13 Nisan 2018 Cuma

DÖNMELER


On yedinci asırdan îtibâren, muhtelif Osmanlı şehirlerinde bilhassa Selanik’te müslüman adı ve kıyafeti altında yaşayan mûsevî cemâati fertlerine verilen ad. Çeşitli dinlerden müslüman olanlara mühtedîdenildiği hâlde, bu tâbir bunlar hakkında hiç bir zaman ve hiç bir yerde kullanılmamış, yüksek tabaka tarafından, bir dereceye kadar nezâketen “avdetî” tâbiri kullanılmıştır. Kendilerine; ma’amînim (mü’minler) veyahaberim (ortaklar) bir de, ba’ale milhamah (mücâhidler) isimlerini verirlerdi.
Gizli bir mezheb sayılan dönmelik, aslen İspanyalı olup, İzmir’e yerleşen Mordehay Sevi adlı bir yahûdînin oğlu ile haham olan Sabatay Sevi tarafından kuruldu, özel bir eğitim görüp haham olarak yetişen Sabatay Sevi, ilk önce, 1648’de İzmir’de mesîhliğini ve İsrâiloğullarını kurtarmak için Allahü teâlânın göndereceği peygamber veya kurtarıcı olduğunu iddia etti. Mûsevîler, mesîhin Filistin’e hükümdar olacağına ve Kudüs’ü merkez yaparak dünyânın dört köşesine dağılan yahûdîleri burada toplayacağına inandıkları için, onun etrafında toplandılar. İzmir’deki hahamlar ona karşı çıkınca, 1650’de İstanbul’a geldi. İstanbul hahambaşısı da Sabatay Sevi’ye karşı çıkınca, kendisine daha uygun bir muhit olan Selânik’e geçti. Selanik’teki hahamlar tarafından sevgi ve saygıyla karşılanan Sabatay Sevi, bâzı tepkilerle karşılaşınca Selânik’i de terk ederek, Atina’ya ve tekrar İzmir’e döndü. İzmir’de kaldığı üç yıl içinde dikkati çekecek bir davranışta bulunmaktan kaçındı. 1663’de Mısır’a giden Sabatay Sevi, kısa bir müddet Kâhire’de kaldı. Burada Rafael Josef Çelebi adında zengin bir sarrafla tanıştı. Daha sonra Kudüs’e gitti. Musevilerin takdirini kazanmak için Kudüs’ün mukaddes yerlerini ve evliyâ kabirlerini ziyaret etti. Davranış ve çekici konuşmalarıyla Kudüs halkının itibârını kazandı.
Kudüs yahûdîleri, sıkıntı içinde olduklarından, Kâhire’deki sarraftan kendilerine yardım etmesini istemek üzere Sabatay Sevi’nin gitmesini istediler. Kudüs’ten Kâhire’ye giden Sabatay Sevi, önemli mikdarda yardım topladı. Nayir adındaki Polanyalı bir hahamın kızı olan Sara ile evlendi. Sara ile birlikte Gazze’ye gitti. Orada Abraham Nathan adlı yahûdî ile tanıştı. Abraham Nathan, kendisinin mesihden önce gelecek olan peygamber olduğunu ve Sabatay’ın da mesih olduğunu söyledi. Böylece Sabatay Sevi’nin tarafdârları çoğaldı. Kudüs’e tekrar döndüğünde kendisinin mesih olduğunu gizlemeğe gerek duymadı. Kudüs’deki hahamlar karşı çıktılarsa da, Sabatay’ın tarafdârları gün geçtikçe arttı. Mısır, İstanbul, İzmir ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerine mesihliğini îlân ve propagandasını yapmaları için sâdık adamlarını yolladı. Kudüs’den Haleb’e geçti. 1667’de tekrar İzmir’e dönen Sabatay Sevi’ye hahamlar yine karşı çıktılar. Bu durumu haber alan İstanbul’daki hahambaşı da Sabatay Sevi’nin öldürülmesi hususunda bir karar çıkardı. Bütün bunlara rağmen, sahte mesihin tarafdârları alabildiğine çoğaldı. Sabatay Sevi, Musevilerin dînî âyin ve törenlerinde bâzı değişiklikler yaptığı gibi, sinagoglarda okunan duâların çoğunu değiştirdi. Osmanlı pâdişâhı sultan dördüncü Mehmed Han’ın adının zikredilmesi âdetken, kaldırılmasını ve yerine kendi adının konmasını emretti. Mûsevîler, onu gerçek bir kral saymaya başladılar.
