19 Mart 2016 Cumartesi

SIBGATULLAH BİN LÜTFİ


Osmanlılar zamanında Anadolu’da yaşayan en büyük velîlerden. Gavs-ül-a’zam ve Gavs lakabları ile meşhurdur. Seyyid olup, Abdürrahmân Kutb hazretlerinin torunudur. Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisi olan, Seyyid Tâhâ-i Hakkâri hazretlerinin talebesidir. 1870 (H. 1287) senesinde vefât etti. Kabri Gayda’dadır. Babası Seyyid Lütfî, onun da babası Seyyid Abdürrahmân Kutb hazretleridir. Mübarek babası Lütfî Efendi, Seyyid Sıbgatullah’a küçük yaştan îtibaren ilim öğretmeye başladı. Çok zekî olan Seyyid Sıbgatullah, zahirî ilimleri kısa zamanda öğrendi. Zamanın fen bilgilerinde de mütehassıs oldu. Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi ilimlerde âlim olan Sıbgatullah efendi, tasavvufta da yetişip veliy-yi kâmil bir insan olmak için Derviş Muhammed’in talebesi Seyyid Muhyiddîn’e gitti. Seyyid Muhyiddin o zaman Van’da talebe yetiştiriyordu. Seyyid Sıbgatullah, hocasının verdiği vazifeleri yapmak için canla başla çalıştı. Uzun seneler ağır riyazetler ve mücâhedeler çekti. Yâni nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsini terbiye etti. Seyyid Muhyiddîn vefât edince, Şeyh Hâlid-i Cezrî’ye gitti. Bu mübarek zâtın vefâtına kadar sohbetlerine katıldı, verdiği vazifeleri yaptı. Sonra Seyyid Tâhâ hazretlerinin, Molla Murâd Hurûsî’yle gönderdiği; “Kendi yuvana dön” haberi üzerine Tâhâ-i Hakkâri’nin şerefli hizmetine koşarak hakîkî yuvaya kavuştu. Onun paha biçilmez sohbetlerini, çölde susuz kalmış kimseler gibi, bir kelime kaçırmayacak şekilde dinledi. Verilen vazifeleri ânında yerine getirdi. Seyyid Tâhâ hazretleri, Resûlullah efendimizden hocaları vâsıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı. Kalb gözü açılan Seyyid Sıbgatullah, tasavvufta yüksek makamlara kavuştu. Öyle ki, Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ederdi. 1852 (H. 1269) senesinde, hocası Tâhâ-i Hakkâri hazretleri vefât edince, onun yerine geçen Seyyid Salih hazretlerinin sohbetine devam etti.
Bu mübarek velînin kıymetli teveccühleri ile büyük bir velî olan Seyyid Sıbgatullah hazretleri, talebe yetiştirmeye başladı. Sohbetinde bulunup bir teveccühüne mazhâr olanın kalbinde, Allahü teâlânın muhabbeti yerleşirdi. Dînin emirlerine eksiksiz uyar, yasaklarından son derece sakımrdı.
Seyyid Sıbgatullah hazretleri, gecelerini hep ibâdetle geçirirdi. Uykusunu, öğleye yakın kısa bir müddet kaylûle yaparak alırdı. Hep kıbleye dönerek otururdu, buna son hastalığında dahî çok dikkat etti. Dostlarıyla sohbetinden sonra murakabe hâlinde olur, Allahü teâlânın mahlûkâtı hakkında tefekkür ederdi.
Şeyh Hâlid isminde büyük bir âlim var idi. Şark vilâyetlerinin adliye müfettişliğini yapardı. Tefsîr, hadîs ve fıkıh gibi zahirî ilimlerde, İbn-i Hacer ve Seyyid Şerif Cürcânî hazretleri kadar âlim olduğunu iddia ederdi. “Bütün din kitapları ortadan kalksa, bu ilimleri yeniden ihya ederim” derdi. Sıbgatutlah bin Lütfî hazretlerinin ismini ve nâmını işitmiş, gidip, kendini görmeyi arzu etmişti. Giderken de bâzı zor sorular hazırlayıp sormayı ve onu müşkil durumda bırakmayı düşündü. Şeyh Hâlid geldiğinde, Seyyid Sıbgatullah onu yolda karşıladı, güzelce misafir edip ağırladı. Sohbet esnasında da Seyyid Sıbgatullah: “Bir kimse bir talebemize şöyle bir suâl sorsa, talebemiz o sorana şu şekilde cevap verir diyerek, Şeyh Hâlid’in gelirken hazırladığı bütün soruları teker teker, pek güzel cevaplandırdı. Son soruyu cevaplandırdığında, Hâlid; “Üstadım! Beni affediniz, tövbe ettim” diyerek ellerine sarılıp öptü. Birkaç gün sonra müfettişlik gibi dünyâ makamlarını terkederek, Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin huzurunda diz çöktü. Pek çetin riyazet ve mücâhedeler çekerek nefsini terbiye etmeye başladı. Nefsinin kötülüklerinden kurtulmak için nefsin istediklerini hiç yapmaz, istemediklerini yapardı. Seyyid Sıbgatullah ata binerken, sırtıma basarak binsin diyerek koşar, önünde eğilirdi. Sıbgatullah hazretleri ise, onu bundan meneder, bir daha böyle yapmamasını tenbih ederdi. Şeyh Hâlid bu ihlâslı hareketleri ile pek çok teveccühlere kavuşarak, evliyâlıkta yüksek makamlara sâhib oldu.

TALEBELERİM SANA EMÂNET!

Sıbgatullah bin Lütfî, 1870 (H. 1287) senesinde son rahatsızlığında sekerât-ı mevtinden önce halîfe bıraktığı oğlu Seyyid Behâüddîn’i yanına çağırdı. “Evlâdım! Talebelerim, sana emânet. Onları büyük bir îtinâ ile yetiştir. Gözün gibi koru. Sohbet ve teveccühlerini üzerlerinden esirgeme! Sakın şöhret isteme. Allahü teâlânın emirlerini yap, yasaklarından kaçın. Dîne muhalif iş yapma. Seni yetiştiren hocanı ve Allahü teâlânın dostlarını incitme, onların her zaman gönüllerini almayı ihmâl etme” buyurdu. Dostlarıyla vedâlaştıktan sonra da; “Ben ölünce arkamdan ağlamayınız” buyurdu. Sonra bir müddet murakabe hâlinde kaldı. Daha sonra Kelime-i şehâdet getirerek son nefesini verdi. Vefât ettiğinde, evin içine misk gibi güzel bir koku yayıldı. Mübarek kabri Gayda’da olup, ziyaret edilmekte, sevenleri, feyz ve bereketlerinden istifâde etmektedir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Eshâb-ı Kiram; sh. 288-399-401
2) El-Kelimât-ül-Kudsiyye; sh. 1, 69
3) İslâm Alimleri Ansiklopedisi; cild-18, sh. 212