Evliyanın büyüklerinden. Halvetî yolunun Mısriyye kolu kurucusu ve şeyhidir. Asıl adı Muhammed, mahlası Niyâzîi’dir. 1618 yılında Malatya’nın Soğanlı köyünde doğdu. Başka bir yerden gelip Malatya’ya yerleşen babası Ali Çelebi, Nakşibendî yoluna mensûb âlim ve fâzıl bir zâtdı.
Muhammed Niyâzî, Malatya’da, önce İslâmî ilimlere âid temel bilgileri, sonra da medrese tahsiline başlayıp, tefsir, hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini öğrendi. Medreseden icazet alıp çıkınca, çeşitli câmilerde verdiği vâzlarla halkın dikkatini çekti. Bu arada Malatya’daki Halvetî şeyhi Hüseyin Efendi’ye intisâb edip feyz aldı. Hüseyin Efendi’nin kısa bir süre sonra vefât etmesi üzerine anne ve babasından izin alıp uzun bir seyahate çıktı. Diyarbakır-Mardin yoluyla Bağdâd’a gelip bir müddet burada ilim tahsil etti.
Burada dört yıl süren tahsilini tamamladıktan sonra Mısır-Kâhire’ye gelen Muhammed Niyâzî, Şeyhûniyye denilen yerde Kâdiriyye tarikatı büyüklerinden bir zâtın dergâhına yerleşti. O zâta talebe oldu. Hocasının bereket ve himmetiyle kemâle erdi. Mısır’da uzun yıllar kalarak ilmini ilerletti ve Câmiülezher’de ders verdi. Mübarek günlerde câmilerde vâz etti.
Muhammed Niyâzî, devamlı ibâdet ve tâatta bulunduğu günlerde bir gece, rüyasında Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri onu yanına çağırıp; “Senin nasîbin diyâr-ı Rûm’dadır. Mısır’da değildir” buyurdu. Rüyasını hocasına anlatınca, hocası ona hilâfet verip duâ etti ve Mısır’dan ayrılmasına izin verdi.
1646 yılında İstanbul’a gelen Muhammed Niyâzî, Sultanahmed civarındaki Sokullu Mehmed Paşa dergâhına yerleşti ve uzun süre riyazette kaldı. Sonra devrin tanınmış âlim ve mutasavvıflarıyla görüştü. Mısır’da uzun yıllar kaldıktan sonra İstanbul’a geldiği için, buna nisbetle Niyâzî Mısrî diye tanındı.
Bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra Bursa’ya geçen Niyazi Mısrî, Ulu Câmi yakınlarındaki bir medreseye yerleşerek inzivaya çekildi. Halkın isteği üzerine, Şeker Hoca Câmii’nde Cuma geceleri vâz verdi. Buradan Uşak’a geçerek, Elmalılı Şeyh Yûsuf Sinân’ın halîfesi Şeyh Mehmed’in dergâhına yerleşti. Daha sonra Ümmî Sinân’la tanışarak bütün varlığıyla ona bağlandı. Hocasıyla beraber Elmalı’ya gidip vâzlar verdi, dergâhın hizmetlerinde bulundu. Bir müddet sonra tekrar Uşak’a oradan da Çal ve Kütahya’ya geçen Niyâzî Mısrî, hocasının vefât haberi üzerine Uşak’a tekrar döndü. Fakat üzüntüsünden burada kalamayıp Bursa’ya gitti.