Kendisini kralların kralı olarak kabul eden Sabatay Sevi, dünyâyı kendi hesabına göre 38 krallığa taksim etti. Her birine de, kardeşlerini ve sâdık adamlarını kral tâyin etti. Çeşitli beyannameler yayınlayarak, Osmanlı idaresine karşı harekete geçti. Mûsevîler müslümanlara karşı taşkınlıklarını arttırdılar. Musevilerin müslümanlara karşı yaptığı işler ve Sabatay Sevi’nin durumu, sultan dördüncü Mehmed Han’ın sadrâzamı Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’ya arz edildi. Fâzıl Ahmed Paşa, sahte mesih ile hakkında düzenlenecek evrakın İstanbul’a gönderilmesini emretti. Yakalanan Sabatay Sevi ve adamları, 1668 senesi Ocak ayında İstanbul’a gönderildi. İstanbul’a getirilen Sabatay Sevi, sorgulamasında korkusundan yaptıklarını inkâr etti. Zincire vurularak hapse atıldı. İstanbul’dan Çanakkale yakınlarındaki Aydos kalesine sürülerek hapsedildi. Aydos kalesinde bir takım dînî âyinler düzenlemeğe girişti. Hazırladığı beyannameleri bütün dünyâ yahûdîlerine göndermeye ve duyurmaya çalıştı. Bu sırada Polonya’dan Aydos’a bir yahûdî kâfilesiyle Sabatay Sevi’yi ziyaret için gelen Nehime Kohen adında bir haham da mesih olduğunu îlân etti. Sabatay Sevi ile uzun münâkaşalarda bulundu. Daha sonra Edirne’ye giderek Sabatay Sevi’nin bütün sırlarını ilgililere anlatarak, saltanat peşinde olduğunu söyledi. Söylediklerinin doğruluğunu isbatlamak için de müslümanlığı kabul ediyor göründü. Bu ihbar üzerine Sabatay, Aydos’dan alınarak Edirne’ye getirildi.
Edirne sarayında sadrâzam Kâim-i Makamı Mustafa Paşa, şeyhülislâm Minkârizâde Yahyâ Efendi ve Sultan’ın imâmı Vânî Mehmed Efendi’den müteşekkil bir dîvân kuruldu. Pâdişâh’ın bitişik odadan tâkib ettiği görüşmeler sonunda, Sabatay, kendisinin mesih olmadığını söyledi, yaptıklarını inkâr etti ve müslüman olduğunu ilân etti. Mehmed Efendi ismini aldı. Böylece Osmanlı târihinde dönmeler mes’elesi başlamış oldu.
Onun müslüman olmuş görünmesiyle ilgili olarak Vânî Mehmed Efendi; “Bu adamın müslümanlığı kalbî hisler ve ihlâs ile kabul ettiğine kâni değilim. Fakat dînimiz şüpheyi reddeder ve kişinin îmânı, üzerinde hüküm ancak cenâb-ı Hakk’ındır. Bu itibârla İhlâs ile müslüman olmasını niyazdan başka şey yapamam...” demekten kendini alamadı.
