İkinci Süleymân tahta geçince; Çanakkale, Hanya, Kandiye ve Sakız muhafızlıklarında bulundu.
Viyana bozgununu tâkib eden sıkıntılı günlerde, ikinci Süleymân Han, bu durumun altından kalkabilecek tek komutanın Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa olduğunu düşünerek, Sakız adası muhafızlığından geniş yetkilerle sadârete getirdi.
Fâzıl Mustafa Paşa ilk iş olarak bir adâletnâme neşretti ve bâzı vergileri kaldırdı ve âlimlerle müşavere ederek bâzı evkafa ilhak edilmiş olan gelirleri yeni bir hukukî nizâma soktu. Yeniçeri ocağını ele alıp ulufeye müstehak olmayanların isimlerini sildirdi, emekdârların da ilerlemelerini ve haklarını gözden geçirdi. Yolsuz kazançlarla elde edilmiş servetleri hazîneye alarak ordu ve devlet teşkilâtında mühim değişiklikler yaptı.
Böylece hazîneyi güçlendirdi ve gerekli hazırlıkları yaparak, 13 Temmuz 1690’da sefere çıktı. Fâzıl Mustafa Paşa, 28 Eylül’de Niş’i, 9 Kasım’da da, sekiz günlük bir muhasaradan sonra, Semendire’yi düşman elinden kurtardı. Belgrad muhasarasında şehîd olan Rumeli beylerbeyi Arnavud Mustafa Paşa’nın cenaze namazını kıldırıp, kalenin tamir ve tahkim edilmesine nezâret etti. Sonra yeni Palanga, Böğürdelen ve Tuna üzerindeki adanın fetihlerini gerçekleştirdi. Bu sırada Kırım kuvvetleri Rusya içlerini altüst ederken, Türk orduları da Vardar’dan Drava’ya kadar 60.000 kilometre kareden geniş araziyi Avusturyalılardan geri aldı.
Kış aylarını ordunun eksiklerinin tamamlanması için İstanbul’da geçiren Fâzıl Mustafa Paşa, Erdel’i geri almak için Haziran 1691’de Edirne’den ayrıldı. Filibe’de ikinci Süleymân Han’ın vefât edip yerine ikinci Ahmed Han’ın geçtiğini ve sadâretinin devam ettiğini bildiren fermanı aldı. Yoluna devamla 28 Haziran’da Sofya’ya gelen Fâzıl Mustafa Paşa’ya burada Anadolu beylerbeyi Bekir Paşa’yla Macar kralı Tökeli İmre de kuvvetleriyle katıldılar. Belgrad’a gelen Fâzıl Mustafa Paşa, Kırım kuvvetlerini beklemeden yoluna devam ederek, orduyu Sava’nın karşı kıyısına geçirdi. Tuna’nın sağ kıyısında bir köy olan Slankarnen’de Baden prensi Ludwig Wilhelm’in komuta ettiği Avusturya kuvvetleriyle yapılan savaşta askeri harekete geçirmek için kahramanca ileri atılıp düşmana saldırınca, alnından vurularak şehîd düştü. Bütün aramalara rağmen nâşı bulunamadı. Sadrâzamın şehîd olması üzerine o âna kadar düşmana büyük kayıplar verdirilmesine rağmen, savaş yenilgiyle sonuçlandı ve ordu Belgrad’a çekildi.
Fâzıl Mustafa Paşa, sadârette iki yıl kalmasına rağmen önemli işler başarmış, âlim, dindar, kâmil, âlicenâb vakur ve âdil bir devlet adamı olarak kendini kabul ettirmişti. Hadîs ve lügat ilminde söz sahibiydi.
Köprülü sülâlesinden Fâzıl Mustafa Paşa’nın oğulları Nûmân, Abdullah ve Es’ad paşalar da çeşitli eyâletlerde vâliliklerde bulunup, savaşlarda yararlıklar gösterdiler. Nûman Paşa’nın iki aylık sadrâzamlığı da vardır.
Osmanlı Devleti’nin bir devresine damgasını vuran Köprülüler’in ilki olan Mehmed Paşa, sessiz ve gösterişsiz bir şekilde göreve gelip idaredeki boşluğu doldurmuş, aldığı sert tedbirlerle devleti içine düştüğü kötü durumdan kurtarmış, Anadolu’daki eşkıyalık ve haydutluk ruhunu yok ederek celâlî isyânına son vermiştir. Dördüncü Murâd Han’ın vefâtından sonra her bakımdan bozulan idareyi derleyip toparlamış iç ve dış düşmanları sindirmiş, devlet otoritesini ve itibârını yeniden te’sis etmiştir. Kendinden önce sadâret makamına gelen bir çok meşhur askerin yapamadığını yapan Köprülü Mehmed Paşa, devleti eski ihtişamlı vaziyetine getirmiştir.
Bundan sonra vasiyeti üzerine sadârete getirilen Fâzıl Ahmed Paşa ise, etrafına güven veren, vakar sahibi bir devlet adamı idi. Babasından sonra on beş yıl sadârette kalarak, Osmanlı Devleti’ne Kânûnî Sultan Süleymân devrindeki gibi huzurlu bir devre yaşattı. Fâzıl Mustafa Paşa’nın Slankamen meydan muhârebesinde şehîd düşmesi ile devletin bu ihtişamlı dönemi sona erdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Kâmûs-ul-a lâm; cild-5, sh. 3907
 2) Köprülüler Ailesi (A. Refik)
 3) Rehber Ansiklopedisi; cild-10, sh. 285
 4) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-4, sh. 2067
 5) Hadîkat-ül-vüzerâ; sh. 104, 116
 6) Osmanlı Târihi; cild-3/1, 3/2
 7) Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye; cild-1, sh. 286
 8) Nâimâ Târihi; cild-6, sh. 3 v.d.