17 Mart 2016 Perşembe

REŞİD PAŞA


Osmanlı sadrâzamlarından. Tanzîmât hareketinin mîmârı olarak bilinir. Koca Reşîd Paşa diye meşhur olmuştur. 13 Mart 1800’de İstanbul’da doğdu. Babası, ikinci Bâyezîd evkafı rûznâmecisi Mustafa Efendi’dir. İlk okuma yazmayı babasından öğrendi. Daha sonra medrese tahsiline devam etti. Fakat babasının 1810 yılında vefât etmesi üzerine tahsilini tamamlayamadığı gibi, devrin ilim dili olan Arapça ve Farsça’yı da tam olarak öğrenemedi. Eniştesi Ispartalı Seyyid Ali Paşa’nın himayesinde büyüdü ve bir müddet sonra onun mühürdârlığına tâyin edilerek, ilk me’mûriyetine başladı. 1821 Ekim’inde, Rum isyânını bastırmak için, Mora seraskerliğine tâyin edilen eniştesîyle birlikte, sefere iştirak etti. Seyyid Ali Paşa’nın Mora seraskerliğinden azledilmesini müteakip, İstanbul’a geldi. Bu sırada Mısır’ın dîvân efendisi İbrâhim Efendi’nin kızı Emine Şerîfe Hanım’la evlendi ve kayınpederinin konağına yerleşti. Bu evliliğinden ilk oğlu Mehmed Cemil doğdu. Bir-iki yıl geçtikten sonra eniştesi ölünce, Emine Şerife Hanım’ı boşayarak, zenginliğine kapıldığı eniştesinin câriyelerinden olan Âdile Hanım’la evlenerek, onun Kabataş’daki konağına yerleşti. İkinci evliliğinden de Ali Gâlib, Ahmed Celâl, Mazhar ve Salih adında dört oğlu dünyâya geldi. İşsiz bir hâlde olan Mustafa Reşîd, Bâb-ı âlî kalemlerinden birinde vazife almak istedi ve Bâb-ı âlî mektûbî kalemine me’mûr olarak girdi. 1827’de Osmanlı-Rus harbi esnasında, sefere me’mur edilen sadrâzam Selîm Mehmed Paşa, onu ordu kâtipliğine getirerek, beraberinde götürdü. Sefer dönüşü Pertev Efendi’nin tavsiyesiyle, sultan İkinci Mahmûd Han’ın iltifatına mazhâr olup, Fransızca öğrenmesi tavsiye olundu. Maaşı 1500 kuruşa çıkarıldığı gibi, âmedî odası hulefâlığına tâyin edildi. 1829’da Girid adası ianesine teşvik me’mûriyetiyle Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya gönderilen Pertev Paşa ile birlikte Mısır’a gitti. Mısır dönüşünü müteakip, 1831’de âmedî vekili, 1832’de asaleten âmedî tâyin olundu ve yabancı sefirlerle irtibatını artırdı. 1832’de Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın isyânı sonunda, Mısır kuvvetlerinin Kütahya’ya kadar ilerlemesi üzerine, mes’ele’yi görüşme yoluyla halletmekle vazifelendirildi. Pâdişâh’ın; Mısır, Girid ve Cidde eyâletlerine ilâveten, Kudüs ve Nablus sancaklarının da Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya verilmesiyle ilgili bir fermanını alarak Tophane müşîri Halîl Rifat Paşa’yla birlikte Mısır’a gitti. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’yla yapılan görüşmelerden netice alınamayınca, Bâb-ı âlînin talimatı gereğince, Halîl Rifat Paşa Mısır’da kaldı. Mustafa Reşîd Bey ise, İstanbul’a döndü. İstanbul’a dönüşünden bir kaç gün sonra Mart 1833’de Kütahya’ya kadar ilerlemiş olan İbrâhim Paşa’yla görüşmek üzere gönderildi. Bu yolculukta, Reşîd Bey’in memleket mes’elelerini ve memleketin geleceğini danıştığı Fransız maslahatgüzarı da vardı. İbrâhim Paşa ile yaptığı görüşmeler sonucu andlaşma sağlandı.