Sabatay Sevi’nin müslüman olmuş görünmesi Türkiye ve diğer memleketlerdeki yahûdîler arasında şaşkınlığa sebeb oldu. Sabatay Sevi, tarafdârlarını yatıştırmak için de; “Tanrı beni İsmâilî yâni müslüman yaptı. Ben kardeşiniz kapıcıbaşı Mehmed’im. O öyle emretti. Ben itaat ettim” dedi. Müslüman olmuş görünmesine rağmen mesihlik iddiasından vazgeçmedi, eski faaliyetlerine devam etti. Bu arada tarafdârlarının bir kıyafet altında toplanması için, pâdişâha ve müftüye başvurarak yahûdîleri hidâyete davet etmek üzere kendisine izin verilmesini istedi. Sabatay’a sinagoglarda isteyenlere müslümanlığı anlatması için müsâde çıktı. Bundan istifâde ederek tarafdârlarını aynı kıyafet altında toplamaya çalıştı. Müslümanlar arasına giren Mûsevîler, kıyafetlerini değiştirip Ahmed, Abdullah, İsmâil gibi isimler almaya başladılar. Mehmed ismini aldıktan sonra, mesihlik iddiasından vaz geçmeyen Sabatay Sevi, Selanik ve İstanbul’dan sonra, sürgüne gönderildiği Bağdâd ve Ürgüp’de kaldı. Bu arada sabatayistlik yâni dönmeliğin esas inanış ve ibâdetlerini bir araya toplayan on sekiz emri yayınladı ve kutlayacakları bayram günlerini tesbit etti. Dönmelerin uyması gereken 18 maddelik; “On sekiz emir” denilen nizâmnâmenin hülâsası şöyledir: “Allah’ın birliğine ve Sabatay Sevi’nin mesihliğine inanılacak, yalan yere yemin edilmeyecek, Allah’ın adı anıldığında saygı gösterildiği gibi, mesihin zikri geçince de saygı gösterilecek, mesihin sırrını anlamak için toplantılar yapılacak. Adam öldürülmeyecek, zînâ edilmeyecek, yahûdî yılının dokuzuncu ayı olan Kislev’in 16. günü bayram yapılacak. Yalan yere şâhidlikte bulunulmayacak, birbirlerine karşı mürüvvetli ve merhametli davranılacak, her gün mezamir okumağa gizlice devam edilecek. Müslüman Türklerin âdetlerine onların gözlerini boyamak maksadıyla riâyet edilecek, Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı çekilmeyecek, aynı şey Kurban için de yapılacak, dînî merasimlere zahiren uyulacak, müslümanlarla evlenmekten kaçınılacak, kamerî ayların ilk günlerine dikkat ve hürmet gösterilecektir.”
Bu emirleri neşreden Sabatay Sevi’nin yaptığı işler, sadrâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’ya anlatılınca, onu çağırıp sorguya çekti. Sabatay Sevi; “Aman efendimiz! Hakkımda size söylenenlerin hepsi yalan ve iftiradır. Bir takım dost ve akrabalarımı etrafıma topladığım doğrudur. Ama bunun hakîkî sebebi onları da hidâyete erdirip müslüman eylemektir. Eğer bu suç ise türlü cezaya razıyım. Boynum kıldan incedir” dedi. Sadrâzamı bu sözlerle kandırdığını zanneden Sabatay Sevi, Kuruçeşme ve Kağıthane’de tarafdârlarıyla gizlice İbrânice âyin yapıp duâlar okurken yakalandı. Adamlarıyla birlikte Arnavutluk’a sürüldü. Bir müddet orada kalan Sabatay Sevi, 30 Eylül 1675’de Berat kasabasında öldü.
Kadınları sarı mest ve beyaz car giyinen, erkekleri ise, beyaz keçe üzerine yeşil sarık saran, görünüşte müslüman bilindikleri ve müslüman adı taşıdıkları hâlde bayramdan bayrama namaza giden dönmeler, Sabatay Sevi’nin ölümünden sonra, yâkûbîler, karakaşlar, kapancılar olarak üçe ayrıldılar. Değişik adlar alan bu grubların nesl-i şerif denilen en yüksek asîl ailelere mensûb birer reisi vardı. Bunlar cemâat ihtiyarlarının reyleriyle seçilirler, ölünceye kadar bu mevkide kalırlardı. Ab-be-din denilen reisler tarafından tâyin olunan ruhanî reisler dînî vazifeleri yerine getirirlerdi. Dönmelerin bu üç zümresi hâriçten veya birbirlerinden kız alıp vermezlerdi. İlk zamanlar Selanik’te yerleşen dönmeler, Balkan harbinden sonra Selanik’ten tamamen ayrılarak İstanbul’a geldiler. Ekseriyetle Nişantaşı ve Şişli semtlerine yerleştiler. Çocuklarını da Türk okullarına vermemek için Feyziye Lisesi ve Şişli Terakkî Lisesi adında iki okul açtılar ve bu okullara gönderdiler. Aralarındaki eski katı grublaşmaları kaldırıp, dayanışmaya yönelerek ticarî hayatta te’sirli oldular. Bunun yanında vâlilik, müsteşarlık ve siyâsî olarak da meb’usluk (milletvekilliği) ve nâzırlığa (bakanlık) kadar yükselenler ve gazetecilik mesleğinde muvaffak olanları da oldu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
 1) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh. 474
 2) Târih Sohbetleri (C. Kutay); cild-8, sh. 172
 3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1146