Bursa’ya yerleşerek burada evlenen Niyâzî Mısrî, Ulu Câmi’de devamlı vâzlar verdi. Şöhreti bütün ülkeye yayıldı. 1665’de sadrâzam Fâzıl Ahmed Paşa’nın daveti üzerine Edirne’ye gitti. Dönüşte İstanbul’a uğradığında, bâzı câhillerin tasavvuf aleyhine estirdikleri hava sebebiyle, sultandördüncü Mehmed, âlimler ve tasavvuf büyükleri ile devlet erkânının da toplandığı bir gün Ayasofya Câmii’nde vâz verdi. Bu vâzında; tasavvuf yolunun hak olduğunu, tasavvuf ehlinin yaptıkları zikrin İslâm’a aykırı olmadığını en açık şekilde îzâh etti. Herkes ilmine hayran olup, tasavvufun, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını seve seve yapmaya yardımcı olduğunu anladı. Bu şekilde tasavvuf aleyhine olan faaliyetleri durduran Niyâzî Mısrî, tekrar Bursa’ya döndü. Bu günlerde şeyhi Uşaklı Mehmed Efendi’nin vefâtı üzerine Halvetiyye yolunun Mısriyye kolunu kurarak irşada başladı.
Sultan dördüncü Mehmed, Kamaniçe seferine çıkmadan önce, şöhretini duyduğu Niyâzî Mısrîyi ordunun mânevi gücünü yükseltmek gayesiyle Edirne’ye davet etti. Üç yüz talebesiyle beraber Edirne’ye gidip sefere katıldı. Seferden dönüşte Edirne’de verdiği vâzlar sebebiyle 1673’de Rodos adasına sürgüne gönderildi.
Dokuz ay sonra 1674’de Rus savaşı sebebiyle affedilip, halkı sefere teşvik etmek için talebeleriyle beraber Edirne’ye geldi. Savaş sonrasında yaptığı bir vâzında, savaşların millet ve devlet üzerindeki acı te’sirlerini anlatması yanlış anlaşılarak, rikâb-ı hümâyûn kaymakamı tarafından önce Gelibolu’ya oradan da Limni adasına sürgün edildi.
Limni’de 1677’den başlayarak on beş yıl boyunca çileli bir hayat yaşadı. Vefâtından bir yıl önce 1692 yılında affedilerek Bursa’ya, oradan da Edirne’ye geldi. Selîmiye Câmii’nde vâz ederken devlet işleriyle ilgili söylediği bâzı sözler sebebiyle tekrar Limni’ye gönderildi. Adaya gelişinden bir kaç ay sonra vefât etti ve oraya defnedildi.
Türkçe ve Arabça, manzum ve mensur on cildden fazla eseri bulunan Niyâzî Mısrî, daha çok mutasavvıf şâir olarak meşhur olmuştur. Aruzla yazdığı şiirlerde genellikle Nesîmi ve Fuzûlî, hece ile yazdıklarında ise Yûnus Emre’nin te’siri altında kalmıştır. Birçok yazma nüshası bulunanDîvân’ı, hicrî 1259’da Bulak matbaasında basılmıştır. Dîvândaki şiirler çok içli ve yanıktır. Diğer eserleri şunlardır: 1- Mevâid-ül-irfân avâid-ül-ihsân, 2- Şerh-i Esmâ-i hüsnâ, 3- Risâle-i eşrâtüs-sâa’, 4- Suâller ve Mısrî’nin cevapları, 5- Tefsîr-i sûre-i Yûsuf, 6- Risâle-i Mebde’ ve Me’âd, 7- Risâle-i Mısrî, 8- Tefsîr-i Fâtihâ, 9- Risâlet-üt-tevhîd, 10-Es’ile ve Ecvibe-i Mutasavvıfâne, 11- Şerh-i Nutk-ı Yûnus Emre, 12-Tâbirname, 13- Risâle-i Haseneyn, 14- Dîvân-ı İlâhiyyât, 15-Mektûbât, 16- Risâle-i Hızriyye, 17- Risâle-i hilye-i hazret-i Hüseyin, 18- Sûre-i Nûr tefsiri, 19- Risâle-i Belgrat, 20- Risâle-i Vahdet-i vücûd.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-17, sh. 184
2) Büyük Türk Klasikleri; cild-6, sh. 66
3) Rehber Ansiklopedisi; cild-13, sh. 139
4) Resimli Türk Edebiyatı Târihi; cild-2, sh. 702