Andlaşma neticesinde, Reşîd Bey’in, Şam ve Haleb eyâletlerinden başka Fransız maslahatgüzarının te’sirinde kalarak, Adana muhassıllığını da İbrâhim Paşa’ya vermesi sultan İkinci Mahmûd Han’ın hiddetine sebeb oldu. Fakat bâzı dostlarının teşebbüsleri neticesinde affedildi.
Bu sırada Osmanlı Devleti ile Avrupa devletlerinin münâsebetlerini tanzim, devlet hakkında Avrupa’da meydana getirilen menfi hükümleri müsbet yöne çevirmek ve Mısır mes’elesini hâlletmek için dâimi sefaretler (elçilikler) ihdas edildi. Mustafa Reşîd Bey de 1834 senesi Temmuz’undan fevkalâde orta elçilikle Paris’e gönderildi. Paris’de bulunduğu sırada Fransızca öğrendi. 1830 yılında Fransızlar tarafından işgal edilmiş olan Cezâyir-i Garb Eyâleti’nin Osmanlı Devleti’ne iadesi mes’elesinde başarı elde edemedi. Reşîd Bey, iyi bir tahsil görmediği, İslâm bilgilerinden ve millî meziyetlerden mahrum olduğu için kısa zamanda Avrupai fikirlerin te’sirinde kaldı. 1835 Mart’ı sonlarında elçilik tercümanı Ruheddîn Efendi’yi Paris’te maslahatgüzar bırakarak, İstanbul’a döndü.
İstanbul’a gelişinden üç ay kadar sonra, büyükelçilikte tekrar Paris’e gönderilen Mustafa Reşîd Bey, Eylül 1836’da Londra büyükelçiliğine nakledildi ve hâriciye müsteşarlığı payesi verildi. Londra’da sefirliği sırasında İskoç mason teşkilâtının kurnaz üyesi Lord Statford Redklif Rading ile dostluk kurup, mason locasına girdi.
Mustafa Reşîd Bey, hâriciye nâzırı Ahmed Hulûsî Paşa’nın 1837’de vefâtı üzerine, batılıların baskısı ile müşir rütbesi verilerek hâriciye nâzırlığına tâyin edildi. Hâriciye nâzırlığı sırasında, sultan İkinci Mahmûd Han’a, Avrupa’da gördüklerini ve İskoç mason locası ileri gelenlerinden İngiliz sefiri Lord Rading’in kendisine dikte ettirdiklerini anlatarak, devlet idaresinde Avrupai tarzda ıslâhatlar yapılması gerektiği telkinlerinde bulundu. Batılıların, Osmanlı Devleti’ne, bilhassa müslüman ve hıristiyan tebea arasında eşitlik gözetilmediği için düşman olduğunu, müslim ve gayr-i müslim ayrılığının kaldırılması gerektiğini, bu hususlarla ilgili yapacağı ıslâhatı, bir hatt-ı hümâyûnla ilân etmesini teklif etti. Hazırladığı lâyihada bu ıslâhatın esaslarını Pâdişâh’a arzetti. Ancak Reşîd Bey’in anlattıklarının İngiliz isteklerinin aynısı olduğunu bilen ikinci Mahmûd Han, bunu reddetti.
Mustafa Reşîd Paşa, hâriciye nâzırlığını bilfiil idare ettiği bu dönemde, İngilizlerle, Osmanlı Devletini iktisadî bakımdan çökertecek Baltalimanı andlaşmasını imzaladı (1838). Aslında İngiltere son on yıldır, böyle bir andlaşmayı yapabilmek için uğraşıyordu. Çünkü on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru sanayi inkılâbıyla Avrupa’da daha fazla hammaddeye ihtiyâç duyulmaya başlanmıştı. Bu sebeple Osmanlı Devleti, 1826’dan itibaren hammaddenin dışarıya çıkmasına mâni olarak, esnafımızın işsiz kalmasını önlemek istedi. Böylece bir nevi himaye sistemi olan yed-i vâhid usûlünü uygulamaya koydu. Bu uygulama, İngiliz elçisi başta olmak üzere İstanbul’daki yabancı elçilerin şikâyetlerine sebeb olmuştu. Bu andlaşmanın imzalanmasıyla, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında ihtilâf konusu teşkil eden hususlar, İngiltere’nin lehine çözülmüş oldu. Andlaşma yürürlüğe girdikten sonra; ötedenberi Osmanlı Devleti’nde uygulanmakta olan tekeller kaldırılıp, Osmanlı hazînesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum edildiği gibi, iç ticâret Osmanlı vatandaşlarına münhasır olmaktan çıkarılarak istisnasız bir şekilde İngiliz tüccarlarına verildi. Ayrıca andlaşmaya, andlaşma şartlarını isteyen bütün devletlere de istisnasız uygulanacağı hükmü eklendi. Avusturya başbakanının; “İşte Osmanlı şimdi bitti” diye ifâde ettiği Baltalimanı andlaşması, esnaf ve tüccarlarımızı uşaklığa; devletimizi de borç bataklığına sürükledi (Bkz. Baltalimanı Andlaşmaları).
Mustafa Reşîd Paşa, 1838 Ağustos’unda hâriciye nâzırlığı uhdesinde kalmak üzere Londra büyükelçiliğine tâyin olunarak, İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Bu görevde iken, İngiltere’nin İstanbul elçisi bulunan Lord Ponsoby tarafından, Mısır vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa aleyhine Osmanlı-İngiliz ittifakı yapılması için çalışmaya teşvik edildi. Aslında Reşîd Paşa gerek dış politika ve gerekse iç politikada Osmanlının selâmetini, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’nin işlerine müşterek olarak müdâhale etmesinde görüyordu. Ayrıca o, kendinin ve reformlarının, Osmanlı Devleti’ndeki başarısının Mehmed Ali Paşa’nın başarısızlığı nisbetinde olacağını biliyordu. Zîrâ Mehmed Alî Paşa, Mısır’da başarılı reformlar yapmış, batıya yanaşmadan da güçlü bir idarenin kurulabileceğini göstermişti. Reşîd Paşa ise, imparatorluktaki batılılaşmanın sembolü durumundaydı. Mehmed Ali Paşa mağlûb edilmediği takdirde, Suriye’ye de hâkim olacak, devlet içindeki te’sir ve nüfuzu artacaktı. Bu durumun ise kendi siyâsî hayâtının sonunu getireceğini düşünen Reşîd Paşa, büyük tâvizler verme pahasına da olsa Mısır mes’elesine Avrupa devletlerinin müdâhalesini sağlamak istedi. Ancak Reşîd Paşa’nın kendi siyâsî çıkarları için devlet aleyhine İngilizlere tâvizler vermesi, sultan Mahmûd Han’ın onu İstanbul’a çağırtmasına ve îdâmına irâde çıkarmasına sebeb oldu. Fakat İstanbul’daki dostları vasıtasıyla, Paris’e geldiğinde îdâmı haberini öğrenip gelmekten vazgeçen Reşîd Paşa, sultan İkinci Mahmûd Han’ın vefâtı üzerine tahta çıkan yeni pâdişâh Abdülmecîd Han’ın cülûsunu tebrik etmek üzere Ağustos 1839 başında İstanbul’a geldi. Osmanlı Devleti o sırada en buhranlı dönemlerinden birini yaşıyordu. İngiltere ve Fransa’nın kışkırtmaları neticesinde muhtariyet isteğiyle tekrar baş kaldıran Mısır vâlisinin ordusu, Osmanlı ordusunu Nizip’de mağlûb etmiş, yeni sadrâzam Hüsrev Paşa’ya karşı olan kaptân-ı derya Ahmed Fevzi Paşa, donanmayı İskenderiye’ye götürüp, Mısır vâlisine teslim etmişti. Böylece Osmanlı Devleti’nin kara ordusu Mısır kuvvetleri karşısında bozguna uğrarken, donanması da yok olmuştu.
Şüphesiz Osmanlı Devleti’nin içerisine düştüğü bu zor duruma sevinenlerin başında Reşîd Paşa geliyordu. Çünkü o, bu sayede hem İngilizlerin Osmanlı ülkesinde uygulatmak istedikleri reform ve ıslâhatları onların yardımına te’min gibi bir bahaneyle yürürlüğe koyabilecek, hem de alacağı yardım ile düşmanı olan Mehmed Ali Paşa’ya galip gelecekti. Nitekim Reşîd Paşa İngiltere’de esaslarını tesbit ettiği reformları Avrupalıların ve bilhassa İngilizlerin yardımını sağlamak gibi bir bahaneyle 16 yaşındaki genç pâdişâh sultan Abdülmecîd’e kabul ettirerek Gülhâne hatt-ı hümâyûnu adı ile meşhur olan Tanzîmât fermanını yayınlattı (Bkz. Tanzîmât).
Gülhâne meydanında Reşîd Paşa’nın îlân ettiği bu ferman, din kardeşliği yerine başka kardeşliklerin teşekkülüne yol açtı. İslâm’ın güzel ahlâkı yerine, batının kötü âdetlerini getirdi. İstanbul’da ve sonra Selânik’de İngiliz, Fransız mason locaları açıldı. Buralarda aldatılanların tatlı, yaldızlı sözleri ve bol vâdleri ile milletin aklı ve idrâki uyuşturuldu. Böylece Osmanlılara batının ilk zehirli hançeri saplandı. Koca Osmanlı Devleti’nin içerden yıkılması, parçalanması plânlarının birinci ve en te’sirli adımı atıldı. Genç pâdişâh sultan Abdülmecîd Han da bu mason oyununun iç yüzünü anlayamadı.
Bundan sonra mason oyununun ikinci perdesi açıldı. 15 Temmuz 1840’da İngiltere, Rusya, Avusturya ve Purusya arasında Londra andlaşması imza edildi. Buna göre Mehmed Ali Paşa; Girid, Adana, Suriye, Hicaz ve Lübnan bölgesini derhâl boşaltacak, ordusunu ve donanmasını dağıtacak ve yalnız Mısır vâliliği ile iktifa edecekti. Şayet on gün içerisinde bu şartları kabul etmezse, adı geçen devletler müdâhalede bulunacaktı. Reşîd Paşa, Londra andlaşmasının ültimatomlarını tebliğ etmek üzere müsteşarı Sâdık Bey’i, Kâhire’ye yolladı. Mehmed Ali Paşa ise, Sâdık Bey’e; Pâdişâh’ın herhangi bir fermanına karşı boynunun kıldan ince olduğunu söyliyerek, yabancı devletlerin bu gibi tehdidlerinin Osmanlı Devleti’nin işlerine müdâhale olacağını, kendisinin bizzat Pâdişâh’la görüşmeye hazır olduğunu belirtip ültimatomları reddetti. Zâten Sâdık Bey’e, Mehmed Ali Paşa ile ültimatomları kabul etmeyecek bir şekilde konuşmasını telkin eden Reşîd Paşa, Mehmed Ali Paşa’nın andlaşma tekliflerini dikkate bile almadan dört devletten Londra andlaşmasının hükümlerine uymalarını istedi. Nitekim harekete geçen müttefik kuvvetler, 13 Kasım’da Haleb’e ve 29 Aralık’da Şam’a girdiler. Mısır kuvvetleri bozularak geri çekildi. Bu andan îtibâren târihî İngiliz siyâseti bir defa daha tekerrür etti. Londra andlaşmasına göre, Mısır ve Suriye’nin de Osmanlılara bırakılması îcâb ederken, bu bölgede güçsüz ve merkezden uzak bir yönetimin bulunması İngiliz menfaatine daha uygun görüldü ve bu eyâletler Mehmed Ali Paşa’ya verildi. Ciddî bir ordu ve donanmadan mahrum bulunan Osmanlı Devleti, bu emr-i vâkîyi kabul etmek zorunda kaldı. Mustafa Reşîd Paşa, 24 Mayıs 1841’de Mısır’ın statüsüyle ilgili fermanı sultan Abdülmecîd’e yayınlattı.
Bu arada Mustafa Reşîd Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasında yeni ihtilâfların ortaya çıkması üzerine tekrar yabancı devletlerin müdâhalesine meydan vermek istemeyen Pâdişâh, Reşîd Paşa’yı hâriciye nâzırlığından azletti ve Temmuz 1841’de Paris elçiliğine gönderdi.
Paris’te bulunduğu sırada sağlık durumunun iyi olmadığından şikâyet eden Mustafa Reşîd Paşa, İstanbul’a dönmek istediyse de, evvelâ bu isteği kabul edilmedi. Fakat ısrârı üzerine İstanbul’a dönmesine müsâade edildi. Viyana yoluyla dönerken Avusturya başbakanı prens Metternich’le görüştü. Paris’ten İstanbul’a döndüğü sırada, Edirne vâliliğine tâyin edildiyse de gitmedi. İki yıl kadar me’mûriyetten uzak kalıp, bir hayli borçlandıktan sonra, araya aracılar koyması ile 1843 yılı sonlarında tekrar Paris elçiliğine gönderildi. 1844 senesi sonlarında ikinci defa hâriciye nâzırlığına getirildi.
Bir müddet bu görevde kalan Reşîd Paşa, mason localarının yoğun baskı ve faaliyeti sonucu 28 Eylül 1846’da Rauf Paşa’nın yerine sadrâzamlığa getirildi. Mustafa Reşîd Paşa, iş başına gelir gelmez İskoç mason teşkîlâtı üyesi Lord Rading ile el ele verip büyük vilâyetlerde mason locaları açtırmaya devam etti. Böylece, Osmanlı Devleti’nin parçalanması, yıkılması için açılan casusluk ve hıyanet ocakları çalışmaya başladı. Mason localarının Osmanlı Devleti’ne zararı, celâlî eşkıyasının zararını geçti.
Gençler; din câhili, İslâm düşmanı olarak yetiştirilmeye başlandı. Londra’dan alınan plânlarla idarî, ziraî, askerî değişiklikler yapıldı. Bunlara ilericilik, garblılaşma diyerek göz boyadılar. Öte yandan da İslâm ahlâkını, ecdâd sevgisini, millî birliği parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri masonları iş başına getirdiler. Bu senelerde Avrupa’da fizik, kimya üzerinde dev adımlar atılıyor, yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor, büyük fabrikalar, teknik üniversiteler kuruluyordu. Osmanlılarda ise, bunların hiç biri yapılmadı. Hattâ Mustafa Reşîd Paşa, Fâtih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, matematik derslerini, büsbütün kaldırdı. “Din adamlarına fen bilgisi lâzım değildir” diyerek, kültürlü, bilgili âlimlerin yetişmesine mâni oldu. Mustafa Reşîd Paşa bir yıl yedi ay devam eden bu vazîfeden, dîne olan bağlılığının zayıf ve aşırı alafranga tarafdârı olmasından dolayı, 27 Nisan 1848’de sultan Abdülmecîd Han tarafından azledildi. Fakat üç buçuk ay sonra tekrar sadrâzamlığa getirildi. Üç buçuk yıl süren bu sadâreti sırasında Fransız akademisi örnek alınarak kurulan Encümen-i Dâniş açıldı. Bu sadâretten de 26 Ocak 1852’de azledilerek Meclis-i vâlâ reisliğine getirildi. Mustafa Reşîd Paşa, sadâretten uzaklaştırılmasının üzerinden kırk gün geçtikten sonra üçüncü defa sadrâzamlığa getirildi. Beş ay kadar süren bu sadâretten de Dâmâd Fethi Paşa ile aralarında meydana gelen ihtilâf üzerine azledildi. Yerine Alî Paşa getirildi. Bundan sonra Mustafa Reşîd Paşa ile onun yetiştirmesi olan Alî Paşa’nın arası açıldığı gibi, yüksek devlet me’murları da Reşîd Paşa ve Âlî Paşa tarafdârı diye iki ye ayrıldı.
Reşîd Paşa ile Alî Paşa şahsî hırslar yüzünden birbirleriyle çekişip dururken, İngiltere boş durmayarak, Osmanlı Devleti’nde iktidar mevkiindeki batı hayranı bu devlet adamlarından istifâdeyle, Hindistan’daki büyük İslâm devleti Gürgâniye’yi parçalamak ve Asya’daki müslümanları başsız bırakmak istiyordu. Bu arada kendisine engel olacağından çekindiği Osmanlı Devleti’ni başka mes’elelerle meşgul etmek için sıcak denizlere inme hayaliyle yanıp tutuşan Rusya’yı, devamlı tahrik ederek bir Osmanlı-Rus harbi çıkarmaya çalışıyordu. Sadrâzam Mustafa Reşîd Paşa’yı kandıran İngilizler, onun Rusya’ya karşı düşmanca tavır takınmasını sağladılar. Netîcede İngiltere’nin tahrikleri sonucu Rusya, Eflâk ve Boğdan’ı işgal edince, 4 Ekim 1853’de Rusya’ya harb îlân edildi. 23 Ekim 1853’de Kırım savaşı olarak bilinen harb fiilen başlamış oldu.
Yaklaşık üç yıl devam eden ve 30 Mart 1856’da Paris andlaşması ile sona eren Kırım savaşı, Osmanlı Devleti’nin toprak kaybına sebeb olmamasına rağmen, siyâsî olarak aleyhine oldu. Devlet iktisâden çöktü (Bkz. Kırım Seferleri). Osmanlı Devleti’ni Rusya ile meşgul eden İngiltere, az bir kuvvetle Osmanlı Devleti yanında savaşa girip asıl maksadını gizledi ve büyük devletlerin dikkatini o yöne çekerek Hindistan’daki Gürgâniye İslâm Devleti’ni yıktı. Topraklarını işgal ederek, Hindistan hazînelerine sâhib oldu ve ticâretini geliştirdi. Ayrıca Osmanlı’yı kullanarak Rusların sıcak denizlere inmesini de önledi.
Öte yandan savaş esnasında maddî bakımdan büyük bir sıkıntı içerisine düşen Osmanlı Devleti, Yine Mustafa Reşîd Paşa’nın dördüncü sadâreti zamanında ilk defa dış borçlanmaya girdi. Bundan sonra dış borçlanmanın sonu gelmeyecek ve 20 yıl geçmeden Türk mâliyesi iflâsın eşiğine adım atacaktır.
Mustafa Reşîd Paşa, Meclis-i vâlâ reisi Yûsuf Kâmil Paşa ile arasının açılması sonucu 4 Mayıs 1855’de sadrâzamlıktan azledilerek yerine, tekrar Alî Paşa getirildi. Sadâretten ayrıldıktan sonra bir müddet yalısında oturdu. Halefi ve yetiştirmesi olan sadrâzam Alî Paşa’nın yaptığı her icrâatı şiddetle tenkîd etmeye başladı. Araları iyice açıldı. Kendi hazırladığı Tanzîmât fermânıyla, müslim ve gayr-i müslimlerin eşit haklara sâhib olmasını sağladığı hâlde, sâdece iktidar hırsı sebebiyle Alî Paşa’nın hazırladığı hıristiyanlara daha fazla imtiyazlar tanıyan Islâhat fermanına şiddetle karşı çıktı.
Sultan Abdülmecîd Han, kaht-ı rical (adam kıtlığı) yüzünden, İngiliz elçisinin de tavassut ve teşvîkiyle 1 Kasım 1856’da Mustafa Reşîd Paşa’yı beşinci defa sadrâzamlığa getirdi. Alî Paşa’nın sadâretten ayrılmasını hazmedemeyen Fransa hükümeti, Boğdan seçimlerine fesad karıştırıldığını iddia ederek, iptalini istedi. Rusya, Prusya ve Sardunya’nın da desteğini alan Fransa, bu iddiayı kabul etmeyen Osmanlı Devleti’yle siyâsî münâsebetlerini kesmeye kalkıştı. Fransa ve İngiltere hâriciyelerinin birbirleriyle temas ederek seçimin feshini kararlaştırmaları üzerine, sultan Abdülmecîd Han sadrâzamı azlederek işin önünü almak istedi. Dokuz aydan biraz fazla sürmüş olan beşinci sadâretten 6 Ağustos 1857’de azledilen Mustafa Reşîd Paşa, Meclis-i tanzîmât reisliğine naklolunduysa da bir ay içinde oradan da alındı ve bir müddet vazîfeden uzak kaldı. 22 Ekim 1857’de altıncı ve son defa sadârete getirildi. Mustafa Reşîd Paşa çok sevdiği iktidar makamına altıncı ve son defa gelişinden yaklaşık iki ay kadar sonra hastalandı. Bir müddet Bâb-ı âlî’ye gidemedi. 7 Ocak 1858 Perşembe günü hamamda iken kalb sektesinden öldü. Bâyezîd’de okçular caddesindeki türbeye defnedildi.
Hepsi sultan Abdülmecîd Hân zamanında, altı sadâret müddetinin toplamı altı sene sekiz ay on dokuz gün olan Mustafa Reşîd Paşa, Tanzîmât fermanı olarak da bilinen Gülhâne hatt-ı hümâyûnu’nu hazırlayıp îlân ettirmekle; Osmanlı Devleti’nin temeline dinamit koymaktan, kaht-ı rical (adam kıtlığı) devrinin açılmasına ve Osmanlı- Devleti’nin boynuna “Hasta adam” yaftasının takılmasına sebeb olmaktan hiç çekinmemiştir.
Netîce itibariyle, Reşîd Paşa, iyi bir eğitim görmemiş, millî ve manevî değerlerden yoksun olarak yetişmiştir. Osmanlı Devleti’nin idarecilerinin en önemli özelliklerinden biri, önce devlete sadâkat vasfıdır. Reşîd Paşa bu vasıfdan yoksundu. Masonlukda yüksek derece sahibi olması, bu mahrumiyetine eklenince, devlet için zararı telâfi edilemiyecek sonuçlar meydana getirdi. Nitekim Reşîd Paşa’dan sonra, onun yetiştirmeleri ve ardından da İttihâd ve Terakkî mensupları, devletin kısa zamanda yıkılmasını sağlamışlardır. Bugünkü sosyal hastalıkların çoğunda, onun açtığı yıkım hareketinin payı büyüktür.
Batılıların Reşîd Paşa hakkında düşünceleri şu şekilde idi: Fransız elçisi Pontois, Paşa’yı; “Reşîd Paşa’da kendini gösterme ve yükselme merakı aşırıdır. Bu yönü biraz övülür ve pohpohlanırsa, büyük tâviz elde etmek için küçük şeyler üzerine tâvizler verilirse, ondan her şey elde edilebilir” diye tarif etmektedir. Goizot ise; “Mustafa Reşîd Paşa’da ülkesinde yapmak istediği işlerin başarısı için, çok lüzumlu olan vasıflardan biri eksiktir. Türkiye’de güçlü bir ıslahatçı olmak için Türklük vasfı lâzımdır. Onda ise bu vasıf çok az idi. Gençliğinden itibaren, Türkiye’nin Avrupa ile münâsebetleri konusuyla ilgilenmiştir. O daha çok Avrupalı bir diplomata benziyordu” diye vasıflandırıyordu.

GAFLET Mİ, İHANET Mİ!

Azınlıklara daha fazla hak ve hürriyetler verme tarafdârı olan Mustafa Reşîd Paşa, bunun sağlanması için Avrupa devletlerini Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmaya çağırıyor ve; “... Türkiye için en büyük iş, reâyâ mes’elesidir. Eğer reâyâya verilmesi gereken hak ve hürriyetlerden bahsetsem, ülkemde bana kötü bir müslüman gözü ile bakılır. Hâlbuki İslâmlığın kurtuluşu reâyânın hür ve mes’ûd olmasına bağlıdır. Bu konuda yüksek sesle konuşmak Avrupa devletlerine düşer. İmparatorlukta (Osmanlı Devleti’nde), hıristiyanlar üzerindeki baskı için sesinizi çıkaramaz mısınız? Ödeyemedikleri harac için zavallılar horlanmakta ve ezilmektedir. Bu uygulamalar sizin âdil bir vergi dağılımı istemenizi gerektiriyor. Reâyâ, harac yüzünden isyân etmektedir. Reâyâ düzenli vergi istemektedir. Vergi sistemi hıristiyanlar için yerleşirse, müslümanlara da bunu kabul ettirmek için önemli bir adım atılmış olacaktır. Böylece İmparatorluğun (Osmanlı Devleti’nin) yenileşmesi için ilk mesafe alınmış olacaktır...” diyordu.
(Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Turgue, Documents et Memoires, volume-44)
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mustafa Reşîd Paşa ve Tanzîmât (R. Kaynar)
2) Osmanlı-İngiliz İktisâdi Münâsebetleri (M. Kütükoğlu); cild-1, sh. 82, 83, 87, 90, 107
3) Rehber Ansiklopedisi; cild-14, sh. 299
4) Eshâb-ı Kiram; sh. 193
5) Osmanlı Târihi (K. Z. Karal); cild-5, sh. 238-241
6) Tezâkir (Cevdet Paşa); cild-1, sh. 7
7) Lûtfi Efendi Târihi; cild-5, sh. 112
8) Osmanlı Sanayii ve Sanayileşme Politikası; (R. Önsoy); sh. 15, 30-31
9) Mustafa Reşîd Paşa ve Dönemi Semineri